HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

reberapo12Devrimde yoğun bir savaş gelişmesine yol açmak, hele önemli siyasi sonuçları doğurabilecek bir aşamada çözüm gücü olarak yüklenmek, insan yaşamını yaşamaya ne kadar elverişli, güç getirebilir ve bununla en büyük umutları, özlemleri gerçekleştirebilir, ulusal, sınıfsal düzey kadar uluslararası gerçekleri de etkileyebilir sorularına çarpıcı cevabı verme şansını sunar. Bu, irade gösterisi, iradenin kendini amaç bellenilen, gerçekleştirilmek istenilen doğrultuda en büyük güçle gösterime sokmasıdır. Sanıldığından daha fazla savaşa güç getirebilmek, onun sorunlarını yakından görmek kişilik çözümlemesini mümkün kılar, kişilik gerçekleştirilmesine çarpıcı, çok yoğun, hızlı bir tempoda cevap vermeye götürür.

Savaş sorunlarına bütün yönleriyle güç getirenler, oldukça güçlü kişiliklerdir.

Savaşın dayandığı siyasi, hatta felsefi dayanağı inkâr etmezse, yaşama en yetkin yaklaşmayı ve bu anlamda da önderlik gerçeğini sağlam yakalamayı en açık ifade eder. Şu anlama geliyor; gerek parti olarak, gerek öncülük ettiği halk savaşımı içindeki halk olarak yaşamaya ne kadar yatkınız, düşman ne kadar ölüme mahkûm? Bunu biraz daha çok çarpıcı göstereceğiz. Ölmeye mi yatkınız, yaşamaya mı? Ölmesi gerekenler kimlerdir, yaşaması gerekenler kimlerdir? Sorularına hiçbir dönem bu kadar açık bir cevap imkânı vermedi. Halk gerçeğimizin elle tutulur, onun özellikle umut, rüya, hayal gibi değerlendirilecek özellikleri şimdi biraz gerçekleşmeye yüz tutabilir ve bu anlamda sağlıklı kişiliklerle doğrulara sahip insanlardan bahsedebiliriz, kaç paralık olduğumuzu ortaya koyabiliriz. Köklü yanılgılardan sıyrılmak kadar, gerçek gücümüzü gösterme şansını kullanabiliriz. Ve sanıldığından daha fazla bunlar hayati gelişmelerdir. Bunun dışında yaşama fazla değer biçilemeyeceği, birçok kişilik beklentilerinizin, hayal, tasavvurlarınızın, olanaklarınızın, hatta fazla kıymetli olamayacağını görüyoruz. Ve şu anda genel bir umut, herkesi saran bir rüya olarak işte bu savaş yılına nasıl bir başarı şansı verdirebiliriz? Büyük umut yılı, büyük kazanım yılı haline nasıl getirebiliriz? Halk iktidarını hangi oranda geliştirebiliriz, her düzeyde öncülük sorunlarımıza layıkıyla nasıl cevap verebiliriz hususları, hiçbir dönemde bu kadar yakıcı çözüm şansı vermedi denilebilir.

Bizim ne kadar doğru hareket ettiğimiz şimdi daha iyi anlaşılıyor. En geri topluluklara uygulanamayacak her türlü yaklaşım altında yaşamayı kabul etmek demek, bütün insani yeteneklerinden başından itibaren vazgeçmek demektir. Şimdi bunun da ne kadar vahim bir suç olduğunu, aşağılık, utanılacak bir durum yarattığını bilmek lazım. Zaten sizin temel çelişkiniz, bu utanmazlığınızın farkına varmamanız, bu utanılası statüyü normal adam statüsü olarak kabul etmeniz oluyor. Öyle bir boy atmışsınız ki sanki şerefli, onurlu ve hatta özgür bir kişiymişsiniz gibi yaşamaya cesaret etmişsiniz. Bu bir yanılgıdır. Esasta öyle bir durum yok, ama kabul etmişsiniz veya size kabul ettirilmiş. Tabii bu hastalıklı kişiliği ifade eder ve hastalıklı kişiliklerin de fazla yaşam şansı olmadığını, kendi ülke, halk gerçeğimizden iyi biliyoruz.

Boşa giden yaşamlar, çabalar, her türlü acılar, sıkıntılar, kendini yerden yere vurmaların büyük bir isyan nedeni olduğu ve bizim esas itibarıyla yaşamımızı bu kabul edilmezliğe göre ayarladığımızı ve halen gece-gündüz bunu bir an önce aşıp yaşayacaksan, biraz kendin için zorlanacaksan, bunun bir amaçla bağlantısı olursa kabul edilebilir. Sıkıntıya da düşeceksen bir şeylere değmeli, öleceksen de bu doğru yolda olmalı. Yoksa yaşama en büyük hakareti yapanlara biz nasıl tahammül edebiliriz, sizlere nasıl tahammül edebiliriz? Şimdi siz bu soruları hiçbir zaman sorma gereği bile duymadınız, ama kendi gerçeğini yakalama, kendi yürüyüş tarzını belirleme, yolunu bile belirleme, her şeyiyle ihanete koyul, suça koyul ondan sonra da “gel birbirimizi normal kardeş, yoldaş, eş, dost, ahbap-çavuş olarak selamlayalım” de! Şimdiye kadar benim aklım bunu almadı. Her şeye kuşkuyla, öfkeyle ve şüpheyle baktım ve bu dediğim gibi biraz doğrulara yaklaşma imkânına yol açtı.

Şimdi savaş bunun en gelişmiş, en yoğunlaşmış ifadesi oluyor. Savaş gerçeğine böyle çarpıcı yaklaşma durumu en kestirmeden cevabı verme şansını ortaya çıkarıyor ve bu açıdan eğer gerekleri yerine getirilirse, yasalarına uygun hareket edilirse gerçekten kişiye kendini yeniden ve kesinlikle doğru temellerde gerçekleştirme, çelişkilerini en temel yöntemle çözme ve böylece amaç olarak belleme, yolda fazla itiraz, tepki doğurmayacak imkanı değerlendiren bir kişi olarak kabul görme şansı oluyor. Aynı zamanda halk olarak, birey olarak kabul edilebilir bir yaşam tarzı oluyor diyoruz. Hiç şüphesiz bu yaklaşım savaş doğasını, onun neyin çözümü peşinde olduğunu çünkü en şiddetli bir mücadele biçimidir. bütün yönleriyle kavramlarda bir açıklık olmazsa, çok kötü ve nitekim anlamsız kayıplarda görüldüğü gibi olumsuz durumlar ortaya çıkar.

Yıllardır savaşıyoruz, ama halen savaş felsefesini, savaş doğasını izah etmeye çalışıyoruz. Hâlâ sağlam bir savaş doktrinini, kurumlaşmasını sağlayamamışız. Bu nedenle oyuna geliyorsunuz. Önümüze koyduğunuz savaş amacına bünyeniz ne kadar uygun, bu konuda parti ne söyler, gerçekler neyi söyler, bunu yüzeysel ele alırsanız felaket getirir, bu nedenle habire eğitici çabaları çok yönlü verme gereği duyuyoruz. Ciddi bir kurumdan geçmemişsiniz, savaş kurumundan geçmemişsiniz, yine teorik birikiminiz yok, kavga sanatında tecrübe sahibi değilsiniz, siyasi bir mücadeleyi, ideolojik bir mücadeleyi bile fazla anlamlı verememişsiniz. Dolayısıyla yapmak istediklerinize güç getirememeden tutalım, birçok gerçeklerine ulaşmadan kaybetmeniz işten bile değil. Bütün bunları önlemek için bu çabalar ardı arkasına sıralanıyor. Tarihte hiç eşi görülmemiş bir çalışma olarak biz, on bini aşkın kişiye bu sahalarda, kutsal bir savaş üzerine dersler verdik ve tüm yaşamımızı buna adadık. Ama yine ortaya çıktı ki çok azı gereklerini kavramış ve üzerine düşeni yapıyor.

Dediğim gibi sorumlu, “haydan gelmiş, huya gider” dercesine, kolay kazanılmış gibi gözüken veya çok yaşamı çok ucuz ele alarak çabalarımıza karşılık vermeyebilirsiniz, bu sizin için ciddi bir sorun da olmaz, ama gerçekten bir kutsal savaş, mutlaka verilmesi gereken bir savaş görevi var. Buna ucuz yaklaşmakla, kendini erkenden tasfiye ettirmekle sorumluluktan kurtulma olmuyor. Bu, sadece kaybetme, düşme oluyor. Şimdi bunun insafa sığdırılacak bir yönü yok, buna kendinizi ikna etmelisiniz. Bu, eğer ciddi bir savaşsa, bütünüyle kutsal ve hatta tek yaşam seçeneğimizse o zaman bunu nasıl yapacağız, görevler, roller nasıl başa düşer? Bahane mi buluyorsunuz, kendinize dikkat edin, şimdiye kadar yaramaz çocuklar gibi bahaneler uydurmaktan başka elinizde gerekçe yok. “Neden başaramadık, neden geliştiremedik, neden kolay kaybettirdik? ciddi bir savaşçının kabul edeceği gerekçeler değildir, kendine yedireceği gerekçeler değildir. Ama hepsi böyle söylüyor.

Bu yalnız benim meselem değildir. Tamam, biz baştan bugüne kadar böyle getirdik ama benden daha fazla bu şimdi sizin meselenizdir. Ben yapacağımı biraz yaptım, tarihsel olarak da, güncellik olarak da bir şeyler kurtarıldı, fakat bunu sizin için, yeni başlayanlar için aynen böyle belirtmek mümkün değil. Mutlaka yapmanız, başarmanız gereken işler var. Vicdan rahatlığı, tarihe biraz hesap verme, değer bellediğiniz bazı gerçeklerin önünde sorumluluklarınızı yerine getirmenizle, bunu yapmanızla, başarmanızla mümkündür. Belki “çok geç” diyebilirsiniz veya çok yeniyiz diyebilirsiniz ama yaklaşım, görev, yeterlilik ister. Hele savaş olayına yaklaşım kesinlikle çözümlenmiş kişilik, kendini en üst düzeyde kararlaştırmış, çok disipline etmiş kişilik ister.

Bunun artık anlamayla da fazla ilgisi yok. Pratik hazır cevap dışında hiçbir seçeneğin olmadığını kendine yedireceksin. Yıllara tekrar bakarak cevap arıyorsan, sırf bu soruya biraz daha özlü yaklaşmak içindir, yoksa başarısızlıklarına, yetersizliklerine kılıf uydurmak için değil. Düşman gerçeğidir, güncel her şeye bakışının da seni hızlı bir çekişe imkân vermesi içindir. Yoksa bu düşman yenilmez, baş edilecek birisi değil veya “çok ucuz yaşarız, geçeriz” anlamında değildir. Yine, kendi gerçeklerini görmeden bir şövalye gibi veya çok temelsiz bir yaklaşımla “ben her şeyi yapabilirim” anlayışı temelinde savaş gerçeğine yaklaşımların olumsuz doğurduğunu biliyoruz. Ve ne yazık ki bizde de çoğunun yaklaşımlarında bu hususlar etkilidir. Tarih boyunca savaş ve ordu, yine bir olgu olarak savaş ve ordunun ne olduğunu gördünüz, onu anlamanız zor değil. Genel kavramları biliyorsunuz. Bizim sorunumuz bu değil. İsteyen istediği kadar da öğrenebilir. Bu ana kavramlardan bizim çıkardığımız sonuçlar, kendi gerçekliğimize ne kadar uygulayabildiğimizdir.

Eğer bir ordu ve savaş kavramı varsa, insanlık tarihi kadar eskiyse ve bu yöntemle uygarlıklar kurulup uygarlıklar yıkılmışsa, uluslar devrilip uluslar kazanmışsa ve hatta insan gelişiminde en temel bir mücadele aracı olarak en büyük sonuçlara bu kavramlar, olgular kurumlarla ulaşılmışsa haklı olarak şunu soracağız: “Biz bunlarla ne yaptık? Tarihimizde savaş gerçeği, ordulaşma gerçeği ne kadar var? Hatta kendimiz için bir savaş yaptık mı, bir ordu kurduk mu? Hangi ordulara kaydolduk? Kimlerin savaşını kime karşı verdik?” Çok acı ve utanılası bir tarihimizin olduğunu hemen anlayacağız ve en acısı da kendimize karşı savaştığımızı ortaya çıkaracağız. Ve bütün bunlar yüz kızartıcıdır. Yine, halk olarak düşkünlüğümüzün onunla bağlantılı olduğunu şimdi bir çırpıda söyleyebileceğiz.

Bunlar bizim savaş gerçeğine kısa bir tarihi bakışla verebileceğimiz cevaplardır. Yine savaş-ordu kurumlarını gerçekleştirmemekle neleri kaybettiğimizi bir çırpıda anlayabilecek durumdayız ve nedenlerini anlatmaya koyuldukça “kimler sorumlu?” diyerek bunun işgal, istila, sömürgecilikle ve onun her türlü işbirlikçileriyle ilişkisini koymaya çalışacağız. Daha da yakın günlere gelirsek, daha da somut Türk egemenliği, sömürgeciliği bize ne yaptı? Savaşlarla, kendi ordularıyla bize ne yaptı ve bizi nasıl kullandı? İslamiyet adı altında işgal, istilalar nasıldı, bizi nasıl kullandı, ne verdi, ne götürdü? Köleci Roma’dan tutalım Roma, Bizans, Sasaniler, Persler... Hepsi tarihimizde halk tarihimizde veya ulusal gelişmemizde az çok nasıl bir role sahip?

Tarihin en kördüğüm olmuş ve mutlak çözüm isteyen davaları ancak bizi savaşa kaldırabilir. Bunun dışında hiçbir gerekçeyle savaşa yaklaşım gösteremeyiz. Ama bir de yaklaştın mı, gerekçe tam da mutlak savaşı dayatıyorsa, o zaman buna öyle hazırlanacak, öyle tanıyacaksın ki çünkü doğuracağı acılar büyüktür, sıkıntılar çok ileri düzeydedir. Hazırlıksız kişinin savaş yaklaşımı, onu bütün yönleriyle değerlendirmeden katılımı başa beladır ve sonraki pişmanlık da fayda etmez, çünkü geri bir adım ölümdür, affedilmez bir suçtur. Savaş kavramına hâlâ ne kadar çarpık, yetersiz yaklaştığınızı göz önüne getirerek söylüyorum. “İstersem girerim, istersem bırakırım, istersem sağ yaklaşırım, istersem sol yaklaşırım, istersem en önünde, istersem en kuyruğunda giderim” demek felakettir ve zaten kişiliklerinizin gayri-ciddiliği de böylesine bir kavrama oldukça duygusal, her türlü niyet düzeyinde yaklaşımla bağlantılıdır.

Ben sizin için yaşamı zora sokmam, sokuyor muyum? Tam tersine. Sizi kandırıyor muyum? Tam tersine. O zaman sözle pratiğiniz, bizimle benzer bir yaklaşım sahibi olduğunuzu gösterecek ki birbirimizin yakasını bırakalım, düşmanın yakasına yapışalım. Bunu vurgulamanın nedeni var, “oynarım, benim yanımda kâr kalır, gereklerini yerine getirmem, unutulur, gidilir” sandılar. Düşünler düştü, ben bunlara artık fazla bir şey söylemeyeceğim. Ya düşmeyenler kendini nasıl savunacak? Büyük bir zaferden başka kimse kendini savunamaz. PKK’nin savaş çizgisi budur. Büyük bir başarıdan başka hiç kimsenin kendisini metelik kadar savunma değeri yoktur ve hele bu aşamaya geldikten sonra, bu kadar gerekçeyi sıraladıktan sonra, ölmek bile mahkûm edildiğine göre başarı tek savunma gerekçenizdir. Hiçbir yere sığınmadan bu aşamada biraz başardıysanız eskiden biraz başarı ama bu yıl tam başarı ve saygı diye bir şeyden bahsediyorsanız, ben kolay ölmeyeceğim veya ölsem bile bir başarı temelinde öleceğim diyorsanız, kabul etmeleriniz bu temelde olabilir, saygının kaynağı budur. Bu aşamanın bundan sonra hiçbir affedici tarzı olamaz. Başarmak mümkündür de.

Önder APO