Tarihi direnişlerin her zaman tarihi dönemeçlerde ortaya çıktıklarını bize tarih söylüyor. Öyle insanlar istedikleri için direnişlere kalkmıyorlar, hele hele tarih yazacak, kader belirleyecek direnişler ise hiç birilerinin keyfine ve istemine göre ortaya çıkmıyorlar. Direnişler birileri tarafından sergilenen zulme karşı halkların ya da toplulukların gösterdikleri refleks olarak ortaya çıkıyorlar. Zulüm ne kadar katmerliyse direnişte o kadar büyük ve geniş oluyor.
Direnişler vardır ki, katmerli olan zulme karşı koyuşu ifade ederler. Onurlu olmanın bir gereği olarak zulme karşı duruşu ifade ederle. Ancak tarihte birde kader anları diye tanımlanan anlarda ortaya konan, ortaya sergilenen direnişler vardır ki halklar ya da topluluklar açısından sadece bir direnme olarak kalmaz aynı zamanda direnenlerin bir daha boyunduruk altına girmeme temelinde özgürlükleri elde ettikleri direnişlerdir.
Kürtler dünyada belki de saldırılara karşı en çok direnen halkların başında gelmektedir. Hiç şüphe yoktur ki yaşadığımız dünyada böyle çok halk vardır. Ancak dediğimiz gibi herhalde en fazla direnmek zorunda kalan halkların başında birde Kürt halkının geldiği kesindir.
Tarihin şafak vakti diye bilinen anlarda bugüne bu direniş sürüp gelmektedir. Sümerlerin, Sargon’un, Asurların, Farsların, Yunanların, Partların, Romaların derken yeniden Sasaniler, Araplar, Türkler, Moğollar, Safeviler, Osmanlılar, yine Türkler ve cümle cemaat emperyalistler. En azgınları olarakta İngilizler.
Yukarıda ismi geçenlerin Kürdistan tarihinin bir döneminde Kürdistan’ı işgal ederek tarumar ettiğini bize tarih anlatıyor. Kürtlerin de bunlara karşı direnişleri anlatıyor. Bu direnişlerin birçoğu namusu kurtarmak içindir. İşgali def etmek içindir. Ancak bu tarih kesitler içinde bazı anlar vardır ki kader belirleyecek anları ifade ederler. Örneğin Safevilere karşı direnişte Osmanlının yanına geçerek, Osmanlının yanında Safevilere yönelme böyle bir kader an’ıdır. Ne var ki Kürtler bu tarihi an’ı değerlendiremedikleri için Osmanlılar 200-300 yıl sonra Kürtlere daha doğrusu beylerine yönelerek tasfiye etmişlerdir.
Başka tarihi bir an birinci dünya savaşı sonrası ortaya çıkan fırsatlardır. Dünyada herkesin şöyle ya da böyle kendisini milletler cemiyetine dahil etmeye çalışarak varlığını korumaya çalıştığı bu tarihi an’da Kürtler çok direnseler de gerekli olan öncülüğü gösteremedikleri için belki de tarihlerinin en karanlık günlerine doğru yuvarlanmışlardır. Tam 90 yıl boyunca Kürtler bu başarısız ama onurlu direnişlerinden dolayı yok sayıldılar. Kimilerine göre Allahın üvey çocukları görüldüler, kimine göre avukatsız halk olarak kabul edildiler. Ve nitekim tüm bunlardan dolayı da bir türlü özgürlüklerini elde edemediler.
Şimdi yine tarihi bir dönemeçte geçiyoruz. Bu tarihi dönemeç 2000’lerin başından beri gelen süreçtir.
Kürtler inadına direniyor. Ve bu direniş sadece bir onuru kurtarma direnişi değildir. Olmamalıdır. Bu direnişle kader değiştirilebilecek bir tarih an yakalanabilir. Tüm Ortadoğu yeniden düzenlenirken Kürtler bu kez tarihe ciddi bir not düşerek kendi özgürlükleri elde edebilirler.
Evet, tarihi anlar yaşanıyor. Ancak bu tarihi anlarda direnişler eskisi gibi dediğimiz gibi sadece onuru kurtarmak için olmamalıdır. Bunun içinde direniş çok sert olmak zorunda. Özelde de halk boyutunda direniş çok sert ve kitlesel olmak zorunda. Yanı başımızda bir Yunanistan’da ekonomik krize karşı gösterilen radikal duruşunun çok mu ama çok ötesinde daha sert bir duruş ve direniş gösterilmek zorunda. Arap komşularımızın Tahrir Meydanında 300-400 bin insanla haftalarca sürdürdükleri direnişi kat be kat aşan bir nicelik, nitelik ve yoğunlukla yüklenmekten başka artık bizlerin, Kürt halkın çaresi kalmamıştır.
Diyorlar ya; “yürü ya kulum” aynen bu slogan temelinde yürüyerek önümüzde duran tüm çitleri yıkıp aşmak için bu kez daha ileri düzeyde bir direnişin tam ortasında yerimizi almasını bilir isek, Kürtlerin yüz yıllarca hak ettikleri kader tayin edici özgürlüğü mutlaka yakalayacağımız kesindir.
Bunun için diyoruz ki; Tarihi Direniş Anları’nı yaşıyoruz. Bu direnişe nasıl katılacağımız ise biz Kürtlerin özgürlük sorunumuzu çözüp çözmeyeceğimizi gösterecektir.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Faşizan düşüncenin ne anlama geldiğini az çok hepimiz biliriz. Ve faşizan düşüncelerin temelinde ırkçı zihniyetin ya da zihniyetlerin yattığını da biliriz. Irkçılığın temel dürtüsünün ise kendi ırkının dışında başka ırkları hor görme, küçük görme hatta aşağılamanın yattığının da Hitler faşizminin Almanya’sında ve de Musolloni’nin İtalya’sında başka halklara yaşattıklarından biliyoruz.
Özcesi faşizmin kendisi dışında olanı kabul etmediği, etse bile kölelik dışında kendisinin dışındakine –artık bu her neyse-bir şey yakıştırmadığıdır.
Akepe öncülüğünde Kürdistan’da ve tabii ki Türkiye’de geliştirmiş olan zihniyettin tek kelimeyle faşizm olduğunu söyleyip dursakta, ısrarla bu söylemlerimize karşı bazı çevreler “haksızlık ettiğimizi” söyleyip durdular. Ve kimisi halen söyleyip duruyor da.
Akepe’nin öncülüğünü yapan RTE’nin yıllardır tekçi bir zihniyeti özenle geliştirmek istediğini hepimiz görüyoruz. Her fırsatta “tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek, tek, tek” dediğini de herkes görüyor. Ve bu söylemlerin dünyanın neresine giderseniz gidin açılımı; faşizmdir.
Ancak tüm bu açık olan durumlara rağmen birileri ısrarla, dayatarak RTE’nin ve de partisinin sadece ve sadece 2014 yılındaki seçimlerinde milliyetçi oylara oynadığı ve esasta Kürtlere dönük açılımları ondan sonra devreye koyacağını söylemeye devam ediyor. Maalesef bu söylemleri birçok liberal ve aydın çevre de hem dillendiriyor hem de dillendirdiklerine inanıyor.
İyi izleyenler bilir ki Akepe içerisinde kimi kurmayı, RTE herhangi bir konuya ilişkin negatif bir şey dille getirdiğinde hemen devreye girerek RTE’nin söylediklerinin öyle olmadığını, yanlış yorumlanmak istediğini, çarpıtıldığını söyleyerek yeniden herkesten bir beklenti yarattıklarına dönük bir taktik izlerler.
Şimdi RTE üstüne basa basa Akepe içerisinde yerini alan Kürt milletvekillerine “KÜRT SORUNU DEMEYİN” dediğini duyuyoruz. Yani Kürtlerin bir derdinin olduğundan söz açmayacaksınız.
“Kürt Sorunu Demeyin” demek tek kelimeyle dünyanın her yerinde faşizm için yapılan “kendisi dışında başkalarını kabul etmeme” olduğu apaçık ortadadır. Kürt Sorunu denilirse bu Kürtler var demektir. Kürtler var ise Kürtlerin hakları da vardır. Kürtlerin en temel doğuştan var olan haklarından bir tanesi kendi dillerinde eğitim görme haklarıdır. Yine en temel haklarından bir tanesi de kendi kendilerini yönetme haklarıdır. Ve tabii her halk gibi kendi bayrakları, kendi marşları hatta bugün içerisinde yaşadığımız dünyada Kendi Kaderini Tayin Etme hakkı diye bilinen ve de bağımsız devlet kurmaya kadar giden haklarıdır.
İşte RTE “KÜRT SORUNU DEMEYİN” derken bir halkı tümden yok saydığı, inkar ettiği gün gibi ortadadır. Bırakalım bir halkı inkar ettiği bu söylemiyle Kürtleri birey olarak bile kabul etmediği de ortadır.
Sözü uzatmadan, RTE’nin günün birinde Kürtlerin sorunlarının çözmek için kollarını sıvayacağı, bunun için fırsat kolladığını dile getirmek, buna inanmak, tek kelimeyle safdilliktir. Tek kelimeyle faşizme teslim olmak demektir.
“KÜRT SORUN DEMEYİN” demek yukarıda ifade ettiğimiz faşizm tanımını da aşarak karşıdakini bırakalım ötekileştirmeyi, karşıdakini tümden yok saymaktır ki bu Hitler’in Ausschwitz’te yüz binlerce Yahudi’ye yaptıklarından kat be kat daha ağır ve faşizan bir uygulama olduğu kesindir. En azından Hitler faşizmi Yahudileri soykırımdan geçirirken onlara “siz aşağı ırktasınız” diyerek bunu yapıyordu. Ne var ki RTE faşizminde soykırıma tabii tutulanlara “kardeşiz” diyerek tüm dünyanın, Kürtlerin gözünün içine baka baka, aldata aldata bu soykırımı uygulamaya koymaktadır.
Artık RTE’nin sadece milliyetçi oylara oynadığı safsatasını bir köşeye bırakarak adam akıllı demokrasi isteyen herkesin ama herkesin bu dört başı mamur faşizme karşı durmasının geç olmadan tam da zamanıdır.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basın ve Kamuoyuna!
12-15 Aralık tarihleri arasında gündüz ve gece saatlerinde Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesi sınırları içinde bulunan Çiyaye Reş, Şikefta Birîndara ve Xeregol alanlarına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bombardımanlar düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
13 Aralık günü 10.00-11.00 saatleri Medya Savunma Alanları’nın Metina bölgesi sınırları içinde bulunan Şehit Mazlum alanına yönelik işgalci TC ordusuna tarafından havan ve obüs saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
12 Aralık günü saat 14.00’da Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Meymun askeri üssüne yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Geçtiğimiz günlerde AP’de gerçekleşen Kürt Konferansına katılan gazeteci A. Akel; “özür”ün normları üzerine yaptığı görüş beyanı sonrasında başına gelenleri anlatarak, Kürt sorununda ve hususunda yaşanan evrimleri ve akıl tutulmalarına değinmişti.
Yine bundan yaklaşık 1 ay önce gösterime giren; “Ağlama Anne Güzel Yerdeyim” adlı belgeselde ise belirli çevrelerce, üstü kapatılmaya çalışılan bir gerçeğe farklı bir mercekten bakmaya çalışılmış, olayın üzerine örtülen “ölü toprağı”nı biraz aralama gayretine girmişti.
Tüm bunların yanında geçtiğimiz dönemde yaşananları hatırlatmaya bile gerek yok; “…daha ne istiyorsunuz?” gibi babalanmalar, “ölmeselerdi zaten tutuklanacaklardı” gibi sallamalar!
Konuya dair en son bomba ise savcıdan gelmiş; “34 kişi ölü ele geçirildi” gibi bir ibare kullanmıştı.
Oluşturulan araştırma komisyonları, yapılan ziyaretler, dökülen gözyaşlarına rağmen geçen bir yıllık süre içinde geldiğimiz yer de, en ufak bir değişim yok.
Alınan “gizlilik” kararıyla, süreci kurtarmaya çalışanlar bile isyan etti! Açıkçası buradan iş çıkmaz manasında söylemlerle, yapabileceklerinin sınırlarını da tüm kamuoyuna belirtmişlerdi.
Hazır gündemde “enfaal”in soykırım kararı olarak tanınmasının ardından, başka bir toprak parçasında ve günümüzde yaşanan bu soykırım hakkında söylenenler, yapılanlar ve insanların başına gelenler!
Hepsi tuhaf bir oyun gibi! Hatta oynayanların-oynamak istemeyenlerin dahi zorla içinde tutulduğu bu oyun…
O kadar geniş ve o kadar tutarsız ki bu oyun; ne gazeteciler duracağı yeri kestirebiliyor, ne sivil toplumları, ne de önde gelen entelektüel aydın takımı. Roboski gerçeği ve ortalıktaki görüntüler bakıldığında insanın aklına; Johan Huizinga geliyor. 1942’de Naziler tarafından rehin alınan Huizinga; “insanların tüm etkinliklerinin temelinde oyun vardır” diyor.
Huizinga; “Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme” adlı eserinde, Oyunu, özgür-kurmaca ve olağan hayatın dışında yer aldığı hissedilen ama yine de oyuncuyu tamamen özümleme yeteneğine sahip bir eylem olarak tanımlamak mümkün demektedir.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız temel noktalar ve Huizinga’nın oyun hakkındaki görüşlerini yan yana getirdiğinizde nasıl bir sonuca ulaşıyorsunuz?
En basit haliyle Kürtler üzerinde sergilenen her türlü saldırıların, efendileri tarafından bir oyunun kurmaca veya hayatın akışı içinde olağanlaştırması olmuyor mu?
Hatta bu oyunun kurallarını; toplumsal bir işleve dönüştürmek için müthiş bir çaba içinde olan egemenler, eli kanlı caniler birçok farklı kesime ve kişiye de saldırgan bir tutum içinde olmaktan çekinmiyorlar.
Bu oyunun içinde hatta merkezinde duran ise doğal olarak Erdoğan oluyor.
Erdoğan konu hakkında nerede durduğunu ve nasıl yaklaştığını daha önceki dönemlerde yaptığı açıklamalarla gayet açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Aynı Erdoğan, bugün yine ve yeni oyunların içinde bulunmakta. Roboski konusunda tüm kesimlerin getirdiği eleştirilere, reflekslere aldırmayan Erdoğan ve AKP hükümeti, olayın baş sorumlularından bir generale, üstün hizmet madalyası verdi.
Huizinga’nın söylemlerine ve yaptığı belirlemelere baktığımızda ve bunları bugünün gerçeklerine uygulamaya çalıştığımızda; her şeyin basit bir oyun kurmacası olduğuna inanmamak için hiçbir neden yok!
34 insanı hatta çoğu çocuk denilecek yaşta olanları paramparça eden bir devletin, bırakın hesap vermeyi, yapanları açıktan bu şekilde ödüllendirdiği başka bir devlet yoktur! Dünyanın hiçbir yerinde ve tarihin hiçbir döneminde böyle bir saçmalığa rastlamak mümkün değildir.
Soruna yaklaşımımızda; burası türkiye olur böyle şeyler dersek, makus bir talihin başımıza getireceklerini her halükarda kabul etmiş oluruz.
Eğer bu şekilde değil de; Erdoğan gibi ya da onun minyatürü olmaya çalışan İ. N. Şahin gibi düşünürsek yine konu oyuna geliyor. Çünkü oyun; sadece insanlara özgü bir şey değil! Unutmayalım; HAYVANLARDA OYNAR!
Egemenlerin oyunu ile halkların evlatlarının acımasızca katledildiği ve geçmişin gölgesinde kalmayacak şekilde soykırımı ifade etmenin dışında hiçbir yaklaşım, roboski konusunda aydınlanmaya ve suçluların deşifre edilmesine hizmet etmeyecektir.
Bunun olmadığı bir zaman da ve mekan da; böylesi acımasız oyunlar ortaya konulacak, hayvanların söylemleri/kurmacaları hayatın akışıymış gibi sunulacaktır. Bazılarına madalya verilecek, madalya verenlerin kendilerine bir tasma alabilmesi için böylesi bir mücadelenin yürütülmesi ise kaçınılmaz olacaktır.
Jan Ararat
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
11 Aralık günü 18.30-19.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Avaşin alanı sınırları içinde bulunan Tabura Araba alanına yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 8 Aralık günü Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Sinaht boğazında bulunan işgalci TC ordusuna ait askerlere yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın ölü ve yaralıları tarafımızdan netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Aralık günü saat 18.30 sularında Mardin’in Nusaybin ilçesinde bulunan ve ipek yolunda yol kontrolleri gerçekleştiren Girê Hisên karakoluna yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Şehitlerimizden elinizi çekin diyoruz. Onlar bizim geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimizdir. Onlar bizi bugünlere getirenlerimizdir. Onlar kendileri için tek bir şey istemeden canlarını, inandıkları değerler uğruna ortaya koyan yegana temsilcilerimizdir.
Bunun için şehitlerimize yaklaşımız bizim en temel değerlerimizden birisine yaklaşım olduğu için bizim bir kırmızıçizgimizdir.
Evet, onlar geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimizdir. Bunun için ağzınıza lafınızı alırken şehitlerimize dönük ise bu laflarınız iyi ölçüp iyi biçim söyleyeceksiniz, aksi taktirde kim olursanız olun, ne olursanız olun faturası size ağır gelecektir.
Şehitliğin ne olduğunu az çok bilmeniz gerekir. Kendi ülke toprakları işgal altındayken, başkası tarafında zulüm görmüşken, yok sayılmışken, onca hakarete uğramışken bu duruma karşı baş koymak, karşı koymak ve direnmek için gerekirse canını vermek tek kelimeyle şehitliktir. Bunun için kutsaldır böylesine can vermeler. Çünkü birey kendisi için bir şey istemez. Kendisi için bir beklentisi yok. Kendisi için hesap kitabı yoktur. Hele birde bu kadar güç dengesizliği söz konusu iken canını dişine takarak, kelle koltukta içerisine doğduğu toplumun değerlerini korumak için canını ortaya koymak herkesçe saygı uyandıran bir eylem biçimidir. Ve bu eylemin adı şehitliktir.
Bunun için diyoruz ki şehitlerimize karşı saygılı olacaksınız. Aksi taktirde yarın başınıza bilinmeyen bir yerde bilinmeyen bir şekilde bir şey gelir ise faturası sadece ve sadece size kesilecektir.
Faşist bir devlet sadece sadizmle sınırlı kalmıyor şehitlerimize de yöneliyor. Şehitlerimizin halkımız tarafında kaldırılmasına da izin verilmiyor. Kollarının kırılması yetmiyor, gözlerinin çıkarılması yetmiyor, kulaklarının kesilmesi yetmiyor, panzerler arkasında sürüklenmeleri yetmiyor, helikopterlerde atıldıkları yetmiyor, kimyasallarla param parça edildikleri yetmiyor, bu kez kendi topraklarına gömülmeye izin verilmiyor.
Şehitlerimiz ki: “ülkelerine sevdalı, insanıyla nişanlı ve toprağa düştüğünde nikahlanan”lardır. Hiç kimse bu sevdaya, hiç kimse bu gönül vermeye, hiç kimse bu kutsanmaya gölge düşüremez.
Bu şehitlerimiz hiç mi ama hiç bir şey istemeden, tümden sadece ve sadece en büyük özveride bulunarak canlarını ortaya koyanlardır. Öyle ki canlarını ortaya koyarlarken bile “Mezar taşıma borçlu yazın” diyecek kadar da yaptıklarının bırakalım karşılığını istemeyi özeleştiride bulunanlardır. Öyle ki “keşke canımdan daha fazla verecek bir şeyim olsun” diyecek kadar davaya inadına bağlı olanlardır.
Evet, şehitlerimiz dünümüz, bugünümüz ve yarınımızdır.
Kürt halkını anlamak istiyorsanız bu halkın şehitlerine nasıl sarıldığına bakacaksınız. Bu halkı orada göreceksiniz. Ve tabii ki şehidi anlamak istiyorsanız onun bu halkın yüreğinde nasıl bir yer edindiğini görerek yaklaşacaksınız.
Bu şehitler ki başkasının toprağını işgal ederek düşmemişlerdir, bu şehitler ki canlarını verirlerken tek bir maaş dertleri olmamıştır, bu şehitler ki içlerinde zırnık bir milliyetçilik olmamıştır, bu şehitler ki inandıkları değerler uğruna hiç mi ama hiçbir istemeden canlarını vermişlerdir.
Evet, bunları iyi bileceksiniz.
Ve bir şiirde dile geldiği gibi:
“Meçhul asker
Bir heyet gidince başka bir yere
Çelenk koyar meçhul askerin anıtına
Yarın şayet
Ülkeme gelir de öyle bir heyet
Sorarsa bana
“nerde meçhul asker anıtı” diye
“beyim” derim
“beyim”,
Kıyısında her arkın
Sekisinde her caminin
Kapısı önünde
Her evin
Her kilisenin
Her mağaranın
Kayalarında her dağın
Ve ağaçlarının üzerinde her bahçenin
Kürdistan’da
Gökyüzünün altında her yerde
Her karış toprak üzerinde
Çekinme!
Eğip başını hafifçe
Koyuver çelengini.”
Bu şehitlerimizin önünde yapacağınız ancak ve ancak saygı göstererek hafiften basışınızı eğere çelenk bırakmaktır. Aksisi size çok fazla zarar verecektir.
Mehmet Guyi
- Ayrıntılar