Strateji; toplumsal ilişki ve çelişkileri, onlar arasındaki mücadeleyi çözümleyen bilimdir. Strateji biliminin unsurları neleri kapsıyor? Strateji, belli bir politik program hedefine dayalı mücadelenin temel yol-yöntemini, örgüt ve tarzını belirlemekle birlikte, böyle bir mücadele içerisindeki toplumsal ilişkilerin tasnifi, mevzilendirilmesi, toplumsal çelişkilerin tespiti stratejinin unsurları arasında oluyor.
Taktik, stratejiye bağlıdır. Nasıl ki politika bir felsefeye, ideolojiye bağlı ise, o ilkelere göre yön buluyorsa, taktik de stratejiye bağlıdır. Taktiğe, stratejinin güncelleştirilmiş, pratiğe geçirilen hali diyebiliriz. Stratejinin unsurlarını içerir, fakat daha daraltılmış, güncelleştirilmiş olarak, uygulama alanına getirilmiş, taşırılmış olarak içerir. Bu bakımdan taktik alan, tümüyle uygulama alanı, pratik alandır. Kuşkusuz o da birçok çözümlemeye, tasnife dayanır, ama sadece genel bir tasnif, çözümleme düzeyinde kalmaz, onu aşarak pratik karar haline gelmeyi, oradan da örgüt ve eyleme dönüşmeyi, pratiğe geçmeyi ifade eder. Bu bakımdan günlük yaşamın her anında verdiğimiz her kararı, taktik olarak tanımlayabiliriz.
TC devletinin temel stratejisi Kürtleri tanımamaya dayalı inkâr ve imhadır. Uzun yıllar bu stratejiyi çok kaba taktiklerle uygulamaya koydular. Stratejileri yok saymak iken taktik yani güncel politika ise yok etmekti. Ve bunu başarılı bir şekilde uyguladıklarını söylemek ve “yiğidi öldür ama hakkını yeme” atasözüne denk olarak Türk devletinin hakkını teslim etmek gerekiyor. Öldürmeyi, yok etmeyi, tecavüz etmeyi, sürmeyi, göçertmeyi özcesi soykırım yapmayı iyi biliyorlar. Bu dersi iyi almışlar. Bu dersi uygulayanlar kızıl elmacı diye bilinen nasyonal faşistlerle ırkçı faşistlerdi.
Kürtleri TC devletinin tüm faşizan şikane ve terörize etme yöntemlerine rağmen Kürtler kardelenler gibi kışın en sertinden ayağa kalkarak karları delerek gün yüzüne inadına çıktılar. Ve Kürtler sadece ayağa kalkmadılar, Kürtler PKK öncülüğünde müthiş bir kültürel kalkışı da yaşadılar. Kürtler gerilla hareketiyle Kürt toplumunun neredeyse-yüzde beşlik bir kesimi hariç ki bunlar Mangurtlardır, devlete göbekten bağlı olan, çıkarcı bir avuç kompradordur-herkesime nüfus etti. Ve Kürt halkı yeniden doğuş diye tabir edilen “Vejini” yani Kürt Rönesansı’nı yaşadı. Ve bu Rönesans yükselişi devam ediyor.
Derin devlet artık Kürtleri tutamayacağını bilince çıkarmıştır. Kürtler artık kafeste tutulamazlar. Bunu da biliyorlar. Ve Kürtlerin 30 yıllık dev bir mücadele içerisinde çelikleştiklerini de biliyorlar. Artık Kürdün kandırılamayacağı da ortadadır. Başka bir deyimle kızıl elmacı siyaset iflas etmiştir. Yani klasik inkâr ve imha artık yırtılmıştır. Tarihin çarkı geriye çevrilemez diyor ustalar, bilemiyoruz çevirtilip evirilemeyeceğini ancak şunu biliyoruz ki; hiç kimse artık özgürlük yoluna girmiş Kürtleri boyunduruk altına alamaz.
Derin devlet bu durumu erkenden görerek tedbir geliştirmeye başladı. Ve bunun sonucunda AKP’nin ampulü yanmaya başladı. Buna uluslararası güçlerin bölgedeki çıkarlarını da ekleyelim. Bir anlamda tencere yuvarlandı ve kapağını buldu misali. Öyle sanıldığı gibi yerel egemenlerle ya da yerel kapitalistlerle küresel kapitalistlerin çıkar çatışmaları yok. Tersi doğrudur. Sermayedarların çıkarlarının ortaklaştığı, kesiştiği bir tarihi süreçte uluslar arası güçler AKP eliyle bir hamle yapmaya başladılar. Başka Fettulah Gülen’in ABD’deki bal "aylarını” nasıl değerlendireceğiz? Ya da “İslami” bir hareket olan AKP’yi bu kadar öne çıkartarak ABD ve İngiltere ile flört yapmalarını nasıl anlamlandıracağız?
Devam edelim. AKP’ye yeni görevler verilmiştir. Türkiye iyi kazığa çakılarak emperyalistlere bağlanacaktır. Karşılığında ise büyük çıkarları konuşacaktır. Ve nitekim yeni yetme aç gözlü sözde İslamcı geçinenler zenginleşmeye ve palazlanmaya başladılar. Bugün acaba AKP içerisinde göbek ölçüleri şişmeyen, genişlemeyen kimse var mı? Araştırmaya değerdir doğrusu?
Biz bu meseleyle çok uğraşmayacağız. Özgür kimlik temelinde gelişen bir Kürt özgürlük hareketi tehlikelerin en büyüğüdür. Bunun frenlenmesi gerekir. Bunun için bir PKK’nin içerisine müdahale etmek gerekir. Bu yapıldı. Ve epey sonuçta aldılar. Alternatif elbette sadece bunlar olamazlardı. Birde güneyde göbekten emperyalistlerin çıkarlarını savunacak, bağımlı ve Kürt halkının tüm enerjisini buraya bağlayacak bir devletçik oluşturmaya başladılar. Ve bununla da epey sonuçlar aldılar. Birçok keli felli kürdü buraya çektiler. Ve çok fazla sayıda insanı kandırmayı da başardılar. Ancak Kürt halk önderi tüm bu sonuç almalara rağmen PKK’yi yeniden daha güçlü toparlayarak ayağa kaldırdı. Sadece ayağa kaldırmadı Kürt halkını tarihin hiç şahitlik etmediği bir yükselişe geçirerek özgürleşmenin yoluna adım adım koydu.
Kürt halkı bu yükselişini gerillasına yaraşırcasına bir de 29 Mart yerel seçimlerinde siyasal iradesini ortaya çok güçlü koyunca tüm emperyal planlar alt üst oldu. Daha önce PKK’yi teşhir ve tecride dayalı, ulusal konferans hazırlayarak PKK’yi kuşatmaya dönük planlar yapılmışken bunlar yerel seçimlerle suya düştü. Bu kez PKK’nin ısrarla Ulusal Konferans çağrılarına rağmen kimseden ses seda yok. Ve öyle görülüyor ki yeni bir plana kadar da ses seda çıkmayacaktır. Çünkü Kürt özgürlük hareketi yükselişini sürdürüyor.
İşte tam da bu nokta emperyal babalarca inkâr ve imhanın rengini değiştirmek gerektiğinin sinyali ve talimatı derin devlete verildi. Ergenekon-deşifre ve kirlenmiş olanı-bunun sonucunda yargıya götürüldü. Kürt açılımı diye tabir ettikleri sözler bundan sonra devreye girdi. TV, radyo, isimler hep bu talimat sonrası devreye girdi.
Bir özgürlük mücadelesinin dal budak gelişmesi karşısında paniklemeyle bu gelişmeyi durdurmanın bir yolu olarak, ikinci olarakta emperyalistlerce bölgesel çıkarları için bölgede kısmen zayıflamış ve yapılabilirse tasfiye edilmiş bir PKK ile kazığa sağlam bağlanmış bir Kürtlük, yani Mangurtlaşmış Kürtlük. Tabii aynı şekilde kazığa bağlanmış bir Türkiye, bu da unutulmamalıdır.
AKP’nin tüm politikaları bu eksende yürümektedir. Strateji olarak inceltilmiş ve elde edilmiş olan tüm kazanımları Kürtlerin elinden almak. Bunun için de taktik olarakta ne kadar yol yöntem varsa mubahtır tarzıyla pratik politika yapmak.
Dikkat edilirse; AKP her gün zik zaklar çiziyor. Değişen güncel siyasal konjonktürden dolayı hep taktiklerini değiştiriyor. Ve bu taktiklerin çoğu birbiriyle çelişiyor. Bir saat önce söyledikleriyle bir saat sonra söyledikleri birbirini tutmuyor. Çelişiyor. En azından dışarıda ki bir gözlemci için bu böyledir.
Belki bir ampullü için bu böyle değildir. Ne de olsa ampulle hareket eden ne yapmak istediğini biliyor. Ampulle hareket eden öncelikle cebini doldurmak istiyor. Kendi yeni kastını oluşturmak istiyor. Kendi sınıfını daha güçlü rantın ortağı yapmak için inadına çalışıyor. Bunlar için yapılanlardan bir çelişki yok. Çünkü bu zümrenin çıkarları ve para babalarının çıkarları savunuluyor. Belki birkaç dürüst AKP’li için bu öyle olmayabilir ancak buda şüphelidir!
Aynı yaklaşım Kürt sorununa dönükte sergileniyor. Daha doğrusu Kürt sorununa yaklaşımları onların asıl yüzlerini gün yüzüne çıkarıyor. Kürt sorunu bir turnusol kâğıdı gibi netleştiricidir. Amaçları Kürtlerin kazanımlarını yok etmek olduğu için açıklamaları çelişkilerle doludur. Kürt sorununu çözeceğim diyecek ancak en azgın saldırıları Kürt halk önderi ve onun halkına yapacaktır. Kürt sorununu çözeceğim diyecek dünyanın her yerinde olan çözüm yol ve yöntemlerinin kıyısından geçmeyecek ve bu sorunu gün yüzüne çıkaran harekete her gün küfürler ederek terörist diyecek. Çocuklara saldıracak, analara saldıracak ve gerillaya saldıracak. Ancak Kürt sorununu da çözecek.
Eğri oturun ancak doğru konuşun. Neyseniz o olun. Kirli taktiklerinizi terk edin. Takkiyeciliği bırakın. Sahtekârlığı bırakın. İkiyüzlülük yapmayın. Geçmişte yaptığımız Zübük benzetmesinden vazgeçin. Ve bir an önce Kürt halk önderliğine yaptığınız işkencelerden vazgeçin. Durdurun. Aksi taktirde yaşanacak olanları bir tanrı bilir birde yaşayarak sizler. Bizi Türkiye halklarıyla zoraki karşı karşıya getirmeyin. O politika diye bildiğiniz çirkin kasaba taktiklerini terk edin. Terk edin. Terk edin.
- Ayrıntılar
Ozan Ahmet Arif Adiloş bebek şiirinde şöyle der:
“Bunlar
Engerekler ve çıyanlardır
Bunlar
Aşımıza ekmeğimize
Göz koyanlardır
Tanı bunları
Tanı da büyü
Bu namustur
Künyemize kazınmış
Bu da sabır
Ağulardan süzülmüş
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü”
Ahmet Arif bu şiiri yazarken aslında günümüzdeki AKP’yi de tarif ediyordu.
Birileri halen AKP’yi tanımaktan uzaktır.
Bu durum Kürtlere acı vermektedir.
AKP değil midir ki, 2005 yılında “1 Haziran Kanunu” çıkaran.
Bununla kişiye özel kanunu çıkarıp da, Önder APO’yu ömür boyu zindanda tutmayı planlayan.
AKP değil midir ki, Önder APO’ya ilişkin her şeyi AİHM kararlarının kapsamı dışına alan.
AKP değil midir ki, 2006 yılında kanun çıkarıp, Kürt çocuklarını ömür boyu zindanlara doldurmayı yürürlüğe koyan.
Bunun sonucunda, binlerce Kürt çocuğunu zindanlara dolduran, AKP değil mi yine.
AKP değil midir ki, Kürt çocuklarının öldürülme emrini veren.
Bunun emrini veren Erdoğan değil de daha kimdir!
Bu emrin ardından onlarca Kürt çocuğu katledilmedi mi.
18 aylık çocuk nerede annesinin göğsünde süt emerken öldürülmüş?
Bunu yapan AKP ile Fetul-Münafıkçı polislerdir.
Cizre’de 18 aylık Mehmet Uytun’u AKP’nin polisleri vurmadı mı?
AKP değil midir ki, 2007 seçimlerinden önce çetecilik yasasını çıkararak, çete sayısını artıran.
AKP değil midir ki, milletvekillerinden bazıları çete başı olan.
Çewlik milletvekili Kazım Ataoğlu, Colemerg milletvekili Rüstem Zeydan, Merdin milletvekili Süleyman Çelebi, Riha milletvekili Eyüp Cenap Gülpınar ve Sabahattin Cevheri çete başı olurken daha niceleri böyle değil mi?
AKP değil midir ki, üç defa tezkere kararını çıkararak savaşı Kürdistan’ın dört parçasına yayan?
AKP değil midir ki, 2008 yılında kontr-gerilla kanunu çıkararak, Kürdistan’da görev yapan kontraların her tarafta görev almasını meşrulaştıran.
AKP değil midir ki, çıkardığı bu kanunla kontr-gerillayı Kürdistan ve Anadolu’ya serpiştirerek azgın Türk ırkçılığını örgütleyen.
AKP değil midir ki, 2007 yılında Önder APO’nun zehirlenmesini sağlayan, 2008 yılında saçlarını kestiren, fiziki işkence yaptıran.
En sonda da Önder APO’yu ölüm çukuruna atan.
AKP değil midir ki, Önder APO’nun görüşme saatini 45 dakikaya indiren, görüşmelerin yapılmasını engelleyen, hücre cezasını veren.
AKP değil midir ki, Önder APO’nun yol haritasına el koyan ve son savunmaları yasaklayan.
Tüm bunları yapan yalancı, dolancı, fesat, riyakar AKP.
Tüm bunların altında imzası olan ise Türk ırkçılığına devşirilen cehşleşen sözde Kürt vekiller.
Erdoğan’ın 75 kişilik cehş topluluğu, siyasi çeteleri yani siyasi kontraları.
****
Ey Kürt gençliği AKP çiyanını tanı.
Ey Kürt gençliği bugün görevini yapmayacaksan başka zamanda yapmanın hiçbir anlamı yok.
Dağlara çıkabiliyorsan, dağlara çık.
Dağlara çıkamıyorsan, dağların ruhunu şehirlere taşı.
Gün, AKP’den hesap sorma günüdür.
Gün, siyasi cehşlerden hesap sorma günüdür.
Gün, hem siyasi hem de silahlı AKP cehşlerinden hesap sorma günüdür.
Eğer hemen şimdi Önder APO’ya sahip çıkmazsan ve özgürleştirmezsen başka zaman hiç sahip çıkamazsın ve özgürleştiremezsin.
Direniş, Direniş!!
Ya bugün ya hiç!!!
- Ayrıntılar
Tarih, olup bitenlerin aynasıdır. Asıl olandır. Hep gerçek kalacak ve yaşanmış olarak belleklerde yerini alacak olandır. Bunun için tarihe ciddi yaklaşılacaktır. Hesaplar kitaplar bu gerçeklere ve ciddiyete göre yapılacaktır.
Kürdistan özgürlük mücadelesi düşmanın tüm topyekûn saldırılarına kuzeyde kapsamlı gerilla eylemlikleriyle, güneyde daha doğrusu Zap’ta da müthiş bir direnişle cevap verdi. Kürdistan tarihinde yeni bir direniş miti yarattı. Kürtlerin kendisini dünyanın en güçlü orduları arasında sayan bir askeri gücü dize getirerek hem de arkasına bakmasına dahi izin vermeden kaçmasını sağlatan Zap mitini.
Ve bu görkemli gerilla direnişi ardından halkımız tüm satın alma girişimlerine, tehditlere, işbirlikçileri harekete geçirmelere-siz buna Talabani’nin ve diğer güney liderlerinin açıklamalarını da ekleyin-rağmen 29 Mart seçimlerinde özgürlük çizgisine evet dedi.
Son olarak da; Habur’dan giren gerillaları milyonlarca insan -yediden yetmişe- deyim yerindeyse herkes karşıladı. 5 gün boyunca Kürdistan tarihinde görülmemiş sahneler yaşandı.
Bir halk evlatlarını örnek gösterilecek düzeyde bağrına bastı. Gerilla kıyafetleriyle gelen özgürlük savaşçılarını havada kaptı. Bayramların bayramını Kürt halkı tam 5 gün boyunca yaşadı.
Daha önce Başkan Apo “döneceğiz ama dönüştürmek için döneceğiz” demişti. Barış gurupları olarak dönen gerillalar tüm bir süreci dönüştürmek için gelmişlerdi. Ve halkımız bu misyonlarını bildiği için bu misyonlarına denk onları karşıladı.
Gerillalar, tarihi bir anda tarihi bir süreci başlatmak için barış elçileri olarak gelmişlerdi. Tıkanan bir sürecin önünü açmak için tüm riskleri göze alarak dönmüşlerdi. Önderimizin çağrılarını esas alarak dönen yoldaşlarımız bir de böyle tarihi bir görevleri vardı.
Kürdistan özgürlük mücadelesi 29 Mart seçim sürecinde silahları susturarak çatışmasız geçen bir sürecin yaşanmasını sağladı. Nisan ayından beri de tek taraflı bir eylemsizlik kararını ilan etti. Devlet bunun üzerine açılım politikalarını dile getirmiştir. Önderliğimiz ise bu süreçten sonra Yol Haritası için çalışmalarda bulundu. Ve Kürt özgürlük hareketi bu açılım politikalarına bir şans vermek için hem eylemsizlik kararını uzatmış hem de sürece pozitif yaklaşım göstermiştir.
Süreç ilerledikçe önderliğimizin Yol Haritası verilmemiş ve aksine gerillaya, halka ve Kürt legal siyasetine yönelimler artmıştır. Bu durumu aştırmak ve yine AKP politikalarının tutarlığını ölçmek için önderliğimiz barış guruplarını bu nedenlerden dolayı gönderilmesini istemiştir. Ve hareketimiz de önderliğimizin istemlerini hemen yerine getirerek Barış Elçilerini yollara koymuştur. Yukarıda dile getirdiğimiz gibi halkımız Barış Elçilerini adeta kutsarcasına karşılamıştır.
AKP’nin ve devletin beklentileri yerine gelmedi. Tersine halkımız topyekûn gerillanın yanına geçti. Ve Türkiye aydınları ve demokrat çevrelerde bu atılan adımları olumladılar. İbre giderek Kürdistan özgürlük mücadelesinin lehine kaymaya başladı.
Ne olduysa bu andan sonra oldu. AKP ve devlet umduklarını bulamayınca çark ettiler. Ve ortaya çıktı ki devlet, AKP ile el ele “Kürtsüz Kürt çözüm projesini” gündeme almış. “Kürt sorunu o kadar önemli bir sorundur ki Kürtlere bırakılmayacak kadar önemli bir sorun!“ Kürtlerin ne kadar kazanımları varsa hepsini-hem de sahte açılım taktikleriyle-geri alacaklar. Özgür ve iradeli Kürt yerine satın alınabilecek, satın alınmış Kürt yaratılmaya çalışılacak.
İsmi Kürt olacak ama içeriği Türk ve inkarcı.
İsmi Kürt olacak ama temsilcisi Mangurt Kürt.
İsmi Kürt olacak ama iradesi yok.
İsmi Kürt olacak ama kendisi kimliksiz.
İsmi Kürt olacak ama özü güdümlenmiş olacak.
Ve siz bu listeyi böyle sıralayıp devam edebilirsiniz. Kürt kasetleri, Kürt türküleri, Kürtçe konuşmalar, Kürt enstitüler, Kürt isimler, Kürt alfabesi, Kürtçe tabelalar ve…
Dediğimiz gibi ne olduysa tam da bu süreçten sonra oldu. Devlet kendisince bu kadar açılımla Kürtleri yanına alacaktı. Ancak olmadı. Kürtler milyonlarla, gelen gerillaları-hem de gerilla kıyafetleriyle-günlerce karşıladı. İçlerine aldılar, yanlarında oldular.
Devlet hazırlamış olduğu yeni tasfiye planı tutmadığını anladığı an daha sert bir sürecin başlamasının startını verdi. Gerillaya saldırılar arttı, halka yönelimler fazlalaştı ve en önemlisi de Kürt Halk Önderi Başkan Apo’ya karşı işkencelerin en ağırı olanı devreye konuldu. Daracık hücresinden nefesi adeta kesilerek ölüm sürecine alındı.
Devletin Kürt açılım politikasının sadece ve sadece bir sıkışıklıktan kaynaklandığı ve yine sadece ve sadece Ali Cengiz Oyunlarıyla Kürt özgürlük hareketini oyalayarak tasfiye sürecine kapsamlıca dostlarıyla aldığını netçe ortaya çıktı.
İnkârı ve imhayı adeta hücrelerine kadar yaşayan bir devlet ve onun takkiyeci, iradesiz, kimliksiz, omurgasız, kişiliksiz ve Mangurtları çok olan bir parti çözümsüzlük anında tüm gücünü, ilişkilerini, işbirlikçilerini, yandaşlarını, sindirdiklerini, iğdişleştirdiklerini tümünü devreye koyarak kapsamlı bir saldırı başlatıyor.
İlk elden güneyli güçleri -başında da Neçirvan Barzani’yi- harekete geçirerek geçmişte Kürt özgürlük hareketine düşmanlık yapanları ve ondan kopanları bir araya getirerek Türklere teslim etmelerini talep etmişlerdir.
PKK’nin imha olması şartına bağlı olan yaşamlarını örgütlemek için şimdiden hazırlıklara başladıklarını basında izliyoruz. Özelde geçmişten beri adeta bu halkın başına bela olmuş kişilik olarak nam salmış Osman gazetelere manşet vererek nasıl satılmaya hazır olduğunu dillendiriyor. Ve eğer o gazetelerde dillendirilenler doğruysa, çarpıtmalar yoksa tahrifatlar yoksa Osman’ın açıklamaları tek bir kelimeyle işbirlikçiliğin, ihanetin ötesinde tümden hainliktir. Hainlik bilindiği üzere düşmanların yanına geçerek kendi halkına saldırma ve savaşma durumudur. Halkının sırlarını ifşa ederek düşmanlara hizmet etmedir.
Kürdistan özgürlük mücadelesi bir kalkışı yaşarken, iradeli olmayı en üst düzeyde herkese gösterirken, birliğini ve beraberliğin güçlendirirken arkadan mücadeleyi hançerlemek tarihle oynamaktır. Ve unutmayalım tarihle oynanmaz. Yukarıda dile getirdiğimiz gibi; Tarih, olup bitenlerin aynasıdır. Asıl olandır. Hep gerçek kalacak ve yaşanmış olarak belleklerde yerini alacak olandır. Bunun için tarihe ciddi yaklaşılacaktır. Hesaplar kitaplar bu gerçeklere ve ciddiyete göre yapılacaktır.
Ve eğer hesaplar kitaplar bu gerçeklere ve ciddiyete göre yapılmazsa, bu hesapları bu yaşanan gerçeklere ve ciddiyete denk sormasını bilenler olacaktır. Kürdistan’da, gerilla ve fedai Kürt gençliği bu gerçeklere ve ciddiyete çağırmanın ve getirmenin diğer adı olduğunu hiç kimse ama hiç kimse unutmayacaktır.
- Ayrıntılar
Aslında bir nevi barış savaşçılarıyız. Barışı da çok seviyoruz ve istiyoruz. Ancak işlerin de beklediğimiz ya da düşündüğümüz gibi olmasını var sayamayız.
Evet, biz barış savaşçılarıyız ve bu uğurda göz kırpmadan bedeller de veriyoruz. En basitinden ama en insancılı olan, analarımızın gözyaşlarını dindirecek bir düşünce sistematiğine girmiş durumdayız. Kontrollü bir savaşı sürdürmek ve her fırsatta barıştan yana çağrıları yaparak mücadele ediyoruz.
Birilerini, hele bir de özellikle bazı uyduruk devlet yöneticilerini ikna etme lüksümüz de yoktur. Biz gerçekten toplumsal barışı seven güçler olarak savaşı sevmiyoruz.
Ne idiğü belirsiz, bulunduğu konuma nasıl geldiği belirsiz, yalancı, düzenbaz ve halkın paralarıyla asalakça beslenen bir zengin kesiminin görüşlerine ve istemlerine göre yaşamayacağımız kesindir. Kanımca kesin olan tek şey budur. Biz onların istediği gibi yaşamayacağız. Onların mekanlarına gidip, onların kurallarını yerine getirerek kendimizi affettirip devlet babanın dizlerine kapanma onursuzluğunu yaşamayacağız. Bunu bekleyenler var ise daha çok beklerler. Şehirleri de kendilerinin olsun, yalancı ve boyalı yaşamları da.
Arabalar boyanır, yollar boyanır, binalar, kadınlar, çocuklar, yiyecekler vs. sonunda içi hep boş ve çürük kalır. Sonra da insanlardan birbirine sevgi ve saygı duyması beklenir. Kimse kendi özünde değildir ki beğensin. Birbirlerinin boyalarına bakıp beğenmemeleri gayet doğal. Bir siyasi partiyi ve bir futbol takımını tut gitsin. Seni refaha eriştirecek düşüncelerden de kaçın gitsin. Sloganları da budur yaşamları da. Bahşettikleri yaşamı görmüş ve daha sonra da reddetmiş binlerce gencimiz bu kel kafalı ve gözlüklü tipleri dinlediklerinde gülüp geçiyorlar. Çünkü vaat yerleri cennet değil. Cennet denilen, şu an genç savaşçıların ayaklarının altındaki toprak gerçekliğidir.
Tarihte kanlar dökerek binlerce değer yaratan insanların da kapitalist zihniyetli yöneticilerden el pençe divan durarak barış talep ettiklerini sanmıyorum. İnsanlık onurunu ve özgürlüğünü tüm acımasızlığa ve zorluğa rağmen yürütmenin aşkına ve zevkine ulaşmış milyonlarca insanın o dönemki yüce duygularını hissedebiliyoruz. Öcalan bir ruhla artık katillerimizi görebiliyor ve intikamımızı alabiliyoruz. Bundan daha yüce ne olabilir.
Zihniyet değiştirmek ne kadar zor ise barış istemek de o kadar imkansız. Gerçekleşecek durum bir UZLAŞI’dır. Karşılıklı birbirinin haklarına ve yaşamlarına bir düzeyde saygı duyup (sadece saygı duyup) demokrasinin işleyeceği bir düzene birlikte katkı sunulacaktır. Yeni yıl ile birlikte karşılıklı diyalog ile süreç ilerleyebilir. Birisi, ben daha ne yapayım her şeyimizi ortaya koyduk, diğeri, benden ancak bu kadar, bundan sonrası çıkarları zorlar derse, zaten bir şeylerin olmasını bekleyemeyiz.
Demokrasinin temsilini güçlü yapma azminde olanlar ile yalancı demokrasi oyunlarını azaltanlar arasında gerçekleşmesini umduğumuz uzlaşı zamanını yaşamak istiyoruz. Halinden memnun olan da olmayan da buna muhtaç. Çünkü olmaması durumunda her iki taraf da zarar görecek.
Bir araya gelebilme cüretini göstermek, birbirleri gibi olma anlamına gelmiyor. Uzlaşı ortamları yaratabilmek, çağımızın en can alıcı ve önemli çalışmaları içerisinde. Karşılıklı olarak düşüncelere ve yaşam biçimlerine gösterilecek saygınlık ve kabul etme yaklaşımının, önemli bir başlangıcı yapacağı kesindir. Ama bunun adı barış olmayacak. Çünkü tarihsel olarak büyük bir tahrip, katletme ve kültürel soykırım yaşattırılmıştır. Şimdi atalarının adaletsizce kurduğu iktidar mevzilerini korumak için ne kadar çırpınılıyorsa ve bırakılmak istenmiyorsa, bu milyonlarca insandan geçmişini unutarak yaşamasını da isteyemeyiz. Onun için yaraları sarma ve düzeltme yapma hareketleri olarak değerlendireceğimiz bu önemli süreçte, yapılması gerekenleri, diyalog sonunda uzlaşma ortamları olarak değerlendirmek daha isabetli olacaktır. Çünkü sömürüye dayalı kapitalist zihniyet ile özgürlüğe dayalı sosyalist zihniyetin barış yapması diye bir durum olmayacaktır.
- Ayrıntılar
Bırano xweşkno yıllar önce dedik ya, biz isyancıyız.
Bırano xweşkno yıllar önce dedik ya, biz PKK’li olduğumuz için isyancıyız.
Bırano xweşkno yıllar önce dedik ya, hem PKK’li olduğumuz için isyancıyız, hem de isyancı olduğumuz için PKK’liyiz.
Bırano xweşkno yıllar önce dedik ya, bu devletin tarihi yalan ve kan tarihidir.
Bırano xweşkno yıllar önce dedik ya, bu yalan ve kan tarihini açığa çıkaracağız.
Bırano xweşkno yıllar önce dedik ya, TC faşizmi Kürtler ve Türkler için kader değildir.
Bırano xweşkno yıllar önce dedik ya, bu faşizmi yıkmak için kavga gereklidir.
Kavga için geri dönüşü olmayan karara varmak gerekir dedik.
Karar vermek için de irade gerekiyor dedik.
Yürek gerekiyor dedik.
Hem de fedaice yürek gerekiyor.
Buna var mısınız dedik ve yola çıktık.
Aradan on yıllar geçti.
Dağları aştık.
Ovaları aştık.
Körane dipsiz ihanetler gördük.
Yarı yolda bitenleri gördük.
Ne körane dipsiz ihanetler ne de yarı yoldan bitenlere baktık.
Hep devam ettik.
Umut dedik, özgürlük dedik, hakikat dedik.
Bazen günlerce aç kaldık, bazen günlerce göz kapaklarımız kapanmadı.
Unuttuk uykuyu, ta yeniden uyuyana kadar.
Bazen soğuk işledi iliğimize, ama vız geldi.
Hepsinden de öte ölümü yendik, ölümü yendik.
Çatışa çatışa, direne direne, bedel vere vere, kan vere vere, can vere vere dünyada şahaneler yaratan Kürt halkını yeniden dirilttik.
Herkese kabul ettirdik.
PKK’nin kuruluşunun yeni bir yıldönümü kutlarlarken diyoruz ki, ya PKK ve onun fedai gerillası olmasaydı Ortadoğu’daki tablo ne olurdu bilir misiniz?
Kürtlere hatta Türklere, Farslara, Araplara direniş ruhunu veren, cesaret veren Kürdistan gerillasının ne hissettiğini, nasıl bir duyguyu yaşadığını bilir misiniz?
Ya ölümü yenmenin sırrını ve adanmışlığı?
Dağların zirvelerinden kentleri, ilçeleri ve köyleri süzmek nedir bilir misiniz?
Şahin gibi, doğan gibi zirvelerden pike yapa yapa ovaya inmek ve yine zirvelere çıkmak nedir bilir misiniz?
Bu nasıl bir duygudur, kendini nasıl görmedir bilir misin?
***
Kentlerin yok edici dehlizlerinden kurtulmayı hiç düşündünüz mü?
Milyonların içinde yalnızlığın en dibini yaşarken, loş loş, bulanık ve bitik duygulara batmışken hiç özgürlük arayışına girdiniz mi?
Hiç düşündünüz mü Cudi’yi, Cudi’nin Safinesini, Helana Pirini ve bu zirvelerde sırt çantana dayanarak, iki elini başının arkasına koydun mu?
Bu vaziyette iken hafif esen bir rüzgarın esintisi yüzüne vururken, Kürdistan’ın üç parçasından beş kent-Şırnex, Cizire, Derika Hemko, Sılopya, Zaxo- kanatlarının altındayken ne hislere girdiğimizi bilir misiniz?
O anda bir de, manzarayı seyre dalmak, nasıl bir duygudur bilir misiniz?
Hele zaman da gece vakti olunca, bir de ay ışığı da oldu mu saman yolunu da seyre dalmanın hangi ruh haline tekabül ettiğini bilir misiniz?
***
Bunları yaşayan bir gerillaya, bunların tümü neyi ifade ediyor diye hiç sordunuz mu?
Bunları hepsini yaşayan bir PKK gerillasına, hiç sordun mu bu nasıl bir iradedir, bu nasıl bir ruhtur, bu nasıl bir halka bağlılıktır, bu nasıl bir ideolojidir, bu nasıl bir PKK’dir, hepsinden de en önemlisi bu nasıl bir Önderliktir ki seni yenilmez bir kişiliğe dönüştürüyor?
Bunları sormadan, bunları yaşamanın en hakiki yolunun o zirvelere çıkmak olduğunu biliyor musun?
- Ayrıntılar
Dağda mahsur kalanlar kurtarıldı ve gerekli sağlık uygulamalarına tabi tutuluyorlar.
Herhalde CERN yakında yapacağı denemenin bütün azametini yaşıyorken, dünya da meraklı gözlerle ona bakıyor. Acaba bu sefer mi? Diye bir soru işareti beyinleri işgal ediyordur büyük ihtimalle.
Hindistan’da bir hayvanat bahçesinde beş insanı yemiş olan bir kaplan’ın, yapılan tetkikler sonucunda “Kanser” olduğu anlaşılmış.
CHP’nin Dersim!(son günlerin moda kelimesi bu olsa gerek)’li belediye başkanları bugün yaptıkları açıklamayla; “CHP’den istifa ettiklerini” tüm kamuoyuyla paylaştılar.
Domuz gribi almış başını gidiyor, ölümlerin artacağını ve daha çok tedbirlerin! alınması gerektiği ve yaşanan bu acz duruma beyitler diziliyor (her ne kadar madde-karşı madde çarpışmasına yönelik bütün bilimsel kurgular, senaryolar üretilirken bu konuda yaşanan bu çaresizlik! çok da anlaşılan bir husus olmasa da)
Yalova’da öldürülen kadın üzerine gerekli-gereksiz bütün tartışmalar yürütülüyor ve olayın perde arkası daha çok spotlanmaya çalışılıyor.
Kaybolan çocuklar bulunmuyorken, babasını karşılamaya giden çocuklar; yaşadıkları köyün üç saat aşağısında donarak ölüyor ve ölümün bütün soğukluğunu o küçücük bedenlerinde hissediyor!
Kimileri Kılıçdaroğlu’nu protesto ediyor, o ise bütün kaşarlığıyla “aslında bunlar beni alkışlıyor, siz bunu göremiyorsunuz” mantığıyla, bulunduğu durumun ve yerin Kaf dağı olduğuna cümle alemi ikna etmeye çalışıyor.
KDP ve YNK güçlerini birleştirerek yakında birleşik bir ordu oluşturacaklarını, bölgesel yönetimin yetkin ağızlarından ifşa ediyorlar!
AB’nin yeni başkanı ve çeşitli görev dağılımları birkaç gün önce belli oldu, şimdi bunların ne kadar ve nasıl yürütüleceği, seçilenlerin başta siyasi vizyonları olmak üzere bütün hayatlarının inciği, cinciği tartısılıyor!
Türkmen Efendioğlu’na suikast düzenleniyor, evinde uğradiği bu saldırı sonucu hayatını kaybeden Efendioğlu’nun yakınlarına ve Musul’daki Türkmen cephesi yetkililerine telefonla ulaşan Davutoğlu “müsterih olmalarını ve Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur, ritüeline dokundurmalar yapıyor!”
İzmir’de DTP’nin kortejine belirli kesimler tarafından ve yine belirli ser odaklarının yönlendirmeleri sonucunda saldırılar gelişiyor, Türk; bu olaya dikkat çekerek, gelişmelerin çok da hayra alamet olmadığını söylüyor!
***
Biz mi?
Her şeyden önce hayat bu kadar metafor karmaşası içinde değil!
Öfke her zaman olduğu gibi keskin bir kılıç kınında!
Serhat odun getirmiş kulağı elindeki radyoda , “yol haritasını vermedikleri için yürüyüş ve serhildan halinde olan halkın durumundan aldığı pozitif moralle” sorunun çözümünde dilin oluşturulması gerektiğini vurguluyor!
Soğuk algınlığıyla mücadele eden Rozê, önce kekik kaynatıyor, sonrasında “Dersimli” olmasından kaynaklı, son günlerde yürütülen tartışmalardan ve Dersim’in böylesine magazinsel basın tarafından “Mal bulmuş Mağripli” misali dillendirilmesinden rahatsız, “öncesinde beyaz eşya, buzdolabı-simdi de Dersim Katliamı, devlet geleneği bir örtü gibi kendini Dersim’den bir türlü kaldırmıyor” diyor.
Mardin’de Süryani bağlarından yediği üzümleri ve yaşanan çetin savaş dönemlerinde yanı başında bir mavzer gibi şehit düsen yoldaşlarını kitaplaştırmaya çalışan Numan ise “zaman tekerrür olmak zorunda değil, bu anlaşılmadığı sürece, daha çok insanlar ağlayacak, bu sefer sadece analar da değil!” diyor.
Bir enstrümanın notalarında parmaklarını gezdirircesine silahını temizleyen Arjin ise “Yalova’da öldürülen kadına yönelik yürütülen bu tartışmalarda, her zaman olduğu gibi gerçeğin ört bas edilmesine ve gerçeğin üzerini kendi gerçeklerini inşaya çalışanların oluşturduğu bu zor anlayışına” olan öfkesiyle engin dağların zirvelerinde gezdiriyor gözlerini!
Elindeki dara ile kuru bir odunun peşine düşmüş Bertav “bir marş havasında olmalı her şey, kavga da-kardeşlik de” diye kelimelerin içinde anlamların deryaya dönüştüğü cümlelerini adımları gibi sert ve tutarlı bir şekilde söyleyerek, ( aradığı ağacı bulabileceği bir tarafa doğru gidiyor)
Hepimizin yüzüne teğet olarak değdirdiği bakışıyla bir avın peşine düşmüş olan (kedimiz) Pisi, sanki kansere yakalanmış kaplan’ın haberine aklını takmış bir şekilde sessiz sessiz gidiyor ortamızdan!
Biz de böyle!
***
Hayat 27 Kasım’a gidiyor; her şey öylesine karışık değil, bilakis daha da netleşiyor ve bayram havasında da olsa, hayat kendisini hem kavgaya, hem de kardeşliğe hazırlamaya devam ediyor.
- Ayrıntılar
Sonbaharın soğuklarına rağmen bu aralar gerillada sıcak günler yaşanıyor. Ve öyle görülüyor ki her PKK’li için kutsal olan doğuş günleri daha da sıcak geçecek.
Henüz bir iki hafta önce gerillan ve halktan bir grup yoldaşımız önderliğimizin çağrıları üzerine Türkiye’ye döndü. Daha da doğrusu bilinen resmi sınırlardan geri döndüler. Yoksa gerillalar her zaman kendi topraklarında en yüksek mekânlarda meskenleşirler.
Kürt halkı Ortadoğu’da yeniden doğuş için atılan bu adımları gerçekten de görkemli karşıladı. “Korsan” olan gerillayı alenen meydanlarda karşılamak her zaman görülecek bir manzara olmayacağından olmalıdır ki halkımız, halkımıza yaraşırcasına kendi evlatlarını karşıladı.
Kürt halkı vakur bir halktır. Aslında tüm Ortadoğu halkları böyledir. Ne var ki Ortadoğu’da yaşayan diğer halklar, onları aydınlıklara taşıyacak özgürlükçü arayışçıları yeterince örgütlü olmadıkları için bu vakurluklarını solgunca yansıtabiliyorlar, biraz mat duruyorlar.
Örneğin Türkiye’de yaşayan ve binlerce şehidi olan Türk halkı ve Türkiye halkları Denizlere, Mahirlere, Sinanlara sahip olmasına rağmen bugün neredeyse şoven bir dalganın içerisinde sürüklenip gidiyor. Adeta Romalılar sürecindeki Gladyatörlerle aslanların kavgasını arenalarda izler gibidirler. Ve çoğu zaman çılgınca dövüştürülen, vuruşturulan bu kavgalarda imparatorların tarafgiri olabiliyorlar. Arenalarda aslanlara parçalatılan gladyatörlerin haykırışlarını duymaktan, sezmekten, işitmekten aciz olarak sadece kavganın zevkini kendilerince izlemektedirler. Kendi açlıklarını, kendi acizliklerini, kendi boyun eğmişliklerini, kendi iktidarsızlıklarını bu kavgalarda unutuvererekten en çılgınca alkışlara, bağırışlara kendilerini kaptıra biliyorlar, futbol statlarında olduğu gibi.
Evet, Türk halkı ya da Türkiye halkları arenada zoraki kavgaya tutuşturulan gladyatörleri izlettirilmeye alıştırılıyor. Ve İran halkları, Irak’ta yaşayan diğer halklar da buna alıştırılıyor. Suriye’de kardeş Arap halkı da buna alıştırılıyor. Ve bundan olmalıdır ki salyalı zihniyet sahibi olan egemenler, iktidarcılar, rant yiyiciler ısrarla vakur olan halklarımızın bu gaflet durumunu da arkalarına alarak gladyatörlerin parçalanmalarına alıştırılıyor. Ve bundan olmalıdır ki en azgın, insanlıktan nasibi almamışlar, zihnen ve beynen yürekleri kararmış olanlar inadına inadına barış için, kardeşlik için, özgürlük için, adalet için, daha insanca ve onurlu bir yaşam için ellerini uzatanlara azgınca saldırıyorlar.
Saldırmanın da ötesinde özgürlük savaşçılarına teslim ol çağrıları yapıyorlar. Sanki inançlarından vazgeçmişlerde, sanki davalarına sırt dönmüşlerde ve sanki kötü bir şeyler yapmışlar da teslim olmaları isteniyor. Bilmeyen diyecek ki suç işlemişler. Bilmeyen derki ailelerine darılmışlar da dağlara çıkmışlar. Ve tabii ki bilmeyen diyecek ki birileri onları kandırıpta terörist devletin düşmanı etmişler.
Yok, öyle bir şey yok. Kürdistan gerillası dağlara kendi iradesiyle çıkmıştır. Ha denilecek ki her zaman gönüllü olmamıştır. O da yanlış sayılmaz. Kürdistan gerillası adeta zoraki gladyatörler gibi arenalara çıkartılmıştır. Bu bağlamda bir zorakilik vardır. İnkâr edilen, imhayla karşı karşıya gelen bir halkın en büyük arayışları olarak inkârın ve imhanın son bulması için yol eğer gladyatörler gibi zoraki arenalara çıkmaktan başka yol bırakılmamışsa bu da yapılmıştır. Öyle kimsenin suç işlediği yoktur. Tersi doğrudur. Halkımız dönen gerillaları nasıl karşıladığını herkes görmüştür. Bir de unutmayın bu gerillalar terörist devlete karşı en sıcak olan ölüm kalım meydanlarında yer almamışlardır. Bir de ölüm kalım meydanlarında kaç kez ölüm çemberinde geçmişler ise, feleğin imbiğini yırtarak ayakta kalarak terörist devletin suç makinelerine karşı en ön cephede kavga ederek gelmiş olsalar acaba bu halk onları nasıl karşılayacaktır, hiç düşündünüz mü?
Ve saymaya devam edelim. Her bir gerilla kutsal bir davanın neferi olduğunu bilerek yaşamayı bir erdem biliyor. Ve her bir gerilla hiç kimsenin katlanamayacağı fedakârlıkları göğüsleyerek yaşıyorsa orada yüksek bir moral var demektir. Eğer bu moral değerler olmazsa bir gün değil bir saat dahi kimse dağlarda yaşayamaz. Yaşayacak olanlar kendilerine dağları piknik yeri görecek olan olabilir. Ki bunlar da ancak tatil günlerini hesaplayarak kalabilirler. Yalnız dağları kendilerine yaşam meskeni beleyenler inançları, moralleri, bağlılıkları yüksek değilse ve de ölümüne bir halka sevdalı değillerse burada yaşayamazlar.
Gerilla sıcak günleri tüm sonbahar soğuklarına rağmen yaşıyor dedik. Terörist devletin tüm görmezden gelen, bön, kendini beğenmiş, inkâr ve imhadan ısrarlı, zihnen ve beynen kararmış yüreklerine inat gerilla soğukları sıcağa çevirerek yaşıyor.
Bu yüksek morali katıldığımız Apollo Akademilerinin kapanış yani mezuniyet törenlerinde görüyoruz. Komutan yetiştiren Mahsum Korkmaz Akademisi, Kadro yetiştiren Haki Karer Akademisi ve de özgür kadın arayışçılarını en yüksek düzeyde yetiştiren Şehit Beritan Akademisi öğrencileri diplomalarını alırlarken sürecin istediği kararlı ve fedaice duruşu tok haykırdıkları sözlerinden görüyoruz. Rêber Apo’ya bağlılıklarını haykırırlarken görüyoruz. Şehitlere bağlılıklarını ifade ederlerken görüyoruz. Ve de halkımızın kutsal ve haklı davasını sonuna kadar sahiplenme sözlerini verirlerken görüyoruz.
Ve işte bunun için diyoruz ki gerilla sıcak günleri yaşıyor. Bir taraftan akademilerimizin kapanışlarını görkemli moral etkinlikleriyle kutlarken, diğer taraftan yaklaşan doğum günümüzün sıcaklığını yaşayarak tüm Kürdistan gençlerini sonbaharda sıcak günleri yaşamaya çağırıyoruz.
- Ayrıntılar
Yıl 1979.
Yer Amed.
Bizler Amed’in en meşhur Lisesi’sinin ortaokul kısmındayız.
Liselerdeki abelerimize göre tıfıl sayılırız.
Okula başladığımızda liseli abeler hemen yanımıza yaklaşıyor.
“Hangi örgüttensin” diye bir soru soruyorlar.
Nasıl bir cevap vereceğimizi bilmiyoruz ki.
Bizler öyle fazla örgüt tanıyacak bilince sahip değiliz ki.
Kürt olduğumuzu biliyoruz o kadar.
Zorunlu olarak abelerimize sorardık “hangi örgüttensin” diye.
Onlar hangi örgütten olduğunu söyleseydiler bizde “hı derdik, bak bizde o örgütteniz” diye.
O çocuk halimizle abelerimizi kandırırdık.
Aslında cin gibiydik.
Neredeyse Kürdistan’ın her tarafındaki okullarda durum, aşağı yukarı benzerdi.
Tüm okullarda ve okulumuzda, devrim rüzgarları esiyordu
Örgütü olmayan hemen hemen yok gibiydi.
Bizim okulumuzun, hemen hemen yüzde doksanı DDKD’liydi.
Diğer kalan kısmı Rızgari, DHKD, KUK ve KAWA örgütüne mensuptu.
PKK’liler beş on öğrenciyi geçmezdi.
Bir gün PKK’liler ile DDKD’liler arasında okulun çıkış kapısında kavga çıktı.
PKK’li olanları saydık topu topu altı arkadaştı.
PKK’li dört arkadaş lisede öğrenciydi, iki arkadaş da dışarıdan gelmişti.
Kavga ve kavga verileceği yer sanki PKK’li arkadaşlar tarafından önce seçilmiş gibiydi.
PKK’liler okulun kapısı ve yola açılan tarafı tutmuşlardı.
DDKD’liler ise okul bahçesine yığılmışlardı.
DDKD’lilerin sayısı bini geçiyordu.
Hemen oracıkta, okulumuzun kapısında kavgaya tutuştular.
Sınıflarda sınavda olan öğrenciler bile sınavı bırakarak, DDKD’lilere yardım etmek için dışarı çıktılar.
Kavga büyüdü.
Bini aşan DDKD’lilere karşı PKK’liler galip çıktılar.
Gerillanın “vur kaç” taktiğini uyguladılar.
Hemen kayboldular.
O kavgayla birlikte PKK’nin namı ve şanı okulumuzda yayıldı.
O günden sonra gel zaman git zaman düşünüyor ve bakıyorum da, diğer örgütlerin yerlerinde yeller esiyor.
PKK’nin 32.kuruluş yıldönümüne girdiğimiz şu günlere bakınca görüyorum ki;
O ‘79’lu yılların tıfıl çocukları olan bizler de PKK gerillaları olmuşuz.
PKK tozu dumana katmış.
Ortadoğu’yu sallıyor.
Türkiyeyi sallıyor.
İran’ın sallıyor.
Suriye’yi sallıyor.
Irak’ı sallıyor.
Avrupa ve dünya siyasetine etkide bulunuyor.
Kürdistan’da kültür ve sanat PKK ile orjin kimliğine kavuşarak büyüyor.
Siyaset öz damarlarında yol alıyor.
Askerlik, PKK’ye has niteliğiyle HPG gerillaları şeklinde yenilmezlik ordusuna dönüşmüş ve dönüşmeye devam ediyor.
1837 yılında Garzan dağlarında Osmanlı ordusuna karşı hançerle savaşan, düşmana esir düşmemek için kendini Botan çayına atan Kürt kadınının, yine 1937-1938 Dersim direnişindeki Bese ve Zarifeler gibi asi ve savaşçı Kürt kadınının direniş geleneğini efsaneleştiren PKK’li kadın gerilla ordusu oluşmuş ve büyümeye devam ediyor.
1937-1938 Dersim direnişinde düşmanın eline geçerek öleceğine kendini ateş atan çocukların direnme tarzı yerine, Türk panzerine ve tankına karşı taşlarla direnen çocuk nesiler doğmuş ve doğuyor.
Asi Kürdistan’ın asi evlatları özüne dönüyor.
Neredeyse tamamına PKK’li nesil diyebileceğimiz bir nesil oluşmuş durumda.
PKK’li ikinci nesil diyebileceğimiz yeni nesilde doğmaya başlamış durumda.
Kürdistan PKK’leşirken Doğu Kürdistan’da, Batı Kürdistan’da, Kuzey Kürdistan ve Güney Kürdistan’da.
Mezara girmeleri yakınlaşan hainlerde son nefeslerine doğru yol alırken, efendileri Faşist ve Irkçı Türk devleti adına kargalar gibi cartlak cartlak en kötü sesler çıkarıyorlar.
Onların kargavari seslerini işittikçe direnişçi yanımız daha da bileniyor.
Biliyoruz ki, en fazla bir iki yıl sonra kargavari seslerde kalmayacak.
Öyle olacak ki, efendilerine ötenlerin çocukları da PKK’li olmayı bir onur payesi olarak göreceklerdir.
Öyle olacak ki, efendilerine göre öten babaları ve annelerini lanetleyecekler.
PKK’nin 32.kuruluş yıldönümü bizlere bu hissiyat ve düşünceyi veriyor.
Böyle hissetmek ve düşünmek bizim en tabii hakkımızdır da.
Çünkü PKK gibi efsane bir partiye, partinin Önderi Önder APO’ya, efsaneleşen şehitlere, efsaneleşen gerillaya, efsaneleşen bir halkın gerillası ile evladı olmak her kese nasip olamaz.
Bu şerefe herkes de nail olamaz.
Bundandır ki, dünyanın en sevinçli ve onurlu insanları olarak kendimizi görüyoruz.
Ey dünyanın en sevinçli ve onurlu gerillaları, halkı, kadınları, gençleri, çocukları hepinizin şanlı 32.kuruluş yıldönümünüz kutlu olsun.
- Ayrıntılar
Bir gerillanın mütevazı ve dolu dolu geçen bir gününü anlatmak belki de; gerillayı tasfiye etmek isteyenlerin başarısızlıklarını(!) anlamalarına ve milyonların desteğine haiz olmuş bu efsanevi gerçekliğe belli bir oranda katkı sunabilir.
Sabahın erken saatlerinde kalkılır. Her şeyden önce bir çevre temizliği yapılır ve sonrasında sabahın ihtiyaçları temelinde hummalı bir koşuşturmayla güne “Merhaba/Roj Baş” denilir. Aslında burada hemen belirtmek istiyorum; sabahıyla ve akşamıyla bu sözünü etmeye çalıştığım günlerin bütün tılsımı ortaklaşa olmasındadır. Yani kimsenin kendi çıkarlarında veya kendi pragmatist bencilliğinde zaman tüketme, kanserleşme gibi asalıklara girmemesi söz konusu olmaktadır.
Sabahın ihtiyaçları tedarik edildikten sonra, o günün koşulları normalse kahvaltıya geçilir. Kahvaltı da neyin olacağından ziyade nelerin konuşulacağı ve yapılacağı ön plana çıkan bir gerçeklik olmaktadır. Kahvaltı esnasında ve sonrasında o güne dair yapılacaklar üzerine somutlaşan ve görevlendirmelerin netleştiği bir tartışma yaşanır.
Bundan sonrasında eğitim çalışmalarına geçirilir. Burada eğitim çalışmalarını uzun uzun anlatmanın pek bir anlamı olacağını sanmıyorum. Daha çok spor, askeri ve siyasi konular üzerine yürütülen bu eğitimlerin her birinin ayrı bir önemi ve yaşamsal ehemmiyeti vardır. Özellikle spor olarak gerçekleşen eğitim çalışmalarında çoğu zaman moraller en üst seviyede olur. Zorlu Kürdistan coğrafyasında gerillanın yaptığı sporda, ayağında mekapı, belinde şutiği ve raxtı, elinde de vazgeçilmezi olan kleşiyle koşması ve taklalar atması aslında savaşın içinde her zaman hayat kurtaran olgular olmuştur.
Sporun ardından eğer imkanlar ve zaman elverirse günlük basın TV veya Radyo aracılığıyla takip edilir. Gerilla eline geçen her fırsatta hem bölgesel, hem de uluslararası alanda yaşanan birçok gelişmeden önemli sonuçlara ulaşmayı kendisine bir görev bilir. Bundan dolayı da çoğu zaman basını takip etme aksatılmayan bir çalışma olarak günün bu bölümünde işlenir. Gerçi özellikle TC’nin özel savaş basını izlendiğinden yüzlere yayılan tebessümler ve gülüşmeler, haber niteliği olmayan ve toplumu kandıran bu safsatalar karşısında, gerilla da sistem gerçekliği ve kapitalist sistem gerçekliği karşısında insanların düşürüldükleri duruma yönelik bir eleştiri niteliğini de taşımaktadır.
Bu basını takip etmeden sonra pratik çalışmalara katılacakların dışındakiler eğitim çalışmalarına devam ederler. Bu eğitim çalışmalarında askeri dersler veya siyasi dersler şeklinde öncesinden hazırlanmış programlara göre gündem oluşturmak söz konusu olmaktadır. Askeri derslerde daha çok savaşın genel durumu ve bunlar üzerine yürütülen tartışmalar ve dönemsel ihtiyaçlara göre belirlenmiş konular üzerinde durulur ve gerillanın yetersiz kalan yönleri aşması sağlanarak, her daim zaferi kazanan kişiliğe ulaşmasına zemin hazırlanır.
Siyasi derslerde daha çok tarih, felsefe ve toplumlar bilimi-bazı zamanlar beşeri bilimler üzerine yoğun tartışmalar ve araştırmalar yapılır. Bunlar da oluşturulan bu ortak platformda düşünsel anlamda paylaşılır. Öğlen vakti olduğunda günlük görevliler tarafından hazırlanan öğlen yemeği yenilir, çaylar içilir. Sonrasında çeşitli konular üzerine tartışmalar tekrardan alır başını gider. Öğleden sonra sabah ki programa benzer eğitim çalışmaları, bazen tatbikatlarla, bazen araziye yayılan ve gerçeği aratmayan askeri taktikler üzerine yürütülen eğitimlerle devam eder.
Akşam olduğunda ve güneş batıya evrildiğinde gerilla tekrardan hazırlanılan akşam yemeğini yer ve sonrasında o güne dair yapılanlara ve yetersiz kalan noktalara yönelik günün genelini ve katılımı kapsayan bir tartışma platformu oluşturur. Burada yaşanan yetersizlikler üzerine sonuç alıcı tartışmalar ve yapıcı eleştiriler geliştirilir. Bundan sonrasında da akşam haberleri izlenir varsa önemli programlar, belgeseller izlenir. Ondan sonrasında da bireysel kitap okuma, yazma vb çalışmaların oluşturduğu zaman dilimine geçilir. Artık günün sonuna doğru gerilla yeni bir güne kendisini hazırlamaya başlar. Üç aşağı beş yukarı gerilla bir gününü bu şekilde yaşamaktadır. Yaklaşık 32. yıllık mücadele gerçeğini ve gerillanın yenilmezliğini oluşturan bu günlerdir. Açıkçası bu zafere kadar da böyle devam edecek bir gerçektir.
Öyle gerillanın bir gününde maliyet, giderler gibi konular ön plana çıkan olgular değildir. Kendini eğitme, yetkinleştirme ve eksikliklere yönelik mücadele ön plana çıkmaktadır. Bu da gerillanın ve ona yüklenen bu şanlı misyonun gereğini yerine getirme de önemli bir basamak olmaktadır. Gerilla bu günlere, bu mücadeleye başından beri manevi bir temelde katılmaktadır. Bundan dolayı da kimse bu günlere ve gerillaya, maddi temelde yaklaşarak çözüm aramaya çalışmamalıdır. Böyle beyhude yaklaşımların ne öncesinde, ne de sonrasında bir yararı olacağını düşünmek, olsa olsa çok basit bir aymazlıktır!
- Ayrıntılar
Türkiye parlamentosunda yoğun tartışmalar var. Tartışmalar ağırlıklı olarak açılıma dönük yapılıyor. Ve ilginç olan ise işin özüne çok az mebusun dokunmasıdır.
Parlamento yani konuşulan yer. Tartışılan yer. Diyaloglarla var olan sorunların çözüme bağlandığı yer. Türkiye’de bu yere meclis diyorlar. Hatta Büyük Millet Meclisi. Milletin büyük meclisi.
Ve meclislere milletin temsilcileri gönderilir. Milletin sorunlarını çözmek için halk kendi seçimini, kararını başkasına yani mebusuna devreder. Ve o mebus artık milletin ağzıdır, yüreğidir, dilidir.
Böyle olması gerekir. Ama nerede bir yetki devri varsa orada bir suiistimalin yaşandığını yaşam tecrübemizle biliriz. Yetki devri irade devridir. Yani siz iradenizi başkasına teslim etmişinizdir. O kişi ya da kişiler ya da kurum ve kurumlar artık adınıza karar verirler. İradesini teslim edenler çok sürmeden teslim alınırlar. Çünkü sistem böyle işler.
Hâlbuki en doğal ve kutsal hak kendi iradesini yansıta bilme hakkıdır. Kendisiyle ilgili olana, genelle ilgili olana direk dolaysız katılma hakkıdır. Kendisine ilişkin olana karar verme hakkıdır. Kimisi buna doğrudan demokrasi diyor. Doğrudan temsil diyor. Dipten gelen dalga diyor. Köktencilik diyor. Ve ilginçlik o dur ki çağımızda böylesine bir temsili yaşama geçirmenin çok fazladan imkânı var. Kendi iradesini başkasına teslim etmeden, başkasına da teslim olmadan direk kendi çıkarlarını sonuna kadar savunma ve koruma imkânı bu söylediğimiz doğrudan temsilden geçiyor. Kimisi böylesine bir örgütlenme modeline yatay konfederal ilişki ve ilişkilenme diyor.
Geçelim bunları. Türkiye’de var olan sistem burjuva demokratik sistemidir. İşleyen bu da değildir. İşleyen otoriter, halktan kopuk, halktan uzak, bildiğini okuyan oligarşik bir sistemdir.
Türkiye’de tartışılıyor dedik. Parlamentosu tartışıyor. Özgürlük dağlarında bu kadar tabiat ananın zor şartlarında söylenenleri çok takip etme imkânımız her zaman olmuyor. Gönül isterdi ki anı anına takip edelim, izleyelim ve görüşlerimizi zamanında ifade edelim.
Ama olmuyor. Bu bir handikap. Özgürlük dağlarında yer yer tüm tekniklerde kopuk olmanın handikapı. Gecikmeli de olsa parlamentoda yapılan tartışmaları izliyoruz. Milletin meclisinde milletin başlıca sorunu Kürt sorunu iken faşist düşüncelerin, cümlelerin sarf edilmesi insanı düşündürtüyor. Bir de sözde halk partisi diye geçinen bir partinin önde geleni tarafından. Tuhaf dedik. Milletin kürsüsünden savaş kışkırt kanlığı yapılıyor. Geçmişte yapılan katliamları onaylayan, bugün de benzer katliamlar yapılmasını isteyen bir ağız milletin meclisinden dillendiriliyor. Kürtlere, Ermenilere, Yunanlara yapılanlar onanıyor. Onanmanın da ötesinde ilham kaynağı olarak gösterilerek benzerinin bugünde yapılması isteniyor. Ve bu dozajda faşizan düşünceleri dile getiren sözde “Onur” ismini taşıyor. İnsanlığa bu kadar “Onur”suzca yaklaşan birinin isminin “Onur” olması insanlık adına bizi utandırıyor.
Daha da tuhafı ve çirkini ise böylesine faşizan ve salyalı sözler “Onur”suzluğu yaşayan birinin ağzından çıkarken katledilen bölgeden gelen birinin bu faşizan sözlere alkış tutmasıdır. Birileri gelecek atalarına zoraki baskı uygulayacak isyana zorlayarak sonradan katliamlar yapacak. 70 binin üzerinde insan katledilecek, Munzur vadisi yıllarca kan kızıl akacak, o bölgenin genç kızları süngülenecek, tecavüzlere uğrayacak ve sen seni katledenin ismini de alarak bugün tecavüze uğramış mazlum bir halkın yeniden katledilmesini isteyen “Onur”suz sözlere alkış tutacaksın… Kendini satmanın pazarlamanın, kaşarlanmış olmanın, onursuz olmanın da bir sınırı var derler. Ama Kemal Kılıçdaroğlu gibilerinde bu sınır yok gibidir.
Çok uzatmayacağız. Bu halkın temsilinin kendisi yapabilmesi için, kendi kararını kendisi vermesi için, doğrudan demokratik bir sistemi hayata geçirmek için Kürdistan’ın özgür dağlarında özgürlük uğruna mücadele eden Gabar ismindeki bir yoldaşımız Gabar’da aynı Dersim’deki gibi katliamlar yapmak isteyen bir faşizan düşmana karşı tüm duyargalarını şahlandırarak meydana kendini atmadan önce söylediği sözler;
“BUGÜN ÖZGÜRLÜK GÜNÜDÜR, O YÜZDEN ÖZGÜRLÜKLE DANS EDECEĞİZ” oluyor.
Evet, özgürlük günlerini yaşıyoruz. Ve biz o yüzden özgürlükle dans ediyoruz. Biz Dersimlerin, Paluların, Zilanların, Ağrıların, Kulpların, güzel genç Kürt kızı Rındaxanların başına gelenlerin bir daha güzel genç Kürt kızlarının başına gelmemesi için özgürlük dağlarında özgürlük için dans ediyoruz. Ermenilerin, Yunanların başına gelenlerin halkımızın başına gelmemesi için dans ediyoruz.
Ve şunu hemen belirtelim: Faşist salyalı zihniyetler hiç sevinmesinler. Özgürlük dağlarında özgürlük için savaşan yürekler oldukça artık geçmişin katliamlarını yapamayacaklar. Yeter ki özgürlük dağlarında özgürlük uğruna yola çıkmış olanların yanında olunsun, yeter ki onlara bağlı kalınsın ve yeter ki özgürlük günüdür diyerek özgürlük için mücadele edilsin.
“Onur”suzluğu yaşayanlar buna inanmıyorlarsa bizatihi kendileri dağlara gelebilirler. Buna yürekleri yetmiyorsa yanlarına odundan yapılı “Kılıç”larını da alsınlar.
- Ayrıntılar