Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Yaşamı ve insanları çok sevdiğim için bu eylemi gerçekleştirmek istiyorum.
Bunları söylemeden önce mutlaka uzun huzurlu, susmuştun. Yüzyıllarca süren bir sessizliğin anlamını çözmek ister gibi, susmuştun. Bu sözlerinin altında, yine onlara ilişkin başka bir sessizlik vardı ki bize uzaktır. Yüzyıllardır ulaşmaya çalıştığımız bir derinlikten ilk kez, işte böylece, topraklarımıza benzeyen bazı sesleri şimdi sende duyabildik. Yine de, anlamakta güçlük çekiyorduk; gül renkli bir gözkapağı olup açılan sözlerinin altındaki sessizliğin ne anlama geldiğini anlamaya çalıştık.
Sessizlik, büyük ayrılıkların, büyük uzaklıkların diliydi. Bunları söylemeden önceki sessizliğinin altında hangi bilgelik, anlaşılmamış derinlik gizliydi? Evet, senin sessizliğinde ölüme benzeyen bir yan varsa eğer, mutlaka öldürmeye benzeyen bir yan da vardı. Yaşamdan sözederken ki, güzelliğinin altında, anlamakta güçlük çektiğimiz başka bir şey vardı.
Sana işte, büyük sessizliği hak etmiş bir güzellik olan sana; rüzgâra karışmış olan, toprağa ve bu suretle canımıza karışmış olan sana, bir öykü anlattık.
"Sebil", kimin öyküsüydü? Tam hatırlayamıyorduk. Bir Grek MİT’i miydi? Ne olursa olsun, Bill’in öyküsünde sana ilişkin bir yan vardı.
İşte:
Çok güzel bir kızdı Sybill. Yalnızca güzellikler için yetenekli gözlere sahip insanlar değil, aynı zamanda tanrılar da Sybill'in müthiş güzelliğine hayran kaldılar. Ve hem güzelliği görmeye vergili gözlere sahip insanlar, hem de tanrılar, böylesine bir güzelliği ödüllendirmek amacıyla, Sybill'e ölümsüzlük bağışladılar. Ve onu sonsuza kadar hiç yaşlanmadan yaşayacağı bir cam fanusun içine yerleştirerek, güzellikler için yetenekli gözlere sahip olanların görebileceği bir yere koydular. Yüzyıllarca herkes gelip bu güzelliği büyülenerek, büyük bir hayranlıkla seyretti. Ancak bir gün, güzellik için duyarlı yüreğe sahip olanlardan biri, Sybill'in neler hissettiğini anlamak isteğiyle, fanusun kapağını açtı. Ve ona sordu: "Sybill", dedi, "bir isteğin var mı?"
"Tek bir isteğim var", dedi Sybill. "Ölmek istiyorum."
Bir güzelliğe ölümsüzlük bağışlanabilir mi? Yoksa güzelliğin büyüsü onun ölümlü olmasında mıdır? Ve ya; bir güzelliğin kendisini ölümsüz kılması ne demektir? Bir güzelliğin hangi koşullar altında tek isteği ölüm olabilir?
Bütün sözlerimizin altında gerçekte var olan büyük sessizliğin anlamı nedir? Bizler, özgürlüğümüzün ifade biçimleri olarak başka hangi simgeleri edinebiliriz? Varolma savaşının bu kadar çapraşık biçimlerinde, ölümün yaşamla örtüştüğü, içiçe geçtiği dünyamızda, kendi öz davranışlarımızı tam olarak anlayabilir miyiz?
"Yaşam iddiam çok büyük. Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Yaşamı ve insanları çok sevdiğim için bu eylemi gerçekleştirmek istiyorum."
Yine bir Kürt öyküsünden duymuş olmamız gerekiyordu. Gözlerine vurulan aşığına, gözlerini çıkararak ak fincanlarda sunan o masal kızının davranışı geliyordu aklımıza. İşte sen de, bir bakış gibi sundun kendini; kendini bir aşka açtın. O zaman hatırladık ki, Ruben Galuci'nin kurşuna dizilmeden önce söylediği sözlerin altındaki sessizliği açtın.
"Öldüğümü duyduğunda adımı söyleme
Söyleme adımın on bir harfini
Gözlerimden uyku akıyor
Sevdim
Ve hakkettim sessizliği..."
Söz bir örtüydü ve onun altındaki belirsizlikte, senin eylemin duruyordu. Kavuşma şarkılarına mezar olmuş göğüslerimiz, işte senin ateşten cevabınla açıldı. Ateşten bir göğüs olarak açıldın; göğsünde "muhayyel Kürdistanda, yani hepimizin düşüne bir kapı açtın. Hepimiz, ülkenin bu ateşten kapısına yüzümüzü ve yürüyüşümüzü dönerek, göğsünün alev kanatları arasından gireceğiz. Artık kavuşma günlerinden söz edebiliriz; artık konuşmadan da, örttükleri uzun sessizliğin etkisiyle sabah sisleri gibi uçup giden sözleri kullanmadan da, yüzyıllardır sağırlaşmış yüreklerin, bizi duyup anlamalarını sağlayabiliriz. Taş kesilmiş dillerin toprağa ve gökyüzüne benzeyen bazı yeni, güzel, bize dair, ak elmastan sözler söylemesini sağlayabiliriz.
Bizi işte, büyük sessizlik içinden yeniden doğurdun.
Dersim'de yangınlar arayışındaki o rüzgâra karıştığı için, adını söylemeksizin de, seni anabiliriz. Evet, sağırlaşmış yüreklerimiz duydu şimdi; evet; ülkemizin dağlarında, vadilerinde, savurmak için yangından saçlar arayan o rüzgar senin sesindir ki ona karışıp dağıldın; bu topraklar senin gözlerindir ki bire bin veren bereketli buğday taneleri olup karıştın. Değil mi ki bizi yeniden doğurdun artık, hepimiz şimdi büyük kavuşmadan söz edebiliriz.
1996
Rêber APO