Türkiye yeni günlere gebedir. Bunun da işaretleri her gün bir bir ortaya çıkıyor. Yeter ki zihin gözlerimizi açmasını bilelim.
Türkiye toplumu ilk kez bir vücut olmaya doğru gidiyor. Toplumu rahatsız eden baskıcı kesimlere ve kan emicilere ortak bir karşı duruş adım adım yükseliyor.
Toplum parçalanmayı, karşıtlaştırılmayı, birbirine düşürülmeye artık tahammül etmiyor, edemiyor. Çünkü yaşam onlara “böyle yürümemelidir” diyecek tecrübeyi çok fazladan öğretmiştir. Yaşam en büyük öğretmendir derler. evet yaşam Türkiye toplumlarına bunu iyi öğretmiştir. Geçte olsa bu öğrenme halklar adına sevindirici bir gelişmedir.
Kürtler yekvücut olmayı ilk gören toplumsal kesittir. Ve bu Kürtleri şanslı kılmaktadır. Çünkü hazırlıklı olan Kürtler yekvücut olmanın motor rolünü oynamaları gerektiğini de biliyorlar. Bu görev ya da misyon onlara biçilmiştir. Ne de olsa en çok ezilen, horlanan, dıştalanan, kapı dışarı edilen, öldürülen, faili meçhule giderek ölüm kuyularına atılan, evleri köyleri yakılıp yıkılan, ötekileştirilen bir toplum olarak en çok acıyı yaşayanlardır. Acıyı yaşayanlar acımasını bilirler. Acı çekenler acı yaşayanı anlarlar. Acılara maruz bırakılanlar acılara kimselerin maruz kalmaması için mücadele ederler. Ve Kürtler bugün bunu yapıyorlar.
Türkiye’de diğer acı çektirilen bir toplum kesimi de dini duygularına göre yaşamak isteyen İslami kesimler olmuştur. Din haline getirilen laisizmin kurbanı olarak dıştalanmanın ne olduğu iyi bilen başka bir ötekileştirenlerdir. Her ne kadar son zamanlarda iktidara bulaşmış olan bir kesim İslam’ı bozan dindar geçinenler bu yekvücut olmayı engelleseler de bu kesim giderek kardeşliği benimsemektedir.
Türkiye’nin başka kanayan bir yarası Alevilerdir. Adeta Kerbela’nın susuzluğu bu topluma hep yaşatılmaya çalışılmıştır. Acı ve ızdırap denildiğinde ilk elden Alevilerin gelmesi bundandır. Artık aleviler yekvücut olmuş bir Türkiye’nin olmazsa olmaz olduğunu biliyorlar.
Başka acı çeken kesimler de vardır. Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, Romanlar, Hıristiyanlar ve tabii ki diğer azınlıklar.
Türkiye’nin başka acı çekenleri olarak solcular vardır. Her ne kadar hep sindirilmeye çalışılmışta olsa alttan alta bildikleri yoldan şaşmadan yaşamasını bilmişlerdir. Ve onurlu olanları halkların kardeşliğine olan inançlarını yitirmeden bugüne gelmişlerdir.
Türkiye’nin başka bir kesimi ise yukarıda dile getirdiğimiz kesimlerden çoğu zaman çıkarlardan, acımasız politik oyunlardan, apolitiklikten derken birçok farklı nedenlerden dolayı uzak duran liberal çevreler olmuştur. Bireycilik bir hastalıktır. Liberaller bireyciliklerinden dolayı acı çeken toplumlara hep uzak durmuşlardır. Ancak faşizmin kol gezdiği Türkiye’de artık liberaller de nefes alamaz duruma gelmişlerdir. Faşizm gerçekten nefes kesen ve nefessiz bırakmanın kendisidir. Ve giderek bu nefessiz bırakılmayı liberallerde geçte olsa görüyorlar.
Ve tabii ki bu tabloya çok sayıda aydını, demokratı, onurlu duruşa ant içmiş insanı, çevreciyi, feministi, anarşisti, sivil toplumcuyu, insan hakları savunucusunu, antifaşisti, anti militaristi ve burada sayamadığımız daha başka kesimleri de sıralamak gerekiyor.
Hepsinin ortak noktası; yeni ve adil bir Türkiye’nin yaratılmasıdır. Herkesin kendisini özgürce ifade edeceği, siyasal, dinsel inançlarından, milliyet aidiyetinden dolayı ayrımcılığa uğramadığı bir Türkiye.
Evet, Türkiye yeni günlere gebedir. Ortaklaşmanın, kardeşleşmenin, hoşgörünün gelişeceği günlere gebedir Türkiye. TEKEL işçi direniş bu birleşmenin iyi bir örneğidir.
Ve buna en fazla öncülük edecek olanlar ise Kürtler ve Kürtlerin demokratik siyaset güçleridir.
- Ayrıntılar
Haberlerde okuduğum Doğubeyazıt’taki Gülen cemaati faaliyetlerine ilişkin bir şeyler belirtmek gerekiyor.
Ben de aynı topraklarda doğdum-büyüdüm. Çaresizlikten iki yıl bu cemaatin yurtlarında kaldım. Bilenler bilir. Fatih öğrenci yurdu.
Yaşamımın keşke olmasaydı dediğim yılları.
Şimdi bu cemaat Xani Baba dururken onlara Fetullah Gülen’in fikirlerini benimsetecek. Ahmede Xani kimdir. Ağrılılar, Doğubeyazıt’lılar çok iyi bilirler. Xani Baba adına edilen yemin en büyük yemindir.
Ahmede Xani Kürtlerin bir olmasını öğütlemiş bir alim bir din adamıdır. Hep kendi topraklarında kalmış, onlarca öğrenci yetiştirmiş, onca kitap yazmıştır. Kürtlere varlığına dair en önemli edebi eserlerden biri olan Mem-u-zini yazmıştır. Kendi topraklarında yaşamış, kendi topraklarında insanları eğitmiştir.
Fetullah gülen kimdir. Şimdi nerededir?
Cevabı tek kelimedir
Amerika
Amerika’da kimler tarafından beslendiği, kimler tarafından yönlendirildiği çok açıktır. Kürdistan’da özgürlük tohumlarının yeşerdiği yerlere Amerika ve faşist Türk devletinin öncü birlikler olarak gönderdiği cemaatin lideridir. Şimdi Amed’de Hewler’de yeşeren özgürlük tohumlarını yok etmek için uğraşıyorlar.
Fetullah Gülen 12 eylül darbecilerinin ve Amerikalıların kurduğu sözde kominizmle mücadele derneğinin aktif militanlarındandır. Kominizmle mücadele adına bölge halkını imha ve inkar eden devletin politikalarının bir parçası olmuştur.
Fetullah gülen cemaati kendini Saiti Kurdi’nin takipçileri olarak tanımlarlar. Kendileri Saiti Kurdi’yi Saidi nursi olarak dönüştüren, Saidi Kurdi’nin düşüncelerini dönüştürüp,değiştirip Saidi Kurdi adını kullanıp Saidi Kurdi’nin kitaplarını düşüncelerini bozan, kendi çıkarlarına göre değiştiren cemaattir. Saidi Kurdi’nin asi düşüncelerini sistem içi bir düşünceye çeviren Fetullah Gülendir.
Bu cemaat Doğubeyazıt’ta yurt ve dersane açacakmış. Bu cemaatin dershanelerinde okumuş onların cematine katılmış bölge gençlerinin şimdiki durumuna bakın bazılarını tanıyorum. Kendi halkı ve kendi topraklarından kopmuş, kendisi ve bu cemaat dışında hiçbir toplumsallığı insanlığı kalmamışlardır. Bu dershaneler bölge halkını bölge gençlerinin düşünce gücünü çalıp sistemin çarkları arasında eritmeyi kendisine yabancılaşmasının araçlarıdırlar. İlk başta birilerine iyilik güzellik olarak gelse de bu insanı kandırmak için verilen sahte değerdir.
Ahmedê Xani Doğubeyazıtta öldü. O zamanların bilim merkezi Bağdat’a da gidebilirdi ama gitmedi. Kürdistan’da kendi topraklarında kaldı.
ne yapmalı?
Bu gerçeği herkese anlatmalı. Bu cemaat bu topraklardan çıkmaya mecbur edilmeli. Bu iyi bilinmeli anlatılabilme ki bu cemaatin her kurumu marketi dersanesi yurdu halkı ajanlaştırma, kendi değerlerinden uzaklaştırma araçlarıdır. faşist Devletin farklı bir şeklidir. AKP nin adamlarıdır.
Bunun kurduğu kurumlara alternatif kurumlar örgütlenmeleri yöre öğretmenleri demokrat sendikaları yaratmalı, işletmelidir. Bu belediyenin de görevidir. Gerçek din adamları bu cemaatin gerçeğini teşhir etmelidir.
Serhat gençleri
Xani Baba aşkına!
Bunlara kanmayın. Bunları o kutsal topraklardan söküp atın. Bunun için ne gerekiyorsa kendiniz yapın. Örgütlenin.
Siz Doktor Agit(Nurettin Turan), Mehmet Okçu, Sema Yüce’lerin hemşerisi ardıllarısınız. Siz Ahmedê Xani’nin öğrencileri olun, fetullah gülenin değil.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
8 Şubat günü öğleden sonra 15:00-16:00 saatleri arası ve gece 22:00-23:00 saatleri arası olmak üzere Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Cehennem Tepesi, Çiyareş ve Dola Şivê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından iki ayrı obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
9 Şubat 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
7 Şubat günü gündüz 09:30-11:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Sernê ve Elê köyleri ile Çiyareş ve Cehnnem Tepesi alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır. Yapılan saldırı sonucunda saldırı yapılan köylerde maddi hasar meydana gelmiştir.
8 Şubat 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
5 Şubat günü gündüz 13:00-14:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Şivê ve Bezelê köylerine yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
7 Şubat 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
30 Ocak günü gündüz 10:00-11:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Dola Kanî Sarkê ve Çiyareş Tepesi’ne yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
31 Ocak 2010
HPG Basın - İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Gecikmiş kar’ın her tarafı bembeyaz eden örüntüsü ile güne başladığımızda herkeste sevinç ile şaşkınlık arasında sıkışmış bir duygu coşkunluğu oluşuyordu. Kimse bunu açıkça söylemiyor ve herkes sobaların başına koşarcasına geliyor ama gözlerin hemen hemen hepsinde bu geç kalan kar’a ve ortalığa serilmiş olan bu beyaz görüntüye olan hayranlığı çok çabuk yakalayabiliyor insan.
En çok ayaklarımız üşüyor ve direk sobaya en yakın yerlerde ayaklarımızı ısıtıyor ve ıslanmış ayakkabılarımızı kurutmaya çalışıyoruz ve biraz sonra tekrar ıslanacağını da çok iyi biliyoruz. Bunun yanında mümkün mertebe biraz hacimsel sıkışmalarla bütün canların etrafımıza, sağımıza, solumuza gelmesini isteyerek “gelsene Heval sen de ısıt kendini” diyerek, ısınan ayaklarımızla sıcak sohbetler oluşturuyoruz. Ama eksik kalan bir şey ise zaman geçtikçe daha ağır bir şekilde kendini hissettirmeye başlıyor. Aklıma adını unuttuğum İspanyol yazarın “Sakın Yatağın Altına Bakma” adlı o güzel, güzel olduğu kadar da post-toplumcu olan romanı geliyor birden. Gözlerim ayakkabılarda, paçalarına kadar çekilmiş çoraplarda ve gerçekten diyorum: “bunlar birbirini yer mi, birbirleriyle çeşitli maceralara açılır mı?”
O anda ellerine geçirmiş olduğu kocaman eldivenlerle ve boynundaki şalıyla içeri giren Medya arkadaşın gözlerindeki ışıltıyı çabuk anlıyorum, ki o da ona yöneltilmiş bakışlara yönelik “hadi ne duruyorsunuz, gelin kar topu oynayalım” diyor. Sanki herkesin uzaklardan ve saatlerdir beklediği haber yerine ulaşmış gibi oluyor ve birden bir hareketlilikle herkes, mümkün mertebe üst yamaçlara yöneliyor. Neden mi üst yamaçlar? Biz savaşın içinde kalan ve savaşa aşikar olan tutkulu insanlar için her zaman hakimiyet noktası, yaşamla eş değer olmaktadır. Bunun için de yaşamla o kadar çok iç içe geçmiş olan bu doğal kaideyi uygulamak, bizler açısından içsel bir harekete dönüşmüştür. Bundan dolayı da oyunumuzda bile savaşın gerekliliğine göre hareket ediyoruz ve yukarılara ulaşanlar, başlıyorlar alt kademelerde olanlara ilk atışları yapmaya. Bunlar, yani bu ilk atışlar daha çok yoklama ile taciz arasında oluyor. Bir de safları belirlemek için de bu atışlar geçerli olmaktadır.
Ben o gün günlük görevli olduğum için bu taktiği savaşa, ruhu ise dinmemiş çocukluğa dayanan oyuna katılamıyorum ve oynayan yoldaşları bir parça da olsa izlemeye çalışıyorum. Arada bir beni de bu oyunun içine çekmek için bazı atışlarını bana doğru yapıyorlar. Ama ben çalışmam gerektiğini bildiğim için “tahrik edemezsiniz” diyorum uzaktan ve her ne kadar taciz amaçlı olsa da, yapılan atışlardan kendimi korumaya çalışıyorum. O anda gözlerimle bu coşkunluğu açığa çıkarmış olan Medya arkadaşa bakıyorum, boynunda spazm varmış ve ciddi anlamda belinden rahatsızlıklarıyla boğuşuyormuş, kimin umurunda kocaman eldivenlerinin arasına topladığı karları, aceleci bir şekilde ovuşturuyor ve istediği şekli aldığına kanaat ettiğinde, öncesinden belirlediği hedeflerine yönelik birbiri ardına atıyor kar toplarını. Her atışının sonunda da bakıyor karşısında hedef olarak yer alan arkadaşların canlarının yanmadığına emin olmak istiyor. Çünkü biliyor her ne kadar oyun da olsa bu masumiyet, bir yoldaşın vücudunda hassas olan bir yere bu buzullaşan kar topları değse, onun canı daha çok yanacak…
Ne olduysa bu arada oluyordu. Anlık bir gaflete düşüyordum, öncesinden bu anı kollayan Bermal arkadaş arkamdan kocaman bir kartopunu bana atıyor ve yüksek atış isabetiyle, beni tam istediği şekilde vuruyor. Başımda dondurucu bir soğukluğu hissediyorum, üstüme dağılmış olan kar parçalarını temizlemeye çalışıyorken, dönüp ona baktığımda; bana bakıyor ve gülerek elindeki diğer kartopunu hazırlıyor, ben de saldırır gibi önce arkasından koşturuyor gibi davranıyorum ama en iyi savunmamı bu şekilde yapmış oluyor ve oradan uzaklaşıyorum. Gün boyu kartoplarının böyle havayı yırtarak uçuşmasından sonra, üşüyen ve yorulan arkadaşlar tekrardan toplanıyorlar, taze ve demli çaylarımızla televizyondaki haberleri izlemeye başlıyoruz.
Televizyonda o güne denk gelen bir şansızlığı mı, yoksa bin yılların dinmeyen bir acımasızlığı mı olduğu çok da belli olmayan bir haber, dışarıdaki kar toplarından daha soğuk bir şekilde yüzümüze ve hatta tüm ruhumuza çarpıyor. Batmanlı Berivan’ın taş atmış olması ve on beş yıllık hayatına, on üç yıllık cezanın kesilmesi bizi olduğumuz yere mıhlıyordu. Medya eldivenlerini çıkarmış ve üşümüş ellerini ovuşturuyordu, Bermal arkadaş ise kıpkırmızı olan ellerini nefesiyle ısıtmaya çalışıyordu. Hem onların hem de diğer canların gözleri habere kilitlenmişti.
Ben önümdeki yemeğe tuz eklemiş ve karıştırıyorken, kulağıma haberin devamı geliyordu ama gözümün önüne Berivan’ın yüzü ve elleri geliyordu. Taş atmış olmasıyla yaşanan bu zulüm ve baskıların sebebi diye bir gerçeğin bu dünyada olmadığını ve hiçbir zaman olmayacağını çok iyi biliyorum. Ve bu durumun yeni olmadığını, yani “İLK”in yıllar önce kaybolduğunu iyi biliyorduk. Amiyane bir şekilde izan edilmese de tüm arkadaşlar bunun farkındaydı. Birçoğumuz geçmişimizde taş attık, Molotof attık. Yani zamanın statikleştiği bir durum karşısında sadece ve sadece biraz daha öfke biliyoruz.
Bu kadar acizane ve korkak zihniyetin yaratacağı bir geleceğin olmayacağını çok iyi biliyoruz. Bu zulümlerin ve baskıların bizi getirdiği yer burası, ya sizi götürdüğü yer neresi? Siz bakmayın bugün kar topu attığımıza, ellerimiz hem tetiğin ıslaklığına ve hem de pim’in halkasının kudretine alışkındır. Bakmayın ellerimizin üşümüş olmasına, nice Beritan’ın isyanını çok çabuk bir şekilde salarız damarlarımıza ve yapışıveririz kursağınıza…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Kara kış çöktü Kürdistan üzerine.
Kara kışın ayaz gecelerinde buz tutuyor, fakirden Kürdün her yanı.
Bizler de, kan donduran soğuklarda zirvelerdeki stargahlarımızda eritiyoruz buzları, ısıtıyoruz yürekleri.
Çünkü biz yarının umutları, şimdinin de jiletten keskin isyancılarıyız.
Jiletten keskinliğimizle yarıp geçiyoruz bentleri birer birer.
Biliyoruz, halkımızın gözleri menzil ufukta bize bakar.
Yakın da olsa, uzak da olsa, gönüllerin duygusu bize meyilli.
Kan aksa da sokaklarında ülkemin,
İti, MİT’i, JİTEM’i, Fetul-Münafıkı, Hizbul-Kontrası yek-vücut olarak Kürde düşman olsa da,
Hepsi çakal sürüleri gibi, keftar-sırtlan- sürüleri gibi ya ALLAH ya ALLAH nidalarıyla saldırı üzerine saldırı düzenlese de,
Fetul-Münafıkçı MİT teşkilatı ile Polis teşkilatı har û har ölümü yaklaşan kuduz köpekler gibi saldırıya geçse de,
Onar onar, yirmişer yirmişer, yüzer yüzer annelerimizin ak û helal sütü gibi pir û pak yurtsever belediye başkanlarını, siyasetçilerini tutuklasa da İslamo-Faşist AKP,
Devşirme Erdoğan’ın, İstanbul’daki belediye karargahında Türklüğü devşirilen Mehdi Eker gibi Beko Evanlar kambur kambur vampirler gibi “Kürtlerin kanını istiyorum, Kürtlerin kanını istiyorum” dese de,
Kazanamayacaklar Putçu Türk Irkçısı Devşirme AKP’liler ile onların perde arkasındaki beyni Fetul-Münafıkçılar.
Hiç biri kazanamayacak, dünyanın en azgın ırkçıları olan bu Putçu Türk Irkçılar.
Fitil fitil burunlarından getireceğiz.
Cizre’de vurdukları 18 aylık bebek Mehmet Uytun’un hesabını verecek bu işgalci Fetul-Münafıkçı polisler, MİT elemanları.
MİT’in bir şubesi şeklinde misyon yüklenen şubeler, Kürtlerce ve dünya insanlığınca yargılanacaklar.
Yine bu şubelerde çalışan her kişinin bir MİT elemanı olarak Kürdistan’da ajan faaliyeti yürütmesinin bedeli olacak herhalde.
Zaman, Star, Bugün, Sabah, Taraf gibi gazetelerdeki apoletli ajanlar yaptıklarının karşılıksız kalmayacağını bilmeyecek kadar bîakıl değildirler herhalde.
AKP’si, Fetul-Münafıkçısı bunların itleri, külli medyası, askeri, polisi savaş davullarını çala çala Kürtleri soykırımın envai türünden geçirirken, buna açılım maçılım demeleri Kürtleri öfkelendirmekte.
Öfkeyi asimana çıkarmakta.
Kürtlerin sabır taşı, ha çatladı ha çatlayacak.
Kıyamet, ha koptu ha kopacak.
Öfke, intikam duygusu kasırgaya, Tsunami eşiğine, ha dayandı ha dayanacak.
Artık AKP ile Fetul-Münafıkçıların qelleşlikleri, fır fır hilekarlıkları, katilkeşlikleri, düzenbazlıkları, hortumculukları, kuduzvari putçu ırkçılıkları tahammül sınırlarını aşmış durumda.
Savaşırken, yiğitçe savaşın diyoruz Ey Faşist AKP’liler, Ey Turancı Fetul-Münafıkçılar.
29 Mart’ın intikamını qalleşçe almaya çalışmanız, hiçbir yiğitliğe sığmaz.
Seçimin intikamı seçimle alınır.
Faşist usullerle alınmaz.
Taşa karşı, kurşunla cevap verilmez.
Taşa karşı, tankla, topla, kimyasal silahla cevap verilmez.
Taşa karşı, kan dökmekle cevap verilmez.
Öldürdükçe kana doymuyorsunuz.
Kürtlerin en nadide insanlarını zindanlara doldurarak, yiğitlik yapılmaz.
Bir bütünen Kürtlere savaş açarak, bunu açılım maçılım manisiyle, safsatasıyla izah etmek yiğitliğe hiçbir şekilde sığmaz.
Savaş davulları çala çala, Kürtlerin kanını dökerken bile sırıtmak, en büyük faşist çılgınlıktır.
Bu durum düşmanlığı bile aşan bir durumdur.
Ahmet Arif’in deyişiyle isterdik düşmanlığınız da erkekçe olsun.
Sadece A.Arif’in “Akşam Erken İner Mapushaneye” şiirindeki bir dörtlüğü bile sizin ciğerinizin kaç para olduğunu anlatmak için yeter de artar da.
Ey Faşist AKP’liler, Ey Turancı Fetul-Münafıkçılar;
Bakın Ozan A.Arif ne diyor:
Vurulsam kaybolsam derim,
Çırılçıplak, bir kavgada,
Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da, düşmanlık da.
Zamanı geldiğinde, gerektiği mekan ve zamanda HPG gerillaları düşmanlığın ne olduğunu size gösterecekler Ey Faşist AKP’liler, Ey Turancı Fetul-Münafıkçılar.
Sizler savaş davulları çalarken ve Kürtleri güle güle katlederken, HPG’nin de savaş davullarını çalabileceğini ve Kürt halkını fedaice savunmak için direnişe geçebileceğini size hatırlatırım Ey Faşist AKP’liler, Ey Turancı Fetul-Münafıkçılar.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
28 Ocak günü gündüz 12:00-12:30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Cehennem Tepesi, Êlê Köyü ve Dola Şive alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
29 Ocak 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Bir dedem vardı.
Yani babamın babası.
Kardeşlerimin de dedesi.
Ne Türklere askerlik yapmıştı ne de bizlerin askerlik yapmasını isterdi.
Bizlerin Türk okullarında okumasını da istemezdi.
Orjinlerini kaybeder Türkleşirler diye bizlerin okula gitmesine karşıydı.
Şimdi ki gibi hatırlıyorum dedemin bu düşüncesi ve davranışlarını.
Ben daha altı yaşındayken ilçemizde bir yatılı okul açılmıştı.
Babam ile amcam beni o Yatılı Bölge İlkokuluna kaydetmişlerdi.
Okula başlayacağım zaman beni köyden alıp okula götürecekleri günü asla unutamıyorum.
Benim yaşamımda bir dönüm noktasıdır o gün.
Babam onlar beni okula götürürken dedem şöyle diyordu:
Çocuğumu nereye götürüyorsunuz?
Kemalistlerin okuluna mı, Atatürk kastederek Atakutık’ın okuluna mı götürüyorsunuz?
Trajik-komik bir şekilde okula gidip yüzbaşı mı olacak diyordu.
Yapmayın etmeyin diyordu.
Bu çocuklar okullara giderek Türkleştirilecekler, özlerini kaybedecekler, devşirme olacaklar diyordu.
Kendi halkına düşman olacaklar diyordu.
Bizleri katledenlerin, cayır cayır yakanların, soykırımdan geçiren Türk ırkçılarının okuluna göndermeyin çocuğumu diyordu.
Bunları söylediği zaman yüz yaşın üzerindeydi ömrü.
Gözleri görmeme aşamasına gelmişti.
Ama hafızası yerinde ve bilgisayar gibiydi.
Konuşma yeteneği de yerindeydi.
Sömürgeci Putçu Türk Irkçılarından intikam alınması gerektiğini devamlı bize anlatırdı.
Nice savaşları görmüştü.
Şeyh Said ile Peçar Tenkil hareketlerinde yapılan katliamları birer birer bize anlatırdı.
Bir asırı aşan ömrüyle engin bilgeliği, öfkeli yüreğiyle aşıladı bize Kürt yurtseverliğini.
Düşmana olan kini, nefreti ve intikam duygusunu öğretti bize.
Aslında modernizm diye sunulanın vahşet, soykırım ve katline aşık olma olduğunu ilkin ak sakallı, uzun ince boylu, direngen dağlı dedemden öğrendim.
Düşmana askerlik yapma yerine halkının özgürlük gerillası olma düşüncesini bilincime ilkin kazıyan yine aksakallı, uzun ince boylu, direngen dağlı dedemden öğrendim.
Tabi ki, PKK olmasaydı dedemin bu intikam çığlığını yerine getirmem özgürlük gerillası olmam hayal olurdu herhalde.
Benimle birlikte o yatılı okula başlayan Kürt çocuklarından ikisi PKK gerillası olarak şahadete ulaştı.
Diğerleri ağırlıkta Türkleştiler.
Katiline aşık oldular. Devşirme oldular.
Bazıları cehşleştiler. Kürdistan gerillasına karşı düşman saflarında savaştılar.
Aksakallı ve direngen dağlı dedemin söyledikleri doğru çıktı.
Dedem şunu söylüyordu: Kendi özgür vatanında kendi kimliğinle, kendi anadilinde özgürce okuyup kendini yönetme, kendine asker olma dışındaki tüm okumalar, tüm işler düşmana hizmet etmektir.
Kendine düşman olmadır diyordu.
Dedem her şeyden önce kendin ol, kendi özün ol diyordu.
Dedemin söylediklerini bugün Kürdistan gerillası HPG gerillaları bir bir hakikate dönüştürmüş durumda.
Kürdistan dağlarında kendi anadilinde eğitim görme var.
Gerilla akademilerinde bilimin her türlüsü okutuluyor. Kürdistan adına, özgürlük ve eşitlik adına gerilla ordusu Loristan’dan Xoy’a, Hemedan Amanos ile Toroslara, Bagok’tan Behre Reş’e (Karadeniz) kadar mevzilenmiş vaziyette.
Dedemin intikam çığlığı, hayali bugün Kürdistan dağlarından köylere, köylerden ilçelere, ilçelerden kentlere, kentlerden metropollere yayılıyor ve kök salıyor hem de özgürlük çığlığına dönüşerek.
Türk Özel Savaş Karargahı’nın yeni katilleri AKP ile Fetullahçı generaller, subaylar, emniyet amirleri ile polisler, kapıkulu memurları ile onların münafık Mehmetçik medyası ne yaparlarsa yapsınlar Kürdistan gerillası karşısında yenilmeye mahkumdurlar.
Teslimiyeti ve ihaneti özgürlük diye yutturmaya, meşru savunma direnişçisi gerillayı ve öz savunma direnişini yürüten yiğit Kürdistan halkının en kutsal direnişini provokasyon diyerek etkisiz kılmaya çalışan Türk-İslam sentezcisi şeytani ırkçı AKP ile Fetullahçı kalemşörlere verilecek tek cevap var.
Kürdistan halkının kendi cephesinden serhildanı süreklileştirmesi, genç kız ve erkeklerin gerillaya katılarak AKP ile Fetullahçı Münafıklardan 18 aylık Mehmet Uytunlar ile 12 yaşındaki Xezallarn-Ceylan- intikamını almasıdır.
Mehmetlerin ve Xezalların gerçekleşemeyen çocukluk hayalleri adını gerilla ordusunu 50 bine çıkarmanın tam zamanıdır.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar