“Tüm Partililer, Savaşçılar, Yiğit Kürdistan Halkı!
En Şanlı Olduğumuz Bir Yılda Büyük Özgürlük Hamlesine
Hazırlanalım ve 1992 Yılını Mutlaka Ezici bir Zafer Yılına Dönüştürelim”
Bizim için yeni yıldan bahsetmenin fazla anlamı yoktur. Her geçen gün bizim açımızdan sürekli bir oluşumu ifade eder. Düzene kavuşmuş toplumsal süreçler için, yıldönümlerinin bir anlamı olabilir. Bizim için bütün hızıyla oluşum devam ettiğine göre, bir anlamda yapay başlangıçlar fazla anlamlı olmasa da, bir mantık çerçevesi dahilinde, biz de yeni yıl için biraz daha fazla kendimizi görmeye ve değerlendirmeye çalışırız.
Esas itibariyle bizim için yeni yıl, bahara çıkıştır. Coğrafi ve toplumsal koşullar gereği, kışın ortasında derlenip-toparlanma açısından yeni yıl bir anlam ifade edebilir. Ondan da öteye, özgür yaşam konusunda çabaları yoğunlaştırmaya devam ediyoruz. Dikkate değer bir deneyim sürüp gitmektedir. Olanakların dışına çıkmış, doğal olarak kendine fazla bağlı kılmayan, ama insanlık kadar eski, bazı ilkeleri de göz ardı etmeyen bir doğrultuda mücadeleyi, savaşçı bir yaşamı her geçen gün daha da hamleci ve inisiyatifli bir biçimde götürmeye çalışıyoruz. Sanırım biraz şaşkınlıkla izliyorsunuz. Daha doğru-dürüst kendinizi halletmeden, böyle bir olayın içine girmek sizi boğuyor. İlkenin büyüklüğü de bu noktada ortaya çıkar. Herkesin kendisini yaşaması değil de, genel bir ilkeyi yaşaması, ciddi hareketlerin esaslarından sayılır. Size veya kişilerin keyfine kalsa, buna ilkesel bir hareket demek zor olur; daha çok bireysel hareket denilebilir ki, bunun da pratikte hiçbir işe yaramadığı, düzen yaşamının hiçbir değerinin olmadığı, sonuç alamadığı iyi biliniyor. Parti topluluğumuz, kendisini bir olgu olarak daha da yetkinleştiriyor.
Varlığını kalıcı kılmak, kurumlaştırmak, hatta yenilmez kılmak için çabaları eksiksiz yapmaya çalışıyor. Öyle anlaşılıyor ki, hareketimiz bu konuda günümüzde yıkım ve tahribatı karşılaşmaya çalışıyor. Dolayısıyla çok önemli değerlerin kaybolmasına doğru olumsuz yönde sürüp giden karşı-devrimin bütün çökertici, cüceleştirici, hatta tiksindirici etkilerine karşı, hareketimizin bu denli varlığını sürdürmesi, adına devrim değerleri dediğimiz, özgürlük değerleri, kahramanlık değerleri dediğimiz yüce değerleri esas alması, büyük bir inatla savunması, günün genel ölçülerine veya gelişmelerine baktığımızda, evrensel düzeyde bir anlama da bürünebiliyor. Veya böylesi bir anlama gelmesi gerektiği anlaşılıyor.
İçte ve dışta, dolayısıyla parti hareketine yönelik dayatmaların anlamı hayli kapsamlı olduğu gibi, değerlerin savunulmasının anlamı da o denli büyük olmaktadır. Salt bir ulusal kurtuluş öncüsü olmaktan da öteye, evrensel değerlerin öncüsü olmanın da gereği ve dolaylı olarak bu değerlerin de kurtuluşunda ileri düzeyde bir rol oynamaktan kendini kurtaramayacağı da iyi anlaşılıyor. Dolayısıyla bu çalışmalarımızda siyasi çerçeveler, hatta basmakalıp yaklaşımlar, yine gerek bilinçli hazırladığımız ve gerekse dolaylı olarak bizi içten ve dıştan etkileyen her olguya daha bir derinliğine anlam verme, sürekli bilimsel bir temelde de olsa çıkış yolları aramaya daha zengince bakacağız. İnsanlık kadar eski, ama bir o kadar da kendini dogmalardan, günümüzün gerek ulusal ve geleneksel çerçeveleri olsun, gerekse uluslararası hukuki, siyasi, hatta askeri, ahlaki ve kültürel çerçeveleri olsun, tüm bu etkenlerden gelebilecek zincirlemeleri de tanımayarak, bir özgürlük hareketi olmak büyük önem taşıyor. Bu temelde düşünceyi geliştirmek, davranışa kadar götürmek, sanıldığından daha fazla zordur. Bu, görev ve savaştan da öteye anlamlı çabalar istiyor.
Karşı-devrim çok yönlü sonuç almaya çalışırken, tüm insanlık değerleri üzerinde bir yıkım veya kendine göre bir düzen tutturmaya çalışırken; adına devrim denilen olayın sürekli koruyup geliştirdiği değerleri de yaman savunması gerektiği açıktır. Karşı-devrim karşısında bu denli zayıf kalınıyor veya değerler tahrip edilebiliyor ve çoğunuz güçsüz kalabiliyorsa; bunun anlamı üzerinde çok iyi durmak gerekir. Devrim adına kurtarılacak, geliştirilecek ne varsa geliştirebilmek, devrimci sorumluluk taşıyan her sorumlu militanın, en başta yerine getirmesi gereken bir görev olmaktadır. Aksi halde, kendiyle oynama, devrim içinde bir kendini bilmez olma ve dolayısıyla kendi başına bela olmaktan öteye gidememe durumu çok açık gözükür.
Savaş en yüksek eylem biçimidir
Tam bir savaş eylemi içinde yaşanıldığı biliniyor. Dolayısıyla savaşımın çok yönlü sorunlarına, böylesine kapsamlı bir teorik gelişmeyle bağlantılı ele alacağımızı hiç unutmamalıyız veya göz ardı etmemeliyiz. Eylemin kendisi en yüksek düşüncedir veya hayat bulmuş düşünceler sistemidir. Savaşı geliştiren beyin ve yürek, düşüncede de, moralde de o denli bir gelişmeyi ifade eder. Kesinlikle kendiliğinden savaş, kendiliğinden eylem diye bir olgudan bahsedemeyiz. Savaş, en soylu düşüncelerin ürünüdür. Günümüzde devrimci savaşa karşı faşist çığlıkların atıldığı biliniyor. Hele bu savaş Kürdistan gibi kendi başına yaprağın bile kıpırdamayacağı kadar terörle susturulmuş bir ülkede gelişiyorsa, bileceğiz ki, böylesine bir ülkede, böylesine bir uluslararası gerçeklik içinde devam etmekte olan devrimci savaş, en yoğunlaşmış düşünce ve beyin gücü kadar, yürek gücünün de ifadesidir. Dolayısıyla ona rasgele yaklaşmak, basit bir teknik mesele gibi ele almak içine girilecek en yetmez yaklaşımlardan birisidir. Bunu kendi pratiğimde de çok yoğun yaşıyor, düşünce ve moral açıdan olduğu kadar, eylemsel açıdan da en üst sorumluluk düzeyinin de ifadesi olmaya, amansız kılmaya çalışıyorum. Eylemin kendisine düşünceyle, vazgeçilmez moralle ve büyük bir bağlılık temelinde yaklaşacağız. Hatta eylemimizi bundan daha ağırlıklı olarak değerlendireceğiz. İşin özü böyledir.
Buna ne kadar varsınız? Ne kadar buna güç getiriyorsunuz? Eğer kendinizi bir eğitim adayı olarak veya bir sorumlu olarak görüyorsanız; sorunları halletmeyi bilmek için, kendinizi biraz harekete geçirme, gerekirse ayaklandırarak bunlara ulaşabilmeyi bileceksiniz. Bu işin kuralı gereğidir. Rollerinizi oynamanız gerekiyor. Kişiler, kendilerini ancak role uygun hale getirirlerse bir anlam ifade ederler. Yoksa rolleri kendilerine uydururlarsa en kötüsünü yaparlar. Kesinlikle gerçekler konusunda birbirimizi yanıltmamaya büyük özen göstereceğiz. Bazı ayrıntılar üzerinde durduğumuzda göreceğiz ki, kendini kandırmacı anlayışlar hayli etkilidir. En kendini kandırmacı, dolayısıyla "kazanıyorum, iyi yürüyorum" diyenin, en hızlı kaybedenin kendisi olduğunu çok daha iyi göstereceğiz. Bu tutumda olanların ince kurnazlıklarına rağmen, fazla gelişmeye ve yaymaya güç getiremeyeceklerini örnekleyeceğiz.
Çıkarılması gereken tek sonuç; PKK'deki özgürlük hamlesinin başarılmasıdır.
Burada belirgin olarak dikkate alınması gereken bir husustur; PKK'de sosyalizmin ne dogmatik bir temelde alınarak sakatlanması söz konusudur, ne de ulusal ve geleneksel çerçeveyle kendisini sağlaması söz konusudur. PKK, bunları dikkate almamakla birlikte, özgürlüğün özünü yakalayabilmiş ve onu varlık haline getirebilmiştir. Güncellik içinde özgürlüğün özünü ayakta tutmak büyük önem taşıyor. Bizim için bir gün, bir ay, bir yıl çok anlamlıdır. Esasta bunu yakalamalısınız. Bu güçle özgürlüğe böyle yaklaşmayı becermelisiniz. Sizler gençsiniz ve yapabilirsiniz. İşin esas özü budur. Özlem ve umutlarınızın, düşünce ve inançlarınızın esas yoğunlaşması, bir öze kavuşması gereken yanı burasıdır. Buna ulaşırsanız, adadığınız yaşamın bir anlamı olur. Eğer olmazsa, gerçekten iflas etmiş, yenilmiş olmaktan kurtulamazsınız.
Biz bu temelde değerlere sadakatle bağlı olmaya devam edeceğiz. Başta şehitlerimiz olmak üzere, işkenceyle yaşamı yoğrulanların özlem, inanç ve düşünce değerlerine bağlılığı esas alacağız. Yalnız ulusal çerçevede değil, bütün uluslararası çerçeve için bu temelde olacaktır diyoruz. Tabii ki bu gücümüz oranında olacaktır ve dolayısıyla yürütmekte olduğumuz hareketin hiçbir yanlış anlamaya yer vermeden, nerede ve nasıl icra edilmesi gerektiğini daha somut olarak göstereceğiz. Hem de daha iddialı, daha güçlü olarak bunu yapacağız. Bu temelde diyoruz ki, bu önümüzdeki yıl, süreci daha inisiyatifli ve hamleli karşılamaya çalışacağız. Adına ne dersek diyelim, özünde ne birikmiş olursa olsun, başlangıçtan inanılmaz ve kimsenin de asla değer vermediği veya iyi bakmadığı vuruş tarzımızı şimdi daha iyi görme, görmeden de öteye etkilenmiş, karşı koyma veya katılma biçiminde bir konuma geçtiği çok açıktır.
- Türkiye şu anda tam bir kördüğümdür. Özellikle egemen sınıfın sınır tanımaz anlayış ve uygulamaları var. Belki de dünyada eşine ender rastlanan sorumsuz bir tutum içindedir. Özellikle halkın çıkarlarını savunmayı esas alan sözcüsünün, gücünün olmayışı, egemen sınıfların çılgınlıklarına daha fazla ortam veriyor. Türk gerçeğindeki o yüzyıllardan beri süre gelen ve aslında tarihte vahşetiyle, barbarlığıyla ün salan egemen sınıf tarzı, hakim ulus tarzı bu hızından hiçbir şey kaybetmeden, hatta günümüzde Sovyetlerdeki çözülüşten sonra kendine yeni umutlar edinerek kendisini yaşatma çabası içerisindedir. Aslında başta devrilmesi, aşılması gereken bu egemen sınıf karşısında, halkın kimliğini, gücünü, çıkarlarını elde etmeye çalışmasından ötürü kendini yalnız hissetmektir, görmektedir. Partinin savaştığı bir gerçek olarak, sömürgeciliğe "dur" demeyi artık salt bir taktik olmanın da ötesinde, Türkiye halkının da hayati bir sorunu olarak değerlendirmek gerekiyor.
Bizim de yakından tanıdığımız ve güvendiğimiz Türkiye devrimci ortamının bir türlü bu yönlü görevlerine sahip çıkamayışı durumu vardır. Kaldı ki, yirmi yıldır çok can alıcı devrimci görevler vardı, örgütlenme ve eylem görevleri söz konusuydu. Anlamlı bir tarzda, sonuç alıcı bir biçimde bu görevlere başarı şansı verdiremeyişi, bizi yirmi yıldan sonra da olsa, bir kez daha dönüş yapılması gereken nedir, nasıl yapılmalıdır sorusuna cevap vermeye zorluyor. Çünkü çok kan döküldü, işkenceler yaşandı. Halen iddia ve umutları var. Kimdir bunlar, ne yapılabilirdi? Güvendiklerimiz, dayanmak ve desteklemek istediklerimizin sorumsuz çıkmaları, başarısız çıkmaları; bizim açımızdan da durumları aslında kabul edilmezliği ifade eder. Aynı zamanda dayatılması gerekenin ne olduğunu da ortaya çıkarır. Bu çalışmaya yüksek bir değer biçerek hakkını vereceğiz. Türk egemen ulus ve sınıf gerçeğinin hesabını iyi vermek gerekir. Bu, çok yaman ve aynı zamanda yapılması gereken bir görevdir; zor olduğu kadar en iyi devrimci görevdir.
PKK Genel Sekreterliği
15 Ocak 1992