Rêber APO
Hücre cezası henüz uygulamaya başlanmadı, karara itiraz ettim, birkaç güne kadar belli olur.
Buraya getirilen arkadaşlarla bir kez görüştüm. Buradaki görevliler, ileride Televizyon vereceklerini belirttiler. Adalet Bakanlığı’ndan gelen heyetle görüştüm. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif İşleri Müdürü de vardı. Bu görüşmeden sonra kapının üstünde aşağıya ve yukarıya yeni bir pencere açtılar. Kaldığım odada yatak, dolap, masa var. Onun dışında bana iki-üç adım mesafesinde yer kalıyor. Yatak, Masa ve Dolap yeri dışında enine iki adım boyuna üç adımlık mesafe var. Bütün yer bundan ibarettir.
Diyarbakır’da 23 yaşında üniversite öğrencisi genç, gösterilerde yaşamını yitirmiş. Çok üzüldüm. Özellikle anne-babasına ve ailesine taziyelerimi iletiyorum, başsağlığı diliyorum.
Cezaevlerindeki arkadaşlar açlık grevine girmişler. Artık açlık grevlerine gerek yok, hepsine çok selamlarımı ve sevgilerimi iletiyorum. Ben daha önce benim için intiharvari, kendine zarar verecek eylemler yapmamalarını söylemiştim. Sakın hayatlarını tehlikeye atmasınlar. Bu arkadaşlara özel selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
DTP kapatılması davasının kararı muhtemelen Cuma günü çıkacakmış. Dünyanın sonu değil, kapatırlarsa da mücadelelerini sürdürürler, yollarına devam ederler. Yine Türkiye’de her kesimden demokratları içine alan demokratik bir yapılanmaya gidilebilir.
Nuray Mert, yazısında bu açılımın gerekli olduğunu ama yöntemDoin yanlış olduğunu söylüyor. Doğrudur açılım şarttır fakat yöntem doğru değildir. Bunlar İngiliz siyasetidir, Amerika yürütüyor. Bu İngilizler müthiş. Dört yüz yıldır dünyayı yönetiyorlar. Türkiye’de de İngilizler bir yandan Kürtleri kışkırtıyorlar diğer yandan da devlete de bastırın diyorlar, ikili oynuyorlar. Bu politika “tavşana kaç tazıya tut” politikasıdır. Bu durumu üç örnekle açıklayacağım. Birincisi; 1925 Şeyh Sait döneminde Binbaşı Noel vasıtasıyla Kürdistan’da Şeyh Saitlerle görüşüp alttan destekliyormuş gibi yaptılar ve Seyit Abdulkadirle de İstanbul’da görüşerek bir yandan Kürtleri kışkırttılar öbür taraftan kendi adamları olan İnönü ve Recep Peker, Fevzi Çakmak, bunlarla Mustafa Kemal’in etrafını sararak etkisizleştirdiler ve Hükümeti ellerine aldılar. Bu süreçte bir yandan Kürtleri kışkırttılar öte yandan da Kerkük ve Musul’u almak karşılığında Hükümeti de bastırma konusunda desteklediler. Çok acılar yaşandı.
İkinci olarak; 1990’lı yılların başında ABD’nin Irak’a ilk müdahalesiyle beraber bunlar bize savaşma konusunda bizi destekleyeceklerini söylüyorlardı. Aynı şekilde Avrupa’daki temsilcilerimiz üzerinden savaşın sizi destekleyeceğiz diyorlardı. Öbür taraftan da ğan Güreş’e İngiltere’de bastırma konusunda yeşil ışık yaktılar. O dönem basında yazılmıştı, Doğan Güreş’in kendi beyanatıdır. İngiltere’den geldiği zaman aynen şunu söylüyordu; “İngiltere bize yeşil ışık yaktı”. İşte yine bilinen o büyük acılar yaşandı. Üç bine yakın köy boşaltıldı, binlerce faili meçhul cinayet oldu. Tansu Çiller-Doğan Güreş dönemi. Ergenekon tutanaklarından da geçiyor; birbirlerine “kahpe” diyorlar. Bizi de savaş konusunda kışkırttılar öbür taraftan da devlete kırdırttılar. Tam bir kör döğüşü. Özal bu senaryoyu çözemediği için hayatına mal oldu, biz de o zaman tam çözememiştik, bu nedenle biz de 1997 sonuna kadar savaşı sürdürdük, sonra anladık. Bu sorunun savaşla çözülemeyeceği, siyasi bir sorun olduğu yönünde Karadayı’nın da görüşleri vardı. Kıvrıkoğlu’nun da böyle düşündüğünü zannediyorum. ’98’e kadar Karadayı, ‘98-2002 arası da Kıvrıkoğlu Genelkurmay başkanıydı. O dönem Ecevit, bir şeyler yapmak istiyordu ama sanırım Bahçeli takoz koydu. Daha sonra bu Ergenekoncular -ki iddianamede de var– kendi aralarında; biz 2000’deki geri çekilmeyi, gerillanın sınır dışına çekilmesi sürecini iyi değerlendiremedik diyorlar.
Türkiye’deki İttihat ve Terakki zihniyetinin 1925’lerden itibaren Mustafa Kemal’i nasıl etkisizleştirdiklerini izah etmiştim. CHP’nin nasıl ele geçirildiğini biliyorum. İsmet İnönü ve Recep Peker, Fevzi Çakmak vardı. Ondan sonra İkinci Dünya Savaşı döneminde bir boşluk oldu. 1960’lardan itibaren Gladio yapılanması Alparslan Türkeş onlarla birlikte 27 Mayıs darbesini yaptılar. Ben 27 Mayısçıların hepsi böyledir demiyorum, Madanoğlu gibi dürüst olanlar da vardı. Talat Turhan kitabında bunlardan bahsediyor. Türk Solu üzerinde de etkili oldular; THKO, Dev-Yol, Dev-Sol zamanında nasıl ele geçirildiği biliniyor, farkedemediler bile. Ben Türk Solu için şunu söylüyorum. İlk dönemlerde devlet doğrudan sol grupları içeriden ele geçirmeye çalışırken artık buna da gerek duymuyor, üçüncü elden yönetiliyorlar. Perinçek’in durumu ortada. Aynı şekilde PKK’yi de ele geçirmeye çalıştılar. Türk Solu’yla birlikte onlarca Kürt Sol grup da vardı ama hepsi tasfiye edildi, bir tek PKK’yi tasfiye etmeyi başaramadılar. 1984’te ilk birlikleri dağa gönderdiğimde henüz JİTEM öncesi oluşumlar aralarına sızdı, yüzlerce değerli kadromuzu kaybettik. Biz de Halil Ataç vardı. Kendisi “hiç kimse Hogir’e laf geçirtemiyor” diyordu. Bu Hogir okur yazarlığı bile olmayan birisiydi. Sızma olma ihtimali de var. Dörtlü Çete, Çürükayalarla geliştirilen tasfiyecilik süreçleri oldu. Ben bunu PKK’nin CHP’lileştirilme çabası olarak adlandırıyorum. Bunu başaramayacaklar, PKK’yi CHP’lileştiremezler.
Üçüncü olarak son yedi yıldır 2002’de AKP iktidarıyla başlayan süreçtir. Bu süreç 60 yıl öncesinden hazırlanan bir süreçtir. Bu sürecin iki amacı vardır. Birincisi radikal islamı tasfiye etmek, ikincisi ise demokratik özgür Kürt hareketinin özünü tasfiye etmektir. Zaten AKP’nin yedi yıldır da yapmaya çalıştığı budur ve bu işi iyi de yapıyor. 2002’den sonra işte Osman ve Botanlar meselesi biliniyor. Hatta bunlar kendilerini liberal demokrat olarak tanımlamışlardı. Beni tasfiye ederek benim soyadımı da kullanarak tasfiyede başarılı olmak istediler. Benim yerime Osman’ı geçireceklerdi sözde. Şimdi de bunları kullanmaya çalışıyorlar. Ama hiç bir şey yapamazlar. Şimdi hiç birinin beş metelik değeri yoktur. Halk içine çıkacak yüzleri yoktur.
Ben bizim kadınlara defalarca söyledim. Hegel de söylüyor; klasik aşk anlayışıyla erkek-kadın ilişkisiyle ancak aile kurulabilir onun ötesine geçemezsin. Hegel büyük bir tarihçi ve felsefecidir. Marks, Hegel’in öğrencisidir. Hegel köle-efendi ilişkisinden yola çıkarak çözümlemeler geliştiriyor. Ben ise kadın köle-kurnaz ve zorba erkek ilişkisinden yola çıkarak çözümlemeler geliştirdim.
Erdoğan çok çalışkandır. Fakat demokratik özgür Kürt hareketini tasfiye edemediler, edemeyecekler de. Bu konuda başarılı olamadılar.
Önemli olan doğru politika yapmaktır. Kırk yıldır toplumun demokratik inşasıyla uğraşıyoruz ama gerekli eğitim ve örgütlenme yapılamadı.
Ceza ve Tevkif işleri Müdürü geldi. Uzun uzun görüştük. Ben ona da anlattım. Siyasi çözüm olmazsa bu sorunun çözülemeyeceğini söyledim. Bana diyor ki; “sen iyi halli olursan biz senin koşullarını düzeltiriz” diyor. Yani bana uslu ol diyorlar, çocuk muamelesi yapıyorlar. Ama beni kandıramazlar. Ben asla ilkelerimden taviz vermem. Benim en önemli özelliğim ilkeli olmamdır. Bunu Müdüre de söyledim, Benim duruşumun özü şudur. Ben ilkeliyim ama pratikte esneğim. Benim kişiliğimin en önemli özelliği budur. Yani ilkede katılık, pratikte esneklik. Son derece ilkeliyim ve pratikte esneğim. Geçenlerde Hüriyette de yazmıştı; 1996’ya kadar bana karşı on tane komplo denenmiş, bugüne kadar yirmi olmuştur. Burada da birçok deneme yapıldı. Fakat ben bütün bunlara rağmen ilkeli duruşumu sürdürüyorum, bu duruşumdan vazgeçmem. Herkes bunu böyle bilmelidir. Burada benim üzerimden de Kürt özgürlük hareketini kendilerince tasfiye etmeye çalıştılar. Ama benim ne kadar ilkeli biri olduğumu hesaba katmadılar. Bunu bana yaptıramazlar.
Ben de söylüyorum; açılıma karşı değilim ama yöntem yanlış. Doğru yöntem belirlenmeli. Siz arabayı atın önüne koyarsanız olmaz. Zaten araba iple ata bağlıdır. Doğrusu atı arabanın önüne bağlamaktır. Ama bu açılımda temel yanlış şudur; arabayı atın önüne koyuyorlar. Peki böyle olur mu? Bu şekilde araba hareket eder mi, etmez. Bu ata da arabaya da zarar verir. Temel sorun yöntem sorunudur. Yasa ve yönetmelikten önce bu gereklidir. Özellikle bu çocuklarla ilgili yasa, 221 etkinlik pişmanlık yasası vb. Değişikliklerle sorunu çözeceklerini sanıyorlar böyle olmaz. Özellikle pişmanlık yasası bir tuzaktır, provokasyondur. Bu kabul edilemez. Bu yöntemle Maxmurdan bir kişi bile gelmez. Bu işin, sorunun siyasi olduğu ve siyasi şekilde çözüleceğinin kabul edilmesi lazım. Bakın 50 bin ölüm var, buna terör diyorlar. Yunan savaşında bile beş bin kişinin öldüğü söyleniyor. Burada elli bin kişinin öldüğü yerde terörden bahsedilmez, orada savaş vardır. Savaşın da tarafları vardır ve sorun taraflar arasında çözülür. Bu müzakere ile olur, diyalogla olur. İlla muhatap ben olayım demiyorum, PKK’yi de muhatap alabilirler, olmazsa DTP’yi de alabilirler, o da olmazsa o zaman içinde PKK’lilerin yer alabileceği halktan sorunla ilgili insanlardan oluşturulmuş bir heyetle de görüşmeler yapabilirler.
Doğru yöntem belirlenirse ben de çözüm konusunda üzerime düşeni yaparım. Eğer doğru yöntem belirlenirse, ortam oluşursa ben silahlı güçlerin geri çekilmesini ve uygun yere konumlanmasını sağlarım. Buna hala gücüm var, bana itimat ederler. Bu son yaşananlar da halkın da bana bağlı olduğunu gösteriyor. PKK’nin içinde onlarca grup var, dağlardaki grupların hepsi otonomdurlar zaten. Bunları ancak ben kontrol edebilirim, ben silahsızlandırabilirim. Bu sorunun kesin çözümü için, nasıl olacak bilmiyorum ama Meclisin bir karar alması lazım. Bunun için benim de önümün açılması lazım. Tüm bunlara yol haritasında belirtmiştim.
İnfaz Hakimi, hücre cezası kararında, “sen buradan savaş kararı, talimat veriyorsun” diyor. Ben burada savaş kararı, talimat verecek durumda değilim, sadece tespitlerde bulunuyorum. Ben burada benimle görüşmeye gelen heyete de söyledim, DTP’ye de söylüyorum, PKK’ye de söylüyorum. Demokratik çözüm ve siyasetin önü açılmalıdır. Buradan Erdoğan’a da sesleniyorum. Eğer doğru yöntem belirlenmezse, demokratik siyaset ve çözümün önü açılmazsa nasıl ki Enver Paşa ittihatçılığı Osmanlıyı parçaladıysa AKP’nin mevcut olan zihniyeti de Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalanmaya götürür, AKP de biter. CHP ve MHP’nin iktidarında ise kan akar. Ben Sayın Erdoğan’ın iyi niyetli olduğunu düşünüyorum, hala inanmak istiyorum. AKP içinde dürüst olanlar var, gerçek anlamda demokratik çözümden yana olanlar var. Ama bunların ne kadar etkili olduklarını bilmiyorum. AKP içinde tasfiyeci olanlar da çoktur. Ben hala demokratik çözüm için elimden geleni yapabilirim. Ama demokratik çözümün önü açılmazsa KCK kendi yolunu belirler, savaşa da barışa da kendisi karar verir. Ben buradan hiç bir şeye karışamam. Bu doğru da olmaz.
Sanki ilk günahkarlar Kürtlermiş.
Sanki patlak veren felaketin sorumlusu Kürtlermiş gibi azgın bir atmosfer yaratılıyor.
Bundan Kürtler sorumlu tutularak, zulmü süreklileştirmek için koşullar son derece elverişli bir duruma getiriliyor.
Savaştan ve kötülüklerden sorumlu tutulacak birileri aranıyor.
Bunlar aşağılık, sahte, kötü ve hain diye lanse ediliyor.
Savaş çıkarılıyor hem de AKP tarafından.
Ve bundan Kürtler sorumlu tutuluyor.
Kürtler kıyımdan geçiriliyor hem de AKP’deki cehşleşmiş Kürtlerin eliyle.
Kıyım kararını verenler, bu yaptıklarının zorunlu ve adaletli olduğuna dünyayı inandırmaya çalışıyorlar.
Zulmü başlatmakla, zulme karşı çıktıklarını ifade ediyorlar.
AKP’li Türk ırkçıları kendilerinin ve milletlerinin başındaki en alçaltıcı kötülüklerin sorumluları olarak Kürtleri gösterirler.
Bunu yaparak, çıkardıkları savaştan kendini kurtaracaklarını zannediyorlar.
Ama AKP’li Kürt düşmanları Kürdistan, Anadolu ve Trakya’daki düzenin eksik ve yanlış olduğunu keşfetmekten korkarlar.
Üstelik kendilerini, kendi yargılarının efendisi olarak ortaya çıkarlar.
Kürtleri soykırımdan geçirerek, ülkedeki düzenin düzeleceği inancına kapılırlar.
Kürtlere savaş açarken, evrensel hukuku çiğnemekten geri kalmazlar.
Ötekileştirdikleri Kürtleri her türlü kötülükten dolayı suçlarken, kendilerini her türlü sorumluluktan muaf tutarlar.
Kürtleri kurban seçerken sorumluluk altına girmeden, onlara göre Türklerin yaşayabilmesi ve kalabilmesi Kürtlerin kurban edilmesi gerekir.
Kürt düşmanı putçu Türk ırk rejimi kurumsallaşmış, yapısallaşmış ırkçılıkla Kürtleri savunmasız bir duruma sokmak istemektedir.
Açlık, yoksulluk ve cinnet sarmalı toplumu alt üst ediyorsa, bundan Kürtleri sorumlu tutarlar ve Türk ırkçılığını beslerler ve sularlar.
Bununla Kürtler kontrol altına alınmak istenir. Bundan dolayı sinen ve uşak olan Kürt tipleri de çıkar.
Bejan Matur, Ümit Fırat ve M.Metiner gibi vakanüvis cehşler, AKP’li siyasi ve silahlı cehş gibi tipler..
Kendini alçaltan, sürekli yağcılık yapan, özüne karşı şaklaban olan ve bu yüzden de Kürt düşmanlarının yeni saldırılarına daha da açık hale gelen Kürt tipi ortaya çıkıyor.
Veyahut bazı Kürt tipleri de hepimizin insan olduğunu ve hangi kimliği taşırsa taşısın bir kişinin insan olması açısından çok büyük önem taşımadığını söyleyen liberal ve sahte evrenselci ve demokratik doktirini kabul ederek devşirmeliği kabul eden tipler.
Burada şunu söyler.
Kürt olmayı bıraktığı sürece evrensel bir insan olarak devşirme ve ihanetçi olabilir.
Kürt bir kez daha kendini deneme ve uygarlaşma yoluyla kendi öz kimliğinden arınmaya ve kendine ihanet etmeye davet edilir.
Burada sorun Türk ırkçıları tutkuyla ve öldürme histerisiyle dolup taşarken, Türk ırkçıların resmi müttefiki devşirme Türkler-Kürt çehşleri- bilmezler, müttefiklerinin-PutçuTürk ırk rejimi-demokratlık ve evrencilikten yoksun olduklarını.
Bu envai türden cehşlerin kılavuzluğunda, Kürtlere ve Kürdistan’a işgal ile Türkleşme tek seçenek olarak sunulur.
İşte şimdi AKP eliyle sahte açılım adı altında bu seçenek cilalanarak çok ince bir tarzda yutturulmaya çalışılıyor.
Erdoğan ABD’deki kabesine giderek, perçinlemeye çalıştığı bahse konu olan bu soykırımdır.
Bu amaçla Önder APO’yu ölüm çukuruna koydular.
Operasyon üzerine operasyon düzenlediler. Son bir ayda tam tamına dokuz HPG gerillasını şehit düşürdüler.
AKP bunları yaparken bilmeliydi ki, Kürtler Önder APO’nun fedaisidir. Bilmeliydi ki, tüm zamanların en radikal serhıldanı gelişir.
AKP bunları yaparken bilmeliydi ki, HPG bunun misillemesini yapar, intikamını alır.
AKP ve AKP’deki cehşleşmiş AKP’nin Kürtleri bilmeliydi ki, yanlış hesap Kürdistan dağlarından geri döner.
Kürdistan kentlerinden geri döner.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
11 Aralık günü 14:00-15:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Ferhat Tepesi ve çevresine yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
12 Aralık 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
8 Aralık günü gündüz 11:30-12:30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Kuvi Tepesi ve Çiyareş alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
9 Aralık 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 29 Kasım günü Botan sahamızın geneline yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Binlerce askerin katıldığı kapsamlı operasyonlar kapsamında gerillalarımızın büyük duyarlılığına rağmen 2 zorunlu çatışma yaşanmıştır: 29 Kasım günü gece saat 01:30 sıralarında Gabar’ın Bana köyü kırsalında çıkan çatışma sonucunda Amed (Halis Burak); 4 Aralık günü Cudi’ye bağlı Gundikremo’nun Pikera alanında düşmanın bir hareketli birliğiyle çıkan çatışmada ise Zafer (Metin Gülaç) ve Harun (Yakup Dellayimilan) isimli gerillalarımız kahramanca savaşarak şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Çok cehş gördük.
Ama bu AKP’li cehşler gibisini görmedik.
Ne kadar hilebaz, ne kadar dolandırıcı, ne kadar talancı, ne kadar katil cehş varsa hepsi AKP’de toplanmış.
Tüm Kürtler etrafınıza bakın AKP’li cehşlerin hiçbirinde miskal kadar ne ahlak kalmış ne de insanlık kalmış.
Hele hatırlayın, Çiller’in cehşleri bile bu kadar pişkin değildiler.
Çiller’in üç serok cehşi vardı.
Biri Colemerg’li serok cehş Mustafa Zeydan, biri Şırnex’li serok cehş Süleyman Tatar, biri de Siwerek’li serok cehş Sedat Bucak idi.
AKP’nin serok cehşlerine bakın tam tamamına 9 serok cehş:
Çiller’inkine göre tam tamamına üç kat.
Colemerg’li serok cehş Rüstem Zeydan, Merdin’li serok cehş Süleyman Çelebi, Riha’lı serok cehş Sabahattin Cevheri ile Eyüp Canip Gölpınarlı, Çewlik’li serok cehş Kazım Atoğlu ile Yusuf Coşkun, Xarpet’li serok cehş Faruk Septioğlu, Amed’li serok cehş Abdurrahman Kurt ile Xıyi eşirinin serok cehşi kont-gerillacı İhsan Arslan gibi silahlı serok cehşler var.
Serok katil Erdoğan’ın eğer dediği gibi 75 sayısı doğruysa, geriye kalan 66 kişilik cehşlerde siyasi cehş oluyorlar.
Şimdi siyasi serok cehşlerden biri olan Mehdi Eker diye biri var.
Kürt halkının Önder APO’ya ölümüne fedaice sahip çıkmasına hazmetmemiş ki, DTP’ ye “niye direniyorsunuz” diyor.
Kürtlerin direnişini ihanetle suçluyor.
Bu siyasi cehşin, söyleminden yola çıkarak, bazı sorular soracağım:
Filistin’den bazıları, halkına ihanet ederek, KADİMA partisine katılsalar.
Bunlardan bir kaçı, İsrail’de siyasi serok cehş yapılarak, vezir yapılsalardı.
Bunlardan birinin de adı Mehdi Eker olsaydı.
Ve İsrail, bu serok cehşi Tarım ve Köy işleri Bakanı yapsaydı.
Diğer yandan İsrail, Filistin lideri Arafat’ı esir düşürerek bir hücreye koysaydı, ardından yarısı büyüklüğünde bir hücre yapıp oraya yerleştirseydi.
Tüm Filistinliler, buna karşı çıkarak, İNTİFADA’ya kalksaydılar.
Batı Şeria’da Filistin siyasi cehşlerin Kadima bürosundan Aydın Erdem’in Amed’te öldürüldüğü gibi ateş açılıp, bir Filistin’li genç öldürülseydi.
Bunun ardından, İsrail’in siyasi serok cehşi vezir Mehdi Eker, kalkıp kendi halkında bir genci katletme ve binlercesini yaralama ile zindana atma emrini verse.
Tüm bu yaptıklarını tersine çevirip, ihanet ettiği halkının direnişini ihanetle suçlasa, buna Filistinliler ne derdi?
Tüm yurtsever Kürtler bu şekilde tüm Kürtlerle tartışsınlar ve Mehdi Eker’in şahsında AKP’deki silahlı ve siyasi cehşlerin ne yaptığını teşhir etseler ne olur?
Hele bir planlama dahilinde bu kampanya yürütülürse, AKP’nin Kürdistan’daki hali ne olur acaba?
Tüm Kürtlere bu soruyu sorarak her Kürdü Önder APO’yu özgürleştirme serhıldanına katılmaya ikna etse.
Önder APO özgürleşene kadar Özgürlük Serhıldanını kesintisiz bir şekilde yükseltirse.
Ben açıkça söylüyorum.
Türk ırkçı sömürgeciliği ile soykırımcılığının Kürdistan kolu olan hem AKP, hem de Türk ırkçı sömürgeci sisteminin kendisi biter.
Kürdistan özgürleşir.
Kürdistan özgürleşir.
- Ayrıntılar
Siyaset, günlük ya da uzun vadede yaşanan, yaşanacak olan sorunlara çözümler arar ve bulur. Siyasetin çözemeyeceği bir problem olamaz. Nedeni ise siyasetin tabiatıyla ilgilidir, o da siyasetin dinamik karakteridir. Siyaset çözüm üretme sanatıdır.
Ortadoğu'da siyaset esasen çelişkiler yaratma üzerine kuruludur. Ayak oyunları, hile, şantaj, arkadan vurmalar, kuyular kazarak düşürme, tahrik ederek rakiplerini akıl dışı hareketlere sürüklemek hep bu temel mantıkla bağlantılıdır.
Ortadoğu'da sömürgeci güçler Kürtleri yürütmenin bir yolu olarak hep hileye ve kandırmaya dayalı siyasetler uygulaya gelmişlerdir. Bunun yetmediğini gördüklerinde ezme, sindirme vazgeçilmeyen bir metot olarak her zaman devreye konulmuştur. Özcesi bu topraklarda iki yöntem yan yana iç içe Kürtlere karşı kullanılmıştır; ez ve kandır. Ez ve kandırarak yanına çek, ez ve ezdiklerinden kendine adam ayıkla. Bu bir politika, lakin çok çirkin bir politika; ahlaki olmayan bir politika…
Bir müddettir açılım tartışmaları yürütüldü. Kürt açılımı, demokratik açılım, dayanışma derken milli birlik projesine kadar gitti. Ve eni sonunda da tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dile kadar yükseldi. Ve tuhaftır ancak açılıma başlarlarken de çıkış noktaları burası olan Türk devleti ve hükümeti neden böylesi bir yol izledi diye sormak gerekir?
Ortadoğu'da Türk devleti İran devletinden sonra belki de hileyi, aldatmayı ve ezmeyi en iyi bilen devlet geleneğine sahiptir. Bu tecrübe Osmanlılardan belki de Orta Asya'dan gelirlerken atalarından kalmıştır. Onu bilmiyoruz ama karşıtlarını böyle taktiklerle alt etmede usta olduklarını ve bu hususta yoğun tecrübeli olduklarını biz biliyoruz. Sadece biz de değil aslında siyasetle uğraşan ve bu devlet geleneğiyle uğraşan herkes biliyor.
Türk devleti ve hükümeti Gabar, Oramar, Zap ve 29 Mart seçimleriyle geleneksel imha ve inkâr sistemiyle yürüyemeyeceğini idrak etmiştir. Bu belki de 15 Ağustos eylemliliğinden sonra ilk kez yaşanan bir durum olmuştur. Geçmişte de bazı siyasetçiler bu durumu fark etmişlerdir. Ancak devletin bu siyasetçileri nasıl tasfiye ettiğini herkes biliyor. Bu kez farklı olanı ise cümle cemaat devletin bu durumu böyle idrak etmesidir. Yani inkârın ve imhanın bu şekilde sürdüremezliğini…
Açılım tartışmaları bu aşamadan sonra başlamıştır; tıkanmanın dip noktasının yaşandığı anda. Normal devletler ya da siyasetler tıkanmanın dip noktalarında yaşananlara çözüm ararlar, lakin Ortadoğu'da devletler -bunu siz katılaşmış siyaset olarak algılayın- yalana, dolana, hile, ayak oyunlarına başvurarak kendilerince rakiplerini ezme yolunu ararlar.
Nitekim Kürt özgürlük hareketinin tüm iyi niyet, barış, uzlaşma adımlarına Türk devletin nasıl yere çalarım mantığıyla yaklaşımları eksik olmamıştır. Kürt özgürlük hareketi ve en belirleyeni olarak Rêber Apo, bu sorunun çözümü için elinden geleni yapmıştır. Teorik olarak yapmıştır, ideolojik olarak yapmıştır, siyaseten yapmıştır, askeri olarak yapmıştır, kültürel olarak yapmıştır ve sosyal olarak yapmıştır. Ve en önemlisi de oluşması gereken barış ortamının felsefik bakışını yol haritasıyla sunmuştur. Rêber Apo'nun çözümlü yaklaşımlarından dolayı belli bir umut havası doğmuştur. Halk umutlanmıştır, aydınlar umutlanmıştır, Türkiye'de demokratlar umutlanmışlardır. Özcesi içi kirli olmayanlar, eğri otursalar da doğru konuşanlar, rant peşinde koşmayanlar umutlanmışlardır.
Bu umudun kırılmaması için, devletin çözümsüzlük ve yine tekçi dayatmalarını kırmak için Rêber Apo barış guruplarını devreye koymuştur. Barış gurupları gerçekten de Kürt halkına yaraşırcasına karşılanmışlardır. Kürdistan adeta 5 gün boyunca bir bayramı yaşamıştır. Barışın gelmesi için Kürdistanlılar sokaklara dökülmüşlerdir. Tümden bir referanduma dönüşen gerilla karşılamaları tarihi bir an'ı ifade etmiştir. İşte bu tarihi an'da biraz mütevazi, biraz çözümlü siyaset, biraz hoşgörü, biraz iyi niyet ve biraz da vicdanlı bir yaklaşım sergilenmiş olsaydı siyasetin çözüm gücünün ne olduğunu herkes görecekti.
Ne var ki çözümsüzlüğü bir siyaset geleneği haline getiren bir devlet, teslim almayı hep marifet bilen bir zihniyet, tekçiliğe alışmış bir kararmış vicdan, tüccarların ayak oyunlarını marifet bilen közleşmiş bir yürek ve rant yemekten nemalanan bir avuç orta sınıfçı siyaset sahipleri, bu süreci baltalamak için yalan ve dolana yeniden başvurmuşlardır.
Kürdistan'da yaşanan referanduma ilk verdikler tepki hakaretler olmuştur. Linçler olmuştur. Tahammülsüzlük olmuştur. DTP'ye yönelme olmuştur. Askeri operasyonlara girişmek olmuştur. Ve Kürtlerin en büyük hassasiyeti olan Rêber Apo'yu cendereye alma olmuştur.
Sürecin tümünü adeta en büyük özveriyle üstlenip yürüten Rêber Apo'ya yönelmek, gerillaların geri dönüşlerinde yapılan karşılamalarda Kürt halkının topyekûn -kuzey, güney, doğu ve batıda- kucaklarını açarak tek yüreklerine basmalarına TC'nin kirli cevabı olmuştur. Kürt halkı kandırılamayacağını bu gerilla karşılamalarında göstermiştir. Devlet ve hükümet paniklemiştir. Kendilerince Kürtler onların ellerinden çıkmıştır. Halbuki Kürtler onurlu bir barış için milyonlarla ayağa kalkmışlardır. Türkiye ile kardeşlik temelinde ayağa kalkmışlardır. Gerillanın dönüşünü barışa için bir şans olarak değerlendirerek ayağa kalkmışlardır.
Ne var ki çözümsüzlük üzerine kurulu, çelişki yaratmaya dayalı TC zihniyeti oluşan bu ortamı sabote etmek için çok çirkince tahrikleri eksik etmeden kendince müdahale etmişlerdir. Ve ne var ki birçok saygın yazar bu oyuna düşmüşlerdir. Ne var ki birçok barış yanlısı bu oyunu görememişlerdir.
Barış sürecinin neredeyse tek mimari durumunda olan Rêber Apo'ya yönelmek gelişecek olan barış sürecini sabote etme girişimidir. Kürt halkını şikane etmek sadece ve sadece savaşı kışkırtmaktır. DTP'ye bu türden yönelmek linçlerin önünü açarak kutuplaşma yaratmaktır. Ve bunların tümünü AKP ve devlet politikaları yapmıştır.
Kürt halkının bu durumu kabul etmeyeceği açıktır. Kürtler tarihlerinde yeterince kandırılmışlardır. Yeterince imha ve inkârla yüz yüze gelmişlerdir. Yeterince Ali Cengiz oyunlarıyla aldatılmışlardır. Ancak Kürtler eski Kürtler değildirler. Öz benlikleri oluşmuş ve kendileri olmuşlardır. Onurlarını hiç kimseye çiğnetmeyecek kadar kendileridirler. Hele hele Kürt gençlerini görmek gerekir. Kadınlarından hiç söz açmayalım. Küçük generaller diye tabir ettiğimiz gelecekleri için dağların doruklarında mücadele ettiğimiz çocuklarımız -benzerleri oyuncaklarla oynarken- taşlarla cesaretli olmanın ilk deneyimlerini yaşıyorlar. Analarımız, nurlu ellerinden öptüğümüz analarımız. Benzerleri evlerinde yemek yaparken, onlar tahammül edilemeyecek havalarda meydanlarda yüreklerimizi ısıtıyorlar. Ve onların ısısı her türden soğuğu ve buzu eritecek kudrettedir.
Analarımızın bu yürek dolu ısılarını saygınlığını yitirmemiş Türkiye yazarları ve barış sevdalarının görmeleri dileğiyle…
- Ayrıntılar
Bu aralar birileri barış olmalıdır, geleceğimizi karartmayalım, geçmişi bırakalım diye duyarlı olduklarını sanmakta. Savaş koşullarının acılarından bir tad almayan, babası cezaevinde olmayan, annesi katledilmeyen, kardeşi dağlarda olmayan, evi barkı olmayıp metropol kentlerinin varoş köşelerindeki atölyelerde karın tokluğuna çalışan ve geleceğini sorduğunda cevap alamadığı akrabaları olmayan, en önemlisi bu savaşta bedel vermeyenlerin ucuz ve gündelik söylemlerini okuyorum. Aslında başta isimlerine bakarak okumaya değer diyorum ama sonra pişman oluyorum. Çünkü isimlerine layık olmaları ve düşüncelerinin tarafsızlığına sevdalılıklarını bırakmaları gerektiğine inanıyorum.
PKK değişti. Ama birilerinin istediği gibi ya da beklediği gibi olacağını nereden çıkardınız. Birilerine göre olacak ise o zaman dünyanın tek bağımsız örgütü olma unvanını nasıl koruyacak? Geçmişte bireylerin yaptığı hataları ve eksiklikleri, bir halkın uyanışını sağlayan, yol gösteren, her zaman onların yanında olan ve sonuna kadar da olmaya devam edecek olan bir örgütün üzerine yıkmanın alemini ancak çapsız birileri yapar. Onları da insan olmasına rağmen maalesef kimse ciddiye almaz.
Geçmişi olmayan halkların metropollerde ne hale getirildiklerini ve bazılarının romantizmin mekanları olarak tanıdığı yerlerde Kürt halkının nasıl kültürel soykırım altında tutulduklarını bilmiyorlar mı? O sade, güzel, saf, dürüst ve sevgi dolu beyinlerini kirleten düşüncelere karşı savaşan Önderinin kandırma ve oyalama yani haince nefessiz bırakıldığını duyması sonrasında evinde güzelce oturamayacağını, bir vicdanı ve ahlakı olduğunu bilmiyorlar mı? Biliyorlar ama, çizgisi belirsiz sözde sosyalist mantıkları, vicdanlarının ve hislerinin önüne geçiyor.
PKK örgütünün savaşı istemediğini, insani ve yaşamsal haklarını ve özgürlüklerini yakalamak için, soykırımdan kurtulmak için binlerce canını dağa gönderen ailelerimizin gönül birliğiyle onurluca bu işi sonlandırmak istediğini bile bile saçma cümleler ve söylemlerle aydın duruşlarını zedeleyenlere yazıklar olsun.
Siz ne anlarsınız bu işlerden diye çok ayrıntılara girip, sayfalarca yazıp bazı yaşı ilerlemişlere haksızlık etmeyiz. Türk milliyetçisi geçinen de, solcusu da bu yöntemlerle artık olmaz diyor. Nedir sizin yöntem olarak sunduğunuz? Çok basit ve ezberlenmiş söylemlerle, mazlum insanların -bazı hataları da olsa- haklı taleplerine şikayet yaparak mı yaşayacağız yoksa şiddetten bir türlü vazgeçmeyen rantçılardan mı kendimizce hesap soracağız?
Başta herkes kendini bir yere koysun ve ona buna laf yetiştirip hep isteyenler arasında yer almasın. Biz de yıllarca istedik, barışın olmasını istedik. Geçmişte ne yaşanmışsa yaşanmış, karşılıklı müzakereler ve uzlaşılar ile özeleştirilerin pratik olarak verileceği çalışmalar içerisine girilmesini istedik. Peki, cevap nedir? Siz ölmekten başka bir şey hak etmiyorsunuz. Siz sadece iyi ölürsünüz, gerçekten bunu sizden daha iyi başkası asla yapamaz deyip gerekli senaryolar ve anlaşmalar devreye koymadılar mı?
Bir yandan aşağılayarak ve ince esprilerle rezil ederek, diğer yandan hep güçlü diye, kutsal diye tabir ettiğiniz devlet babanızdan neden bu kadar talepte bulunmuyorsunuz? Gücünüz hep güçsüz diye gördüklerinize yettiği için olsa gerek.
Uzlaşarak geleceği karanlık halden çıkaracak tarihi bir sürece, strateji değiştirerek giren bir hareketin, savaşını kontrollü bir halde, demokratik eylemliliğini kontrollü bir halde, inisiyatifleri, özgün ve bağımsız duruşları kontrollü bir halde tutabilmesi başlı başına zor ve bir o kadar da ustalık isteyen bir husustur. Bu ustalığı, kendisini devlet diye tabir edenlerden de istemesi gayet doğaldır. İnsanlara özgürlüklerinin kısıtlandığını hissettirecek yanlışları yapan devletin işlemez hale gelmesini istemek de gayet doğaldır.
Birilerinin size yaptıklarından onları sorumlu tutmadan önce, bana karşı olmasının nedeni nedir diyerek değerlendirmeye başlanmalıdır. Her şeyin bir nedeni vardır. Herkesin de sabrı bir yere kadardır. Sadece sonuçlara ve magazinvari haberlere bakarak dünyayı değerlendirecek çapsızlıklara da gerek yoktur.
Toplumsal barışı sağlayacak kişiyi öldürme girişiminin toplumsal savaşı isteyen bir zihniyet tarafından yapıldığını bir an bile unutmadan, soykırım tehdidini hissederek özgürlük mücadelesine atılan binlerce gencin bu zihniyeti durdurmak için savaştığını unutmadan, her iki halkın aydınlık geleceği için gerekli yol, yöntem ve metodların hepsini cesaretlice deneyecek bir örgütün varlığını unutmadan yaşamak her vicdanlı insana gerekir.
- Ayrıntılar
Hayat tatlıdır doğru. Kimse kolay kolay ne bundan vazgeçebilir ne de tadını bozmak isteyebilir.
Bütün bu onursuzluk içinde olan ama biraz da olsa arayış içine girmesi an meselesi olan insanlarımızın bu halkın ve gelecek kuşakların yaşamını düşünecek büyüklüğe gelmiş olmalarını var sayarak bencilliği bırakacaklarına inanıyorum.
Hep ben rahat olayım, bana kimse dokunmasın deyip ya da, aman şu yanlışı yapmayayım gibi sürekli ensesinde biri onu izliyormuş gibi hayatını zindan edenlerin, artık kendisinden başka insanları da düşünmesi gerekmez mi? Biz ki nice önder kişilikler ve halk öncüsü sanatçılar tanıdık, şiirler okuduk, ezgilerle coştuk, sloganlarla kendimizden geçtik. Direndik, mücadele ettik. Biraz oturup düşündüğümüzde bütün yapmak istediklerimiz, ancak biraz yük ve sorumluluk altına girdiğimizde gerçekleşiyor.
Bir Kürt genci kendince bir yoruma gittiğinde ben genç ömürlü taptaze bir insanım diyebilir. Ama mazlum bir halkın evlatlarından biriyse, kitap okumuyorsa, yanındakine Kürt halkının acılarını paylaşalım, duyarlı olalım demiyorsa, dilimizi inkar edenlere karşı sen hangi hakla halkıma böyle dersin demiyorsa, onun sadece içi boş, lümpen, vaktini haylazlıkla geçiren sıradan biri olduğu kanıtlanır.
Hayat çok tatlıdır evet. Ama tadını çıkaramadıktan sonra ne anlamı vardır. Hayatına kast eden durumlardan uzak durmak için aileden aldığın nasihatlerin yardımıyla pür dikkat olabilirsin. Ancak farkında olmadan bir sistem içerisinde nasıl yaşattırıldığını görmenin zamanı geldi.
Yapılan bazı propagandalarla; hayalini gerçekleştirmek senin elinde, ileride ne olmak istiyorsun, zengin olmak için çalış vb.. safsatalara inanacak kadar cahil ve basit insanlardan biri olmamak için artık bazı söylemlere kulak tıkamanın faydası olduğunu düşünüyorum. Güzelim hayatı insanlar için çekilmez, stresli ve ömrü boyunca hamal gibi çalışma mekanı haline getirenleri fazla dinlemeden, geçmişine, diline ve kültürüne bağlı her demokrat insanın yaptığı gibi yüreğinin sesini dinleyerek, anlamlı, sade ve dürüst yaşama gelmenin başlangıcını yapmak, haysiyetli ve onurlu bir davranış olacaktır.
İçinde mücadele olmayan bütün yaşam biçimlerinin tadının olmadığını yeni anladığımızda bizlere sunulan ve koca bir yalandan ibaret olup, temelinde seni köle gibi ölene kadar sömürme üzerine kurulmuş bir sisteme karşı özgürce bir duruşu sergileyeceğimizden kuşkum yok. Paranın ve bazı mevkilere gelmenin peşinde ha bire koşturup duran büyüklerimizin pişmanca ve mecburi yaşamını kabul edenlere söylenecek pek cümlemiz yok. Özgürleşmediğimiz sürece hiçbir yaşam biçiminin sağlıklı ve huzurlu olacağına inanmayanların mekanına, mazlum insanlarımızın onur ve haysiyetlerinin her şeyden daha değerli olduğuna inananların mekanına varmak gibi bir özlemi gidermek bizim ellerimizde.
Maddi ve manevi olarak sadece bazı kesimleri güçlü kılan ve diğerlerini güçsüzleştirerek kendilerine hizmetçi yapan bu düzenin değersiz bir hizmetçisi olmak ya da olmamak tercihe bağlı. İş sahibi bir baba ya da ev sahibi bir ana olmadan önce içinde yaşadığımız toplum için bir şeyler yapmak gerekiyor. Hırsızlığın, açlığın, fuhuşun, cahilliğin, ölme ve öldürmelerin, karşılıklı saygısızlık ve küçük düşürmelerin olduğu bir yaşam için tatlıdır, güzeldir, iyi günler göreceğim konusunda umutluyum demek kendini kandırmak olur.
Ben mi kurtaracağım, bana ne başkaları yapsın deyip kendi acılarını uzatan binlerce sürü içinden, sadece birileri için değil, kendisi için de anlamlı ve onurlu yaşama imza atacak genç yüreklerin akın akın gelişini izlediğimizde onları çok şanslı görüyorum.
Bütün tasfiye etme planları ve anlaşmalarına rağmen kendi değerlerine kilitlenmiş ve düşmanını bu yönlü dize getirmenin arifesini yaşayan bir örgüt içine gelerek aslında kendi hayatlarını oluşturuyorlar. Başkalarının istediği gibi değil de, kendi özlem ve amaçlarını istediği gibi yerine getirmenin demokratik ortamına gelerek kendi hayatlarına ayrı bir tad katıyorlar. Yeme içmeden daha değerli olan sevgi ve saygının karşılıklı ve düzeyli olduğu hayatın tadını birlikte yaşamak dileğiyle………..
- Ayrıntılar
İmralı algısı Kürtler için çok önemli bir konudur. Kürtler bunu değiştirmek zorundadır. İmralı çok özel ve özgün bir yerdir. Dönemsel acı ve sevinçlerin...
Bir algı olarak kafalarda yer etmesi özel bir psikolojik uygulamanın sonucudur. Hükümet ve devletin çok ötesinde olan bir durumu arz eder. Önder Apo'nun bırakılması ya da tutulması ikilemine dayanan çok geniş bir siyasi çevrenin bulunduğu ortaya çıktı. Dikkat edersek Önder APO'nun bırakılacağı siyasetini yapan MHP ve CHP'dir. MHP İmralı hukukunu ve siyasetini iktidardayken yapamaz, işleyemezdi. MHP tek bir gün bile Önderliğe hücre cezası verseydi Türkiye allak bullak olurdu. Gerçek başka, uygulama başkadır.
İdam ve tecrit arasında gerçek nerdedir? Tecridi bile beceremeyen ya da yapamayan bir partinin sürekli idamdan bahsetmesinin nedeni nedir? Önderlik en son buna, buna ölümü gösterip sıtmaya razı etme dedi. İmralı’nın özü budur. Dolayısıyla İmralı için en uygun pozisyon AKP'nin iktidar MHP ve CHP'nin ise muhalefet olmasıdır. Bu yolla güya ideolojik parti olan MHP ve CHP bol keseden ideolojik laflar edebilir, iktidarda yapamadıklarını bu yolla rahat yapabileceklerdi. Zaten ideolojiyi söz durumuna düşürme de bu oluyor. Muhalefet söyler iktidar yapar. Dolayısıyla İmralı ve Kürt meselesinde bu partiler anlaşmıştır.
AKP birleşik kaplar siyasetini yapıyor. Halkın barış istemlerini ya da Türkiye’nin eski günlere dönme kâbusunu demokles kılıcı gibi kullanıp nedenlerini hiç sorgulamayıp sonuçlarını kullanıyor. Halktan kopuk, dış güdümlü radikal hareketler gibi yakıştırmalarla, kendilerince savaş ve gerginliklerin gerekçelerini de onlara yığarak yine kendilerince savaş istemediklerini söylemek istiyorlar.
Siyasetten kopuk bir barışın masrafı yoktur. Oysa savaşın nedeni siyasettir. Anaların ideolojisi yoktur. Gözyaşını durdurmak istiyoruz gibi aslında alçakça olan bu yaklaşım genelkurmay başkanının Mardin de anadil için söylediği “çocuklar dili anadan öğrensinler” yaklaşımından farksızdır.
Bu siyaset İmralı’dan bize bizden de İmralı’ya döndürülen bir siyasettir. Analar ağlamasın sözü analarını ağlatacağız yaklaşımları yanında suyla yıkanmış gibi gözüküyor. İdamın yanında tecrit daha kabul görür. Dolayısıyla bir algı savaşı haline getirilen bu durumu Kürtler iyi anlamak zorundadır. Bu durum Kürtlerin siyasi realitesinin gerisinde bir durumdur. İdamdan tecride inen ve oradan da özgürlüğe gidecek bir durum değildir.
Tecridi yönetmek en büyük Kürt düşmanlığıdır. Türkiye siyasetinde AKP dışında bunu başaracak bir parti yoktur. Kürt tepkilerini de kontrol edecek başka bir parti yoktur. Dolayısıyla AKP her gün algımızı kontrol ediyor. Kürtler bunu iyi değerlendirmezse, sert tavır koymasa, AKP'nin siyasi kuşatmasının içinde kalacaklardır. Sözle önderliğin özgürlüğü, algı ve fiiliyatta ise tecrit sınırında kalma AKP oyununa gelmek oluyor.
Algıyı suratla değiştirmeliyiz. Ters çevirmeliyiz. AKP Kürtlerin pozitif duruşuyla ayaktadır. PKK nice partiyi alaşağı etti. Savaş ve gerginliği demokles kılıcı gibi kullanmak hayatımızı mı kurtaracak? AKP mi bunu durdurmuş? Savaş olacaksa AKP kaybeder. Dolayısıyla Kürtler birinci hedef olarak fiiliyatta Önder Apo’nun özgürlüğü için seferber olmalı.
Dolayısıyla Türkiye’nin her yerinde yaşamı durdurmayı hedefleyen eylemsellik sürecine girmiş bulunuyoruz. Bu bir haftalık direniş bile göstermiştir ki, tepkimiz yayılırsa kısa zamanda amaçlarımıza ulaşabileceğiz.
Ancak önce algıyı değiştirmeliyiz. AKP’nin Kürtler üzerindeki siyaseti, sıcak suyun sonrasında soğuk su dökmek oluyor. Kürt halkının tepkilerini ve direnişlerini bu yolla uyuşturuyor. Küçük eylemler, küçük tavizler yaklaşımı bundan sonra Kürtlere kaybettirecektir; bu nedenle büyük düşünmeli ve büyük eylemselliklere girmeliyiz.
Önderlik fiziki olarak da özgürleşmeyene kadar ev hayatını kendimize zindan edersek, binlerce insanla-hatta bütün Amed, bütün Batman, bütün Van-bir hafta boyunca biz Önderliğimizi istiyoruz diye şehir yollarında oturabilirse, gençlik nefessiz kalıyoruz diye yoğun bir şekilde hareketlenirse, İmralı algısının değiştiği söylenebilinecektir.
Siyaset nasıl algılanırsa öyle yapılır; algımız Önderliğimizin mutlak özgürlüğü olmalıdır.
- Ayrıntılar