Kürdistan ve Türkiye’de birileri zanneder ki, Taraf Gazetesi liberaldir.
Gerçek bunun tam tersidir.
Dolayısıyla böyle düşünenler liberallik nedir bilmiyorlar.
Eğer böyle düşünenler, kendine demokratım diyorlarsa demek ki, ırkçılık ile özgürlük direnişini birbirinden ayırmayı bilmiyorlar.
Eğer böyle düşünenler, kendine sosyalistim diyorlarsa demek ki, üstün ırk ırkçılığını meşru görüyorlar.
Eğer böyle düşünenler, kendine Kürt yurtseveriyim diyorsa demek ki, işgalci zihniyetin işgaline uğramışlar, demek ki beyinleri dumura uğramış.
Tarafın yayınlarını takip edenler zanneder ki, bu gazetenin yaptığı haberler yenidir.
Özgür ve alternatif medyacılık yapan Kürtlerin medyasını iyi takip edenler bilir ki, malum gazetenin yayınladığı haberleri Kürt medyası yıllarca önce yayınlamış.
Malum gazetenin haberlerine “mal bulmuş mağrip misali” sevinenler, kendini aldatıyorlar.
Böyle sevinenler bilmiyorlar mı, bu gazete CIA ile MİT’in eşgüdümlü olarak çıkardığı bir gazetedir.
Böyle düşünenler bilmiyorlar mı, faşizm medya alanında kendini allayıp pullayarak hem solcu, hem dinci, hem sosyalist, hem demokrat, hem milliyetçi hem de ırkçı yayınlar yapmaktadır.
Doğan medyasına bakın, Önce Vatan gazetesi tam Türk ırkçısı, Hürriyet beyaz Türk ırkçısı, Milliyet liberal Türk ırkçısı, Vatan devşirme Türk ırkçısı, Radikal sol soslu Türk ırkçısı, Posta cinselci Türk ırkçısı çizgisinde yayın yapmaktadır.
AKP ve Fetul-Münafıkçı Türk medyasına bakın, Yeni Şafak gazetesi liberal Türk ırkçısı, Vakit tam provatör Türk Irkçısı, Star ile Sabah soft ile cinselci alaşımlı Türk ırkçısı, Zaman hem İslamo faşist hem de münafık Türk ırkçısı, Türkiye Turanist Türk ırkçısı, Taraf light derin Türk ırkçısı, Aksiyon dergisi Mitçi beyaz Türk ırkçı çizgide yayın yapmaktadır.
Türk ırkçılığı medya alanında Doğan Medya aracılığıyla katı Türk ırkçılığına-Kara Kemalizm-, AKP ve Fetul-Münafıkçı medya aracılığıyla da Türk-İslamcı Türk ırkçılığına-Yeşil Kemalizm- oynamaktadır.
Türk faşizmi-dünyada eşi benzeri olmayan ırkçılık türü- her iki medya koluyla ırkçılığı meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Tabi bunu yaparken tüm gazetelerin ırkçı yayınlarını PKK ile Kürtler deşifre edince, imdatlarına ABD koştu. ABD, bu konuda CIA’ya özel rol verdi. Ve Taraf gazetesini çıkarma kararını uygulamaya soktu.
Gazetenin finansmanını CIA ile Türk MİT’i birlikte yapmaktadır.
Paralar, CIA ajanı Fetullah Gülen’in şirketlerine aktarılmakta, oradan da naylon-çakma-işadamları vasıtasıyla Taraf Gazetesi’nin kasasına aktarılmaktadır.
Sermaye ve arka cephesini böyle sağlama alan ABD ile CIA, Yasemin Çongar ile Ahmet Altan’ı özel olarak görevlendirdi.
Yasemin Çongar, CIA’nın temsilcisi iken, Ahmet Altan ise MİT’in temsilcisidir.
Altanların ailesi atadan Türk istihbaratına çalışmaktadır. Ermeni soykırımı ile Kürt soykırımını örgütleyen Teşkilatı Mahsusa’nın kuruluşundan beri bu aile Türk gladiosunun demirbaş elamanları olmuşlardır.
Sol maskeleri var ama özünde ırkçıdırlar, nano ırkçıdırlar.
Ahmet Altan genetik ırkçılık yaparken, nano ırkçılık yaparken oraya buraya kıvırtıyor.
Oryental gibi raks eylerken, Oryental ırkçılık üzerinden de palazlanmakta.
Utanmadan da kendine barışçı misyonunu yüklenmekte, utanmadan da CIA, MİT ve AKP’nin politikalarını uygulamayı erdem olarak herkese yutturmaya çalışmaktadır.
Politikalarını uyguladığı AKP, üç defa savaş kararı alırken sus pus olan Oryental nano ırkçı Altan’dır.
Nemalandığı AKP, 2006 yılında çıkardığı bir yasayla Kürt çocuklarını öldürmeyi ve zindanlara doldurmayı bir bir yerine getirince sus pus olan ve gizlice alkış tutan yine ırkçı Ahmet Altan’dır.
Nemalandığı AKP, 2007 yılında çeteciliğin-koruculuk-sayısını artırma kararını alırken sus pus olan yine bizim meşhur ırkçımız Ahmet Altan’dır.
Nemalandığı AKP, 2008 yılında kontr-gerillayı meşrulaştırma ve “DTP’yi Bitirme Planını” uygulama yasası ile planını pratikleştirirken bunu alkışlayan aynı Oryental ırkçı Altan’dır.
AKP’nin faşist-ırkçı-yasalarıyla Kürt çocukları katledilirken, gazeteler kapatılırken, AKP’nin çanaklarını yalama şerefine nail oluyordu.
Bu Oryental ırkçı, şimdi kalkmış önce gazetesinde bir haber yapıyor, dünyada özgürlükçü harikalar yaratan PKK’yi, dünyanın en ırkçı partileri olan CHP ile MHP’yle özdeşleştirmeye çalışmakta.
Daha sonrada “Barış Günü, Savaş Günü” diye bir makale yazarak ırkçı Türk devletine karşı dünyanın en haklı direnişini veren PKK ve bizler gibi gerillaları suçlamaya çalışmaktadır.
Vay vay, neymiş de, bilinç altımızda devlet ideolojisi varmış.
Oryental Türk ırkçısı Ahmet Altan, 4.Murad’ın Şeyhülislamı Yahya Efendi’nin rolünü almışa benziyor.
4.Murad’ın çanak yalayıcılığını yapan Yahya Efendi’yi, ünlü Kürt şairi Nefi idamı göze alarak eleştirmiş ve sonuçta idam edilmişti.
Kürdistan özgürlük gerillaları da çağdaş Nefiler olarak, Kürdistan dağlarında dünyanın en ırkçı devleti olan Türk devletine karşı savaşırken, tabi ki Altan’ın suçlamalarına cevap vereceklerdir.
Hele bir bakalım Kürt şairi Nefi 4.Murad’ın çanak yalayıcısı Yahya Efendi’ye ne demişti?
“Bize kâfir demiş müftî efendi
Tutalım ben anca diyem Müselmân
Varılınca yarın Rûz-i Cezâya
İkimiz de çıkarız anda yalan”
Nef’i bu kıtayla Şeyhülislam Yahyâ’ya yanıt verirken açıkça şunu demek istiyor:
"Müftü efendi bana kafir demiş.
Tutalım ben de ona Müslüman diyeyim.
Ama yarın Rûz-i Ceza’da ikimiz de yalancı çıkarız.
Çünkü kafir olan kendisidir."
Bizde aynısını Ahmet Altan’a iade ediyoruz.
Çünkü Oryental nano Türk ırkçısı olan Ahmet Altan’ın ta kendisidir.
- Ayrıntılar
(Elif Ana’nın anısına)
Elif Ana üzerine geçenlerde bir program yapılmış, izleme imkânımız olmadı. İzleyen yoldaşlar anlattılar. Ancak tuhaf olan ise devlet temsilcileri de katılmışlar.
Malum Türk devleti bu ara bolca açılımlar peşindedir. Açılımlar eğer geçmişin yanlış yetersiz yaklaşımlarını gidermek için ise iyidir. Ancak bunun böyle olmadığını da biz yaşadıklarımızla biliyoruz. Ali Cengiz Oyunları bol olan bir devletin ve zihniyetin izdüşümü olan yeni yetme 17 eğilimi içinde barındıran bir hükümetin herhalde ayak oyunları daha bol olacaktır.
Söz Elif Ana’dan açılmışken, Elif Ana’nın bir memleketlisi olarak birkaç söz de biz söyleyelim:
Öncelikle Elif Ana’yı tüm içtenliğimizle anıyoruz. Yeri nur olsun. Evimizde sürekli asılı duran o güzelim yöre kıyafeti ve kafasındaki özgün Kürt kofisiyle hafızalarımıza işlendiğini söylemem abartı olmaz.
Biz biraz Elif Ana’yla, Ali Kute’yle, Salmanipekle, Hemi Tazi’yle büyüdük, onların öyküleriyle gözümüzü dünyaya açtık. Ve kutsallıkları derinliklerimize işledi. Unutulmaları adeta imkânsız. Ek bilgiler olarak: Bir Hemi Tazi’nin “xwede kurde” demesini unutmuş değiliz. Ali Kute’nin her yerde ziyaretlerle anılmasının yanı sıra Pakistan’da katledilen Ali Buto olduğunu da hiç unutmadık.
Ben bir Kürdistan gerillası olarak 1991 yılında Pazarcık topraklarına ayak bastığımda ilk ziyaret etmek istediğim kişilerin başında Elif Ana geliyordu. Ne var ki bu şansı yakalamadan yörenin kutsal kişiliği rahmete kavuşmuştu. Ben bir gurup gerillayla Pulyana-daha doğrusu Pulyan’e jereye- gitmek isterken vefatını duymuştum. Çok üzülmüştüm. Anamın bana hep anlattığı ve görmem gerektiğini söylediği Elif Ana’yı o yaşarken görememiştim. Vasiyetler her zaman önemlidir. Vasiyetleri yerine getirmek bağlılıkların derinliğini gösterir. Ben bir ananın vasiyetini yerine getirememiştim.
Pazarcık topraklarında bir gerilla olarak çok uzun bir süre zarfı geçmeden mezarını ziyaret etmiştim. Sonraları birçok kez geceleri -ki bir gerillaya ancak bu ziyaretler geceleri nasip oluyor-, ziyaret etmiştim. Vefatının aynı yılında Elif Ana’nın yeşil bezinden de almıştım. Ve halen cebimde taşırım. Sorun batıl inançlara sahip olmak değildir. Yörenin en saygın olan Anasını anmak için de olsa onun bir parçasını yanında taşımak bir değer biçmedir. Ve biz hep Elif Ana’ya değer biçtik.
Yörede gerilla iken Elif Ana’nın bana hep moral veren bir sözünü Pazarcıklılarla tartışırken hiç dillimden düşürmemişimdir. O da; “EV GENÇ E BAŞARKİN.” Yani bu gençler başarırlar…
Evet, Elif Ana Kürdistan gerillası için “bu gençler başarırlar” demiştir. Ve bu sözünü herkes bilir. Kendim yöre insanıyla tartışırken Elif Ana’ya bağlılıktan söz açıldığında ilk söylediğim cümle “Elif Ana, ev genç e başarkin” diyor sen de ya da siz de Elif Ana’yı sevdiğinizi söylüyorsunuz o zaman sevginizin gereklerini yerine getirin, yani Elif Ana gibi bu gençlere, gerillalara güvenin, inanın” diyerek kendilerini geri çeken, ürken, hatta yer yer pasif duranları eleştirmişimdir. Bu bağlamda Elif Ana’nın maneviyatının bana çok destekleri olmuştur. Yıllar geçse de Elif Anayı unutmak mümkün mü?
Elif Ana gerillaya inanmışken şimdilerde gerillayı imha etmek isteyen, Kürt halkını yok etmekte ısrarcı olan bir devletin faşizan zihniyetli memurlarının gelip Elif Ana’ya ilişkin bir programa katılmaları tek kelimeyle kabul edilemez. Kabul etmememin de ötesinde buna karşı mücadele edilmesi gerekir.
Tekrarlayalım; bir Ana ki gerillaya inanıyor. Bir Ana ki gerillayı seviyor ve bir Ana ki mücadele edilmesinin gerekliliği ifade eden “ev genç e başarkın” sözlerini sarf ediyorsa orada faşist devletin inkârcı imhacı zihniyeti temsil eden ve bundan ısrar eden memurlarını karşılamak dediğimiz gibi tek kelimeyle kabul edilemez.
Kabul edilemez, çünkü Elif Ana’da bu durumu kabul etmezdi. O kendisini ölümüne seven gençleri sevenlerdendi.
O, ölümüne kendilerini bir halkın dertlerine derman olmak için dağların doruklarına en zor şartlarda vurarak yaşamayı tercih edenleri severdi.
O, gelecek güzel ve aydınlık günler için kendilerini feda edenleri severdi.
O, ahlaki ve politik bir toplum yaratmak isteyen gençlerin ölümüne, ahlaksızlığın diz boyu yayıldığı bu toprakları temizlemek için yollara çıkan ve bir hırka bir lokma felsefesiyle yaşayan dervişlerden daha dervişçe yaşayan gençleri severdi.
O, özüyle sözü bir olan, ne söyledikleri değil ama nasıl yaşadıkları daha önemli olan gençlerin sade, ahlaklı, yöre kültürünün yaşaması için binlerce kez ölüme hazır olan gençleri severdi.
Evet, o genç gerillaları severdi. Ve o yeniden Kürt halkını ayağa kaldıracak gençleri severdi.
O gençleri severdi, biz ise onu her zaman sevdik ve sevmeye de devam edeceğiz. Yüreğimizin en derinliklerinde ona yani Elif Ana’mıza bir taht kurduğumuzu da herkes duysun.
Ve onun o tüm gençlere ve gerillalara moral veren sözünü tekrarlayalım; “EV GENÇ E BAŞARKIN.”
Ve diyoruz ki; “ev genç e başarkın” sözü için de olsa dağlara. Kutsal mekânlara…
- Ayrıntılar
Çok hızlı süreçler yaşanıyor. Bu hız tarihi momentumla ilgilidir. Tarihi momentum değişimin ve dönüşümün tüm sancılarını içeren andır. Başka bir tanıdık kavramla dile getirecek olursak; kaos anıdır.
Yaklaşık on gün önce “Barış İçin Dağlara” demiştik. Doğru söylediğimiz birkaç gün içerisinde daha iyi anlaşıldı.
Kürt özgürlük mücadelesi tüm iyi niyet çabaları, ortamı şiddetten uzak tutmak istemesi ve büyük özveriler göstererek ve de kendisini zorlayarak zihnen değişim dönüşümü ısrarla dayatmasına rağmen yürekleri kararmış zihinler her seferinde kanlı ortamı, toplum kırımı, onursuzlaştırmayı bir yöntem olarak karşımıza dikmektedirler. Ve bunların dışında da başka herhangi bir şeyi Kürt halkına reva görmek istememektedirler.
“Barış Elçileri” olarak tanımladığımız bir grup gerilla yoldaşımızla, çok değerli analarımızın, gençlerimizin ve çocuklarımızın da içlerinde bulundukları başka bir gurubu birlikte yeter ki çatışmasız bir ortamın oluşturarak barışa katkı olsun diye gönderdik. Halkımız gönderilen bu Barış Elçilerini gerçekten Tarihi An’a layık bir şekilde karşıladı. Bağrına bastı, sahiplendi. Ve bir halkın yapması gereken ve göstermesi gereken en onurlu davranışı gösterdi; yani barışa susamışlığını.
Yüreği kararmış zihniyet sahipleri bir halkın barışa susamışlığını çok görmüş olmalıdırlar ki her yerde kışkırtıcı, provokatif birçok girişimi tahrik ederek barış ortamı için en büyük özveriyi gösteren bir halka karşı linç girişimlerinde bulundular.
Yüreği kararmışlık esasen insanlığından vazgeçmezlik değilse nedir? Onurlu bir barış ve kanın durması için gelen elçilerin karşılanma törenlerini gerekçe göstererek adeta diz boyu yüreği kararmış olanlar her yerde karşıt gösteriler, tahrikler, kızıştırmalar, derken linçler.
Tuhaf olan ise sözde demokrat geçinen, demokrasi söylemini dillerinden indirmeyen, barışçı geçinen, “sıfır problem” diye yola çıkanların gösterdikleri hezeyanlardır. Bir içişleri bakanı, bir başbakan, faşizan-ulusalcı ırkçı muhalefetten hiç söz etmiyoruz. Söz ettiklerimiz sözde “AÇILIMCILARDIR.” Açılımcılardır sözde ancak yüreği ve beyinleri kararmışlardır. Yüreği kararmışlık insanlıktan kopmuşluktur. İnsan olmaktan çıkmışlıktır.
Yüreği kararmış olmak kötü bir durumdur. Türkiye iç siyasetinde askerlerin-biz buna Ergenekoncular diyelim-kendilerince muhalif gördüklerini en iğrenç yöntemlerle tasfiye etme planları ve bunların belgeleri çarşaf çarşaf basında işlenmişken ve suçüstü yakalanmışken yüreği kararmışlar Kürt özgürlük hareketine ve onun halkına saldırmaktan vazgeçmiyorlar. Demokrasi ayıbı, insanlık ayıbı, siyasetin ayıbı ve komplo ayıbının üzerine gitmesi gerekenler barışı isteyenlere ısrarla saldırıyorlarsa orada bazı şeylerin görüldüğü gibi olmadığı netleşmiş demektir. Ve orada tarihi momentuma yaraşacak olan tavır ve davranışı göstermenin zamanı gelmiş demektir.
Yüreği kararmışlar bizim tek taraflı eylemsizlik kararımıza rağmen yoldaşlarımıza yönelmeyi kendilerine erdem biliyorlar. Bingöl’de şehit düşen 5 arkadaşımız özgürlük hareketinin her ferdi gibi Önder Apo’nun çağrısına gönüllüce fedaice katılım gösterecek olan gerillalardı. Barış fedaileri…
Ne var ki yüreği kararmışlar barış fedaileri yerine ısrarla savaşı istiyorlar. Eylemsizliğin sürmesini istemiyorlar. Kanın durmasını istemiyorlar. Özgürlük hareketini tasfiye etmek için diyar diyar dolaşarak karşıt projeler yaratmaya çalışıyorlar. “Sıfır Problem” yaklaşımını özgür Kürt’e göstermeyecekleri her fırsatta saldırılarından anlaşılıyor. Özgür Kürt'le barışık olmadıkları özgür kürde olan nefretlerinden görülüyor.
Öyle ki herkesle, herkesimle özgürlük hareketinin tasfiyesi için ittifaklaşmalar geliştiriyorlar. Her ittifaklaşmalarının altında yatan Kürt özgürlük hareketini pazarlamak vardır. Buna da-yani bu pazarlıklara-stratejik derinlik diyorlar. Stratejik derinlik bu bağlamda özgür kürdü yok etmenin, yok saymanın derinliği oluyor.
Onurlu olmak ise bu yok etme projesine karşı sapa sağlam özgürlük uğruna amansızca mücadele etmekten geçer. Kürt halkı bugün çok görkemli bir kalkışı yaşıyor. Ancak Kürt halkının en dinamik, en genç, en atik, en girişken, en arayışları yüksek olan, en her türlü baskıya karşı tahammülsüz olanlar, en kendisi olmak için dimdik ayakta kalmak isteyenler bir an önce dağların zirvelerine tırmanmalıdırlar.
Şehit yoldaşlarımızın defnetme törenlerini izlerken etkilenmeden olmuyor. O kadar yüreği kararmışçasına saldırıya rağmen bir Kürt anası başka bir Kürt anasına “ağlama, ağlayarak düşmanlarımızı sevindiriyorsun” diyerek düşmanın karşısında nasıl durulması gerektiğini herkese gösteriyor. Başka bir ana ise hiç duymadığımız bir cümle kullanarak şehit oğlunun arkasında onu ve onun yoldaşlarını “Tace Zerin” olarak isimlendiriyor. Hem de dik bir duruşla bunu yapıyor. “Tace Zerin” yani Kürdistan özgürlük mücadelecisi gerillayı “Altın Taç” olarak ele alıyor. Ve bu gerillaların nasıl birer “Altın Taç” olduklarını halkımız onları Habur’dan başlayarak karşılamalarında anlıyoruz.
Evet, yarınların özgür günleri için Dağlara. Altın Taç olmak için dağlara.
- Ayrıntılar
Bir Türkiye Cumhurbaşkanı var:
Kafası büyük, yüzü riyakar, bakışları da kemdir.
Ne hindir, bir ben bilirim, bir de Kürt halkı.
Çekirdekten orducudur.
Bilinir ki, babası Hamdi’nin peştemalinde ordu karargahında yetişmiştir.
Hem de Kayseri’deki ordu garnizonunda.
Denilir ki, Sebatayisttir, aslı Yahudidir.
Bunu ben demiyorum, Türklerin kendisi diyor.
Onların nüfus kütüğü böyle diyor.
Eşi Hayrunnisa için de denilir ki, öz be öz Yahudi’dir fakat sonradan Sebatayist olmuş.
Kendisi Sebatayist, eşi Sebatayist olan bu zatı reisi cumhur, gençliğinde kafatasçı ırkçı Necip Fazıl’ın mürididir.
Hakeza bu zat gençliğinde Gladio’nun bir örgütü olan Milli Türk Talebe Birliği’ne de üye idi.
Sadece geçmişi bu mudur bu zatın?
Tabii ki hayır.
Bu reisi cumhur Abdullah, tescilli İngiliz ajanıdır.
İngilizlerin, Ortadoğu ve Kürdistan’a hakimiyet kurmak için ajan yetiştirdiği Exeter Üniversitesi’nde İngilizler tarafından okutulmuştur.
Ona diploma veren de İngiliz istihbaratının başında yer alan Tim Niblock’tur.
AKP’yi Abdullah ile Tayip’e kurdurtan da CIA’nın Ortadoğu şefi Graham Fuller’dir.
Zatı Abdullah’ın İngilizler tarafından özel olarak yetiştirilen yeminli, diplomalı bir Kürt düşmanı olduğu bir gerçektir.
Zaten İngilizler, Sebatayist olmayanlar dışında hiçbir kimseyi alıp eğitmezler.
Türkiye’de Sebatayist ve mason olmayan biri dışında hiçbir kimse, ne dışişleri bakanı, ne de reisi cumhur olabilir.
Türkiye’de dışişleri ve cumhurbaşkanı olup ta Sebatayist ve mason olmayan tek bir kişi yoktur.
Bu makamlara gelen kim varsa, kesin ve kesinkes Kürt düşmanıdır.
Kesin ve kesinkes İngiliz ajanıdır.
Böyle olmazsa İngilizlerin Ortadoğu ve Kürdistan’da oluşturduğu statüko devam etmez.
Kürdistan sömürge olarak kalmaz.
Türkiye’ye verilen jandarmalık rolü devam etmez.
Tüm bunlara bakıldığında Abdullah Gül’ün niye Kürtler, Kürdistan ve PKK ile ilgili her konuda en düşmanca rol oynayarak, Kürde karşı düşmanlıkta nasıl koordinatörlük yaptığı anlaşılır.
Sakın ola ki, kimse bu çok sinsi İngiliz ajanına kanmasın.
Sakın ola ki, kimse bu diplomalı Kürt düşmanına kanmasın.
Hele bakın ne diyor, bu zat.
Dünyanın en hilekar, yalancı, süper aldatmacı adamı kalkıp bize diyor ki, efendi olun.
Asıl efendi olması gereken biri varsa o da sensin sayın zat.
Bizler seni gibi ne İngiliz ajanıyız, ne Arap düşmanıyız, ne de Fars düşmanıyız.
Bizler senin gibi en Türkçü görünüp de, esasında en fazla Türklere düşmanlık yapanlardan değiliz.
Asıl senin gibi zatı muhteremler Efendi olsun.
Sizin gibiler, bir zamanlar uykunuzda bile yırtık pırtık bir askerin siluetini rüyanızda gördüğünüzde kabuslar görürken, nefes nefese kalırken ne hale girdiğinizi iyi biliyoruz.
Ruhunuzu iyi tanıyoruz.
Eğer bugün birazcık bile olsa, orduya bir laf atma durumunuz varsa.
Bunu PKK gerillalarına borçlusunuz.
HPG gerillalarına borçlusunuz.
Ordunun tüm pisliklerini, ruhsuzluğunu açığa çıkaran, rahatlıkla yenilebileceğini ispatlayan HPG’dir.
Zap destanı, Oramar destanı ve onlarca direniş destanı buna örnektir.
Bundan dolayı size diyoruz ki, zatı reisi cumhur Abdullah Gül efendi ol, Kürdistan dağlarındaki gerillaya şükret.
Bunu da iyi bilesin ki, Kürdistan gerillası olmasaydı sen reisi cumhur olamazdın.
Sana o koltuğu vermezlerdi.
Kürtlere düşmanlık temelinde de olsa, eğer sana o koltuk verilmiş ise, yine de sana diyoruz ki, efendi ol, gerillaya şükret.
Şunu da iyi bil ki, gerillaya katılım arttıkça, Kürdistan ve Türkiye’nin demokratikleşmesi de daha da güçlenir.
- Ayrıntılar
Çok öteden beri bu Türkiye devletinin çok tuhaf bir karakter edindiğini yazıp çizmiştik. Yer yer Türklerin karakterinden bahsetmiştik. Tabii ki söylediklerimiz kendilerini Türk halkının ve Türkiye devletinin egemenleri ve sahibi gören kaymak tabakadır.
Barış elçilerini dağlarında renkli görüntülerle gönderdik. Ve giden tüm yoldaşlar kendilerini gönüllü önerenlerdi. Şüphe yok ki kendilerini çok daha fazla sayıda yoldaş da önerdi. Ama kabul görenler gelen yoldaşlar oldu.
Önder Apo Kürt halkının ve onun gerillasının kıblegahıdır. Kürt halkı ve gerillası ondan asla uzaklaşmaz. Uzaklaşmaz çünkü yoktan onu canlı hale getiren, korkakken cesaret veren, sinmişken dik durmasını sağlayan, unutulmuşken herkesin göreceği hale getiren, ölüyken can veren, bitmişken kendisi olan ve tabii ki bugün dünyanın en dinamik toplumu ve topluluğu haline gelmiş olması da Önder Apo’dan aldıkları arasındadır Kürt halkının.
Hal böyle olunca Önder Apo’nun çağrılarına yoldaşlarımız ve halkımız içtenlikle cevap vererek Türkiye’ye gelmişlerdir. Bir de yıllardır var olan bir sorun var, bu sorunun bir şekilde çözümünde taraf olmak için dönmüşlerdir.
Tuhaf işte bu ülke; bu devlet; bu egemenler ve bu cümle cemaat dogmatik siyasetçiler. Onlara göre bir doğru vardır; o da onların doğruları. Ama bu dünya da o kadar sizinkilerden daha farklı doğrular var ki!
Özgürlük doğruları var; ilkeli yaşam doğruları var, onurlu olmanın doğruları var. Ve başı dik, bakışları sert, vakur, direnişçi olmanın doğruları var.
Tuhaf ülke işte.
Bu devlete göre herkes suçlu, herkes pişmanlık içerisindedir, herkes aç susuz, herkes çorbacı, herkes çoluk çocuk peşinde, herkes ev bark kurmak için yaşıyor. Başka da yaşayacak olanlar olamaz. Olmamalıdır.
Yoldaşlarımız döndüler, ama sizin çorbalarınız için dönmediler. Döndüler, ev bark kurmak için değil. Döndüler, sadece ana babaların yanlarına dönmek için değil. Döndüler, suçlu oldukları için değil. Döndüler pişman olmak için değil. Ve döndüler ezik büzük durmak için hiç mi hiç değil.
Yoldaşlarımıza Türk basınında kimi terbiye noksanlığı yaşayan tipler tarafından bulaşıkçı, temizlikçi sıfatı yakıştırıldı.
Evet, yoldaşlarımız temizlikçidir. Kirlenmiş bulaşıklarınızı, elbiselerinizi temizleme zamanı. Türkiye devletini o kadar kirini pasını ancak temiz yerlerde temiz yaşayarak gelenler temizleyebilir. Türk egemenleri, faşist milliyetçi, militarist, şovenist, nazist karakter toplumu çok kirletmiştir. Tabiri caizse toplumun ve halkın kimyasını bozdu, kirletti. Bunların yaptıklarının temizleme zamanı.
Dönüyorlar yoldaşlarımız ama Türkiye’yi temiz bir topluma dönüştürmek için dönüyorlar.
Dönüyorlar yoldaşlarımızı kirlenmiş vicdanları yeniden dönüştürmek ve temizlemek için dönüyorlar.
Dönüyorlar yoldaşlarımız milyonlarca barışa özlemi haykıran sesleri siyasal bir güce dönüştürmek için dönüyorlar.
Dönüyorlar yoldaşlarımız kendisi olmaktan çıkmış, kendisiyle yüzleşmekten kaçan haydutları dönüştürmek için dönüyorlar.
Dönüyorlar yoldaşlarımız geleceğin aydın yarınlarını, kir pastan uzak bir yaşama dönüştürmek için dönüyorlar.
Ve dönüyorlar yoldaşlarımız onuru ayaklar altına alınan halklarının onurlarını yeniden onlara layık bir şekle dönüştürmek için dönüyorlar.
- Ayrıntılar
Kürt özgürlük hareketi tıkanan tarihi bir sürecin önünü açmak için barış elçileri olarak değerlendirdiği bir grup gerilla yoldaşımızı Türkiye’ye görkemli bir şekilde gönderdi. Halkımız tarihi olan çözümün önünü açmaya dönük bu adımı ona yakışırcasına karşıladı.
Şunu hemen peşinen söyleyelim: Önder Apo yaklaşık 16 yıldır savaşın durdurulması için Kürt sorununun çözümüne dönük yoğun ve derinlikli çabalar sergiliyor. Bunun için birçok kez tek taraflı ateşkesler ilan etmiştir. Eylemsizlik kararlarını almıştır. Tek taraflı olarak geri çekilmeler yapmıştır. Ama unutmayalım; tüm bu adımların ortak noktası Kürt sorununu siyasal demokratik yöntemlerle çözme istemidir.
Ancak ne yazık ki biz tüm bu özveri dolu adımlara, girişimlere, eylemlere karşılık hep halkımıza karşı kullanılan şiddet ve faili meçhul katletmeler ile gerillanın başına yağan bombalar olarak aldık. Halkımızın legal siyasetçilerini zindanlara tıkamalar, çocuklarımızın ellerini kollarını kırmalar, ajanlaştırmalar derken insan aklının alamayacağı ahlaki yoksunluklar olarak aldık.
Çok uzaklara gitmeden daha on yıl önce Avrupa ve özgürlük dağlarında Türkiye’ye gönderdiğimiz barış gruplarının nasıl zindanlara atıldıklarını gördük, yaşadık. Hastalanıp şehit düşenleri oldu. Ve halen kimi yoldaşımızın zindanlarda yaşadığını da ekleyelim.
TC’nin bu kadar özveriyi, fedakârlığı adeta kendilerince teslim olmalar olarak ele alıp saldırılarına hız vermelerini hepimiz yaşadık. Gerillanın zayıfladığını, bitmek üzere olduğunu, artık dağda yaşayamayacakları, dağılacakları gibi hiçbir aklın almayacağı mantıktan uzak yaklaşımlar sergilediler.
Bu oldukça sorumsuz, vicdansız, yalan dolan dolu, inkârcı, kararmış, kömürleşmiş zihniyete karşı Kürt özgürlük hareketi olarak müthiş bir direniş sergilendi. Her ne kadar geçmişten beri TC’nin para babaları olan emperyalistler her türlü desteği TC devletine sunmuş olsalar da, en çok yardımı, akıl vermeleri, istihbari bilgileri, teknik öldürme aletlerini bu süreçte TC devletine daha fazla sundular.
Tüm bu olumsuz davranışlarına karşılık Kürt özgürlük hareketi görkemli 1 Haziran hamlesiyle tarihe yaraşır bir direniş sergiledi. Halkımızın siyasal sürece daha etkili katılması için müthiş bir gerilla hamlesi başlattı. Öyle ki Kürt baharlaşması muhteşem olarak yeniden yaşanmaya başlandı. Kürtler daha gür haykırmaya başladılar. Kendi renklerini, türkülerini her yerde söylemeye başladılar.
On yıllardır bir Kürtçe kelimeye tahammül edemeyen faşist tekçi zihniyet ‘Kürtler’ için televizyon açtı, başbakanları Kürtçe selamlama yaptı, ırkçı şoven genelkurmay başkanları Kürt halkıyla konuşur oldu, katledilen Kürt yurtseverlerinin mezarları açılmaya başlandı, Kürtlerin tarihi şahsiyetleri dillerden düşmez oldu.
Evet, tüm bunlar görkemli gerilla mücadelesi ile ayağa kalkan halkımızın serhildanları sonucu gerçekleşti.
10 yıl önce Türkiye’ye gönderilen barış gruplarını zindanlara atan TC devleti bugün gerillaları serbest bırakıyor-hem de gerilla elbiseli gerillaları-,yüz binleri aşan kitlesel gösterilerle halkımız barış elçileri olarak karşılıyor. Ve geçecekleri her yerde halkımız daha coşkulu olarak yüreğine nakşetmeye de devam edecektir.
Söylemek istenen şudur; Kürt özgürlük gerillası özgürlük dağlarında güçlü durdukça, nicel olarak arttıkça, kendisini sağlam tutukça ve de Kürt halkının güçlü savunma gücü oldukça barış ve barışa giden yol daha açık olacaktır.
İşte bunun için diyoruz ki; gençler barış için özgürlük dağlarına.
- Ayrıntılar
Bu ali-cihanda oldum olası pırpırlı pırpırcıklı Türk generalleri kadar atanı görmedim.
Hele bir de yalaka, cücecik, kölecik apoletcik medyanın önüne çıktılar mı görün.
Atıyorlar da atıyorlar.
Onlar attıkça diyorum ki, at general at, baveje general baveje, berde general berde.
Hele bir harita da astılar mı apoletcik medyanın karşısına.
Vallahi de billahi oluveriyorlar sahte haritacı, bilimcicikler.
Çubuk da aldılar mı ellerine, tutana aşk olsun.
Şöylesine haritanın üzerinde gezdirdiler mi, mazallah delilleri de olur amade.
Görmediniz mi apoletcik medya, pırpırcık ve cücecik generalin marifetini afişe ediyordu.
Wiş wiş gördüğümüze bakın.
Pırpırcıklı general, nasıl diziyor yalanları.
Diyor ki, “Xezal’ı -Ceylan- biz öldürmedik”.
Diyor ki, “bize karşı asimetrik yıpratma yapılıyor.”
Diyor ki, “Korxe karakolu ile Tapantepe alayı”, Xezal’ın öldürüldüğü yere 8 km uzaktaymış taa.
Havan menzilinin dışındaymış da.
Söyledikleri havan menzili açısından külli yalan.
Bir defa havanların menzili, kalibresi ve kullanılan havşe sayısına göre 25 km mesafeye kadar olabiliyor.
Pırpırcık generalin söylediğini bu teknik bilgiyle karşılaştırdığımız zaman yalan attığı ortaya çıkıyor.
Bu bir.
İkincisi pırpırcık generalciklere verilen zihniyet yalan zihniyetidir.
Türk devleti onlara diyor ki, Kürt yoktur.
Bu yalana inandırılarak yetiştirildikleri için, ister evde, ister okulda olsun doğalında yalancı oluyorlar.
Bir pırpırcıklı general itiraf ederken şunu söylemişti: “Devamlı bize dendi ki, Kürt yoktur. Dağ Türkleridirler. Ama sonradan öğrendik ki, söylenenler yalandır.”
Üçüncüsü herkes yanlış izahatlerde bulunuyor. Havan bir yere yatay gitmez. Dolayısıyla yatay gitmediği için söylendiği gibi yatay gelip Xezal’ın göğüs bölgesine de isabet etmemiş. O zaman kullanılan silahın başka bir silah olma ihtimali yüksektir.
Pırpırcıklı general hakikati bildiği için, 8 km argümanıyla akıllılık yaptığını zannediyor.
Ama bize yutturamaz, yalancı pırpırcıklı general.
Dördüncüsü, Xezal başka bir silahla vurulmuştur. Büyük bir ihtimalle roket veya füze türü bir silahla vurulmuştur.
Büyük olasılıkla olay bundan ibarettir.
Gerisi düzmecidir.
Asitmetrik yıpratma var diyerek yalan atmakla, çocuk katili olmaktan kurtulamayacaksınız.
Pırpırcıklı generaller.
Bundan sonra ünvanınız tescilli bir şekilde çocuk katilleridir.
Çünkü sizler çocuk katili generallersiniz.
Alnınızdaki böyle bir damgadan kurtulamayacaksınız.
Xezal’in katili generaller.
Siz Xezal’leri füze ile katlettikçe, nice Xezal’ler dağlara çıkacaktır.
Hem de Xezal’in intikamını almak için.
Duy bunu çocuk katili pırpırcıklı general.
- Ayrıntılar
Son günlerde burjuva basında bolca işlenen küçük Ceylan’ın haberlerini ve bu konu hakkında hümaniter kalemşorların sarf ettiklerini okuyorsunuzdur. Ben de fırsat buldukça hem TV’den, hem de bu minvaldeki haber alma kaynaklarından konuya ilişkin çeşitli haberleri takip edebilme imkânına sahip oldum. Fakat bugünkü derdim; bu konunun background’undan ziyade, sözünü etmeye çalıştığım bu kesimlerin insani yanının ne kadar bilenmiş olduğuna ve Kürt halkının öteden beri sahip olduğu Ceylan’lar hakkında bir türlü görülmeyen, görülmek istenmeyen konuya dair birkaç kelam olacaktır.
Tabi bunların öncesinde şunu vurgulamak gerekir ki; Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve bunun öncü gücü PKK, en büyük desteğini duyarlı Kürt gençlerinden almaktadır. Yani Ceylanlar ve benzeri münferit olaylarmış gibi gözüktürülmeye çalışan ama gerçeğinde sistemli bir soykırımın pratikleşmesi olan bu saldırı ve yok etme politikaları karşısında Kürt gençlerinin gösterdiği duyarlılık, bugün bu saldırgan güçlerin kara kara düşünmesini ve kirli politikalarla, ayak oyunlarıyla beyhude çabaları sergilemelerine neden olsa da ve yine Kürt gençlerinin gerçekleştirilen her saldırı karşısında akın akın dağlara gelmesi de söz konusu olmaktadır. Bir yerde bu durum da; o bolca zikredilen “Açılım”ın bütün gerçekliği olmaktadır.
Yani tüm mesele ve zurnanın nota yaptığı yer; Kürtlerin örgütlü güç olmalarını engellemek ve marjinal yaşamı tüm toplumsal kesimlere hazmettirmek olmaktadır.
Şimdi böylesi konulara duyarlı olmak ve olmaması yönünde mücadele yürütmek elbette gereklidir ve anlamlıdır. Bu noktada gösterilen her türlü hassasiyet anlaşılır olmaktadır. Bu bağlamda mevzubahis kesimin yazmaları, söylemeleri elbette iyidir. Fakat önemli olan sonuç alıcı mıdır? İşte o hümaniter kalemşorların en başından bu soruya, tüm samimiyetleriyle, dürüstlükleriyle cevap verebilmeleri gerekiyor. Zaten böylesi bir cevap ile yüzleştiklerinde çok doğal olarak kendilerini de görecekler. Ve gerçekten de bu meseleler öyle bilmem hangi gazetenin herhangi bir köşesinde, ya da bir TV kanalının her hangi bir programında söylemek ve yazmakla çözülmüyor.
Bunun bilinci oluştuğunda ortaya başka bir soru daha çıkıyor; o zaman bu yönelimlere yönelik nasıl bir mücadele etmek gerekiyor? İşte esas cevaplanması gereken soru da bu oluyor. Tabi biraz cesaret istiyor bu soruyu cevaplamak, malum Türkiye standartlarında ve bu köşe bucak gazeteciliğin, aydınlığın etik ölçülerinde buna cevap verebilmek; biraz da olsa mangal gibi yürek istiyor!
Yazının başında Ceylan’dan söz ettik. Oradan da devam edebiliriz ama hatırlatmak açısından da olsa; UĞUR’u, ENES’i, ABDÜLSELAM’ı da anmak gerekiyor. Yani bugün Ceylan’ın hikayesi ilk değil, hele hele Nobel’lik bir kitap olabilmekten daha gerçekçidir. O da tıpkı diğerleri gibiydi. Yani kimliğinde kırmızı mühür taşıyordu, yani Ne Mutlu……….. Diye yazan tepelerin altında hem çocukluğunu, hem de içinde bulunduğu sosyal-toplumsal koşulların gerektirdiklerini yaşamaya çalışıyordu.
Sonrasında “Devlet” tarafından 12 yaşındaki bedeni paramparça edildi. Şimdi neden, niye, nasıl oldu gibi üçüncü sayfa sorularını bir kenara bırakmak gerekiyor. Ki zaten bugün TSK’den de konuya yönelik ikinci bir açıklama geldi; “havan mermisinin menzili dışında bu olay gerçekleşmiş ve bu haberlerle yıpratılmaya çalışılıyorlarmış”. Normal bir aklın algılama ve kavrama sınırlarının kabul edemeyeceği bu açıklama, bir yerde sözünü etmeye çalıştığım yazar-çizer çevresine “daha fazla bunu karıştırmayın ya da burnunuzu daha fazlasına sokmayın” anlamında bir cevaptı.
Ondan sonra ne mi oldu? Mesajı anlayan ve gereğini yapmakta gecikmeyen bu kesim; Amed, Hakkâri, Van, Mersin vb. yerlerde gerçekleştirilen ve uluslararası komplonun başlangıcı olarak Kürt halkı tarafından kabul edilmiş olan 9 Ekim’e yönelik protesto gösterilerinde, meydanlarda, sokaklarda çatışan ve eylem halindeki çocukları bol bol işliyor ve kendi mantık sınırlarının içinde yorumlar geliştiriyorlardı. Yani teranenin cılkı ve bir parça drama!
Burada son dönemlerde bilimcilikte sıkça kullanılan bir terime de başvurabiliriz: “KELEBEK ETKİSİ” evet, bilinen ve revaçta olan bir kavram! Hem teorisi yapılıyor, hem de çeşitli filmlerde kullanılan bir kurgu oluyor. Yaşadığımız topraklarda ve içinde bulunduğumuz dönemde bu terimi kullanarak, belki de meramımızı daha iyi anlatabiliriz.
Şimdi Uğur, Enes, Abdulselam ve Ceylanlar aslında bir nevi öfkenin, intikamın yolculuğunda bir kelebek etkisi olmaktadır. Yani onlar daha çocukluğunu sığdırmaya çalıştıkları bedenlerinde, yaşamak zorunda kaldıkları bu derin acılarıyla bir kelebeğin kanat çırpması oluyorlar. Doğal olarak sonrasında da fırtına ve boran kopuyor! Şimdi bu protestolarda meydanlarda olan çocukları, elinde taş atan insanları ve tüm biber gazı-göz yaşartıcı gazları arasında Molotof’la saldırılar söz konusuysa, gerçek nedenleri burada aramak, bunların üzerinden çözüm geliştirmek gerekiyor.
Sorunu liberalize ederek ya da insani trajedilerle izaha kavuşturmaya çalışarak, sonuç almak mümkün olmayacaktır. Bu konuda daha öncesinden de ifade etmeye çalıştığımız gibi Kürt halkı ve gençliği, her daim olduğu gibi üzerine düşeni yapmaktan geri durmayacaktır.
- Ayrıntılar
Che telaffuz edildiğinde bir gerillanın aklına gelen ilk düşence romantizmdir. Başka da “Rosinante’nen kaburgaları yeniden bana batıyor, yollara düşmeliyim” sözlerini nasıl anlamlandıracağız? Küba devrimi gerçekleştirilmesine rağmen Rosinante’ye binip kıtalar arası gerillacılık ve devrimcilik eylemine ne demeliyiz? Peki, Che’yle simgeleşen Havana purolu o insanı alıp götüren fotoğrafına ne demeliyiz? İşçilerle işçi, doktorlarla doktor, çocuklarla çocuk, şeker kamışçısıyla şeker kamışçı, duvarcıyla duvarcı, askerle asker ve tabii ki şairle şair olan Che’yi nereye koyacağız?
Öyle ki hep sıra dışı duran, alışılmışın dışında çılgınca başkaldıran, haykıran gür sesini mutlaka ama mutlaka duyuran, tabiat anayla içli dışlı olup da ona hayranlığını gizlemeyen bir Che. Herkesin bir takıntısı ve sakladığı korkulardan dolayı kendisine bıraktığı hazineleri vardır. Herkesin bir şekilde rahat olmayan davranışları vardır. Ancak Che öyle değildir. Onun hazineleri yüreğinde saklı değildir. Onun hazineleri dolu dolu akan yaşamında ve başkaldırışındadır. Perdesiz olması buradan gelir.
Dediğimiz gibi alışılmışın dışında statüko tanımaz. Rusya ziyaretinde uygulanan sosyalizme ilişkin görüşleri istendiğinde “hiç de bir sosyalizm olmadığı devlet kapitalizmi” olduğunu saklamadan dile getiren bir haykırışçıdır. Kruşçev’e ilişkin görüşleri alınmak istendiğinde ise “gelişmiş bir köylü” demeden edemez. İşte bu Che’dir. Kendisini hiçbir frenlemeye tabii tutmaz. Tutturmaz da.
Romantizm, 19. yüzyılın ilk yarısında, biraz da Aydınlanmaya bir tepki olarak gelişen akım ya da hareket olarak, farklı ülkelerde farklı görünümler aldığı elbette doğrudur. İngiltere'de tamamen estetik bir fenomen, bir sanat hareketi, Fransa'da Rousseau'nun etkisiyle, toplumsal uzlaşıma karşı bir protesto, sanatta doğaya yönelik temelli bir ilgiyle belirlenen, doğal fenomenleri doğrudan ve aracısız bir biçimde kavramayı temele alan akım olmasından dolayı da, tüm formları, kuralları ve uzlaşımları yapay oluşumlar ve doğanın gerçek anlamını ve ifadesini kavramadaki engeller olarak görmesinden, içtenliğe, akışa, serpilmeye ve tutkuya önem verir. Analiz yerini sezgisel ve duygulara, duyulara değer vermek, ölümüne sarılmak buna derler herhalde. Ve tabii ki idealleştirme ya da genelleme olmadan, bireyi de kıymetlendirerek somut olana yönelmesi ve doğanın uyandırdığı duyguları gözlemesi ve aktarmasına da inanır.
Eğer romantizmin tanımı yukarıda ifade edilenler ise Che’yi romantizmin ve romantik duyguları zirvede yaşayan bir militan olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.
Henüz genç bir üniversite öğrencisiyken önce cüzam hastalığını araştırmak için Arjantin’i altını üstüne getirirken, üniversite son sınıftayken de adeta tüm Güney Amerika’yı bir motosikletin üzerinde bir kuruşu olmadan yola çıkarak içindeki arayışçı, ilgili, dinmeyen, tutulamayan canavarı tüm zincirlerinden boşanırcasına salıvermesi bir romantiğin özgürlük çığlığı değildir de, nedir? Hele hele üniversite yılları sona ererken tekrar Rosinante’nin kaburgalarını vücudundan hissetmeden edemeyen genç doktora ne demeli? Bir yerde adaletsizlik varsa, Che o adaletsizliği dindirmeden edemez. O insanın iç dünyasında ne kadar güzel duygu varsa en doruklarda yaşayan biri olarak kendisini adamalıdır.
Dedik, onun akışını kimse durdurmaz. O, inancı için vardır. İçindeki ses için vardır. Vicdanı için vardır. Hayallerine sonuna kadar sadık yaşayarak vardır. Tabii ki arayışları için, tutkuları için, özlemlerini pratikleştirmek için vardır. Ve onu yollara düşüren bu ütopyalarıdır. Ve kimse ama kimse bu ütopyalarını gerçekleştirmesinin önünde engel olamaz. Olamaz, lakin o engel tanımayan bir çılgın romantiktir. Neredeyse her şeye ama her şeye -köleleştiren, eşitlikten uzaklaştıran, hiyerarşikleştiren- ne varsa kafa tutandır. Bu duruşuyla kendi yoluna gidendir.
Belki de kapitalist modernist bir çağda böyle hayallerine sadık kalmak gülünecek bir olgu olarak da ele alınabilir. Bir devlet bakanı iken kalkıp açlıkla, sefaletle, hastalıklar içerisinde, David gibi Golyat’a karşı çıkması gerçekten gülünecek bir durum olarak görülebilir. Rahat bir yaşamı varken kendini zor içine atarak başkalarının derdini dindirmeye çalışmak belki gerçekten bu dünya düzeniyle çelişik olabilir. Olabilir değil, kesinlikle öyledir.
Peki, Che gibi oldukça zeki ve akıllı olan bir insan niçin böyle zorlu olan bir yolu tercih etmiştir? İşte bu sorunun cevabı onun dünyaya bakışında aramak yanlış olmayacaktır. O bir romantiktir, o bir insan sevdalısıdır, o bir özgürlükçü ve tabii ki kendine ve duygularına ihanet etmeyen bir bireydir. Yüreğinin sesini dinleyerek yaşam yolunu arayan biri olarak o tam bir hayalcidir. Ama güzel, ama doğru, ama adaletli bir dünyadır hayali.
Che’nin böyle olduğu kesindir.
Che böyledir. Gerilla’nın en güzel tanımı tabiatın evladı olması değil midir? Yoksa hayallerine sadık kalan özgürlük savaşçısı mı demek gerekir? Çocukluk hayallerine ihanet etmeyen mi daha iyi bir tanımdır? Sınırsızca tutku düzeyinde kendisini yaşam akışına özgürce kanatlanarak bırakan mıdır? Boyun eğmez, dik duruşlu, ezilenlerin en güçlü silahı olarak yeniden adaleti tesis etmek için, kelle koltukta, en zor yaşam şartlarında ölümüne, inadına etini dişlerine takarak yürüyerek geleceğin aydın günlerini yaratmak için baş koyan gerilla ne kadar Che’yle birleşiyor.
İşte bundandır ki Che derken gerilla, gerilla derken romantizmin yüreğimize nakşolması boşuna değildir.
Şu unutulmamalıdır; romantizmi bitmiş insan bitmiş insandır. Öyle sanıldığı gibi gerilla ağırlıklı olarak askeri bir güç değildir. Gerilla ağırlıklı hayallerini, insanlığın erdemli hayallerini birleştirerek yola çıkmış bir Donkişot misali Rosinante’sini alarak yola çıkmış bir adalet arayışçısıdır. Ve bu dünyaya adalet gelmedikçe Rosinante’nin sırtında binlerce savaş da yürütülse, savaş ve kavga durmayacak, durdurulamayacaktır.
Biz Kürdistan gerillaları olarak da Che’nin özlediği, hayalini kurduğu ve bu uğurda gözünü kırpmadan canını verdiği bu kutsal davanın yolcuları olduğumuzu, Che’nin şaşmaz öğrencileri olarak da kalacağımıza, söz veriyoruz.
Büyük enternasyonalist Şehit Kadir Usta’mızın dediği gibi; “Bırak, ardından kalan kırık dalları başkaları toplasın, yolun yarısında tökezleyerek ilerleyenlere dönüp bakma” Gittiğin her yerde heybende umut ve adalet olsun.
- Ayrıntılar
Romantizmin, özgürlükçüğün, halkçılığın, direnişçiliğin, sadeliğin, boyun eğmezliğin, antiemperyalist olmanın en büyük gerillası olan Che’nin 9 Ekim 1967 yılında Bolivya’da katledilişinin yıldönümüne doğru gidiyoruz.
Her Kürdistan gerillası, yüreğinde yer alan büyük insan Che’yi anmak, onu anlamak, onun gibi olmanın yolunu aramak, onunla yaşamak, onun gibi yaşamak ister. Kürdistan gerillasının yüreğine altın harflerle nakşedilmiş bu büyük insanı nasıl anacağız? Ona bağlılığımızı, ona sadakatimizi nasıl yaşamsallaştıracağız? Ve tabii ki onun gibi direnişçiliğin zirveleşmesini nasıl tüm insanlığa ekeceğiz? Kürdistan gerillası için bunlar hayati sorulardır.
Önder Apo ruhen bitmişliği yaşayan sözde kendilerini savaşçı bilip de emperyalizme karşı direnişin anlamsızlığında dem vuranlara Che’yi örnek verirken; “Bizden üstün yanları da olabilir ama birleştiren yanı çok çarpıcıdır. Türkiyeli devrimciler de vardı, büyük özgürlüğe kalkan, bizim de kendilerini yakinen gördüğümüz, tanıdığımız ve derin bir sempatisi olmaktan zevk duyduğumuz kişiliklerdi, halen anılarına da bağlıyız. Burada gözüken ve halen dünya halklarının büyük saygıyla andığı bunların ödünsüz ve ilkelerine göre -ki insan için, halklar için özgürlüktür bunların ilkesi- bugün insanın başını gerçekten kırıp geçiren bir tarzda kendini yükleyen, her şeyi metalaştıran, her şeyi korkunç bireysel çıkara bağlı götüren sistemin tam zıddı olan bir kişiliktir.
Tabi daha da önemlisi sonuna kadar onunla savaşan kişiliktir. Che kişiliğinde bu çarpıcı ve son otuz- kırk yılın gerilla kişiliklerinde de eğer illa ortak tanımlanacak, özellikle olumlu ve gerçek gerilla tarifi yapılacaksa bu burada çok net dile geliyor. Küba’da devlet kurmuş, bakan, Castro’dan sonra geliyor. “İkimize burası dar gelir” veya “gerekli değildir ikimizin Küba’da sosyalizmi inşa etmesi, başka yerde devrim yapmak çok daha önemlidir” diyor.
Evet, Che adaletsizliğe ve onu yaratan sistem olan emperyalizme karşı bir başkaldırı kişiliğidir. Ve bu başkaldırı sadece söylemle yapılan bir davranış değildir. Hele hele plansızca, dağınık ve keyfince yapılan bir başkaldırı hiç mi hiç değildir. Che’nin başkaldırışı içindeki sesine yani vicdanına karşı gösterdiği sorumluluktur. Che bir insan sevdalısıdır. Ve onun insan sevdalılığı genel insanlık içindir. Sömürüye, horlanmaya, ezilmeye, ezilmişliğe, küçük görmelere kini sonsuzdur. O adil bir dünya istemektedir. O insanın insanca ortakça, eşitçe yaşayacağı bir dünyayı özlemektedir. Ve kavgası bunun içindir. O adaletsizliğe karşı direnmemişse, mücadele edememişse o rahat uyumamıştır. Adeta büyük devrimci Hayri Durmuş yoldaşın ölüm orucundayken söylediği “mezarıma borçlu yazın” felsefesinin yaşayanıdır Che. O mutlaka insanlığa bir şeyler katmalıdır. Ve insanlığa bir şey katmadıkça o kendisini vicdanen rahatsız ve ezik hissetmektedir.
Bu büyük devrimcinin vicdani muhasebesini biz Castro’ya yazdığı veda mektubunda görüyoruz. O Castro’ya; “Fidel, Dünyanın başka ülkeleri benim mütevazi çabalarımın yardımını istiyor. Ben senin Küba’ya olan sorumluluğunun sana imkân vermediği şeyi yapabilirim. Ayrılmamızın zamanı geldi. Bunu acı ve sevincin karışımıyla yaptığım bilinsin; burada benim kurucu umutlarımın en safını ve sevdiklerim arasında en sevgili olanı bırakıyorum ve beni evladı gibi kabul eden bir halkı bırakıyorum. Bu, benim ruhumdan bir parça koparmaktır. Yeni savaş alanlarında bana vermiş olduğun inancı, halkımın devrimci ruhunu, görevlerin en kutsalı olan nerde olursa olsun emperyalizme karşı mücadele etme görevini yerine getirme duygusunu taşıyacağım.
Her zaman zafere kadar!”
Evet, her zaman zafere kadar şiarı onun şiarı olmuştur. O hiç bir zaman zayıflığı ve başarısızlığı kabul etmemiştir. O her zaman en zor şartlar altında da geleceğin aydınlık günleri için umudunu koruduğunu bilerek yaşamıştır. Gelecek aydınlık günlerin tüm insanlığın olacağını ve emperyalistlerin bir gün mutlaka ama mutlaka gideceklerini bilerek yaşamıştır. Ona Amerikalı Yankeeler silah doğrulturken dahi söyleyeceği söz; “"Buraya beni öldürmeye geldiğini biliyorum. Vur beni korkak, yalnızca bir adam öldürmüş olacaksın." diyerek cellâtlarına nasıl bir korku saldığını halen onun üzerine bizzat bu cellâtlarca yapılan programlarda yıllar sonra da olsa öğreniyoruz.
Ve bu umutlu duruşunu daha berrak bir şekilde biz onun meşhur olan ve hepimize ilham kaynağı olan altın sözlerinden görüyoruz; “Ölüm, nereden ve nasıl gelirse gelsin, silahlarımız elden ele geçecekse, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve başkaları savaş ve zafer naralarıyla ve de makineli tüfek sesleriyle cenazelerimize ağıt yakacaksa, hoş geldi, safa geldi.”
Ve bu ölüm hoş geldi safa geldi sözleri sadece sloganlarda dile gelen bir haykırış değil hayır, O, yani Che’nin bulunduğu her yerde, katıldığı her toplantıda halkların lehine hiçbir kaygı duymadan sarf edeceği sözlerdir.
İkinci Afrika-Asya Ekonomik Dayanışma Semineri’ndeki konuşmasını yaparken. "Ölümüne olan bu mücadelede hiçbir sınır yoktur. Dünyanın hiçbir yerinde meydana gelen olaylara kayıtsız kalamayız. Bir ülkenin emperyalizme karşı zaferi bizim zaferimizdir, aynı şekilde yenilgisi de bizim yenilgimizdir. Sosyalist ülkelerin, Batı'nın sömürgeci ülkeleriyle üstü kapalı işbirliğini tasfiye etmeleri ahlakî görevleridir" diyerek pragmatist siyasetleri de her fırsat bulduğunda mahkûm etmesini de ayrıca bilmiştir.
Che’nin adalet arayışını, insanlığa olan düşüncelerini ve devrimce ve özgürlüğe olan inancını çocuklarına bıraktığı mektupta daha rafine bir şekilde görüyoruz.
“Sevgili Hildacık, Aleidacık, Camilo, Celia ve Ernesto
Eğer bu mektubu okumanız gerekirse bu, sizlerin arasında olmadığımdan olacaktır. Beni zar zor hatırlayacaksınız, en küçükleriniz ise hiç hatırlamayacaktır. Babanız düşündüğü gibi hareket eden bir adamdı ve kesinlikle inançlarına bağlıydı.
İyi bir devrimci olarak yetişin. Doğaya egemen olmayı olanak kılan tekniğe egemen olmak için çok çalışın. Devrimin önemli olduğunu ve bizlerin yalnız başımıza hiçbir değerimizin olmadığı hatırda tutun. Her şeyden önce de dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir kişiye karşı yapılan herhangi bir haksızlığı daima yüreğinizin en derin yerinde hissedebilin. Bu, bir devrimcinin en güzel niteliğidir. Sizi ufaklıklar, hep görmeyi umuyor ve kocaman kucaklıyorum“ derken de arayışını görkemli ifade ediyor.
Biz Kürdistan gerillalarına ilham kaynağı ve yüreğimize nakşolmuş Che’yle nasıl yaşamamız gerektiğine ve Che’ce nasıl yaşayacağımızın sorusuna cevabı Che’nin kendisi vermektedir. Devrime, yeniye, özgürlüğe, adalete olan inancını CİA işbirlikçileri ona silahı doğrulturken dahi “Castro’ya söyleyin; benimle devrim bitmedi, devrim sürecektir”
Evet, tüm emperyalist saldırılara ve düşmanca tutum ve yönelimlere rağmen “devrim bitmedi, devrim sürecektir.“
Devam Edecek…