Sonbaharın soğuklarına rağmen bu aralar gerillada sıcak günler yaşanıyor. Ve öyle görülüyor ki her PKK’li için kutsal olan doğuş günleri daha da sıcak geçecek.
Henüz bir iki hafta önce gerillan ve halktan bir grup yoldaşımız önderliğimizin çağrıları üzerine Türkiye’ye döndü. Daha da doğrusu bilinen resmi sınırlardan geri döndüler. Yoksa gerillalar her zaman kendi topraklarında en yüksek mekânlarda meskenleşirler.
Kürt halkı Ortadoğu’da yeniden doğuş için atılan bu adımları gerçekten de görkemli karşıladı. “Korsan” olan gerillayı alenen meydanlarda karşılamak her zaman görülecek bir manzara olmayacağından olmalıdır ki halkımız, halkımıza yaraşırcasına kendi evlatlarını karşıladı.
Kürt halkı vakur bir halktır. Aslında tüm Ortadoğu halkları böyledir. Ne var ki Ortadoğu’da yaşayan diğer halklar, onları aydınlıklara taşıyacak özgürlükçü arayışçıları yeterince örgütlü olmadıkları için bu vakurluklarını solgunca yansıtabiliyorlar, biraz mat duruyorlar.
Örneğin Türkiye’de yaşayan ve binlerce şehidi olan Türk halkı ve Türkiye halkları Denizlere, Mahirlere, Sinanlara sahip olmasına rağmen bugün neredeyse şoven bir dalganın içerisinde sürüklenip gidiyor. Adeta Romalılar sürecindeki Gladyatörlerle aslanların kavgasını arenalarda izler gibidirler. Ve çoğu zaman çılgınca dövüştürülen, vuruşturulan bu kavgalarda imparatorların tarafgiri olabiliyorlar. Arenalarda aslanlara parçalatılan gladyatörlerin haykırışlarını duymaktan, sezmekten, işitmekten aciz olarak sadece kavganın zevkini kendilerince izlemektedirler. Kendi açlıklarını, kendi acizliklerini, kendi boyun eğmişliklerini, kendi iktidarsızlıklarını bu kavgalarda unutuvererekten en çılgınca alkışlara, bağırışlara kendilerini kaptıra biliyorlar, futbol statlarında olduğu gibi.
Evet, Türk halkı ya da Türkiye halkları arenada zoraki kavgaya tutuşturulan gladyatörleri izlettirilmeye alıştırılıyor. Ve İran halkları, Irak’ta yaşayan diğer halklar da buna alıştırılıyor. Suriye’de kardeş Arap halkı da buna alıştırılıyor. Ve bundan olmalıdır ki salyalı zihniyet sahibi olan egemenler, iktidarcılar, rant yiyiciler ısrarla vakur olan halklarımızın bu gaflet durumunu da arkalarına alarak gladyatörlerin parçalanmalarına alıştırılıyor. Ve bundan olmalıdır ki en azgın, insanlıktan nasibi almamışlar, zihnen ve beynen yürekleri kararmış olanlar inadına inadına barış için, kardeşlik için, özgürlük için, adalet için, daha insanca ve onurlu bir yaşam için ellerini uzatanlara azgınca saldırıyorlar.
Saldırmanın da ötesinde özgürlük savaşçılarına teslim ol çağrıları yapıyorlar. Sanki inançlarından vazgeçmişlerde, sanki davalarına sırt dönmüşlerde ve sanki kötü bir şeyler yapmışlar da teslim olmaları isteniyor. Bilmeyen diyecek ki suç işlemişler. Bilmeyen derki ailelerine darılmışlar da dağlara çıkmışlar. Ve tabii ki bilmeyen diyecek ki birileri onları kandırıpta terörist devletin düşmanı etmişler.
Yok, öyle bir şey yok. Kürdistan gerillası dağlara kendi iradesiyle çıkmıştır. Ha denilecek ki her zaman gönüllü olmamıştır. O da yanlış sayılmaz. Kürdistan gerillası adeta zoraki gladyatörler gibi arenalara çıkartılmıştır. Bu bağlamda bir zorakilik vardır. İnkâr edilen, imhayla karşı karşıya gelen bir halkın en büyük arayışları olarak inkârın ve imhanın son bulması için yol eğer gladyatörler gibi zoraki arenalara çıkmaktan başka yol bırakılmamışsa bu da yapılmıştır. Öyle kimsenin suç işlediği yoktur. Tersi doğrudur. Halkımız dönen gerillaları nasıl karşıladığını herkes görmüştür. Bir de unutmayın bu gerillalar terörist devlete karşı en sıcak olan ölüm kalım meydanlarında yer almamışlardır. Bir de ölüm kalım meydanlarında kaç kez ölüm çemberinde geçmişler ise, feleğin imbiğini yırtarak ayakta kalarak terörist devletin suç makinelerine karşı en ön cephede kavga ederek gelmiş olsalar acaba bu halk onları nasıl karşılayacaktır, hiç düşündünüz mü?
Ve saymaya devam edelim. Her bir gerilla kutsal bir davanın neferi olduğunu bilerek yaşamayı bir erdem biliyor. Ve her bir gerilla hiç kimsenin katlanamayacağı fedakârlıkları göğüsleyerek yaşıyorsa orada yüksek bir moral var demektir. Eğer bu moral değerler olmazsa bir gün değil bir saat dahi kimse dağlarda yaşayamaz. Yaşayacak olanlar kendilerine dağları piknik yeri görecek olan olabilir. Ki bunlar da ancak tatil günlerini hesaplayarak kalabilirler. Yalnız dağları kendilerine yaşam meskeni beleyenler inançları, moralleri, bağlılıkları yüksek değilse ve de ölümüne bir halka sevdalı değillerse burada yaşayamazlar.
Gerilla sıcak günleri tüm sonbahar soğuklarına rağmen yaşıyor dedik. Terörist devletin tüm görmezden gelen, bön, kendini beğenmiş, inkâr ve imhadan ısrarlı, zihnen ve beynen kararmış yüreklerine inat gerilla soğukları sıcağa çevirerek yaşıyor.
Bu yüksek morali katıldığımız Apollo Akademilerinin kapanış yani mezuniyet törenlerinde görüyoruz. Komutan yetiştiren Mahsum Korkmaz Akademisi, Kadro yetiştiren Haki Karer Akademisi ve de özgür kadın arayışçılarını en yüksek düzeyde yetiştiren Şehit Beritan Akademisi öğrencileri diplomalarını alırlarken sürecin istediği kararlı ve fedaice duruşu tok haykırdıkları sözlerinden görüyoruz. Rêber Apo’ya bağlılıklarını haykırırlarken görüyoruz. Şehitlere bağlılıklarını ifade ederlerken görüyoruz. Ve de halkımızın kutsal ve haklı davasını sonuna kadar sahiplenme sözlerini verirlerken görüyoruz.
Ve işte bunun için diyoruz ki gerilla sıcak günleri yaşıyor. Bir taraftan akademilerimizin kapanışlarını görkemli moral etkinlikleriyle kutlarken, diğer taraftan yaklaşan doğum günümüzün sıcaklığını yaşayarak tüm Kürdistan gençlerini sonbaharda sıcak günleri yaşamaya çağırıyoruz.
- Ayrıntılar
Yıl 1979.
Yer Amed.
Bizler Amed’in en meşhur Lisesi’sinin ortaokul kısmındayız.
Liselerdeki abelerimize göre tıfıl sayılırız.
Okula başladığımızda liseli abeler hemen yanımıza yaklaşıyor.
“Hangi örgüttensin” diye bir soru soruyorlar.
Nasıl bir cevap vereceğimizi bilmiyoruz ki.
Bizler öyle fazla örgüt tanıyacak bilince sahip değiliz ki.
Kürt olduğumuzu biliyoruz o kadar.
Zorunlu olarak abelerimize sorardık “hangi örgüttensin” diye.
Onlar hangi örgütten olduğunu söyleseydiler bizde “hı derdik, bak bizde o örgütteniz” diye.
O çocuk halimizle abelerimizi kandırırdık.
Aslında cin gibiydik.
Neredeyse Kürdistan’ın her tarafındaki okullarda durum, aşağı yukarı benzerdi.
Tüm okullarda ve okulumuzda, devrim rüzgarları esiyordu
Örgütü olmayan hemen hemen yok gibiydi.
Bizim okulumuzun, hemen hemen yüzde doksanı DDKD’liydi.
Diğer kalan kısmı Rızgari, DHKD, KUK ve KAWA örgütüne mensuptu.
PKK’liler beş on öğrenciyi geçmezdi.
Bir gün PKK’liler ile DDKD’liler arasında okulun çıkış kapısında kavga çıktı.
PKK’li olanları saydık topu topu altı arkadaştı.
PKK’li dört arkadaş lisede öğrenciydi, iki arkadaş da dışarıdan gelmişti.
Kavga ve kavga verileceği yer sanki PKK’li arkadaşlar tarafından önce seçilmiş gibiydi.
PKK’liler okulun kapısı ve yola açılan tarafı tutmuşlardı.
DDKD’liler ise okul bahçesine yığılmışlardı.
DDKD’lilerin sayısı bini geçiyordu.
Hemen oracıkta, okulumuzun kapısında kavgaya tutuştular.
Sınıflarda sınavda olan öğrenciler bile sınavı bırakarak, DDKD’lilere yardım etmek için dışarı çıktılar.
Kavga büyüdü.
Bini aşan DDKD’lilere karşı PKK’liler galip çıktılar.
Gerillanın “vur kaç” taktiğini uyguladılar.
Hemen kayboldular.
O kavgayla birlikte PKK’nin namı ve şanı okulumuzda yayıldı.
O günden sonra gel zaman git zaman düşünüyor ve bakıyorum da, diğer örgütlerin yerlerinde yeller esiyor.
PKK’nin 32.kuruluş yıldönümüne girdiğimiz şu günlere bakınca görüyorum ki;
O ‘79’lu yılların tıfıl çocukları olan bizler de PKK gerillaları olmuşuz.
PKK tozu dumana katmış.
Ortadoğu’yu sallıyor.
Türkiyeyi sallıyor.
İran’ın sallıyor.
Suriye’yi sallıyor.
Irak’ı sallıyor.
Avrupa ve dünya siyasetine etkide bulunuyor.
Kürdistan’da kültür ve sanat PKK ile orjin kimliğine kavuşarak büyüyor.
Siyaset öz damarlarında yol alıyor.
Askerlik, PKK’ye has niteliğiyle HPG gerillaları şeklinde yenilmezlik ordusuna dönüşmüş ve dönüşmeye devam ediyor.
1837 yılında Garzan dağlarında Osmanlı ordusuna karşı hançerle savaşan, düşmana esir düşmemek için kendini Botan çayına atan Kürt kadınının, yine 1937-1938 Dersim direnişindeki Bese ve Zarifeler gibi asi ve savaşçı Kürt kadınının direniş geleneğini efsaneleştiren PKK’li kadın gerilla ordusu oluşmuş ve büyümeye devam ediyor.
1937-1938 Dersim direnişinde düşmanın eline geçerek öleceğine kendini ateş atan çocukların direnme tarzı yerine, Türk panzerine ve tankına karşı taşlarla direnen çocuk nesiler doğmuş ve doğuyor.
Asi Kürdistan’ın asi evlatları özüne dönüyor.
Neredeyse tamamına PKK’li nesil diyebileceğimiz bir nesil oluşmuş durumda.
PKK’li ikinci nesil diyebileceğimiz yeni nesilde doğmaya başlamış durumda.
Kürdistan PKK’leşirken Doğu Kürdistan’da, Batı Kürdistan’da, Kuzey Kürdistan ve Güney Kürdistan’da.
Mezara girmeleri yakınlaşan hainlerde son nefeslerine doğru yol alırken, efendileri Faşist ve Irkçı Türk devleti adına kargalar gibi cartlak cartlak en kötü sesler çıkarıyorlar.
Onların kargavari seslerini işittikçe direnişçi yanımız daha da bileniyor.
Biliyoruz ki, en fazla bir iki yıl sonra kargavari seslerde kalmayacak.
Öyle olacak ki, efendilerine ötenlerin çocukları da PKK’li olmayı bir onur payesi olarak göreceklerdir.
Öyle olacak ki, efendilerine göre öten babaları ve annelerini lanetleyecekler.
PKK’nin 32.kuruluş yıldönümü bizlere bu hissiyat ve düşünceyi veriyor.
Böyle hissetmek ve düşünmek bizim en tabii hakkımızdır da.
Çünkü PKK gibi efsane bir partiye, partinin Önderi Önder APO’ya, efsaneleşen şehitlere, efsaneleşen gerillaya, efsaneleşen bir halkın gerillası ile evladı olmak her kese nasip olamaz.
Bu şerefe herkes de nail olamaz.
Bundandır ki, dünyanın en sevinçli ve onurlu insanları olarak kendimizi görüyoruz.
Ey dünyanın en sevinçli ve onurlu gerillaları, halkı, kadınları, gençleri, çocukları hepinizin şanlı 32.kuruluş yıldönümünüz kutlu olsun.
- Ayrıntılar
Bir gerillanın mütevazı ve dolu dolu geçen bir gününü anlatmak belki de; gerillayı tasfiye etmek isteyenlerin başarısızlıklarını(!) anlamalarına ve milyonların desteğine haiz olmuş bu efsanevi gerçekliğe belli bir oranda katkı sunabilir.
Sabahın erken saatlerinde kalkılır. Her şeyden önce bir çevre temizliği yapılır ve sonrasında sabahın ihtiyaçları temelinde hummalı bir koşuşturmayla güne “Merhaba/Roj Baş” denilir. Aslında burada hemen belirtmek istiyorum; sabahıyla ve akşamıyla bu sözünü etmeye çalıştığım günlerin bütün tılsımı ortaklaşa olmasındadır. Yani kimsenin kendi çıkarlarında veya kendi pragmatist bencilliğinde zaman tüketme, kanserleşme gibi asalıklara girmemesi söz konusu olmaktadır.
Sabahın ihtiyaçları tedarik edildikten sonra, o günün koşulları normalse kahvaltıya geçilir. Kahvaltı da neyin olacağından ziyade nelerin konuşulacağı ve yapılacağı ön plana çıkan bir gerçeklik olmaktadır. Kahvaltı esnasında ve sonrasında o güne dair yapılacaklar üzerine somutlaşan ve görevlendirmelerin netleştiği bir tartışma yaşanır.
Bundan sonrasında eğitim çalışmalarına geçirilir. Burada eğitim çalışmalarını uzun uzun anlatmanın pek bir anlamı olacağını sanmıyorum. Daha çok spor, askeri ve siyasi konular üzerine yürütülen bu eğitimlerin her birinin ayrı bir önemi ve yaşamsal ehemmiyeti vardır. Özellikle spor olarak gerçekleşen eğitim çalışmalarında çoğu zaman moraller en üst seviyede olur. Zorlu Kürdistan coğrafyasında gerillanın yaptığı sporda, ayağında mekapı, belinde şutiği ve raxtı, elinde de vazgeçilmezi olan kleşiyle koşması ve taklalar atması aslında savaşın içinde her zaman hayat kurtaran olgular olmuştur.
Sporun ardından eğer imkanlar ve zaman elverirse günlük basın TV veya Radyo aracılığıyla takip edilir. Gerilla eline geçen her fırsatta hem bölgesel, hem de uluslararası alanda yaşanan birçok gelişmeden önemli sonuçlara ulaşmayı kendisine bir görev bilir. Bundan dolayı da çoğu zaman basını takip etme aksatılmayan bir çalışma olarak günün bu bölümünde işlenir. Gerçi özellikle TC’nin özel savaş basını izlendiğinden yüzlere yayılan tebessümler ve gülüşmeler, haber niteliği olmayan ve toplumu kandıran bu safsatalar karşısında, gerilla da sistem gerçekliği ve kapitalist sistem gerçekliği karşısında insanların düşürüldükleri duruma yönelik bir eleştiri niteliğini de taşımaktadır.
Bu basını takip etmeden sonra pratik çalışmalara katılacakların dışındakiler eğitim çalışmalarına devam ederler. Bu eğitim çalışmalarında askeri dersler veya siyasi dersler şeklinde öncesinden hazırlanmış programlara göre gündem oluşturmak söz konusu olmaktadır. Askeri derslerde daha çok savaşın genel durumu ve bunlar üzerine yürütülen tartışmalar ve dönemsel ihtiyaçlara göre belirlenmiş konular üzerinde durulur ve gerillanın yetersiz kalan yönleri aşması sağlanarak, her daim zaferi kazanan kişiliğe ulaşmasına zemin hazırlanır.
Siyasi derslerde daha çok tarih, felsefe ve toplumlar bilimi-bazı zamanlar beşeri bilimler üzerine yoğun tartışmalar ve araştırmalar yapılır. Bunlar da oluşturulan bu ortak platformda düşünsel anlamda paylaşılır. Öğlen vakti olduğunda günlük görevliler tarafından hazırlanan öğlen yemeği yenilir, çaylar içilir. Sonrasında çeşitli konular üzerine tartışmalar tekrardan alır başını gider. Öğleden sonra sabah ki programa benzer eğitim çalışmaları, bazen tatbikatlarla, bazen araziye yayılan ve gerçeği aratmayan askeri taktikler üzerine yürütülen eğitimlerle devam eder.
Akşam olduğunda ve güneş batıya evrildiğinde gerilla tekrardan hazırlanılan akşam yemeğini yer ve sonrasında o güne dair yapılanlara ve yetersiz kalan noktalara yönelik günün genelini ve katılımı kapsayan bir tartışma platformu oluşturur. Burada yaşanan yetersizlikler üzerine sonuç alıcı tartışmalar ve yapıcı eleştiriler geliştirilir. Bundan sonrasında da akşam haberleri izlenir varsa önemli programlar, belgeseller izlenir. Ondan sonrasında da bireysel kitap okuma, yazma vb çalışmaların oluşturduğu zaman dilimine geçilir. Artık günün sonuna doğru gerilla yeni bir güne kendisini hazırlamaya başlar. Üç aşağı beş yukarı gerilla bir gününü bu şekilde yaşamaktadır. Yaklaşık 32. yıllık mücadele gerçeğini ve gerillanın yenilmezliğini oluşturan bu günlerdir. Açıkçası bu zafere kadar da böyle devam edecek bir gerçektir.
Öyle gerillanın bir gününde maliyet, giderler gibi konular ön plana çıkan olgular değildir. Kendini eğitme, yetkinleştirme ve eksikliklere yönelik mücadele ön plana çıkmaktadır. Bu da gerillanın ve ona yüklenen bu şanlı misyonun gereğini yerine getirme de önemli bir basamak olmaktadır. Gerilla bu günlere, bu mücadeleye başından beri manevi bir temelde katılmaktadır. Bundan dolayı da kimse bu günlere ve gerillaya, maddi temelde yaklaşarak çözüm aramaya çalışmamalıdır. Böyle beyhude yaklaşımların ne öncesinde, ne de sonrasında bir yararı olacağını düşünmek, olsa olsa çok basit bir aymazlıktır!
- Ayrıntılar
Türkiye parlamentosunda yoğun tartışmalar var. Tartışmalar ağırlıklı olarak açılıma dönük yapılıyor. Ve ilginç olan ise işin özüne çok az mebusun dokunmasıdır.
Parlamento yani konuşulan yer. Tartışılan yer. Diyaloglarla var olan sorunların çözüme bağlandığı yer. Türkiye’de bu yere meclis diyorlar. Hatta Büyük Millet Meclisi. Milletin büyük meclisi.
Ve meclislere milletin temsilcileri gönderilir. Milletin sorunlarını çözmek için halk kendi seçimini, kararını başkasına yani mebusuna devreder. Ve o mebus artık milletin ağzıdır, yüreğidir, dilidir.
Böyle olması gerekir. Ama nerede bir yetki devri varsa orada bir suiistimalin yaşandığını yaşam tecrübemizle biliriz. Yetki devri irade devridir. Yani siz iradenizi başkasına teslim etmişinizdir. O kişi ya da kişiler ya da kurum ve kurumlar artık adınıza karar verirler. İradesini teslim edenler çok sürmeden teslim alınırlar. Çünkü sistem böyle işler.
Hâlbuki en doğal ve kutsal hak kendi iradesini yansıta bilme hakkıdır. Kendisiyle ilgili olana, genelle ilgili olana direk dolaysız katılma hakkıdır. Kendisine ilişkin olana karar verme hakkıdır. Kimisi buna doğrudan demokrasi diyor. Doğrudan temsil diyor. Dipten gelen dalga diyor. Köktencilik diyor. Ve ilginçlik o dur ki çağımızda böylesine bir temsili yaşama geçirmenin çok fazladan imkânı var. Kendi iradesini başkasına teslim etmeden, başkasına da teslim olmadan direk kendi çıkarlarını sonuna kadar savunma ve koruma imkânı bu söylediğimiz doğrudan temsilden geçiyor. Kimisi böylesine bir örgütlenme modeline yatay konfederal ilişki ve ilişkilenme diyor.
Geçelim bunları. Türkiye’de var olan sistem burjuva demokratik sistemidir. İşleyen bu da değildir. İşleyen otoriter, halktan kopuk, halktan uzak, bildiğini okuyan oligarşik bir sistemdir.
Türkiye’de tartışılıyor dedik. Parlamentosu tartışıyor. Özgürlük dağlarında bu kadar tabiat ananın zor şartlarında söylenenleri çok takip etme imkânımız her zaman olmuyor. Gönül isterdi ki anı anına takip edelim, izleyelim ve görüşlerimizi zamanında ifade edelim.
Ama olmuyor. Bu bir handikap. Özgürlük dağlarında yer yer tüm tekniklerde kopuk olmanın handikapı. Gecikmeli de olsa parlamentoda yapılan tartışmaları izliyoruz. Milletin meclisinde milletin başlıca sorunu Kürt sorunu iken faşist düşüncelerin, cümlelerin sarf edilmesi insanı düşündürtüyor. Bir de sözde halk partisi diye geçinen bir partinin önde geleni tarafından. Tuhaf dedik. Milletin kürsüsünden savaş kışkırt kanlığı yapılıyor. Geçmişte yapılan katliamları onaylayan, bugün de benzer katliamlar yapılmasını isteyen bir ağız milletin meclisinden dillendiriliyor. Kürtlere, Ermenilere, Yunanlara yapılanlar onanıyor. Onanmanın da ötesinde ilham kaynağı olarak gösterilerek benzerinin bugünde yapılması isteniyor. Ve bu dozajda faşizan düşünceleri dile getiren sözde “Onur” ismini taşıyor. İnsanlığa bu kadar “Onur”suzca yaklaşan birinin isminin “Onur” olması insanlık adına bizi utandırıyor.
Daha da tuhafı ve çirkini ise böylesine faşizan ve salyalı sözler “Onur”suzluğu yaşayan birinin ağzından çıkarken katledilen bölgeden gelen birinin bu faşizan sözlere alkış tutmasıdır. Birileri gelecek atalarına zoraki baskı uygulayacak isyana zorlayarak sonradan katliamlar yapacak. 70 binin üzerinde insan katledilecek, Munzur vadisi yıllarca kan kızıl akacak, o bölgenin genç kızları süngülenecek, tecavüzlere uğrayacak ve sen seni katledenin ismini de alarak bugün tecavüze uğramış mazlum bir halkın yeniden katledilmesini isteyen “Onur”suz sözlere alkış tutacaksın… Kendini satmanın pazarlamanın, kaşarlanmış olmanın, onursuz olmanın da bir sınırı var derler. Ama Kemal Kılıçdaroğlu gibilerinde bu sınır yok gibidir.
Çok uzatmayacağız. Bu halkın temsilinin kendisi yapabilmesi için, kendi kararını kendisi vermesi için, doğrudan demokratik bir sistemi hayata geçirmek için Kürdistan’ın özgür dağlarında özgürlük uğruna mücadele eden Gabar ismindeki bir yoldaşımız Gabar’da aynı Dersim’deki gibi katliamlar yapmak isteyen bir faşizan düşmana karşı tüm duyargalarını şahlandırarak meydana kendini atmadan önce söylediği sözler;
“BUGÜN ÖZGÜRLÜK GÜNÜDÜR, O YÜZDEN ÖZGÜRLÜKLE DANS EDECEĞİZ” oluyor.
Evet, özgürlük günlerini yaşıyoruz. Ve biz o yüzden özgürlükle dans ediyoruz. Biz Dersimlerin, Paluların, Zilanların, Ağrıların, Kulpların, güzel genç Kürt kızı Rındaxanların başına gelenlerin bir daha güzel genç Kürt kızlarının başına gelmemesi için özgürlük dağlarında özgürlük için dans ediyoruz. Ermenilerin, Yunanların başına gelenlerin halkımızın başına gelmemesi için dans ediyoruz.
Ve şunu hemen belirtelim: Faşist salyalı zihniyetler hiç sevinmesinler. Özgürlük dağlarında özgürlük için savaşan yürekler oldukça artık geçmişin katliamlarını yapamayacaklar. Yeter ki özgürlük dağlarında özgürlük uğruna yola çıkmış olanların yanında olunsun, yeter ki onlara bağlı kalınsın ve yeter ki özgürlük günüdür diyerek özgürlük için mücadele edilsin.
“Onur”suzluğu yaşayanlar buna inanmıyorlarsa bizatihi kendileri dağlara gelebilirler. Buna yürekleri yetmiyorsa yanlarına odundan yapılı “Kılıç”larını da alsınlar.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Kasım günü 11:00-12:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Çiyareş alanı ve çevresine yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
14 Kasım günü akşam 19:00 ile sabah 05:00 saatleri arasında Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Govendê, Miros ve Basya Hattı alanları ile Hergûş Köyü’ne yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
16 Kasım 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Kasım günü 13:00-15:00 saatleri arasında Hakkari’nin (Colemerg) Şemdinli (Şemzinan) ilçesine bağlı Kelatê Karakolu’ndan Tepe Gowendê alanına yönelik olarak obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Kürdistan ve Türkiye’de birileri zanneder ki, Taraf Gazetesi liberaldir.
Gerçek bunun tam tersidir.
Dolayısıyla böyle düşünenler liberallik nedir bilmiyorlar.
Eğer böyle düşünenler, kendine demokratım diyorlarsa demek ki, ırkçılık ile özgürlük direnişini birbirinden ayırmayı bilmiyorlar.
Eğer böyle düşünenler, kendine sosyalistim diyorlarsa demek ki, üstün ırk ırkçılığını meşru görüyorlar.
Eğer böyle düşünenler, kendine Kürt yurtseveriyim diyorsa demek ki, işgalci zihniyetin işgaline uğramışlar, demek ki beyinleri dumura uğramış.
Tarafın yayınlarını takip edenler zanneder ki, bu gazetenin yaptığı haberler yenidir.
Özgür ve alternatif medyacılık yapan Kürtlerin medyasını iyi takip edenler bilir ki, malum gazetenin yayınladığı haberleri Kürt medyası yıllarca önce yayınlamış.
Malum gazetenin haberlerine “mal bulmuş mağrip misali” sevinenler, kendini aldatıyorlar.
Böyle sevinenler bilmiyorlar mı, bu gazete CIA ile MİT’in eşgüdümlü olarak çıkardığı bir gazetedir.
Böyle düşünenler bilmiyorlar mı, faşizm medya alanında kendini allayıp pullayarak hem solcu, hem dinci, hem sosyalist, hem demokrat, hem milliyetçi hem de ırkçı yayınlar yapmaktadır.
Doğan medyasına bakın, Önce Vatan gazetesi tam Türk ırkçısı, Hürriyet beyaz Türk ırkçısı, Milliyet liberal Türk ırkçısı, Vatan devşirme Türk ırkçısı, Radikal sol soslu Türk ırkçısı, Posta cinselci Türk ırkçısı çizgisinde yayın yapmaktadır.
AKP ve Fetul-Münafıkçı Türk medyasına bakın, Yeni Şafak gazetesi liberal Türk ırkçısı, Vakit tam provatör Türk Irkçısı, Star ile Sabah soft ile cinselci alaşımlı Türk ırkçısı, Zaman hem İslamo faşist hem de münafık Türk ırkçısı, Türkiye Turanist Türk ırkçısı, Taraf light derin Türk ırkçısı, Aksiyon dergisi Mitçi beyaz Türk ırkçı çizgide yayın yapmaktadır.
Türk ırkçılığı medya alanında Doğan Medya aracılığıyla katı Türk ırkçılığına-Kara Kemalizm-, AKP ve Fetul-Münafıkçı medya aracılığıyla da Türk-İslamcı Türk ırkçılığına-Yeşil Kemalizm- oynamaktadır.
Türk faşizmi-dünyada eşi benzeri olmayan ırkçılık türü- her iki medya koluyla ırkçılığı meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Tabi bunu yaparken tüm gazetelerin ırkçı yayınlarını PKK ile Kürtler deşifre edince, imdatlarına ABD koştu. ABD, bu konuda CIA’ya özel rol verdi. Ve Taraf gazetesini çıkarma kararını uygulamaya soktu.
Gazetenin finansmanını CIA ile Türk MİT’i birlikte yapmaktadır.
Paralar, CIA ajanı Fetullah Gülen’in şirketlerine aktarılmakta, oradan da naylon-çakma-işadamları vasıtasıyla Taraf Gazetesi’nin kasasına aktarılmaktadır.
Sermaye ve arka cephesini böyle sağlama alan ABD ile CIA, Yasemin Çongar ile Ahmet Altan’ı özel olarak görevlendirdi.
Yasemin Çongar, CIA’nın temsilcisi iken, Ahmet Altan ise MİT’in temsilcisidir.
Altanların ailesi atadan Türk istihbaratına çalışmaktadır. Ermeni soykırımı ile Kürt soykırımını örgütleyen Teşkilatı Mahsusa’nın kuruluşundan beri bu aile Türk gladiosunun demirbaş elamanları olmuşlardır.
Sol maskeleri var ama özünde ırkçıdırlar, nano ırkçıdırlar.
Ahmet Altan genetik ırkçılık yaparken, nano ırkçılık yaparken oraya buraya kıvırtıyor.
Oryental gibi raks eylerken, Oryental ırkçılık üzerinden de palazlanmakta.
Utanmadan da kendine barışçı misyonunu yüklenmekte, utanmadan da CIA, MİT ve AKP’nin politikalarını uygulamayı erdem olarak herkese yutturmaya çalışmaktadır.
Politikalarını uyguladığı AKP, üç defa savaş kararı alırken sus pus olan Oryental nano ırkçı Altan’dır.
Nemalandığı AKP, 2006 yılında çıkardığı bir yasayla Kürt çocuklarını öldürmeyi ve zindanlara doldurmayı bir bir yerine getirince sus pus olan ve gizlice alkış tutan yine ırkçı Ahmet Altan’dır.
Nemalandığı AKP, 2007 yılında çeteciliğin-koruculuk-sayısını artırma kararını alırken sus pus olan yine bizim meşhur ırkçımız Ahmet Altan’dır.
Nemalandığı AKP, 2008 yılında kontr-gerillayı meşrulaştırma ve “DTP’yi Bitirme Planını” uygulama yasası ile planını pratikleştirirken bunu alkışlayan aynı Oryental ırkçı Altan’dır.
AKP’nin faşist-ırkçı-yasalarıyla Kürt çocukları katledilirken, gazeteler kapatılırken, AKP’nin çanaklarını yalama şerefine nail oluyordu.
Bu Oryental ırkçı, şimdi kalkmış önce gazetesinde bir haber yapıyor, dünyada özgürlükçü harikalar yaratan PKK’yi, dünyanın en ırkçı partileri olan CHP ile MHP’yle özdeşleştirmeye çalışmakta.
Daha sonrada “Barış Günü, Savaş Günü” diye bir makale yazarak ırkçı Türk devletine karşı dünyanın en haklı direnişini veren PKK ve bizler gibi gerillaları suçlamaya çalışmaktadır.
Vay vay, neymiş de, bilinç altımızda devlet ideolojisi varmış.
Oryental Türk ırkçısı Ahmet Altan, 4.Murad’ın Şeyhülislamı Yahya Efendi’nin rolünü almışa benziyor.
4.Murad’ın çanak yalayıcılığını yapan Yahya Efendi’yi, ünlü Kürt şairi Nefi idamı göze alarak eleştirmiş ve sonuçta idam edilmişti.
Kürdistan özgürlük gerillaları da çağdaş Nefiler olarak, Kürdistan dağlarında dünyanın en ırkçı devleti olan Türk devletine karşı savaşırken, tabi ki Altan’ın suçlamalarına cevap vereceklerdir.
Hele bir bakalım Kürt şairi Nefi 4.Murad’ın çanak yalayıcısı Yahya Efendi’ye ne demişti?
“Bize kâfir demiş müftî efendi
Tutalım ben anca diyem Müselmân
Varılınca yarın Rûz-i Cezâya
İkimiz de çıkarız anda yalan”
Nef’i bu kıtayla Şeyhülislam Yahyâ’ya yanıt verirken açıkça şunu demek istiyor:
"Müftü efendi bana kafir demiş.
Tutalım ben de ona Müslüman diyeyim.
Ama yarın Rûz-i Ceza’da ikimiz de yalancı çıkarız.
Çünkü kafir olan kendisidir."
Bizde aynısını Ahmet Altan’a iade ediyoruz.
Çünkü Oryental nano Türk ırkçısı olan Ahmet Altan’ın ta kendisidir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 11 Kasım günü Şırnak’a bağlı Cudi’nin Bilika alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Binlerce askerin katıldığı operasyon aynı gün akşam saatlerinde sonuçsuz geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 10 Kasım günü sabah 11:00-11:30 ile akşam 18:00-19:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Şivê ve Dola Şivê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar