Türkiye’de Yeşil Türkî Faşizm Kürtlere karşı giderek çok ileri düzeyde bir soykırım politikası uyguluyor. Tarihte bildiğimiz, okuduğumuz, duyduğumuz soykırımların aksine yeşil Türkî faşizm çok sinsice, plan dahilinde belirledikleri bir yol haritasıyla, uzun vadeye yayılmış bu soykırımı tüm insanlığın gözlerinin içine baka baka uyguluyorlar. Ve bu insanlık suçunu işlerken de geçmişte işlenmiş olan soykırım girişimlerini, katliamları ve bilumum bu minvalde ele alınacak olan insanlık suçlarını eleştirerek, hatta kendince gündemleştirerek karşı çıkıyorlar. Böyle olunca bir tarafta günümüzde, daha doğru yaşadığımız an’da soykırım işlerken geçmişte yaşanmış olan insanlık trajedilerine güya sahiplenerek ne kadar hümanist ve ne kadar demokrat olduklarını söylemiş ve göstermiş oluyorlar.
Evet, Yeşil Türkî Faşizm tam gaz Kürtlere karşı bir soykırım uyguluyor. Bu soykırımı uygularken ilk elden yaptığı ve uygulamaya koyduğu asimilasyondur. Yani eritmedir. Kendi özünde çıkartarak kendine benzetmektir.
Kürt halk Önderliği asimilasyon hakkında şöyle der; “Asimilasyon kavramı uygarlık toplumlarında iktidar ve sermaye tekellerinin kölelik statüsü altına aldıkları toplumsal grupların üzerine uyguladıkları ve kendi eki, uzantısı durumuna indirgemek için tek taraflı ilişki ve eylemini ifade eder.
Asimilasyonda esas olan iktidar ve sömürü mekanizmasına en az maliyetle köle oluşturmaktır. Asimile edilen grubun öz kimliği ve direnci dağıtılıp kırılarak hakim elit içinde hizmetlerine en uygun kölelerin derlendiği konuma düşülür. Burada asimile edilen köleye düşen temel işlev efendisine mutlak benzeşme, eki, uzantısı olma uğruna her tür çabayı göstererek kendini kanıtlamak ve böylelikle sistemde kendine yer yapmaktır.”
Dediğimiz gibi Yeşil Türkî Faşistler soykırımı Kürt halkına karşı asimilasyonla at başı götürmektedirler.
Nedir soykırım ya da jenosit:
“Asimilasyon yöntemleriyle üstesinden gelinemeyen halkın, azınlıkların, her türlü farklı din, mezhep, etnik grupların fiziki ve kültürel olarak tamamen tasfiyesini amaçlar. Fiziki soykırım yöntemi genellikle hakim elit kültürüne, ulus-devlet kültürüne göre üstün konumda olan kültürel gruplara uygulanır. Bunun tipik örneği Yahudi kültürüne ve halkına uygulanan jenositlerdir. Tarih boyunca Yahudiler hem maddi hem manevi kültür alanında en güçlü kesimleri oluşturduğundan karşıt kültürlerin fiziki darbe ve imhalarına maruz kalıp sık sık pogrom denilen soykırımlara da uğratılmışlardır.
İkinci soykırım yöntemi olan kültürel soykırım denemeleri ise daha çok hakim elit ve ulus-devlet kültürüne göre zayıf ve gelişmemiş durumda bulunan halk, etnik ve inanç gruplarının üzerinde uygulanır. Temel mekanizma olarak hakim elit ve ulus-devletin dil ve kültürü içinde tümüyle tasfiye olmaya amaçlayan başta eğitim olmak üzere her türlü toplumsal kurumların cenderesi içine alınıp varlıkları sona erdirilmeye çalışılır. Fiziki imhaya göre daha sancılı ve uzun sürece yayılmış bir soykırım türüdür” diyor Kürt Halk Önderliği.
Yeşil Türkî faşistler bugün Kürdistan’da sadece asimilasyona dayalı olarak bir soykırımı uygulamaya koymuyorlar. 21. Yüzyılda çağ atladıklarını söyleyen bu Yeşil Türkî Faşistlerin marifetiyle halen mahkemelerde insanlar Kürtçe konuşuyorlar diye yargılamalık olabiliyorlar. Yine 21. Yüzyılın parlayan güneşi olduklarını iddia eden bu zatlar halen Kürtlerin anadillerinde eğitim görme hakkı için “asla olamaz” diyorlar. Yine Kürtlerin kendilerini yönetebilme haklarına “katiyen hayır” diyorlar.
Evet, 21. Yüzyılda yaşıyoruz ancak Kürtlere sistematik olarak Kunta Kintalara 200 yıl önce uygulananlar halen uygulanıyor ve bu anti insani durum reva da görülüyor.
Yukarıda kültürel soykırımda: “Temel mekanizma olarak hakim elit ve ulus-devletin dil ve kültürü içinde tümüyle tasfiye olmaya amaçlayan başta eğitim olmak üzere her türlü toplumsal kurumların cenderesi içine alınıp varlıkları sona erdirilmeye çalışılır” deniliyordu.
Evet, 21. Yüzyılda Kürtlere yapılan tam da budur. Kürtleri eritmek, kendilerine benzetmek, olmazsa kendisi olmaktan çıkartılarak başka birisi yapılması için sistematik olarak özel bir çalışmanın yürütüldüğü her geçen gün daha fazla gün yüzüne çıkıyor. Eskilerde Kızılelmacı İttihatçı ya da Kemalist Türkî Faşistler bu kendi olmaktan çıkarmayı çok açık ve kabaca yaparlardı. Bunu yaparlarken Kürt denen bir şeyin olmadığını söylerlerdi. Hatta kart kurt teorileri vardı. Özünde Türk olupta kendi gerçekliğini unutan bu insanlara ders verilmesi gerektiğini söylerlerdi. Ve doğrusu bunu yaparlarken yaptıklarını gizlemezlerdi. Çünkü Kürt demek zaten isimsiz olmaktı. Tarihsiz olmaktı. Kimliksiz olmaktı. Evet, Kızılelmacı Türkî Faşistler asimilasyonu da, soykırımı da harbi yaparlardı, aleni yaparlardı halk deyimiyle “mertçe” yaparlardı. Ve biz Kürtler bu faşizmi bilirdik. Buna göre de kendimizi konumlandırırdık. Ya direnişi seçerdik ya da devletin ajanı olmayı. Ya direnişçi ya da ihanetçi, hain olmayı.
Şimdiler de Yeşil Türkî Faşistler bu asimilasyonu ve soykırımı; bir, dini yani İslami kisve adı altında saklıyorlar. (Bu başka bir makalenin konusudur.)
İki, Kürtleri tanıdıkların söyleyerek, kardeşlik adı altında yapıyorlar. Haklarınızı tanıyoruz diyerek yapıyorlar.
Ve bir de dört, hukuk yani yargının yoluyla yapıyorlar.
Örneğin: Adana valisi Molotof atmayı silah kapsamına alacağını söyledi ve Molotof bomba kapsamına alındı.
Batman valisi trene taş atan çocukların ailelerini trene bindirerek çocuklara taş attıracak.
Diyarbakır valisi ise taş atan çocukların önce ailelerine yüklü parasal ceza verecek, eğer bir değişiklik olmazsa çocukları ailelerden yani Kürt ailelerden alarak Fetullah’ın Sevgi evlerine verecek.
Tabii daha önce Akepe’li olan Rize belediye başkanının “herkesin kendisine ikinci bir Kürt kadını getirmesi” cümleleri kamuoyuna yansımıştı.
Birkaç gün önce Mir Dengir Fırat’ın TRT-6’da Kürtçe çocuk programlarının yasak olduğunu söylediğini de Neşel Düzel’le yaptığı röportajda öğrendik.
Yukarıda sıralanan bu birkaç olaydan yola çıksak bile Yeşil Türkî Faşistlerin tam gaz Kürt halkını, onların gençlerini, çocuklarını eritmek ve adım adım kültürel olarak da soykırımda geçirerek tam da Kürt halk önderliğinin belirttiği “varlıklarını sona erdirme” politikasının ne kadar insanlık dışı yöntemlerle pratikleştiğini rahat görebilirsiniz.
Özcesi: Kürtlere karşı dediğimiz gibi tam gaz bir kültürel soykırım uygulanıyor. Bu tür asimilasyonist soykırımcı Hukuk Faşizmine karşı: Başta Kürtler olmak üzere, Kürtlerin dostlarını, Kürtlerle birlikte yaşayan komşu halkları ve tabii ki tüm demokratları, liberalleri, sanatçıları, feministleri, solcuları, anarşistleri cümle cemaat kendisine insanım diyen herkesi bu asimilasyonist, soykırımcı hukuk faşizmine karşı durmaya çağırıyoruz.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
5 Aralık günü sabah saatlerinde Şırnak’ınGabar dağına bağlı Şehit Sılav alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından savaş uçaklarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Aralık günü 20.00-20.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Xakurke’nin Gunde Faxır alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından savaş uçaklarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Aralık günü 20.00-22.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Çiyareş alanı ile Ditaza, Marya ve Sernê köylerine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Aralık günü Amed’in Lice ilçesine bağlı Merg ile Mehmed Elî köyleri arasına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Aynı gün operasyona çıkan işgalci TC ordusu askerleri ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
AKP-Gülen Faşizmi Kürdistan’ı 21. Yüzyılda da kendi mutlak sömürgeci egemenliğinde tutmak için, bir taraftan Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde tecriti artık bir siyaset olarak geliştirmekte, kendi ulusal onur ve haysiyetine sahip çıkmaya başlayan Kürt siyasetçilerini KCK adı altında rehin almaya çalışmaktadır. Rehin alınan Kürt siyasetçilerinin sayısı 3500 olarak belirtilmektedir. Gerillaya karşı imha operasyonlarına ağırlık vermekte bunun için ABD-İsrail ve Avrupalı devletlerden kimyasal silah da dahil aldığı her türlü tekniği kullanmaktadır. Demokratik haklarını savunan Önderliğine, Kürt ulusal haklarına sahip çıkan yurtsever Kürtlere ve dostlarına boğucu gaz kullanmaya devam etmektedir. Özellikle bazı Türk aydınlarının gözdağı amacıyla rehin alınması ve en son Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlarının da tutuklanması AKP-Gülen faşizminin Kürt halkı, Kürdistan ve Türk halkı için nasıl bir planının olduğunu ortaya koymuştur.
AKP-Fetulah faşizmi bu saldırılarını yoğun bir psikolojik savaş eşliğinde, Kürdistan halkını bölme parçalama, umutsuzlaştırma, saptırma vb. çabalar içine girmiş bulunmaktadır. Her yaptığını haklı çıkarmak için, uyduruk, sahibinin sesi yazar-çizer, spiker, programcı takımıyla Kürdistan özgürlük hareketine, Önderliğine, yasal siyasetçilerine yönelik her türlü ahlaksızca, alçakça saldırılarını yöneltmektedir. Her türlü yalan-iftira, çamur at, tutmazsa izi kalır hesabıyla söylemedikleri bir şey kalmadı. Bir taraftan bu saldırılar olurken, öte yandan nerde yurtsever, demokrat, sosyalist, aydın, yazar, sanatçı varsa bunları birer birer rehin almaktadır. Nasrettin Hoca’nın deyimiyle, taşları bağlamışlar, itleri de ortalığa salmışlar.
Böyle yoğun bir saldırı ile bilinçleri muğlaklaştırma, iradeleri felç etme, örgütlülüğü dağıtma hesaplanırken, Kürdistan halkının, yurtsever kamuoyunu aldatmak için olmadık kirli oyunlar da oynamaktadırlar. Bunların başında ise, KCK sistemini kötüleme, hatta faşizm olarak niteleme sömürgeci faşist sistemin koordinatörü Tayyip Erdoğan ve uşaklarının ağzından düşmemektedir. Kürdistan özgürlük hareketini faşist, kendilerini de anti-faşist olarak niteleyecek kadar Hitlerin propaganda bakanına taş çıkartacak, işi yalanla-dolanla tersyüz ederek göstermede oldukça maharetli olduğu görülmektedir. Bazı sözüm olan liberal aydınlar da, bu koroya katılmaktadırlar. Tayyip Erdoğan’ın bağajına entelektüel argümanlar taşımaya hala da devam etmektedirler. Hele bir sıkı liberal Ahmet Altan var ki, Tayyip Erdoğan’ın ameliyat olmasına neredeyse salya sümük ağlamakta, ona hastanede ulaşıp yazılarını, hizmetlerini sunamamaktan neredeyse kıvranmaktadır.
AKP ve Fethullahçılar, çeşitli çevrelerin kulağına önce, devlet ile PKK’nin yeniden görüşmeye başladığını fısıldayıp, önce alttan alta yaydılar, sonra ise, AKP’nin Tarafı da bunu daha açıktan dillendirmeye başladı. Ve AKP-Fethullahçı basın bunu son günlerde yoğun işlemeye başladılar. Öncelikle hemen şunu söyleyelim ki, PKK yönetiminin böyle bir görüşmesi de yok, talebi de. Nede görüşmek için böyle bir zemin-ortam vardır. Peki, AKP-Fethullah Gülen’in derin devlet kadroları, yani yeşil Ergenekon böyle bir şeyi neden yayıyor? Amaç, Kürt yurtseverlerini beklentiye sokmak, AKP- Gülen faşizminin açığa çıkan Kürt düşmanı gerçek yüzü karşısında daha önce AKP-Gülenle şu ya da bu nedenle ilişkilenmiş, şimdi bunu sorgulayan, kopuşu yaşayan kesimleri yeniden AKP-Gülen’e bağlamaktır. Yine anayasa tartışmaları vb. ne umut bağlatmaktır. Yine AKP’nin başta açılım adı altında yürütülen Kürt siyasetini tasfiye, tek adam ve tek parti olma, yine 3. milli şef olma arayışı karşısında AKP’yi sorgulamaya başlayan liberalleri yeniden yanına almak için böyle bir ortam yaratmaya çalışmaktadır.
Kürdistan halkı ve Türkiyeli devrimci-demokrat ve aydınlar şunu bilmelidir ki, bu koşullarda AKP adına, ya da devlet adına herhangi bir görüşme yoktur. Bu koşullarda olamaz da.
Kürdistan halkının artık, ne AKP-Gülen ve işbirlikçi liberallerin alttan alta ya da basın üzerinden yaratmaya çalıştıkları bu tür oyalama, beklentiye sokma inanmalı, ne de sözümona İrlanda da, çözüm modellerini araştırmaya çıkanlara kulak asmalı. Kendi özgürlüğüyle birleşmiş Önder Apo’nun özgürlüğü yolunda ilerleyişini tüm zorluklara rağmen sürdürmelidir. İçinde Bejan Matur gibi alevi, Kürt, kadın ve geçmişte PKK davasından cezaevinde yatıp da çıktıktan sonra Fethullah Gülen cemaatine kendi ruhunu satan, randevusuz Fethullah Gülen ile görüşen birisinin, söylediklerine kulak asacak bir Kürdistanlı olabiliri mi?
Cengiz Çandar’ından, Hasan Cemaline kadar-belki içinde iyi niyetliler de olabilir- hemen hemen hepsi, ortak tema olarak sözümona İRA militanları, artık halkın yorulduğunu görmüşler de öyle gelip barışçıl sürece katılmışlar, yaygarasını yaymaya çalışıyorlar. Bundan da Kürtler de artık yoruldu vb. sonuç çıkarmaya ve bunu yaymaya, böyle bir ortam yaratmaya çalışıyorlar.
Özgürlük, onur mücadelesinin yolu uzundur, bazıları Bejan Matur gibi soluksuz kalarak saf bile değiştirebilir. Ama Kürdistan halkı özgürlük ve onurlu yaşamın anlamını biliyor. Sömürgeci Türk devleti başta olmak üzere diğer sömürgeci güçlere karşı mücadelenin öyle sıradan ve çok basit olmadığını da bilmektedir. Kürt ulusu bugüne kadar özgürlüksüz, örgütsüz, savunma güçlerinden yoksun ve Önderliksiz olmanın acılarını derinden yaşayan bir halktır. Yol uzun ve zorlukları olan bir yoldur. Fakat varlık, özgürlük ve şeref için mücadelenin yorgunluğu olamaz. Yorulmak, yoruldum demek, şerefsiz bir yaşamı kabul etmek anlamına gelmektedir. Kimse Kürdistan halkına bunu yakıştıramaz. Kürt ulusu da bunu kabul etmez. Kürdistan halkı yolun çoğunu yürüdüğünü ve pek az bir kısmının, ama zorlu dönemecin kaldığını da bilmektedir. Kendisine dayatılan soykırım politikalarına karşı, halk olarak varlık, özgürlük ve onurlu yaşam olanaklarını elde etmek için sonuna kadar direnmede kararlıdır.
Kendini liberal olarak adlandıranların geçmişlerine baktığımızda, hepsi aslında uzun soluklu özgürlük mücadelesinden gözlerinin direği kırılmış, nefesi daralmış, yüreği küçülmüş, bilinçleri yetmemiş, cesaretleri tükenmiş insanlardır. Sizler yorgun düşmüş olabilirsiniz. Zaten Türkiye biraz da Ahmet Kaya’nin dediği gibi yorgun demokratlar ülkesi değil mi, hatta mezarlığı!
Kürdistan halkının 3 Aralıkta Amed’de gerçekleştirilecek mitinge nasıl canlı ve diri katılacağını, gerekirse bir asır boyunca, Kürt ulusunun özgürlüğü ve şerefi için, ulusal-toplumsal reflekslerini daha da geliştirip pekiştirerek devam edeceğini herkese gösterecektir! Her Kürdistanlı, kendisine dayatılan onursuzluğa, ulusal yokoluşa, teslimiyete, korkuya, sindirme ve örgütsüzleştirmeye karşı, Önderliğine, tüm ulusal değerlerine, varoluşuna ve özgürlüğüne sahip çıkmalı serhıldan ruhuyla Amed mitingine katılmalı, birbirini teşvik etmelidir. Örgütlülüğünü ve direnişini yükseltmelidir.
Varlığını, ulusal yokluğumuz üzerine inşa eden sömürgeci Türk devletine karşı varlık ve özgürlüğümüzü sağlamanın, kendi topraklarımızda onurumuzla yaşamanın başka da yolu yoktur.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Köşe başları genellikle puslu olur. Köşe başlarında satılır gizli, saklı ve kirli şeyler. Köşe başlarıdır sisli havada pusuya yatan kurtların yeri ve köşe başlarında bekler faili meçhul cinayetlerin kanlı tetikçileri… Oysa günümüzde “köşeler” öyle bir hal aldı ki, artık insan diye geçinen bazıları, gizliliğe, saklılığa, hayaya aldırmadan “köşelere” damlıyorlar. Hem artık bunlar, sadece gayri ahlaki şeyleri değil kendi ruhlarını da sözcüklerle “köşelerde” satmaya başladılar. Bu, yeni bir şey değil fakat bu kadar da alenileşip zirveye ulaşmamıştı…
Yazık…
Hem de insanlık adına çok yazık…
“Entelektüel, şair, yazar, çizer, danışman, aydın, siyasetçi ” adına ne derseniz deyin, artık köşeler, ruhlarını satanlardan geçilmiyor… Ne ruhlarını satan bu zavallıları ne de pazarlık meydanları olan gazetelerin isimlerini zikredeceğim. Zira sözcüklere yazık olur, kirlenmesinler…
Köşelerde köşeyi dönmek için mi bu kadar hayâsızlaşıyorlar anlayamıyorum. Nasıl oluyor da kendine insanım diyenler bu kadar yalancı olabiliyor ve “köşe yazısı” diye yalan dolu bir belgeyi ardındakilere bırakabiliyor. Yazmak bir sanattır ve bildiklerini insanlarla paylaşarak insanlığın hizmetine sunmak en büyük erdemlerdendir. Bu, bilgeliğin gereğidir. Bedeli ne olursa olsun bilgelik bunu gerektiriyor. İster Hallaç-ı Mansur gibi derisi yüzülsün, ister Prometheus gibi kayalıklara çivilenip ciğerleri kartallara yem edilsin isterse de Öcalan gibi İmralı’da zaman çarmıhına gerilip hücreleri saniyelere kemirtilsin bilgelik, insanlığa hizmeti gerektirir. Çünkü bilgi tüm insanlığın ortak değeridir.
Fakat maalesef günümüzde bilgiçlik taslayanlar, bırakalım insanlığa hizmet etmeyi, her gün yazdıkları köşe yazılarıyla Kürt Özgürlük Mücadelesi PKK şahsında insanlığa leke sürmeklerdirler. Kimi PKK’yi başka güçler tarafından kurdurulup yönetildiğini, kimi PKK’nin politikasını belirleyenleri “akılsızlıkla” suçluyor, kimi ise PKK’nin Kürt Halkının başına bir “bela” olarak gösteriyor ve milyonlarca insanı bu yalanlarına inandırmaya çalışıyorlar. Fakat hiçbiri PKK’nin 33 yıldır TC devleti şahsında başta NATO olmak üzere çok çeşitli emperyalist güçle direkt ya da dolaylı savaşmasına rağmen neden yenilmediğini yazmıyor ya da yazamıyor.
Evet. Önümüzdeki PKK’nin 33. Kuruluş yıldönümü kutlanıyor. Köşelerdeki kiralık yalancılar, her ne kadar gerçeği inkar etseler de “bir avuç eşkıya” dedikleri PKK ile sömürgeci bakış açısıyla aşağıladıkları Kürt halkı artık iç içe geçmiş bulunmaktadır. Yani PKK artık halktır halk da PKK! Zaten PKK’nin yenilmezliğindeki en büyük etkenlerden bir tanesi de budur. Ama yukarıda söz ettiğimiz köşe meydanının kiralık tacirleri, ısrarla bu gerçekliğe gözlerini kapamış, kulaklarını tıkamıştır. 33 yıl nasıl başarıldı? Acaba faşist TC generallerinin utanç madalyası 33 kurşunların acısı olmasaydı, 33 yıl geride bırakılabilinir miydi? PKK ki, bağrında büyük komutan Zilan’ları yaratmış, acaba Zilan Katliamları olmasaydı komutan Zilanlar yaratılabilinir miydi? Ya da Amed Zindan vahşeti olmasaydı Mazlum Doğan’ların, Kemal Pir’lerin, Ali Çiçek’lerin insanlığı kurtarma direnişleri milyonların devrim hayaline ilham verir miydi? Bunlar, sadece kısa birkaç örnek. Söylemek istediğimiz, PKK’nin, diri diri gömülen bir halkın yeniden yaratılış destanı olmasıdır. Ama ruhlarını dahi köşelerde süslü sözcüklerle pazarlayanlar, psikolojik savaş aracı olarak ısrarla PKK’yi karalamakta, zayıf ve Kürt halkının başına bir bela olarak göstermektedirler. Peki, adama sormazlar mı madem PKK, Kürt halkının başına bir beladır o halde neden Kürtler akın akın çocuklarını dağa gönderiyor? Her türlü sindirmeye, tutuklamaya ve öldürmeye rağmen yüz binlerce Kürt halkı her gün neden meydanlara dökülerek “PKK HALKTIR, HALK BURADA” diyor? Ya da sormazlar mı madem başka ülkeler ve örgütler, güçler PKK’yi kurmuş, kullanıyor ve PKK bitti bitecek diyorsunuz nerede TC devletinin şerefi, onuru haysiyeti? Neden bu güçler mücadele edemiyorsunuz? Neden yıllardır “bitti, bitecek, bitirdik” dediğiniz PKK her geçen gün güçlenerek varlığını sürdürüyor. Hani PKK’yi bitirip, şerefinizi kurtarmıştınız? Yoksa siz şerefsiz misin?
Biliyorum bu sorular nafile. Çünkü bahsettiğimiz kiralık kalemşörler, bu sorulara cevap veremezler. Zira onlar gerçeği bilseler de üç kuruş için yalan söyleyip, onursuzluğu tercih ederler. Öyle olmasaydı bırakalım PKK gerçekliğini objektif yazmayı, birkaç gün önce (21 Kasım) yani 12 yaşındaki Kürt çocuğu Uğur Kaymaz’ın TC polisleri tarafında 13 kurşunla katledilişinin yıldönümünde banka hesaplarına yatan paraya değil, insanlık adına açılmış hesaba bakarlardı ve bu vahşetin hesabını TC devletline sorarlardı. Sadece 12 yaşındaki uğur mu? Hayır. Uğurla yaşıt olup yirminin üzerinde TC devletinin memuru tarafında tecavüze uğrayan yine Kürt çocuğu N.Ç.’nin de hesabını sorarlardı. Bu da olmazsa en azında her canlının kendi diliyle var olduğu bir dünyada her gün başta kara tahta olmak üzere hayatın her alanında milyonlarca Kürt çocuğunun anadillerine yapılan tecavüze “dur” deyip anadilde eğitimi desteklerdi. Ama ne gezer! Ruhlarını dahi satmaktan utanmayan köşe tacirleri, kendi devletlerinin vahşetini ve ülkelerindeki tüm halkların başına bela olan kendi sistemlerinin gerçekliğini ifşa edip insanlığa katkı sunacaklarına her fırsatta köşe başlarına çıkıp en büyük yalanı üreterek ruhunu en pahalıya satanlar arasında yer almak için çırpınıyorlar...
Yazık…
İnsanlık adına çok yazık…
Mem Amed
- Ayrıntılar
Kürdistan’daki Direnişlere kısa bir bakış;
Kürdistan tarihini geçmişte öğrenirken, büyüklerimizin ne kadar büyük ve çok isyanlarda bulunduklarını bize büyüklerimiz öğretmişlerdi. Doğrusu bizde uzun yıllar bu isyanlara inandık.
Ne var ki insan araştıran, inceleyen ve çıkardığı sonuçlardan yola çıkarak öğrenen bir yarattıktır.
Biz Türk okullarında tarih adına Kürtlere ilişkin “şakiler”, “eşkıyalar”, “çeteler”in ne kadar çok isyana kalktıklarını ve bunun üzerine büyük Türk devletinin bunda öncesi de büyük Osmanlının bu “şakileri”, “eşkıyaları”, “çeteleri” hizaya getirmek için bir devlet yapılanması olarak bunların üstüne giderek tasfiye ettiğini öğrendik.
Duygusal olarak Kürtlüğümüzü okşadığını inkar edemeyiz. Ne de olsa büyüklerimiz bu devletlerin zulmüne karşı isyan etmişlerdi. Bu devletlere kafa tutmuşlardı. Karşı çıkmışlardı. Bu bağlamda isyanları hep dilimizdeydi.
Yukarıda dile getirdiğimiz gibi biraz tarihe derinlikli baktığımızda tabi bu arada Kürtlere karşı uygulanan politikalarının kimi belgeleri gün yüzüne çıktığında, hele hele suda bahanelerle yaşanan katliamları incelediğimizde yaşananların hiçte birer isyan olmadıklarını rahatlıkla görebildik.
İsyan kelimesini sözlükler: “Herhangi bir amaçla kurulu düzene veya devlet güçlerine karşı gelme, baş kaldırma, ayaklanma” olarak tanımlıyorlar. Bu tanımın içerisinde karşı durduğun ya da ayaklandığın güçler tarafından ezilmen de söz konusu olduğunda belli bir hukuka ya da bu ezilmenin gerekçesi rahatlıkla yapılabilir.
Direniş ise: “Direnmek işi veya biçimi, karşı koyma, dayanma, mukavemet” adı üstünde karşı koyma oluyor. Ancak direniş kelimesi geçtiğinde ağırlıklı olarak yaşanan bir haksızlığa karşı gösterilen mukavemet oluyor. Bu ise direnen açısından bir haklılığı ve meşruluğu doğururken ezen tarafından ise gayri meşruluğu ifade ediyor.
Yukarıda ki bu iki tanımdan yola çıkarak Kürdistan’da ne kadar isyanın ya da ne kadar direnişin yaşandığını anlatmaya çalışacağız.
Ortaçağ olarak adlandırılan bu dönemde Kürt emirlikleri fiilen bağımsızdır. Ekonomik yapılanma, sınıflaşma siyasi kurumlaşmaları itibariyle feodalizmi yaşıyorlardı. 16. yy.dan öncede Kürt beylikler bağımsız yaşıyorlardı. Osmanlı batıya yönelmişti. Sınırda çelişkiler yoğundu. Ancak Osmanlıyla içine girilen ittifaklaşmayla ve Osmanlının doğuya yönelmesiyle bağımsız olmaları devam etse de özünde bu tasfiye edilmelerinin başlangıcı oluyordu. Osmanlının idari ve siyasi örgütlenmesinin kurucu mantığı–ki bu işgal ettikleri sahalarda esnek ve yerele dayalı idare etmekti-ikincisi ise Kürt beyliklerinin İran Safevi devleti önünde bir set oluşturuyor olmalarıydı. Osmanlı Kürtlerle anlaşmasını onu doğuya açarak büyük güç haline getiriyor ve ayrıca doğuda gelecek tehlikeleri de bertaraf etmiş oluyordu. Yukarıda dile geldiği gibi Osmanlı Kürtlere federatif yaklaşmıştır. Özümseme yerine bütünleşmeyi esas alan Osmanlı ademi merkezci yaklaşmıştır. Kürtlere böyle yaklaşmasının başka bir nedeni de Kürtleri Safevi'lere kaymaması için kazanma istemi olmuştur. Daha sonra yapılan Osmanlı İran savaşlarında Kürdistan resmen 1639 Kasr-i Şirin antlaşmasıyla ikiye bölünecektir.
Bu ikili mekanizma birkaç yüzyıl boyunca Kürt beylikleri ile Osmanlı devleti arasındaki ilişki niteliğini belirledi. Ve Kürt yerel beylikleri merkez iktidar ile kurulan bu gevşek ilişkinin imkân verdiği bir özerk statü uyarınca Osmanlı devletinin idari ve askeri rütbeleri ile ödüllendirilmiş, payelendirilmiş Kürt aileleri tarafından yönetildiler.
Osmanlı devleti Avrupa’da daraldıkça toprak kaybettikçe yönünü doğuya çeviriyordu. 1683 yılında Viyana önündeki yenilgisi ile başlayan süreç 1699 yılında Karlofça ve 1718 yılında Pasarofça antlaşmalarıyla Osmanlı batıda artık duramaz hale gelmişti. Her geçen gün yeni toprak kaybı demekti. Osmanlı yönünü yavaş yavaş doğuya kaydırırken doğuda vergiler artıyordu, asker isteme artıyordu. Kendi içresinde de yenileme ihtiyacı duyuyordu. Bu yenilenmeye ıslahat denilecekti. Islahatı özellikle orduda başlattılar. Çok masraflı bir orduyu kaldırmak artık zor geliyordu. Ordu da bazı düzenlemelere ihtiyaç vardı. 1792–93 yıllarında. III. Sultan Selim tarafından Nizam-ı Cedid uygulamaya geçti. Açılım ekonomik idari alnında da düşünülüyordu. Ancak yeniçeri ordusunun 1807 de kazan kaldırarak III. Sellim yönetimine son Verdi.
Şunu hemen belirtelim Yunanlar ayaklanıyor batı da toprak kaybı devam ediyor, doğu da Mısır da kazan kaynıyor derken zayıflayan merkezi Osmanlı hükümeti ya da devleti güç kaybediyor, yereller Osmanlının siyasi idari örgütlenmesinde kaynaklı güç kazanıyor ve giderek Osmanlıyı tehdit eder hale geliyor.
1839 da Tanzimat fermanı diye bilinen Gülhane Hatı Hümayunun bu durumu daha da körüklüyordu. Osmanlı da değişiklikler yaşanan sorunlarda dolayı gündeme girmişti. 1826 da kurulan Enderun ordusuna karşı yeniçeriler isyana kalktı. Bu isyan bastırılarak ezildi. Yeniçerilik kaldırıldı. Geçmişte devşirmelerde oluşturulan Yeni Çeri Ocakları yerine öncelikle Müslümanlarda olan, yerele yakın özellikler aranarak Enderun birliklerini oluşturulmuşlardı. Ruslarla savaşlar yoğundur. Kuzeyden Akdeniz’e inmeye çalışan Ruslar Osmanlıyı sıkıştırmaktadır. Bunun karşısında batı “Bosporus'taki hasta adamı” ayakta tutmak için desteklemektedir.
Genel anlamda 1800'lerin başlarında itibaren Osmanlı kendisini nasıl yaşatacağının hesabı içine girmişti. 1808 yılında tahta II. Mahmut geçti. Mahmut dönemi Kürtler için çok önemli bir dönemeçtir. Kürdistan’ın klasik anlamda işgal edilmesi ve sömürgeleştirilmesi bu tarihte başlar. Öncesinde Osmanlının Kürdistan da klasik anlamda işgali ve sömürüsü yoktur. Kürt toplumu için önemli bir süreçtir. Osmanlı kaybetmiş toprakları, prestij bir anlamda doğuda acısını çıkartmaktadır. Yavuz Sultan Selim döneminde yapılan anlaşmalar çiğnenerek iç işlerine müdahalenin yanı sıra yükümlülükler fazlalaştırılarak Kürt Emirliklerine yüklenmektedir. Kürt Emirlikleri sıkışıklığı yaşıyorlar. Genelde Osmanlının bunalımı teferruatlı görülmese de güneyde Mısırlı Mehmet Ali Paşanın yükselmesi Kuzeyde Ruslar, batıda Yunan ve diğerlerinin yüklenmesi seziliyor, ya da görülüyor. Bu sıkışık ortamda Osmanlıya karşı direnişler patlak vermeye başlıyor. Yeni bir süreç başlamış oluyor.
Özcesi Osmanlı 1514’lerde Kürtlerle girilen ittifaka arayışına terk ederek, yeni bir politika belirlememiştir. Bu politikanın özü ise Kürdistan’ı işgaldir. Bu bağlamda Kürtler Osmanlıya karşı isyan etmemişlerdir. Kürtler Osmanlıya karşı ihlal ettikleri anlaşmalardan dolayı karşı durmuşlardır. Osmanlının işgaline karşı direnişe geçmişlerdir. Direniş esas itibariyle Osmanlı içerisinde kalarak Osmanlıyı yaklaşık 300 yıl önce imzalanmış olan anlaşmaya sadık kalma çağrısıdır.
-----
Direniş esas itibariyle Osmanlı içerisinde kalarak Osmanlıyı yaklaşık 300 yıl önce imzalanmış olan anlaşmaya sadık kalma çağrısıdır dedik.
Yeni süreç direnişlerle başlar. Neredeyse yüzyıl sürecek direnişler, parça parça Kürdistan’ın farklı sahalarında baş gösterir. Batı ve güneyde sıkışan Osmanlı, hâkimiyetini Kürdistan üzerinde kurmaya çalıştığında, ortaya çıkacak olan bir işgal hareketidir. Yüzyıllarca bağımsız ve özerk yaşamış olan Kürt Beylikleri ve Emirliklerinin, bu hâkimiyet girişimine karşı direnç gösterecekleri açıktır.
Hemen şunu peşinen söyleyelim; Kürt Emirlerinin ideolojik olarak Osmanlılarla herhangi bir çelişki ve çatışması yoktur. Bu bağlamda önceleri büyük oranda Kürt-Kürdistanlık dertleri de yoktur. Tamamen kendi Emirliklerinin çıkarları doğrultusunda bir direnç söz konusudur. Kürtlük bilinci bu bağlamda dediğimiz gibi çok cılızdır.
1800'lerin başlarında İngiliz Emperyalizminin, Ortadoğu’nun farklı sahalarında etkinlik sağladığı yıllardır. Daha doğrusu adım adım etkili olacakları yıllardır. Çökmekte olan hasta Osmanlının mirasına konmanın çeşitli hesapları yapılmaktadır. Fransızlar da eksik değildir, herkes kendisine bağlı misyonerler göndererek, kendi örgütlülüğünü yaratmaya çalışmaktadırlar.
Amin Malouf’un Tanios Kayalıkları kitabında bir olayla misyonerlerin nasıl çalıştıklarını ve neler yapmak istediklerine bir göz atalım:
Lübnanlı bir aşiret liderinin küçük bir oğlu vardır. Ona kâhyalık yapan adamın birkaç yaş büyük oğluyla birlikte uzaklarda bulunan bir okula gönderilirler. Okul İngiliz misyonerlerinindir. Etkili bir ailenin oğlunu yanlarına almışlardır. İlk iş bu durumu İngiltere’ye bildirmektir. İngiltere’den gelen cevap ise; “ne pahasına olursa olsun, mutlaka ama mutlaka bu çocukları tutun ve kazanın” dır.
Bu talimatı alan misyoner ve eşi titizlik göstereceklerdir. Ancak aşiret liderinin oğlu yaramaz birisidir. Toplumun ahlak ölçülerini zorlamaktadır. Öyle ki misyonerin eşine kabul edilmeyecek tacizlerde bulunur. Çizme aşılır ve misyoner bu genç ile kâhyanın oğlunu okuldan atar. Bu durumu İngiltere’ye rapor eder. İngiltere’den gelen cevap ise; “ne yaparsanız yapın o gençleri geri okula getirin” talimatı olacaktır. Misyonerler çocukları bedeli kavga da olsa, eşinin taciz edilmesine mal da olsa gidip getirecektir. Ne de olsa gelecek için ciddi yatırımlar vardır.
Bu misyoner çalışmasıdır. Hiç kimseye çaktırmadan adım adım geleceğin tohumluklarını-kendi himayesinde-Ortadoğu halklarının başına bela olacak temelde yetiştirmektedirler. Ne de olsa bunlar gelecekte İngilizlerin oluşturacakları Ortadoğu’daki işbirlikçi ve ajanları olacaklardır. Sorun burada bazılarının sübjektif ajan olmaları da değildir. Hayır! Beyni kazanılmış, yüreği kazanılmışlar gelecekte kendilerini yetiştirmiş olanlara sadık kalmasını bileceklerdir. Başkan Apo böylesine ele alınan tohumlukları “yetiştirme” ve “dayatma” diye isimlendiriyor. Bir nevi topluma zoraki dayatılacak, yetiştirilmiş Truva atı rolünü gelecekte oynayacak fethedicileridir bunlar. Daha sonra Dersim olayına geldiğimizde bu Truva atı rolünü Kılıçdaroğlular, Kamer Gençler, Burkaylar ve tabii ki böyle nicelerinin oynadıklarını hep birlikte göreceğiz.
Bu gerçekliğin ne kadar sonuç aldığını anlamak için Ortadoğu’nun bugününe bakmak yeterli olacaktır. Birçok Malik, Bey, Kral İngiliz-Fransız okullarının fideliğinde yetişmesinin ötesinde, birçoğunun anasının dış kökenli olması söylediklerimizin derinliğini gösteriyor. Elbette dış evlilikleri eleştirmiyoruz, burada dile getirilen emperyalist güçlerin Ortadoğu insanlarını hangi yol ve yöntemle ihaneti kökleştirerek teslim alınmalarına dönük çarpıcı bir örnek olması açısından veriliyor.
İngilizler özelde ve yerelde yaşayan Asurî, Süryani, Ermeni gibi Hıristiyan kesimleriyle ilişkilenerek, onlara çeşitli vaatler yağdırarak kendilerine bağlamaya çalışmaktadır. Aynı eksende çeşitli Kürt emirlikleriyle de ilişkilenmektedirler. Osmanlıyı zayıflatarak daha fazla kapitülasyonlara zorlamak ve tabiî ki istedikleri yere çekmek temel amaçtır. Misyoner çalışmaları oldukça başarılı olmaktadır. İngilizler, hem Osmanlı kartını, hem Kürt kartını, hem de diğer azınlık ve yereldeki kartları başarılı bir şekilde kullanmaktadır. Gerektiğinde birbirine kırdırtmaktan çekinmemektedirler.
Böyle karmaşık bir ortamda çok sayıda direniş gelişir. 1800 yılı boyunca onlarca direniş TC resmi tarihine göre isyan şöyle sıralamak yerinde olacaktır:
1805–1806–1808 Baban Direnişi,1818 Bilbaslar Direnişi, 1820 Sivas’ta Zaza aşiretlerinin Direnişi, 1820–37 yılları arasında Soran emirliğinin hâkimi Mir Muhammet Kürtçe isimlendirmeyle Muhammede Kore-Kör Muhammed’in Direnişi, 1830–33 Sincar dağı etrafındaki Ezidi Kürtleri ve Türkmenlerin Direnişi. 1832 sonrası Mardin Direnişi,;1834’te Mirza Ağa liderliğinde Osmanlıya karşı direniş,1834 Bitlis civarındaki Direniş, 1849’da bastırılır. 1838’te Botan beylerinden Sait Beyin Direnişi ve kalesinin alınması. 1842–47 Bedirxan Bey Direniş. Cizre-Botan Emirliğine Son verilmesi. 1853–56 Yezdan Şer Direnişi. 1860’ta Osmanlı Ordularının Dersim’e yönelik askeri harekâtları. 1880–81 Ubeydullah Nehri Direnişi
Bu yüzyılda Kürdistan’da kimi direniş göze batmaktadır. Bunlardan bir tanesi Baban Direnişidir. Baban Direnişini kısa bir göz atacak olursak:
Şehrezor ve çevresinde hüküm süren Baban Mirliği Güney Kürdistan eski ve güçlü mirliklerden biriydi. 1786 yılında merkezleri olan bugünkü Süleymaniye kentini kurdular. Baban emirliğinin önemi Osmanlı ile İran arasında sınır bölgesinde bulunmasından kaynaklanıyordu. Bu nedenle Baban, Osmanlı ile İran arasında sürekli yıpranıyordu. Baban emirliğinin kuvvetli, etkin ve iyi bir ordusu vardı.
Babanlarda, Abdurrahman Paşa 1789 yılında emirliğin başına geçti. Baban emirliğinin bağlı olduğu Bağdat valisi, Abdurrahman Paşa'nın Emirliğin başına geçmesini istemiyordu. Bağdat valisinin bu iç işlerine müdahale etme tutumuna karşı Abdurrahman Paşa kuvvet yoluyla emirliğin başına geçti. Emirliğin başına gelir gelmez de, Bağdat'ın emirlik içişlerine karışamayacağını ilan eder. Abdurrahman Paşa döneminde emirliğin güç ve etkinliği daha da artmış ve Abdurrahman Paşa tüm Kürt Coğrafyasının en etkin hükümdarı özelliğini kazanır.
Osmanlı imparatorluğu Abdurrahman Paşa’nın etkinliğinin artmasından daha fazla endişelenmeye başlar ve bu nedenle rakip bir aşiret reisini Süleymaniye emirliğine atar. Bu durum karşısında Baban beyliği 1806 direnir. Abdurrahman Paşanın 24 yıllık iktidarı boyunca emirlikte altı büyük savaş olmuştur. 1806'daki bu direniş daha kapsamlı ve geniştir. Direnen Abdurrahman Paşa yeni atanan Süleymaniye Emiri'ni öldürür ve Osmanlıya karşı büyük bir başarı elde eder. Fakat Osmanlı büyük bir güçle direnişin üzerine gider. Savaş zaman zaman İran Kürdistan’ına da taşırılır. Üç yıla yakın süren bu direnişte Abdurrahman Paşa kuvvetleri büyük başarılar elde etmiş ve kazanmak üzereyken, Abdurrahman Paşanın kardeşi Halit Paşa ve bazı akrabaları kendilerine ihanet edip, Osmanlı saflarına geçerler. Hareket bu nedenle 1808 de bastırılmış olur.
Kürt Teşisi yine dönmüştür. Direnmiş olanın en yakınında duran ve en yakınında olması gerekenler, rant elde etmek için karşıtlarının yanına geçerek arkadan hançerleme rolünü Enkidu vari yerine getireceklerdir.
Sözü fazla uzatmadan: Baban lideri isyan etmemiştir. Osmanlıdan kendisini ayrı görmemiştir. Tersine Osmanlının bir parçası olarak kendisini gördüğü için iç işlerine yapılan yanlış müdahaleye ve üç yüzyıl önce yapılmış olan antlaşmanın ihlallerine karşı kendi hakkı olan direnmeyi seçmiştir.
Devam edecek
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Kasım günü 20.00-22.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Xakurke’nin Şehit Beritan alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Kasım günü Amed’in Piran ilçesine bağlı Prejman köyü yakınlarında gece 22.30 sularında işgalci TC ordusu askerleri ile gerillalarımız arasında yaşanan bir çatışmada 3 arkadaşımız şehit düşmüştür.
- Ayrıntılar