Basına ve Kamuoyuna!
1. 28 Temmuz günü (bugün) Şırnak’ın Gabar alanına bağlı Geliyoka, Tırbê Sêrtê ile Zêvê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Kasım 1922’de Lozan da görüşmelere başlandı. Ve aynı yıl Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları, 24 Temmuz 1923’de kabul edilerek antlaşmasıyla sonuçlandı. Cumhuriyetin ilanından önce yapılan antlaşma da Kürtleri temsilen katılan meclis üyelerinin olmasına rağmen, İsmet İnönü’nün kendisini hem Kürtlerin, hem de Türklerin temsilcisi olarak kabul ettirmesi sadece bir aldatmaca değildir.
Bunun temelinde yatan o dönem meclisinin hala Kürtler ve Türklerin Meclisi olarak kabul edilmesidir. Böyle tehlikelerle dolu bir süreçte Kürtlerin, Türklerle kardeşçe yeni bir gelecek yaratmak için girdikleri birliktelik stratejik görülmektedir. 1919’da Koçgiri İsyanı’nda izlenen yol barışçıl ve uzlaşma içeriklidir. Nitekim öyle de sonuçlanmaktadır. Yine çeşitli süreçlerde yapılan açıklamalar, ağırlıklı Kürtleri tanımaya dönüktür. Amasya Tamimi, Cizre Komutanlığına gönderilen talimatlar, İzmir Basın Açıklamaları hep Kürtlerle, Türkler’in nasıl birlikte daha güçlü yaşayacağını dile getirirler. Türk’ün Kürtsüz, Kürdün de Türksüz zayıf olacağı ve başkalarına alet olacağı tespiti yapılmıştır. Karşılıklı muhtaç olma ya da birbirine ihtiyaç kenetlenmeyi getiriyordu.
Neydi Lozan?
“Lozan Anlaşması Türkiye’nin sınırlarını çizen ve Türkiye devletinin varlığını ortaya çıkartan bir anlaşmaydı. Türkiye’yi temsil eden heyet ve Ankara’da oluşan yönetim kendisini Türklerin ve Kürtlerin ortak yönetimi olarak ifade ediyordu. Ancak Lozan Anlaşması’nda Kürtlerin adı olmadı, yeri olmadı. Lozan görüşmelerinde Kürt temsilciler bulunmadılar. Türkiye’nin sınırları çizildiği halde, Türkiye’ye Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı topraklar dendiği halde, iki toplumun ortak devletinin oluşturulduğu söylendiği halde bunlar ne resmi yazıya geçti, ne de somut olarak Kürtleri temsil eden herhangi bir heyet Lozan Anlaşması görüşmelerinde bulundu. Kürtler katılmadılar, yok sayıldılar. Lozan’da Kürtler yok sayıldı.
Aslında Kürtler katılmadılar ama bu Lozan görüşmelerinde Kürt sorununun Kürdistan’ın görüşülmediği anlamına gelmiyor. Hayır; çok sert tartışmalara hatta en sert tartışmalara Kürt sorunu üzerinde rastlandı. En sert tartışmalar Kürt sorunu üzerinde yaşandı, Kürdistan üzerinde yaşandı. Bunlar belgelerle sabittir. İsmet İnönü önderliğindeki Kemalist heyet, sıkıştığı anda kendisini Kürtlerin ve Türklerin ortak temsilcisi olarak sundu. Buna karşı İngiltere ve Fransa’da zaman zaman, çeşitli Kürt temsilcilerden aldıkları imzalı dilekçeleri görüşme gündemine getirdiler. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nun İsveç Ataşelerinden olan Kürt Şerif Paşa var. Ondan işte ‘şu hakları istiyoruz biçiminde aldıkları dilekçeyi kullanmak istediler. Şerif Paşa’yı zaman zaman Lozan’a getirdiler. Ve onunla İsmet İnönü öncülüğündeki heyeti tehdit etmeye, dengelemeye çalıştılar. Sonuçta hem Türkiye Irak sınırı çizilemediği gibi hem de Kürtler yok sayıldılar. Türkiye’nin diğer alanlarda sınırları çizildi. Boğazlar sorunu çözüldü. Türkiye toplumu tanımlandı. Özellikle azınlıklar ve onların hakları belirlendi. Kürtlerin adı çok genel bir iki şeyde geçti.
Oluşan devletin üçte birini oluşturan bir toplum olmasına rağmen yer almadı. Yok sayıldı aslında. Hasıraltı edildi. Birbiriyle Kürdistan üzerinde sert mücadele yürüten, anlaşamayan taraflar sonuçta Kürdü yok sayarak, Kürt toplumuna dair herhangi bir şeyi anlaşma metnine koymayarak anlaştılar. Kürt inkârı işte böyle oluştu ve başladı. Daha sonra Kürt aşiret ve dini önderlikleri, ileri gelenleri ortaya çıkan sonuçtan memnun olmadılar. Buna itiraz ve isyan ettiler. Kuzey Kürdistan’da ettiler. Güney Kürdistan’da itiraz ettiler. Doğu Kürdistan’da itiraz ve isyan ettiler. Fakat bu isyanlar feodal aşiretçi düzeyi aşamadı. Örgütlü ve bilinçli bir ulusal kurtuluş hareketi düzeyine gelemedi. Sonuçta, oluşan sistem tarafından ezildiler. Bastırıldılar. Katliamlarla Kürt toplumu susturuldu.” (Selahattin Erdem)
Nasıl ki 1071 yılında Malazgirt’te Alparslan’a Anadolu yolu açılmış ise ve nasıl ki 1514 yılında Yavuz Sultan Selime doğu yolu açılarak cihan imparatorluğunun yolu açılmışsa, bu kez silinmekle yüz yüze kalan tarihinin en zorlu süreçlerinden belirsizliğe yuvarlanmanın önünü tekrar Kürtler alıyorlar. Bu dayanışma ve ortaklık, TBMM’nin oluşumuna kadar gider. Meclis Kürt ve Türklerin meclisidir. 24 Temmuz 1923’te, yeni Türk Cumhuriyeti ile imzalanan bir antlaşmayla bugünkü üniter-ulusal devletin temelleri atılmıştır.
M. Kemal 16 Ocak 1923 tarihinde İzmit'te, gazetecilerle yaptığı bir söyleşide (16 Ocak 1923) şunları söylemektedir:
“Kürt sorunu; bizim yani Türklerin çıkarına da kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü bildiğiniz gibi bizim milli sınırlarımız içinde bulunan Kürt unsurlar, öylesine yerleşmişlerdir ki, pek sınırlı yerlerde yoğun durumdadırlar. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurların içine gire gire, öyle bir sınır çizmek istesek, Türklüğü ve Türkiye'yi mahvetmek gerekir... Söz gelişi, Erzurum'a kadar giden, Erzincan'a Sivas'a kadar giden, Harput'a kadar giden bir sınır aramak gerekir. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de gözden uzak tutmamak gerekir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Anayasa gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi ilin halkı Kürt ise onlar kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye'nin halkı söz konusu olurken, onları da (Kürtleri de) birlikte ifade etmek gerekir. İfade edilmedikleri zaman, bundan kendilerine ait sorun çıkarmaları daima beklenir. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Türklerin, hem de Kürtlerin yetkili vekillerinden (milletvekillerinden) oluşur ve bu iki unsur, bütün çıkarlarını ve geleceklerini birleştirmişlerdir. Yani onlar bilirler ki, bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz..." demektedir (Türk Tarihi Kurumu Arşivi, 1089 Numaralı Belge)
“Türk tarafının dağıtılma, bölünme fobisi ve özelde Musul-Kerkük'te İngilizlerin girişimleri dikkate değerdir. Kürtlerin saltanat ve hilafet yanlısı çıkışları ve cumhuriyetle çok sıcak yaklaşmamaları, devletin yereldeki otoriteleri daraltma girişimleri, dış kaynaklı tahriklerle desteklenince, birliktelik gerilemeye başlamıştır. Kürtlerde yeterince süreci sezecek ve ona uygun çözüm geliştirerek öncülüğün, liderliğin bulunmaması, Türklerde gelişkin olunan Türkist yaklaşımlarla birleşince, Türk ve Kürtlerin bağlarının kopmasına gidilmiştir. Giderek hilafetin kaldırılması, Kürt dilinin resmi dil olarak kabul edilmemesi, gelişecek isyanların kapısını sonuna kadar açmıştır.” (Kürt Halk Önderliği)
Fikret Artım
- Ayrıntılar
Kürtlerin kendi konjonktürel durumlarını çok iyi bilmeleri gerekir. Kürtlerle yaşabilme konusunda, köprüden geçene kadar ayıya dayı demeye benzeyen bir devlet politikası vardır. Bu Kürt-Türk ilişkilerinde oldukça belirgin olan bir durumdur. Devletin Kürt sorunu konusunda şöyle bir tecrübesi vardır. Sorunun dış hukuki boyutunu çeşitli tavizlerle çözerek, iç hukuku buna göre düzenleyen bir tecrübedir. Kürtlerin hukuk dışında bırakılması denilen şey bu anlama gelmektedir.
Sevr ve Lozan hatta daha öncesi birçok isyanda gözüken şey benzerdir. Lozan da geçtiği biçimiyle “Biz Türklerle birlikte yaşamak istiyoruz” denilen şey, hukuki bir argüman değildir. Lozan çıkmazı bittikten sonra TBMM’nin yapısı değiştirilerek yeni bir anayasa oluşturuldu. Yani Kürtler hukuk dışında bırakıldılar. Hukukun içinde olma ya da dışında kalma ikilemi Kürt -Türk ilişkilerinin önemli bir yanıdır. Lozan çok planlı gerçekleşti. Yani korktukları bir canlı ile köprü geçildikten sonra dayı hoşgörüsü geri alındı. Anayasaya böyle bir kavram (dayı) yerleştirilmedi. Zaten birçok Türk yazarının o dönemde yazdığı şey, hayvana bile yakıştırılmayan şeylerdir. Dışa da aynı şekilde yansıtıldı. İsyanların geri ve dinsel ideolojilere dayandığı yönündeki yalanlarına Lenin’i bile inandırdılar. Hâlbuki durum hiçte öyle değildi. Bütün isyanların içinde onlarca aydın vardır. Önderlik bir simge olarak ele alınır.
Kürt isyanlarında dini motif taşıyan Şeyh Said İsyanı aslında en fazla aydının içinde olduğu bir isyandır ve isyanın nedenini tekrardan gözden geçirmek, yorum farkını getirmek önem taşıyor. Hukuk dışında bırakılmaya karşı bir isyandır. Osmanlı ile hukuki bir ilişki içinde olan Kürtler cumhuriyet döneminde aynı statüye sahip olamadılar. Bu olunca doğal olarak buna isyan ettiler.
Bu ikilem hala sürüyor. Dolayısıyla anayasa değişikliği ve yeni bir anayasa Kürtler için bu anlamda çok önemlidir. 1923’leri yaşıyoruz derken, kastedilen şey bunlardır; bu ikilemdir. Kürtler, Şeyh Said dönemin siyasi konjonktürünü aşarlarsa bu süreçten başarıyla çıkarlar. Reber APO, “isyanlara erken doğum yaptırıldığını” söylemektedir. Aynı tehlikenin günümüzde de var olduğunu belirtmektedir. Yani erken doğum yaptırıp bastırma tehlikesi hala da vardır.
Şeyh Said İsyanı zamanında, isyan gerçekleşirken birçok aydın tutuklanır. Adeta isyan akılsız bırakılır. Dolayısıyla hepimizin bundan çıkartması gereken çok sonuç vardır. Peki, Kürtler şeyh Said zamanındaki Kürtler midir? Sorusuna verilecek cevap Kürtlerin çalışma temposu, siyasi yetenek ve güçlü savunma nitelikleri belirleyecektir. İmkânları değerlendirme, değerlendirmeme konusu her zaman aynıdır. Bir Kürt isyanı olan Şeyh Said İsyanı, örgütlü olsa Cumhuriyetin kaderini değiştirebilirdi. Kürtlerin böyle bir rezervi söz konusudur. Ama kullanılan miktar bunun çeyreği olmamıştır. Kürtler hep bu durumda olup, devletin burnu dibinde uyuyan ya da uyutulan bir dev gibi kalıp durmuştur. Zaten arada bir “PKK bütün Kürtleri temsil etmiyor” derken, kastedilen şey bu genel rezervdir.
Peki, Kürtler kendi kendilerini nasıl işletecekler? Bu rezervi nasıl ürüne dönüştürecekler? Soruları önem kazanıyor. Her şeyden önce bu soruya verilecek cevap, Kürtler artık eskisi gibi yaşamamalıdır. Kürtler, politik kimliğini devlete yıllarca göstermeye çalıştılar. Sıra bunun içini doldurmaya gelmiştir. Bu politik kimlik devletin politikalarından kaynaklı çok kapsamlı bir hale gelmiştir. Yani, eskiden olduğu biçimiyle kısmi yurtseverlik görevleri yeterli olmamaktadır. Her Kürt, Kürtlerin meşru savunmasından sorumludur. Her Kürt, Kürtlerin politik örgütlenmesinden sorumludur. Her Kürt, Kürtlerin ekonomik finansmanından sorumludur. Peki, bu sorumluluklar nelerdir? Ve kim hangi sorumluluğu göğüsleyebilir? Sorusuna gelince, bu durumlar kişisel davranış niyet ve istemleri aşmıştır. Çünkü Kürtler artık politik bir güçtür. Devletin idari biçimi dışında olan Kürt politik kimliği, kendi özgünlüğünde kendi politik ihtiyacını karşılayacak bir örgütlemenin iskeletini sağlamış durumdalar. Bunun ete kemiğe bürünmesi atılacak adımlarla belli olacaktır. Bu durumda gelişebilecek saldırılar karşısında, HPG kilit bir konumda olacaktır. Yani savunma durumu ön plana çıkacaktır.
HPG bütün Kürtlerin savunma gücüdür. Bir politik kuruma bağlı bir savunma biçimi değildir. Yani halkındır. Dolayısıyla büyütülmesi, güçlendirilmesi Kürt halkının işidir. Politik kurum ya da PKK diyelim bunun yürütme ve komuta ihtiyacını karşılar. Dolayısıyla katılım sayısını belirleyecek olan Kürt halkıdır. HPG güçlendirilmek zorundadır. Sayı yüz bini gerekiyorsa buna karar verecek olan halktır. Bir şehide karşılık yüz katılım kararını Kürt halkı vermelidir. Okul, iş yeri, hata evlerde bile bu tartışma yapılmalı, düşünülmelidir. HPG bu sayısıyla bile orduya paçavraya çevirdiğini söyleyen biz değiliz. HPG kahramanca direniyor, çağımızın yüksek teknolojik savaş gücüne karşı başarılı eylemler yapabiliyor. Bir ilktir ve halklar için ilham kaynağıdır. Kürtlerin özgürlük ve direniş tarihlerinin günümüze uyarlanmış bir modelidir. O halde daha da büyütmeliyiz.
Bu çağrı her Kürt gencinedir. Adeta her Kürt gencinin geçmesi gereken bir sınav, geçmesi gereken bir sorumluluktur HPG. Hukuk dışında kalmaya karşı en doğru yaklaşım nerede bir Kürt varsa kendisini bağlayabileceği siyasi bir irade bulmalı ya da kendilerini örgütlemelidir. Bunun dışında kalmak ezilmeyi getirecektir. Bu ilk adım iken diğer adımlar savunma biçimi olmaktadır. Bu da ifade etmeye çalıştığımız HPG oluyor. Hukuk dışında kalmaya karşı kendini savunma hukukunu sonuna kadar geliştirmek zorundayız. Kürtlerin savunma hukukunun kimliği de HPG’dir. Bütün Kürt gençlerini savunma hukukunu öğrenmeye çağırıyoruz. Geçmiş ve bu günkü siyasi konjonktürden çıkarılacak en iyi sonuç, bu olmaktadır!
Numan Amed
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Temmuz günü Kars’ın Kağızman ilçesine bağlı Çemçê’nin Kevirê Ker, Hecî Vadisi ile Extê köyüne yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Sabah saatlerinde başlatılan operasyon halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 24 Temmuz günü 08.00-09.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zağros’un Avaşîn ile Dola Notê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır. Yapılan saldırı sonucunda alanda başlayan yangın halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Temmuz günü saat 18.30 sularında Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Konmîrê Tepesinde bulunan düşman gücüne yönelik olarak YJASTAR gerillalarımız tarafından 2 ayrı suikast eylemi gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda 2 düşman askeri öldürülmüştür. Eylemden sonra TC ordusu tarafından eylem alanına yönelik olarak havan ve obüs saldırısı yapılmıştır. Yapılan saldırı sonucunda alanda başlayan yangın halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Temmuz günü Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Erbiş alanında operasyona çıkan düşman gücüne yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Aynı gün akşama kadar yer yer çatışmalar devam etmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın ölü ve yaralılarının sayısı tarafımızdan netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Temmuz günü 23.00 ile 21 Temmuz günü 02.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Xantur yamaçları ve Şeşdara alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır. Yapılan saldırı ardından Şeşdara alanında başlayan yangın halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Temmuz günü(bugün) saat 02.00 sularında Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Uzundere mıntıkasında ve Bilican ile Talisê köyleri arasında kurulan seyyar karakola yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir saldırı eylemi gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın 30’dan fazla askeri gerillalarımız tarafından öldürülürken Bilican seyyar karakolu tamamen gerillalarımızın denetimine girmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 18 Temmuz günü saat 22.45’te Hakkari’nin Yüksekova ilçesi ile Van yolu üzerinde bulunan polis noktasına yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın ölü ve yaralılarının sayısı tarafımızca netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar