Parti ve ulusal kurtuluş mücadelesi tarihimizde '91 yılının bu son devresini tamamlarken her bakımdan önemli bir süreçten geçmekteyiz. Bir yandan düşman, kendini yenileme, birincil sırada mücadelemizi gündemine koyup özel savaşını eskisi kadar inanmasa da ama yine de ısrarla sürdürme gibi bir konuma ulaşmaya çalışırken, diğer yandan parti ve ulusal kurtuluş mücadelemiz de kendini hem yenileme ve hem de güçlü bir tecrübe temelinde geleceği kesin kazanma biçiminde gündemine koyma ve bu sefer bir daha yıkılmaya, gerilemeye meydan vermeyecek bir gelişmeyi kesinlikle sağlama gibi bir durumla yüz yüzedir. Biz burada bu çalışmayı geliştirirken, sadece standart bir çalışma dönemini gerçekleştirmedik. Her bakımdan derinleşmiş çizgi ve ayrıntılı uygulama esasları üzerinde çok yönlü durduk ve hatta geleceğin üzerine yürürken engel teşkil edecek tutumlara, anlayış ve çaba düzeyinde artık hiçbir bahaneyle girilemeyeceğini kesinleştirdik.
Gün öyle bir gün, dönem öyle bir dönem ki, artık kendini aldatmanın hiçbir anlamının olmadığı, ne bunun nedenlerine ve ne de sonuçlarına bir anlam verilemeyeceği, belki eski yaşamın çıkarları açısından böyle bir yaklaşımın anlamı olsa bile, artık günümüzde bunun hiç imkânının kalmadığı göz önüne getirildiğinde, ulaşılması gereken yaşama çok yaklaşılması, artık bir bütün olarak partinin, sizlerin doğru ve kesin yürümesini emretmektedir. Bunun gereklerini yerine getiremeyenler, hiçbir af, hiçbir lütuf beklemesinler, kendilerini açındırmasınlar, ortaya koydukları davranışlara hiçbir gerekçeyle saygı ve sabırla karşılık görmeyi beklemesinler. Böylesine güç bir dönemde, böyle tutumları sergileyenler aslında lanetle anılmaktan öteye, ölseler de kabaca böyle değerlendirilmekten kurtulamayacaklardır. Bu her zamankinden fazla şimdiki çalışmalarımızda kesinleşmiş, kararlaştırılmıştır. Geçmişin dolaylı-direkt düşman etkisi altında oluşan ve oldukça yanılgılı gaflet türü yaşamı, parti tarafından aşılmıştır. Ama ısrarla yine de yaparız diyenler olursa, onlar kendi ettikleriyle kendi ölüm fermanlarını yazmış olacaklardır. Bunu artık tartışamayız, affetme gibi bir müessese bile artık burada işlemez. Bu kısa belirlemeden sonra tekrar da olsa kısa bir durum değerlendirmesi yapmakta yarar var. Dünya düzeninde yeni gelişmelerin yaşandığı özellikle yüzyılın başından itibaren sosyalizmin kapitalist-emperyalist sistemi zorlayarak Ekim Devrimi'yle gedik açması, Sovyet sosyalist sistemine ulaşması, Birinci Dünya Savaşı'nın zayıf düşürdüğü sistemden böyle bir sonuç çıkartması, ikinci Dünya Savaşı'ndan daha da güçlenerek çıkması, yüzyılın ilk yarısının en önemli gelişmesidir. Bu gelişme dünyayı iki kutuplu, iki sistemli bir gelişmenin içine aldı. Ama gerçekten geçmiş yüzyıllarla kıyaslanmayacak kadar halkların-emek-çilerin lehine olan bu büyük gelişme, günümüze doğru geldiğimizde, Sovyet sistemi içindeki gerileme ve restorasyon çıkışlarıyla bugün için değişik tarzda da olsa dünyayı yeni bir düzenle karşı karşıya bırakmıştır. Hiç şüphesiz eski klasik sömürgeci emperyalist sistem söz konusu değil yine kapitalizmin eski türü önemli oranda aşınmış, kurulmak istenen yeni düzen kendini çeşitli biçimlerde ele vermektedir. Yeni düzenin belli başlı özellikleri, kapitalizmin yasalarını evrenselleştirme, ulusal sınırları biraz daha zorlama, uluslararacılığı geliştirme, ama bunu daha çok ABD'nin hâkimiyetine götürme, ABD'nin bu anlamda bir zorlaması biçiminde kendini ortaya koymaktadır. Bunalımı bu biçimde evrenselleşerek aşmak istemektedir. Eski sosyalist ülkelere kapitalizmi taşırarak çıkış yollarını bulmaya çalışıyor. Bunu yaparken gerçekten oldukça bağımsızlaşmış uluslar gerçeği içinde olduğunu biliyor, uluslara klasik ve yeni sömürgeciliği dayatmanın koşullarının olmadığının da bilincindedir, ama yine de belli bir bağımsızlık türünü, egemenlik statüsünü derece derece, bölgeler biçiminde olsun, uluslar bazında olsun uygulamaya çalışmaktadır. Bunu yaparken, demokrasi bayrağı altında ve insan haklarına dayalı olma temelinde yaptığı iddiasına sarılmaktadır. Açık ki hem insan hakları ve hem de demokrasi, kapitalizmin yaygınlaşması açısından da anlam ifade eder. Özellikle emperyalist ülkelerin içindeki diktatörlüklerin aşınması -ki her ülkenin somut koşullarına göre değişik anlamları vardır, ama ağırlıklı olarak aşınmışlardır- ileri bir adımdır. Son çözülüşler, yıkılışlar birçok devrimci değeri de kendisiyle birlikte götürmesine karşın, kapitalizmin köhnemiş birçok yaklaşım ve uygulamalarını da tasfiye etmek zorunda kalmıştır. Özellikle dengelere dayalı diktatörlüklerin son elli yıldır halklar üzerinde anlamsız bir ağırlık teşkil etmeleri ve gelişmeden çok daralmaya ve insanı engellemeye yönelik yanlarının daha bir göze battığı bir gerçektir ve bu anlamda diktatörlüklerin yıkılması, bütün yetersizliklerine ve devrim alternatifinin güçlü olmamasına karşın daha elverişli bir ortama da yol açıyor. Her ne kadar bu yıkılışlar fazla çatışmalarla olmuyorsa da -ki, bu daha çok Sovyet sistemindeki gelişmeyle bağlantılıdır-yine de çatışma olasılıkları sık sık gündeme geliyor, gerçekleşiyor ve tam belirgin olmayan bir duruma yol açılıyor.
Yenidünya düzeni aslında düzen olmaktan öteye bir belirsizliktir. Düzen biraz belirginleşmeyi ifade eder, bu anlamda düzen değil, biraz düzensizlik gelişiyor. Bu düzensizliğin, belirsizliğin daha nasıl gelişeceği, nasıl karmaşık hale geleceği tam kestirilemiyor. Sosyalist ülkelerin içine girdiği durum aslında tam bir belirsizliktir. Geçmiş sistemin aşılması kötü değil, lakin yenisi kurulamıyor. Adına demokrasi deniliyorsa da henüz bunun nemenem bir demokrasi olduğu netleşmemiştir. Diktatörlükler yıkıldı deniliyor ama bunların yerine ne denli bağımsız ve özgür eğilimlerin geliştiği netleşmemektedir. Dolayısıyla emperyalizmin, özellikle ABD emperyalizminin, başardım demesinin hiçbir anlamı yoktur. Dikkat edilirse bu yıkılışlar ABD'nin saldırılarıyla olmadı, kendi içindeki olumsuz öğelerin, çözümsüzlüğün bir sonucu olarak yıkılış oldu. Değişik bir yıkılış türüdür, dıştan ağır baskı altında gelişen değil, kendi içinde bir hatalar sisteminin, bir yanlışlar sisteminin, bir sosyalizmin özüne ters düşmenin yol açtığı kokuşmanın, kendi içinde oldukça bağlanmanın sonuçta bünyeyi kemirip çürütmesi biçiminde bir yıkılıştır, çözülüştür. Bunun yerine ABD emperyalizmi ne getirebilir? Köhnemiş sömürü yöntemlerini dayatmakla bu halklar tatmin olamazlar: Emperyalizm kendi köhnemişliğiyle gerçekten inandırıcı olmaktan son derece uzak. Demokratik kurumlar olsun, kapitalizmin ekonomik yöntemleri olsun bu halklara fazla bir şey veremez. İşte çekilen sancı buradadır; kendilerine yakışmayanı reddetmişlerdir ye bu iyi bir şeydir, ama yakışan nedir? Kabul edebilecekleri nedir? Kapitalizmden bu konuda alacakları çok azdır, kendilerinin bir şeyler ortaya çıkartması gerekiyor, işte belirsizlik bu anlamdadır ve bunu gidermeleri için de epey çaba harcayacaklardır. Kendi içlerinde kendi sistemlerini yenileyip ortaya çıkaracaklardır. Bunu buluncaya, bunu yaratıncaya, bunun savaşımını verinceye kadar da, bu içinde bulundukları bunalım dönemi, daha da artarak devam edecektir. Nitekim günlük gelişmeler de bunun böyle olduğunu ortaya koymaktadır.
Öyle sanıyoruz ki, kapitalizmin zorlukları da artmıştır. Reel sosyalizm uzun süre kapitalizme dayanak teşkil etti. Onun yıkılışı emperyalist-kapitalizmin sorunları anlamına da gelir. Dolayısıyla emperyalist-kapitalist cephede de bunalım krizleri daha köklü ve yine bir aşama biçiminde gelişebilir. Eskiden bağımlı, uydu ülkelere kadar diktatörlükler dayatarak götürmek istiyordu durumu, yine kendi içinde sürekli tekelcilik ve anti-demokratik yöntemlerle götürüyordu, fakat şimdi bunlar yıkılıyor. Dolayısıyla yakın dönemde kapitalist-emperyalist sistemin içindeki bunalımın da yeni biçimler altında daha köklü, daha derin gelişmesi kaçınılmazdır. Bütün bunlar, önümüzdeki dönem açısından yeni düzen çalışmaları biçiminde kendini dile getirmekteyse de biz buna yeni düzenden ziyade, düzensizliğin gelişmesi, iki sisteme, iki bloğa dayalı düzenin aşılması, ama henüz yeni dünya düzeninin nasıl gelişeceğinin de kestirilememesi diyebiliriz ve bu ancak yine halkların ve daha çok da emeğe dayalı çözümlerin devreye girmesiyle çözüm bulacaktır. Bu da sosyalizmin kendini yenilemesi anlamına geliyor. Sosyalizmin bir döneminin kapanıp yeni bir döneminin açılmasıyla, sosyalizmin mevcut gelişmelere karşılık verecek bir aşamaya kendisini ulaştırmasıyla ancak, çözüm sağlanabilecektir. Yani önümüzdeki dönemin düzeninin sağlanmasında sosyalist yenilenme kesin bir çözümleyici güç olarak kendisini dayatacaktır.
Sosyalizmsiz bir dünya düşünülemez. Ama şimdi böyle bir sosyalizmin nasıl gelişmesi gerektiği de tam bir kargaşa içindedir, eski biçimler kesinlikle çözüm değildir. Eski biçimlere, o neredeyse yüz yılı aşan biçimlere sarılmak, özellikle kalıpçı yönlerine sarılmak beyhudedir. Bunun sonuç getiremeyeceği zaten anlaşılmıştır, ama yeni biçimleniş, yeni bir muhtevayla birlikte nasıl kendisini gösterecektir? Yeni teorik perspektif kadar, yeni program ve perspektif kadar, yeni program ve örgütlenme biçimleri de kesinlikle önümüzdeki dönemin sosyalizmini bekleyen çalışmalar olacak, bu yönlü görevlerin yerine getirilmesi söz konusu olacaktır. Dolayısıyla yeni düzenlemenin kapitalizmin gücüyle değil, sosyalizmin gücüyle gelişim göstereceği kesindir.
Sosyalizme inançsızlığın özellikle körüklenmek istendiği günümüzde asıl yapılması gereken sosyalizm uğruna daha kapsamlı bir teorik çalışma ve onun öncü pratik çabalarını sergilemektir. Mevcut yeni düzen diye tabir edilen gelişmeye verilecek en doğru yaklaşım budur. Kapitalist emperyalizmin daha iyi incelenmesi ve yeni dönemde aldığı biçimlerinin -sömürü olsun, baskı sistemleri olsun, yine onun kül-türel-sosyal boyutları olsun-gelişiminin nasıl olduğunun dikkatle incelenmesi gerekmektedir ki, bu yaratıcı yaklaşımlara ihtiyaç gösterir. Ulusların bağımsızlık hareketlerinin yeni biçimleri, klasik sömürgeciliğe ve yeni sömürgeciliğe karşı kazanılan ulusal kurtuluşların, bağımsızlıkların önümüzdeki dönemde nasıl evrim göstereceği, yeni bağımsızlık türlerine sosyalizmin öncülüğü altında ve onun bağlaşık-lığıyla nasıl ilerleme kaydedeceği üzerinde durmak önem taşıyacaktır. Bu yönlü gelişmeler şüphesiz ki içinde bulunduğumuz dönemin önemli sorunlarını teşkil eder. Basmakalıpçı yaklaşımla bu sorunlar çözümlenemez. Sosyalizm herhangi bir ideolojiden daha fazla bilimsel bir özelliğe sahiptir, dolayısıyla bilimsel özelliğine daha çok sarılarak ve fakat geçmişindeki muazzam yetmezlikleri ve yanlışlıkları da görerek, aşarak, insana en yararlı sistem olmayı bir kez daha kanıtlayacak ve insanın kurtuluşunda hayati rolünü mutlaka oynayacaktır.
İşte böylesi bir dünya düzenlemesi içerisinde belki de tarihin ve günümüzün en kadük, en kemikleşmiş, en başa bela bir sistemi olan Türkiye Cumhuriyeti gerçeği karşımızda durmaktadır. Biz bu gerçek üzerine çok şeyler söyledik. Şu açık ki bu, bir yandan köhnemiş Osmanlı yıkıntıları üzerine, fakat bir o denli de onun içinden gelmiş değerler tarafından inşa edilirken, kendisi için en elverişli bir uluslararası durumdan güç aldı. Yani 1920'lerdeki kapitalizm-sosyalizm çatışmasının denge politikasına en çok imkan verdiği, böylesine bir politikaya dayanarak rahatlıkla sonuç alınabilecek bir aşamanın da ürünüdür. Bir yandan son derece elverişli bir Osmanlı kalıntıları sistemi, diğer yandan buna oldukça imkan sunan bir yeni uluslararası kapitalist-sosyalist çelişkisinin yanı başında boy vermesi, TC'yi TC yapan gerçek nedenlerdir. Ve o yetmiş yıldır aşağı yukarı bu dengenin bir ürünü olarak yaşama imkanı bulabilmiştir. Bir gerçeği kavramak için ona hayatiyet kazandıran ortamı, etkenleri iyi görmek gerekir. Dolayısıyla yetmiş yıldır ulusal imhamızı neredeyse sonuç alacak aşamaya getiren bu gerçeği, neden ve sonuçlarını iyi görmek zorundayız. 1920'lerin başında böyle şekillenirken her türlü feodal entrika baskı ve sindirme yöntemleri kadar dengeciliğin de her türlü politik kurnazlığını sergiledi. Karşısındaki Anadolu emekçileri zaten çağlar ötesinin uykusu içindeydiler. Çok sınırlı bir Osmanlı eliti ve yaşamlarını mutlak anlamda ancak böylesi bir devlet kalıntısına ve onun yeni uluslararası alanı değerlendirmesine dayalı olarak gören paşalar, her türlü çılgınlığı elbette yapacaklar, kural-kaide tanımayan, ahlak tanımayan, baskı ve sömürüde sınır tanımayan bir gerçekliğe ulaşacaklardı. İşte TC budur. Buna karşın yüzyılların çokça yenilmiş, alabildiğine işbirlikçi ve hep aleyhte yer almış bir aşiret, kabile sistemi içinde bulunan toplumumuzun hakim öğeleri (aşiretçi-feodal önderlik elbette ki biraz çıkarlarını kollama amaçlı) TC gerçekliği karşısında kendini kollama girişimlerinde büyük bir felaketle karşı karşıya gelecek ve sadece kendileri açısından bu felaket bu kadar derin kalmayıp halk açısından çok daha derin sonuçlara yol açacak, bu dönemin hakim eğilimi olan ulusal gelişme açısından, ulusal kurtuluş açısından en büyük handikaplardan birisi haline gelecekti. Yeni düzene kolay bağlanma, işbirliğine yönelme aşiretçi-feodal önderliğin tarihi bir özelliğidir. Onlar kısa bir isyan döneminden sonra hızla işbirliğine yönelmiş ve ulusal değerlerin ölümcül darbeler yemesine yol açmışlardır. Biliyoruz ki isyan dönemlerinde, çok kötü bir işbirlikçilik türü boy vermiştir. Her türlü ulusal imhayı, inkarı birlikte getiren ve muazzam örgütsüz, uluslaşmamış, vatan ve özgürlük değerlerinin yanından bile geçmemiş, yüzyılların o aşiret, kabile, feodal din, mezhep çelişkileri içinde boğulmuş bir toplum gerçeği içerisinde tabii ki gerisin geriye gidilecek, her şey tartışmalı hale gelecek, nefes alınamaz bir duruma gelinecek ve bu bizlerin de içinde şekillendiği bir dönemin oluşmasına yol açacak; ulusallık adına, özgürlük adına, her türlü insani değer adına bir şeylerin neredeyse kalmadığı bir durumla yüz yüze bırakacak, son derece inkarcı bir neslin, örgütlenme tanımayan, toplumu tanımayan, temel insani değerleri tanımayan bir inkarcı neslin doğmasına ve işte bu nesle dayalı çok tehlikeli bir yaşamın boy vermesine yol açacaktı! Biz kendimizi dünyayla yüz yüze bulduğumuzda, aslında bize biçilen kaftan budur, önümüze serilen yaşam budur. 1950'ler sonrası, bu anlamda yenilmeden de öteye, eski yaşam kalıntılarının da ötesinde, ne yeni adına TC'nin bizzat kendi değerlerini sunabildiği, ne de eski adına bize bir şeyin kaldığı, aksine her şeyin alınıp-götürüldüğü, en yoksullaşmış bir dönemin nesli olarak büyüme ve bu anlamda çok zayıf bir kişilikle, çarpık, zayıf, inkarcı bir kişilikle vücut bulma gibi bir yaklaşımla kuşatılmak ve onun içinde şekillenmekten başka bir çaremiz yoktu. Bu kölelik, dünyanın belki de hiçbir toplumunda, ulusunda, halk gerçeğinde ortaya çıkmayan bir kölelik biçimidir. Dolayısıyla üzerinde halen durmakta yarar görüyoruz.
PKK'nin 1970'lerdeki çıkışını değerlendirirken, dayandığı sosyal zeminin ne kadar ulusallıktan ve halklaşmaktan uzaklaştırılmış olduğunu, ne kadar ulusal inkarcılık ve ihanetin geliştirildiğini, hatta insani değerlerin ne kadar yerle bir edilmiş olduğunu, bunun nasıl, kimler eliyle ve ne kadar başarılmış olduğunu değerlendirirsek ancak çıkışın anlamını hakkıyla kavrayabiliriz. Başlangıçtaki sınırlı bilinçlenme bugün daha da gelişmişse, bu gerçeğe bizi 'mutlaka daha iyi ulaştırmak içindir. Ulaştırdığı oranda da biz temel insani değerler, ulusal özgürlük değerleri ve bunun yaşamsal ifadesi biçiminde kişilikleşmelerden bahsedebiliriz. Bu yeni yeni tanıdığımız, bu temelde güçlenme denilen bir olayı gerçekleştirmemiz anlamına da geliyor. TC'nin günümüze doğru evrimi nedir? Aslında, belirtildiği gibi, antidemokratik, oldukça feodal kalıntılar içeren ve çağdaş cumhuriyetlerle bağdaşmayan bu cumhuriyet, esas gücünü sosyalizm-kapitalizm çelişkisinde buldu. Dengeye dayanıyordu, bu temelde doğdu, 1950'lere gelindiğinde NATO'nun kanadı altına girerek, biraz daha gelişme imkanı bulabildi. Kendini NATO'ya adapte ederek, uluslararası kapitalizmin ve tekellerin gelişmesine uyarlayarak yüzyılımızın bu son çeyreğine kadar getirebildi. Ama yine de her zaman olduğu gibi, sert bir askeri yönetim olmadan yürüyemeyecek kadar zayıftı. Esas itibariyle TC bir askeri cumhuriyettir, sivil yan maskedir, siviller figüran rolünü oynarlar, ama asıl yönlendirme ordudadır. Dolayısıyla sivil otorite veya bir sınıfın siyasal otoritesi batılı anlamda gerçekleşmiş değildir, bu anlamda ister egemen sınıfların koalisyonu ister tek bir kesimin diktatörlüğünden ziyade, hepsini kendi içerisinde özümseyen ve esas itibariyle siyasi otoriteye damgasını vuran diyoruz ki, ordudur. Sivil görünümler zaman zaman tehlikeli olmaya başladığında bu maskesini derhal atıp gerçek kimliğiyle ortaya çıkıyordu. 12 Mart, 12 Eylül bu konuda çok öğreticidir. Böylesine bir askeri cumhuriyet, çıkışını, gelişmesini ve görüntülerini böyle sergilerken, acaba bu yenidünya düzenlemesi gelişirken ne kadar ayakta kalma şansına sahiptir? 12 Eylül, özellikle de onun ANAP-Özal icrası, bir anlamda en pragmatik bir biçimde ve gerçekten öyle fazla yaratıcı falan da değil, telaşla yeni düzenden yararlanmayı da içerir. Yani eski klasik biçimiyle TC'nin sürdürülemeyeceğini bunlar kavrıyor. 12 Eylül bir anlamıyla çok şiddetli bir askeri rejim iken, diğer yandan bu uluslararası gelişmeleri Özal eliyle kapatmak isteyen bir rejimdir. Özellikle iki dengeye dayalı uluslararası sistemin yıkılışı, bunun yerine çok kutupluluğun doğuşu TC'nin durumunu belirsizleştirmiştir. Bu anlamda politikasız bırakmıştır. Batı, özellikle Avrupa bir öğe olmak istiyor, ABD'ye karşı olsun Japonya'ya karşı olsun bir kutup olmak istiyor, ama kendi değer yargılarını da beraberinde getiriyor. Bunlar insan haklarıdır, demokrasidir, belli ölçülerde ulusal haklardır. TC kendi kaderini buraya bağlamak istiyor ama sistemin insan haklarına karşıt konumu, yine anti-demokratik karakteri, ulusal haklar düşmanlığı, bu haliyle artık bu rolünü oynayamaz; çünkü ne Sovyetlere karşı artık karakol teşkil edeceği bir uluslararası durum söz konusudur, ne de Ortadoğu'ya karşı böyle bir durum söz konusudur. Her ne kadar Saddam'a karşı biz yine rol oynayacağız diyorsa da, bunlar da az çok aşılmış durumdadır. Belki İsrail'in iyi bir müttefiki olarak Yahudi lobisi tarafından destek görebilir ama kendini kurtarmaya yetmeyecek bir destektir bu. Dolayısıyla acaba Batıyla bütünleşebilir mi diyoruz? Ama kendini insan haklarına, demokrasiye, ulusal sorunun çözümüne tamamen vermesi gerekiyor. Bunu başarması demek, büyük ihtimalle kemalizmin ve ona dayalı cumhuriyetin yıkılması demektir. Yeni bir cumhuriyetin kuruluşuna cesaret edebilir mi, mevcut düzen orduyla, resmi-sivil kurumlarıyla, anayasası ve partileriyle bu duruma henüz hazır değil. Dolayısıyla tam bir bunalımın sıkışıklığını yaşıyor. Alel acele bazı iç ve dış politikalar oluşturulmak isteniyor, işte Sovyetlerin çözülüşünden sonra Ortaasya Türkleri, Azerbaycan ortaya çıktı. Bunların ortaya çıkması Türk sisteminin, Türkiye'deki TC sisteminin kurtuluşu anlamına gelmez. Tam tersine, daha da karışık bir sürecin içine girmesine yol açar. İsrail'le geliştireceği ilişkiler Ortadoğu'da daha da tecridine yol acar. Nitekim şimdiden bu durum gelişme gösteriyor. İran'la, Arap ülkeleriyle, Batı'yla bir türlü barışamıyor sistem nedeniyle, dolayısıyla orta yerde sallanıp duruyor. Yani sağlam bir dış politika, dolayısıyla yenidünya düzeniyle bu politikalar temelinde bütünleşme başarılmak surda kalsın, ağır sorunlarla ve belirsizliklerle doludur. İç politik düzenlemeleri de zaten bu düzenlemelerle bağlantılıdır. Şiddetle etkilenmektedir ama iç politikada insan haklarını esas alma, demokrasiyi esas alma, ulusal sorunu çözme gibi yaklaşımları, sahtekarca bir-iki sözü söylemekten öteye gitmemektedir, bu konularda sistemin özü gereği, yapısı gereği, bir türlü ilerleme sağlamadığını çok iyi biliyoruz. Nitekim bu konuda en iddialı, sözüm ona liberal gibi gözüken ANAP-Özal'ın son Ekim seçimleriyle yıkılışı da bunun kanıtıdır. En iddialı ekipti, yeni ekipti, liberal ekipti, ama aşılmaktan kurtulamadı, her ne kadar yakında yine geliriz diyorlarsa da fazla güven verici bir konumda olmadıkları açıktır. Ancak yeni bir askeri darbe ile bu düşünülebilir ki, o da bu koşullarda zordur veya mevcut ordu etkinliği nedeniyle gereksizdir. Ekim seçimlerinin ortaya çıkarttığı gerçek özünde nedir? Gerek ulusal, gerekse uluslararası alana yönelik, 12 Eylül rejiminin politikalarının bitmesidir. Fakat bir o denli yeni politikalara açılmama, tam bir eskiyi tekrarlama, yani halkı eskiden nasıl uyuşturmuşlarsa tekrar öyle eskiye dönme durumu söz konusudur. Aslında eski-yeni nedir sorusu da sorulabilir. Yeni eskiyi aratır, eski yeniyi aratır gibi bir durumdur, yaşanan çözümsüzlüktür, daha da gelişen bir bunalım anlamına gelmektedir.
Demirel hükümetinin kuruluşundan bahsedilmektedir, büyük olasılıkla böyle bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümetin karşı karşıya bulunduğu vahim durum örtbas edilemez biçimde gözler önündedir ve bizzat Demirel sözleriyle bunu açığa vurmaktadır: "Koşullar çok zor" diyor Demirel. "Eskiden yaşadığımız sorunlardan daha zor sorunlar karşımızdadır, herkesin çözüm için katkısına ihtiyaç vardır." Peki, ama herkesin katkısını neyle isteyecek? Çok dar bir tekelci kesim için toplumu soyup soğana çevirdiler. Emekçilerin, Kürt halkının iliklerini kuruttular, bunlardan daha fazla ne isteyebilirler? Uyguladıkları baskı ve zulümdü, katkı beklemeleri çok zor. 12 Eylül gelirken uluslararası alandan, NATO'dan yardım istiyordu. Niçin? Komünizm tehlikesi var, devrim tehlikesi var, diye. Peki, şimdi hangi komünizm tehlikesinden bahsederek yardım alacaklar NATO'dan? NATO'nun en son yaptığı zirvesinde NATO'nun daha çok siyasi bir kurum haline gelmesi, siyasi görevlerinin ön plana çıkarılması kararına varıldı. Bu Türkiye'nin aleyhine bir durumdur. NATO, yeni stratejisi gereği demokrasiyi, insan haklarını gözetmek durumunda kalacağından eski köhnemiş askeri yöntemler, askeri stratejik yaklaşımlar artık temel stratejisi olmaktan çıkacaktır. Dolayısıyla NATO, bünyesindeki durum değişikliği gereği Türkiye için fazla destek vaat etmiyor. Eskisi kadar NATO desteği, yardımı söz konusu olamaz. Buna ortam elverişli değil. Tam tersine, Türkiye'den bir şeyler istenecek; "Siyasal sistemini düzenle, demokrasiyi geliştir. İnsan haklarına bağlı ol, ulusal soruna belli oranda çözüm getir" denilecektir. Batı bu yönlü baskıları habire geliştirecektir. Dolayısıyla 12 Eylül'ün başında olduğu gibi yeni dönemin hükümet çalışmaları destek göremeyecektir. İç politikada yeni hükümet daha fazla baskıya yönelemez, çünkü baskı uygulanacağı kadar uygulandı. Yani örgütlerin tasfiye edilmesiyle, tutuklamalarla, işkenceyle alınacak sonuçlar alınmıştır. Dolayısıyla yeni hükümetin içerde baskıyı geliştirerek kendisini güçlendirmesi düşünülemez. Hatta bu konuda tersini yapmak zorundadır. İnsan haklarını, demokrasiyi belli ölçülerde geliştirirse belki yaşama şansına kavuşabilir. ANAP'ın yıkılmasının en önemli iç nedeni buydu. Dış nedeni de dediğimiz gibidir, yani yeni düzenin artık ANAP türü, 12 Eylül türü bir rejime destek vermemesi rol oynamıştır.
Emekçilerin daha fazla sömürülmesi de artık mümkün değildir. Gerçekten geçen on yıl içinde sömürü yöntemleri alabildiğine gelişti ve ancak bu kadar sömürüyle dış ticaretin geliştirilmesi, döviz girdi-çıktısı sorununun halledilmesi gibi sonuçlara ulaştılar. Bunu da daha fazla geliştirmeleri düşünülemez. Emeğe daha fazla pay düşecek bundan sonra. Yeni hükümet bu temelde emeğe daha fazla pay, halka daha fazla demokrasi tanıyabilir mi? Yine içerde bu yönlü baskılara olumlu cevap verilebilir mi? Görünüşe bakılırsa mevcut koalisyon hükümeti, Demirel'in önderliğindeki koalisyon hükümeti bunlara öncelik vereceğini söylüyor. Öncelikli sorun demokrasidir, emekçilerin konumlarına biraz daha dikkat etmedir; onları daha fazla sömürme değil. Geçmiş on yılda kaybettiklerini biraz kazandırmadır. Ama hangi kaynakla? İç ve dış kaynaklar artık elvermiyor. Sermayeye yönelmeleri gerekir, tekelciliğe yönelmeleri gerekir. Ama tekelciliğe ne kadar yönelebilirler? Sermayeye karşıt bir konuma yönelme güçleri olabilir mi? Bu çok zordur; dolayısıyla ekonomik sorunların çözülmesi biraz zor. Biraz daha fazla demokrasi; burada daha fazla demokrasi bir defa halkın mücadelesini hızlandıracaktır, daha fazla örgütlenme ve eylemliliğe yol açacaktır. Bu, kaybettiklerini hem ekonomik hem siyasi düzeyde kazanmak, yine sosyal-kültürel tahribatları gidermek i-cin halkın çok yönlü bir ayağa kalkışı gerçekleştirmesi ve bu yılların hesabını sorması anlamına gelecektir.
O halde bu hükümet bir yandan sermayenin hem demokrasi hem de emekçilerin haklarını vermeme dayatması, ama diğer yandan da halkın daha fazla demokrasi ve emeğe karşılık istemesi gibi bir çifte baskı altında kalma ve böyle iki çelişkili güç arasında yol alma gibi bir gelişme çizgisiyle kendisini karşı karşıya bulacaktır. Uluslararası alandan da artan bir biçimde, demokrasi ölçülerine uyması, eski şoven politikalardan uzaklaşması için bir baskıyla karşı karşıya bulunacaktır. Bütün dünyadan bu yönlü baskılar karşısına dikilecektir.
Böylesine güçlü bir baskı altında bu hükümet ne kadar yaşayabilir veya bu baskılara bu hükümet ne kadar karşılık verebilir? Gerçekten dikkatle değerlendirilmesi gereken bir süreç olacağı daha şimdiden açıktır. Dolayısıyla bu bir darboğazdır, artan bunalımdır; fakat halkın lehine, halk demokrasisinin lehine gelişme imkanlarının fazla olduğu, bunalımın halk lehine, emek lehine, ulusal kurtuluş lehine çözüme zorlayacağı bir süreçtir de. Yani '80'lerin başındaki durumun tersine bir durum '90'lar-da yaşanıyor, daha da hızlı yaşanacaktır. Bir anlamda '80'lerin başından itibaren geliştirilen dıştan destekli muazzam baskı ve sömürü, '90'ların başından itibaren yine dıştan bir destekle de demokrasinin, sömürüye karşıt olmanın hamlesine dönüşecektir. Demire! önderliğindeki koalisyon, bunu fazla kavgaya dökmeden, iki tarafı da idare eden bir mantıkla frenlemek ve böylece ciddi bir devrim seçeneğinin gündeme gelmemesi için tüm gücünü ortaya koymak isteyecektir.
Bu konuda sosyal demokratları da -ki, Türkiye'de anlamı içeriği nedir biliniyor- kullanarak gidişatı kurtarmaya çalışacaktır. Gelişecek demokrasi, devrimci demokrasi hamlesi altından, özellikle de baş sıradaki ulusal kurtuluş hamlemizin etkisi altından TC'yi, onun yeni durumunu kurtarmaya çalışacaktır. Hükümet bu nedenle tamı tamına olası bir devrimsel gelişmeye karşı düzeni sigortalama, hükümetidir. Egemen sınıflar koalisyonu içindeki durum gerçekten karmaşık; çok şeyin hesabının sorulabileceği, buna karşı kendilerini ne kadar savunabilecekleri, savunma için nelere başvurabilecekleri gibi konularda tartışmalar gelişmektedir.
Dikkat edilirse yeni partiler, yeni koalisyonlar, yeni seçimler çok kısa süreler içerisinde boy verebilir. Yine Anayasa değişiklikleri, parti seçim yasalarının değişikliği hukuki alanda hızla gündeme gelebilir. Veya emeğin kendisini örgütlendirmesi hız kazanabilir. Burada asıl anlaşılması gereken, egemen düzenin ordusu ve sivilleriyle aslında ne 12 Mart'larda, ne 12 Eylül'lerde olduğu gibi bir müdahale gücünde olduğu; asker ve sivilin birbirlerini idare etmeleri döneminin de artık geçtiği, bunların kaynaştıkları, içice eridikleridir. Ne sivil kliğin ve ne de askeri kliğin artık durumu kurtarmasının, bir on yılı, bir beş yılı kazandırmasının mümkün olmadığı bir durum yaşanıyor. Daha fazla bütünleşecekler ama bu bunalımın daha da genelleşmesi ve kliklerle de artık idare edilemeyeceğinin anlaşılması, bu anlamda çözümsüzlüğün netleşmesi, ya tam tutarlı bir demokrasi ve bu anlamda yeni bir TC gerçekliği ve TC'nin bir halk demokrasisine dönüşmesi gerçeği; demokratik bir cumhuriyete dönüşmesi gerçeği ya da bunalım içinde çökmesi anlamına gelir. Bu açıdan bir devrimci gelişme ile mi dönem kapanır, yoksa bir reformlar paketiyle mi kapanır, şimdilik kesin bir şey söylenemez.
Düzen kendini reformizme etmek istiyor; başarırsa cumhuriyeti reformlarla biraz allayıp-pullayıp yenileyecek, başaramazsa devrim seçeneği ağır basacaktır. Devrim seçeneğinin ağır basması, özellikte her şeyden önce buna önderlik eden ve bu durumların ortaya çıkmasında baş rolü oynayan Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin ve onun PKK önderliğinin kendini bu hükümet döneminde de güçlendirerek geliştirmesine bağlıdır. Özellikle de özel savaşın kendini daha da yetkinleştirerek sürdürmek iddiasında olduğunu iyi görmek gerekir. Olağanüstü hal kalkar mı kalkmaz mı, bu hiç önemli değil. Sıkıyönetim mi gelir, o da önemli değil. Zaten Kürdistan'daki mevcut yönetim tamamen askeri-faşist sömürgeci niteliktedir. Bu her zaman için böyledir. Zaman zaman bazı Kürt işbirlikçilerine dayanması fazla bir şey değiştirmiyor. Bu tip işbirlikçiler zaten aşıldı. Sivil maskeli idare edilmesi askeri hakimiyeti fazla örtbas edemez bizde, dolayısıyla olağanüstü hal olmuş, sıkıyönetim olmuş; bu ayrımları fazla ciddiye almak mümkün olmadığı gibi, olsa da ayrıntıdır. Ordu ağırlığı, ordu denetimi -ki, günümüzde çok iyi tanıdığımız özel savaş, dikkatle değerlendirmeyi gerektirecek bir biçimde hüküm icra edecektir. Aslında hükümetin idaresinden ziyade, Kürdistan'da özel savaşın idaresi diyeceğiz. Hükümet yine onun ekonomik, siyasi, diplomatik ihtiyaçlarını gidermekle mükelleftir. Esas karar, esas uygulama özel savaş subaylarınca geliştirilecektir. Özel savaş aslında başından beri uygulanıyor; önce gizli uygulanıyordu, şimdi açığa çıkıyor. Unutmayalım ki, gerçekten dikkatli bir göz, Türk basınını bile incelediğinde milimi milimine bize yönelik, Kürdistan'a yönelik bir özel savaşın uygulandığını görecektir. Camilerdeki hutbeyi okuyan resmi maaşlı müftüsünden tutalım hocasına, o-kuldaki öğretmenine kadar hepsi özel savaşın hizmetindedir. Belediyesidir, partileridir, hatta her türlü ekonomik, sosyal içerikli kuruluşlardır; hepsine özel savaşın elemanları sızdırılmıştır. Onların direktifleri doğrultusunda çalıştırılmaktadırlar. Maddi-manevi bütün resmi-gayri resmi düzeydeki kuruluşlar bunların kontrolü altındadır. Biz biraz üzerine yürüdük gerilettik, bazılarını açığa çıkardık ve fakat tümünü açığa çıkarmak, geriletmek, büyük savaşım ister. O halde özel savaşın karakterini, özelliklerini daha iyi görmek gerekir. Şimdiye kadarki kavrayışımızın sınırlı olduğu, ona karşı geliştirdiğimiz savaşın bu nedenle zayıf kaldığı göz önüne getirilerek, bu hükümetin de aslında özel savaşı kaldırması surda kalsın ona daha iyi hizmet etme gibi bir çaba içinde olacağını göz ardı etmeden ve fakat özel savaşın da hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar gerileme içine girdiğini, deşifre edildiğini, bir anlamda küçümsenmeyecek oranda etkisizleştirildiğini iyi görerek ve nihai olarak özel savaşımın direkt ve dolaylı anlayış ve kurumlaşmalarını ve şiddete yönelik yanlarını dikkate alan kapsamlı bir devrimci savaş taktiğiyle karşılamayı bilmek gerekir.
Demek ki önümüzdeki dönemin devrimin lehine gelişmesi için her şeyden önce birincil planda ağırlıklı rol gerilla savaşında olmak üzere özel savaşın şiddete dayalı bütün uygulamalarını aynı şiddetle karşılamak, bunun için gerillayı derinliğine ve genişliğine iyi oturtmak büyük önem taşıyor. Biz şimdiye kadar gerillanın çocukluk aşamasını yaşadık. Gerillanın toyluk, amatörlük aşamasında kaldık. Olgun bir gerilladan bahsetmek zordur. Hatta ağırlıklı olarak silahlı propagandaydı bizim yaptığımız. Gerillanın bazı temelleri atıldı şimdi, ama gerçekten bir gerillacılık yaptığımıza inanıp kendimizi kandırmamalıyız. Gerillanın alt yapısı biraz oluşturuldu ve gerillaya benzer bazı eylemler, çabalar içine girildi ama çok yetersiz. Her kim ki, iyi gerillacılık yaptık, hem de nerdeyse en iyisini veya işte ancak bu kadar yapılabilir diyorsa, o kendini aldatıyor; o gerilladan, onun ordulaşma aşamasından bir şey anlamamıştır. Biz çok iyi biliyoruz ki, bu konumda olan birçok öğe var. Bunlar hiç şüphesiz önümüzdeki dönemin özel savaşına sağlam bir karşılık veremezler. Zaten dikkat edilirse şu anda en çok üzerinde durduğumuz da gerilla çalışmalarını engelleyen böylesi çabaların önünde durmaktır. Bir türlü gerillayı geliştirmeme, gerillaya rolünü oynatmama, gerillanın emrettiği eğitim, örgütleme, lojistik, üslenme ve hareket tarzını geliştirmeme, bunları bir türlü ordu esaslarına, onun yönetmeliğine bağlayamama ve bu konuda objektif olarak gerçekten bir tasfiyeci rol içinde bulunma durumu eğer asılmazsa gerillanın yozlaşması ve kendi kendini tasfiye etmesi göz ardı edilemez. Gerçek bir tehlikedir bu. Çoğunun iyi niyetli olması, köylü usulü savaşması bu durumu daha da tehlikeli hale getiriyor. Burada şunu çok iyi bilmek gerekiyor ve özellikle sizlerin çok iyi bilmesi gerekiyor, halihazırda savaşa varım diyenlerin müthiş anlaması gerekiyor: Mevcut düzeyin her ne kadar bir gelişme düzeyi olarak alsak da son derece zor bela ayakta tutulan bir düzey olduğunu, bizim, özellikle önderliğin çabalarının ardı arkası gelmez katkılarıyla ayakta tutulduğunu göz ardı edemezsiniz. Birlik savaşçılarının, komutanlarının konumu eğer her gün ihtimamla, sağdan-soldan destekle yönlendirilmezse düşmeleri kaçınılmazdır, diyoruz. Yani savaşçı ve komutan rolünü oynamaktan uzaktır.
Bu anlamda bu devrenin veya bu devrenin şahsında bütün partinin gerilla savaşı içine giren savaşçı ve kadrosunun üzerinde durulmasının en temel nedeni de bu durumu aştırmak, salt önderlik çabalarıyla veya alışılmış silahlı mücadele biçimleriyle bizim bu durumu artık daha fazla ilerletemeyeceğimizi, kurtaramayacağımızı iyi bildirmektir. Ve eğer gerekenler yapılmazsa, özellikle bizim çabalarımızın şu veya bu nedenle arkası kesilirse, değil gelişme, tasfiyenin kaçınılmaz olduğunu size göstermek içindir. Burada özel savaşı karşılayacak, ona göre gerillayı geliştirecek pozisyonu, gerilla savaşçılığını, gerilla örgütlendirmesini, ordulaşmasını sağlamak gibi ertelenemez, üzerinden, altından, sağından, solundan geçilemez, mutlaka gereği yapılması gereken emredici bir görevle karşı karşıyayız. Önümüzdeki dönemde özel savaş eğer iyi bir gerillayla karşılık bulmazsa, başarı kaydeder. Mevcut gelişmelere, bizim çabalarımıza, partinin dışta-içte yürüttüğü siyasal çabalarına güvenerek sahte bir gerilla yaşamına kimse kendini kaptırmasın. İçinizde özellikle bu yönlü tehlikeli eğilimler, yaklaşımlar var. Partinin büyük tecrübesine dayanan gelişmenin üzerinde ucuz yaşanmak isteniyor. Gelen bütün raporlar, hiç çaba harcamadan, ucuz komutanlık talepleriyle dolu. Bir Türk teğmeni dört yıl genelkurmaylık okur, staj dönemi vardır, askeri liseden geçer, daha öncesinde ilkokulu, ortaokulu okur. Bu kadar kapsamlı bir eğitimden geçen kişi teğmen, yani bir takımın komutanı olur. Bizimki ise daha doğru dürüst iki kelime konuşamıyor ama bir günde bir takım da değil, bölük komutanlığını istiyor, bizden. Artık bu gaflete bir son vermeliyiz. Böyle ucuz komutanlık olmaz! Böyle komutanlık anlayışını yerle bir edeceğiz. İki keçi gütmesini bilmeyen, ben komutanlık istiyorum diye kendisini hangi cesaretle dayatabilir? Bizim bir ordulaşma imkanı yarattığımız doğrudur. Savaşçı derlediğimiz doğrudur. Fakat bunlardan komuta teşkil etmek, takım komutanlığı teşkil etmek, doğru dürüst bir-iki kelimeyi konuşamayan, doğru dürüst bir nizamı bile kendine yedirmeyen adamın tasarrufuna bunları bırakmak kendimize yapılabilecek en büyük kötülüktür. Biz kendimize bu kötülüğü yapıyoruz şimdi. Yapmayalım; edebinizi bulacaksınız, terbiyenizi, nizamınızı bulacaksınız. Bu işe gönüllü geliyorsunuz, 'Varım" diyorsunuz, talep üstüne talepte bulunuyorsunuz ve fakat özüne, nizamına gelmezseniz sizden daha alçağı yoktur. Ordulaşma en oynanmayacak savaş biçimidir, örgüt biçimidir. Ülkedeki birimlerin durumuna bakıyoruz; gerçekten, eğer birlik komutanı olursam yaşadım, diye düşünülüyor. Biz bu partiyi bu aşamaya getirmek için kendimizi lime lime ederken yaşama diye bir şey aklımıza geldi mi? Bir takım insanı yiyeceğinden giyeceğine, ruhuna kadar biz donatacağız. O adam da gidecek üzerine oturacak! Böyle gözü kara adamlar şimdi peydan olmuş. Bir defa tepeden tırnağa kadar disiplin kesilmezsen, muazzam bir çalışma gücüne ulaşmazsan, teori kadar işin pratiğini bilmezsen bunun cesaret ve fedakârlığı sende olmazsa, nasıl komutan olmak istiyorsun! Ama ne yazık ki, parti adına önderlik eden, parti adına bu çalışmaları gözetmekten sorumlu olanlar da bir o denli sorumsuz. Ve hiç de ölçülere uygun olmadığını bildikleri halde, bu iş böyle yürümez, böyle komutan olunmaz, böyle savaşçı bile olunmaz diyemiyorlar. Bu konuda görevlerini maalesef yerine getiremiyorlar. Gerillayı geliştirmek, sorunları böyle kavramak ve çözüm gücü olmakla mümkündür. Son yıllarımızı ve bu son devremizi çok büyük bir çabayla biz bu sorunların çözümüne boşuna hasretmedik. Şimdi tekrar söylüyorum: Gönüllü geliyorsunuz, anlam ifade etmesi için çelikten bir disiplini, ordu çalışmasına dayatmalıyız. Bir komutan kimdir, bir savaşçı kimdir, görevi nedir? Bu sorulara cevap vermeden yaklaşmayın diyorum size. Söz veriyorsunuz, hiç olmazsa biraz namuslu bir biçimde bu sözün adamı olun, ama bu da bu yönlü görevlerin başarılmasına bağlı. Bu gücü kendinizde oluşturun. Hiç şüphesiz biz burjuva okullarında olduğu gibi, harp okullarında olduğu gibi uzun süreli bir eğitim görmeyeceğiz. Halkın okulları bunlardır. Halkın askeri okulları bunlardır. Halkın evlatları bu okullarda gerilla için, kadro ordulaşmaları için gerekeni alırlar ve biz de gerekeni veriyoruz. Fazlası var, eksiği yok aslında. O zaman layık olalım. Verileni alalım. Halk savaşçılarına, halk ordulaşmasına ne lazımsa onu kendimizde üretelim. İmkansız değil bu, koşullar çok olgun hale gelmiştir.
Reber APO
1991 Aralık Çözümlemelerinden Derlenmiştir