Halkımıza ve Kamuoyuna!
Demokratik sürecin önünü açmak ve Kürt sorununun çözümü tartışmalarına katkı sunmak amacıyla 13 Nisan 2009 gününde ilan ettiğimiz eylemsizlik kararımıza gerilla cephesi olarak sonsuz bir duyarlılık ve bağlılıkla yaklaştığımız halde, TC sistemi ve onun faşist ordusu tarafından gerillalarımızın imhasını amaçlayan askeri operasyonlar, Önder APO’nun yaşam koşullarına saldırılar ve demokratik kurumlar ile halkımıza yönelik olarak baskılar gün geçtikçe arttırılarak devam ettirilmiştir.
- Ayrıntılar
Maraş katliamının 31. yılı vesilesiyle başta insanlık tarihinden günümüze var edilen insanî değerleri bir yaşam duruşu haline getiren, buna karşı egemen sistemlerin her türlü yol-yöntemle gaspına, yok edilmesine karşı direnişçi bir çizgide mücadele ederek yaşamını yitiren başta Aleviler olmak üzere tüm insanlarımızı anıyor, anılarına bağlılık sözünü yineliyoruz.
Elbette ki insanlarımızın hafızasında derin izler bırakan bu katliamı tüm yönleriyle anlamak, bunun karşısında doğru örgütlü bir mücadeleyi açığa çıkartmak gibi bir görevimiz de vardır. Gelenekselleşen, bir yaşam kültürü haline gelen bu gerçek karşısında ancak tarihi sorumluluklarımızı yerine getirmiş olur, onurlu bir duruşun da sahibi olabiliriz.
Katliam sadece Maraş’ta olmadı. Tüm halkımızın yaşadığı coğrafyada oldu ve yaydırılmaya çalışıldı. Malatya, Çorum gibi yerlerde devam etti. Değişik provokasyon senaryoları denendi. Bizzat ABD’nin denetiminde örgütlenen, eğitilen MHP’li faşistler devreye konuldu. Militarist ordu güçleri buna göre bir pozisyona, mevzilenmeye çekildi. Türkiye ve uluslararası kamuoyu buna göre hazırlanmaya çalışıldı. Toplumun hafızasına derinden kazılması için birçok yöntem geliştirildi. ABD öncülüğünde emperyalist güçlerin stratejik bir müdahalesi böylece başlamış oldu. Bu, 1921 Kahire Konferansıyla Kürdistan ve Ortadoğu halklarına yönelik oluşturulan statüko derinleştirilerek Kürt-Türk ittifakını parçalamaya, direnişçi, özgürlükçü eğilimin özünü boşaltmaya yönelik bir girişimdi. Zaten sonrasında 12 Eylül faşist askeri darbesi gelişti. Darbenin zemini bunun üzerinden oluşturuldu.
O dönem Apocu hareketin Ankara zemininden Kürdistan'a açıldığı, partileştiği, örgütlendiği, kitleselleştiği bir dönemdi. Bu hat üzerinden Kürdistan'a açılıyordu. Burada önemli bir devrimci potansiyel vardı. Bu potansiyel üzerinden hızla gelişti. Güçlü dinamikleri bünyesinde taşıyan halk topluluğu Özgürlük Hareketi etrafında örgütlenmeye başladı. Diğer taraftan Mahirlerin, Denizlerin, Sinan Cemgillerin öncülük yaptığı sol-sosyalist hareketlerin önemli bir militan ve taban gücünün olduğu, dayandığı alanlar buralar olmaktadır. Tarihsel Kürt-Türk ittifakını, Seyit Rıza’ların izlediği yolu bozmaya, Kürt Özgürlük Hareketi, PKK ve Denizlerin, Mahirlerin çizgisi olan sol hareket üzerinden Türkiye-Kürdistan demokrasi, kurtuluş stratejik ittifakını parçalamaya yönelik bir strateji oluşturuldu. 12 Eylül faşist darbesiyle bu planı derinleştirerek toplumun tüm gözeneklerine nüfuz ederek, sol hareketlerin öncü kadro gücünü ya imha ederek, ya da etkisizleştirerek içine sızıp örgütlenmeye başladılar. Ergenekon üzerinden sol-sosyalist hareketleri önemli oranda denetimlerine geçirdiler. Bir kesimi de pasifize ederek, özünden boşaltarak, bileşenlerinden kopartarak egemen sisteme daha fazla hizmet eder hale getirdiler. Tüm bunları Önder APO zamanında görerek stratejik ve taktik düzeyde Özgürlük Hareketini bu pozisyon dışına çekmiştir. PKK hareketini de tasfiye etmek için birçok girişim olmuş, buna dönük etkili mücadele edilerek Hareketin anlayışını, çizgi duruşunu koruyabilmiştir. Dikkat edilirse, ‘93’te Sivas Madımak Oteli’nde 37 aydın-sanatçı, Alevi insanımız faşist bir provokasyon üzerinden katledilmiştir. Her ne kadar bu katliam yobaz, aşırı dinci bazı çevrelere dayandırılmak istense de, asıl amacın PKK hareketinin gerilla gücünün buraya dayanarak Türkiyelileşme açılımını engelleme temelindedir. Ayrıca Alevi halkımız üzerinde oynanan oyunların boşa çıkarılması, kendi öz dinamikleri üzerinden örgütlü hale gelmesini engellemeyi amaçlamıştır.
Apocu hareket bu dönemle beraber Kürdistan'da çizgisini geliştirirken, Denizlerin, Mahirlerin mirasını ilke, ölçü ve özelliklerinde yaşamsal kıldığı gibi, bugün de güçlü bir savunucusu ve devamcısıdır. Sosyalist ütopyayı egemen sistemlerin etkilerinden arındırarak ve demokrasinin özüyle birleştirerek, onların anılarına bağlılığını bu temelde yerine getirmiştir.
Özgürlük çizgisi kendisine ölçü ve özellik olarak direnişi, adaleti, eşitliği, hakikati, dürüstlüğü, kadın özgürlüğünü, sadeliği esas alır. İnsan olma felsefesi vardır. Bu ölçü ve özellikler aynı zamanda Alevîliğin de özüdür. Bir anlamda bu öz PKK çizgisinde, direnişçi geleneğinde yaşamsallaşmıştır. Kürt halkına mal olduğu kadar, ezilen-sömürülen halkların umudu, kurtuluş felsefesi, yolu haline gelmiştir. Kapitalist modernitenin boyunduruğu altında tarihinden, kültüründen, geleneğinden, tüm var olma değerlerinden kopan insanın bilinci, yüreği, ruhu, inancı haline gelmiştir. Yeniden doğuşun, toplumsallaşmanın zihniyeti, vicdanı olmuştur. Katliamcı zihniyeti iyi tanımak ancak doğru bir savuma anlayışını, duruşunu geliştirebilir. O coğrafyada, o toplumda oluşturulan bu kuşatmayı ancak örgütlü hale gelerek ve PKK hareketinin mücadele saflarına katılarak kırmak ve başarmak mümkündür.
Bugün katliam tarihini tekrardan canlandırmak isteyen AKP iktidarı ve zihniyeti karşısında Alevi halkımızın özgürlük mücadelesi etrafında kenetlenerek dayanışma ve birlik temelinde yürüyüşünü kendi tarihine yakışır bir biçimde yapması gerekir. Kendi özünden dönmüşlere, ihaneti bir onur gibi yaşayan ve yaşatmak isteyen onursuzlara, hainlere karşı ilkelerinden ödün vermeyen Önder APO’nun da direniş yolu olan Kerbela çizgisini geliştirerek tarihi sorumluluklarımıza bir kez daha sahip çıkma kararlılığıyla…
- Ayrıntılar
Kürdistan’da olup bitenleri böylesine sade bir dille ifade edebilmek herhalde sadece Kürtlere özgü olmalıdır. Belki de dünyanın diğer ucunda ezilen tüm halklarda da görülebilir. Belki de halkların genlerinde olup bitenleri sade bir dille getirme vardır. Belki de halklar böyle yaratılmışlardır… Kürdistan halkının böyle yaratıldığı kesindir.
Günlerce Türkiye’de ve Kürdistan’da olup bitenleri izliyoruz. Faşizan saldırılarla Önderliğimizin nefessiz bırakılması için her şey yapıldı. Ölümle tehdit ederek sıtmaya razı etme biçimiyle adeta alıştırılmaya çalışılıyoruz. Önderliğimiz bu durumu kurbağa misaliyle nasıl toplumun adım adım reflekslerinin öldürülerek reflekssiz bırakılmak istendiği olarak yorumladı. Yani toplum adeta kalın derileştirilmek için her şey.
Alışmak ihanettir demek çok da yanlış olmayacaktır. Adeta ölüme alıştırılmak, hem de hiçbir refleks göstermeden buna alıştırılmak tek bir kelimeyle köleliğin en dip noktasıdır. Köle olmadığımıza göre, köle olma durumuna baş kaldırdığımıza göre, köleliği reddettiğimize göre yapmamız gereken ilk elden alıştırmalara karşı isyana geçmektir.
Kürt halkının yaptığı da budur. Reflekssizleştirmeye karşı isyan. İnsan olmanın en erdemli özelliklerinden biri de refleks sahibi olmaktır. Yani tavır sahibi olmak, unutturmalara kafa tutmak. Alıştırmalara karşı direnişe geçmek…
Sömürgeci faşist rejim Kürt halkının en hassas noktalarının neler olduğunu iyi biliyor; Kürt halk önderliği, gerillası ve halkı. Bu üçü birbirinden kopmaz bağlarla bağlıdır. Bunlardan bir tanesine yönelirsen mutlaka diğer ikisi sert cevap verir. Diyalektik böyle örülmüştür. Gerilla, halk önderliği ve halkı olmadan yaşayamaz. Kürt halkı da önderliği ve gerillası olmadan yaşayamaz. Bu diyalektik bağ iyi bilinecek. Bu bağ iyi bilinmeden girişilecek her türden eylem ateşle oynamak anlamına gelecektir. Ya da bu üçünün ilişki ve bağı, karşılıklı bağlılıkları bilinmeden yapılacak herhangi bir hesap ters teper.
Bu kez de faşist devletin hesabı ters tepmiştir. Kürt halk önderliğine karşı yapılan nefesiz bırakılma saldırısına karşı Kürt halkı sokaklara dökülmüştür. Gerilla eyleme geçmiştir. Gençler ve geleceğin generalleri olan çocuklarımız Molotof ve taşlarıyla alıştırmalara gelmeyeceklerini tok bir sesle haykırmaya başladılar. Ve öyle görülüyor ki bu haykırışlar devam da edecektir.
Hem terörist hem de faşist olan TC devleti ve onun uygulayıcı taşeronu olan AKP kendince Kürdistan’da nemalanmak için her türden kirli taktiklerle hareket ederek dünyanın en görülmedik kurnazlıklarıyla hesap kitap yapmaktadır. Kürt halk önderliğine yönelecek kendince sindirecek, DTP’ye gözdağı vererek geri adım attıracak ve kış şartlarına doğru giden gerillaya da yönelerek etkisiz kılacak. Ve tabii bunları yaparken de jonileri unutmayacak, güneydeki-kuzeyde kıyamet kopmasına rağmen halen tık bir ses çıkarmayan güney güçlerine-mesaj verecek, Suriye’yi kendince ayarlayacak, İran’ı ABD’lilere satmasına rağmen ayarlamaya çalışarak dediğimiz gibi kendilerince Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme planlarını hızlandıracaklardır.
Ama nafile, top direkten döndü. Kürt halk önderliğine saldırı Kürt halkını infiale kaldırdı. DTP’ yi kapatma bu tuzun biberi oldu. Ve Kürdistan gençleri sokakları tarumar ettiler. Ve Kürt halkı da her şeyiyle destekliyor. Legal siyasetin önünü kapatan devlette artık umacağı bir şey kalmamıştır. Kürdün en yumuşak olan vekillerine bu kadar sert davranılıyorsa, hakaretlere maruz bırakılıyorlarsa kendilerine nasıl yaklaşacaklarını halkımız iyi biliyor. Ve bunun için topyekûn ayağa kalkıyor. Ve doğru olan da budur. Belki de daha da yüksek sesle, yüksek perdede ayağa kalkmalıdır.
Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi tarihinde şunu biz hep gördük; düşman bize yöneldikçe bizler çoğaldık, düşman bize yasak getirdikçe bizler güçlendik. Bu Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde neredeyse altın bir kural olmuştur. Bunun için Gever’li gençlerin ellerine aldıkları “öldükçe çoğalır, yasaklandıkça güçleniriz” sloganı yerinde bir slogandır. Ve herkesin de bu sloganı dikkatle okumasında fayda vardır.
Kürtleri artık alışıla gelen klişeleşmiş, klasik özel savaş yöntemleriyle idare edeceğinizi sanıyorsanız yanılırsınız. Hele hele kendinizce yönlendirebileceğinizi sanıyorsanız daha da fazla yanılırsınız. Alıştıra alıştıra reflekssiz bırakacağınızı düşünüyorsanız daha da feci hale gelirsiniz.
Ve mevcut durumda feci halde yanıldıkları ortaya çıkmıştır. Herkes adeta yatıştırmaya kalkışıyor. Birden herkesin ağzında bal akmaya başladı. Ne de çabuk unutuluyor daha birkaç gün önce yapılan hakaretler, saldırılar. Özelde de medya camiasının saldırılarını ne çabuk unuttu. Türk basının Mehmetçikleri de yumuşamaya başladılar.
Ama unutmayan ki; bu halk sizin oldukça ikiyüzlü, değerden yoksun, kişilikten uzak tavsiyelerinizden nefret ediyor. Ya aklınızı başınıza toplar ve ilkeli olursunuz, ilkeli yaşarsınız ya da bu halk uzun zamanları kapsayacak direnişini sürdürecektir. Çünkü bu direniş yapılan hakaretlere karşı onurlu olmanın onurlu duruşunun ta kendisidir.
Faşist ve terörist devletin tüm ezmelerine karşı bu halk artık özgürlük yoluna girmiştir, özgürlüğün tadını ve kokusunu almıştır. Ve hiçbir zaman özgürlüğün kokusundan ve tadından vazgeçmeyecektir.
- Ayrıntılar
Ne şundanız, ne bundanız deyip de,
Alttan alta, gizliden gizliye tam tamamına Türk ordusunu destekleyip de, MİT, Fetullahçılar ile AKP adına kontralık yapan hiççi katil sürüleri.
Kurulu sistemle alakamız yok deyip de,
Aşine Katı Kemalizm yerine, Cilalı Yeşil Kemalizm (Türk-İslam Sentezi ile onun Turancı türevi Fetullahçılık) atına oynayan hiççi katil sürüleri.
Asimilasyona karşıyız deyip de,
Aşine Kemalist katı ulusçu soykırım yerine, Yeşil Kemalist Fetullahçı Turanizmin Türk ulusçuluğu anlayışıyla, Kürtlerin soykırımdan geçirilmesini meşru gören hiççi katil sürüleri.
Barışçıyız, eşitlikçiyiz deyip de,
Ordunun Kürtleri katletmesi yerine, polisin katletmesine daha insancıldır diyerek teresleşen hiççi katil sürüleri.
Kontr-gerillaya karşıyız deyip de,
Asker kontr-gerilla yerine, polis kontr-gerillasına alkış çalan hiççi katil sürüleri.
Ergenekona karşıyız deyip de,
Askeri Avrasyacı Ergenokon yerine, MİT ile Fetullah’ın Amerikancı Ergenekonunu ikame eden hiççi katil sürüleri.
Militarist Medyaya karşıyız deyip de,
Askeri militarizmin medyası Doğan Medya yerine, MİT ile polisiye militarizmin medyası Fetullahçı medyada vakanüvüsçülük yapan hiççi katil sürüleri.
Doğan medyasındaki asker kalemşörleri Fikret Bila ve Mehmet Ali Kışlalı yerine, MİT ile Fetullahçı medyada Prof. Dr. Zühtü Aslan, Önder Aytaç ile Emrullah Uslu gibi kontralarla Kürtlere karşı tetikçilik yapan hiççi katil sürüleri.
Liberal demokratız deyip de,
Partilerinin kapatılmasına tepki gösteren DTP’lileri desteklemek yerine, Dolapdere’deki MİT ile Fetullahçı polisiye kontraların silahla Kürtlere saldırmasına “mahalle tepkisidir” diye başlık atan hiççi katil sürüleri.
Muş’un Kop ilçesinde iki yurtseveri katleden ve onlarcasını yaralayan Zühtü Aslan ile Önder Aytaç’ın eğittiği polis ve Jitem elemanlarının yaptıklarını katliamdır deme yerine, “esnaf tepkisidir”diye başlık atan hiççi katil sürüleri.
Televizyon televizyon gezen Önder Aytaç gibi Önder APO’ya saldırıp, biz biat etmeyiz deyip de,
CIA ajanı ve ABD teşeronu olup da İslam kılıfıyla Turancılık yapan Fetullah Gülen’e kapıkululuk ederek biatlaşan hiççi katil sürüleri.
Irkçı Türk devletine xulamlık ederek biatlaşan hiççi katil sürüleri.
HPG, Güney Kürdistan’a gitsin deyip de,
Hem Kuzey hem de Güney Kürdistan’da, Türk ordusunun gerillayı katletmesini uluslararası hukuka uygundur diyen hiççi katil sürüleri.
Anadolu ve Kürdistan gençliğinin ölmesini istemiyoruz deyip de,
1999-2004 yılları arasında PKK tek yanlı ateşkesi sürdürürken 500’e yakın, bu yıl ki eylemsizlik sürecinden 80’nin üzerinde gerillanın şehit düşürülmesine tek ses çıkarmayıp, üstelik ordunun operasyon yapmasını desteklerken, Reşadiye’de 7 askerin ölümüne kıyamet koparan hiççi katil sürüleri.
Savaşa karşıyız deyip de,
AKP’nin savaş hükümeti olmasına karşı çıkmak yerine, AKP’nin Kürtleri fiziki ve kültürel soykırımdan geçirmesi ile Kürtlere saldırmasına karşı, Kürtlerin direnmesini barışa karşı provokasyondur diye sürmanşet atan hiççi katil sürüleri.
Militarizme karşıyız deyip de,
Kürtlerin işgalci Türk ordusunda askerlik yapmamasına karşı çıkıp da askere gitmeyi vatan görevi diye herkese yuttururken, asıl olarak Kürtlerin varlığının teminatı olan gerillaya katılımı militarizmdir diye reddeden ve gerillaya katılımı hiçleştirmeye, anlamsızlaştırmaya çalışan hiççi katil sürüleri.
Özellikle bu konuda başrolü üzerine alarak, Kürtlere seslenerek efendileriniz Beyaz Türk ırkçılarına kölelik ve askerlik yapın diyen Taraf gazetesinin hiççi, nihilist ve azgın Türk ırkçısı katil sürüleri.
Gönülleri fethetme ve sevgi seli deyip de,
Aslında yaptıkları gönülleri fethetme değil, onun yerine ruhları öldürmektir.
Sevgi çemberi, sevgi seli dedikleri özgürlük ahlakını öldürerek, onun yerine zulüm iktidarını yerleştirmek isteyen hiççi katil sürüleri.
Bireyciliğe karşıyız deyip de,
Kürtlerdeki özgürlük ve eşitlik değerleri yerine, Kürtlere bugünün modern bireyciliğini aşılamak, onları sisli ve düşsel bir dünyaya götürmek, soykırım öncesi öldürücü ve tehlikeli bir gönül ve fikir rahatlılığının olduğu mezarlığa atmaya çalışan hiççi katil sürüleri.
MİT ve Fetullahçı AKP medyasındaki -Taraf, Yeni Şafak, Star, Türkiye, Zaman, Sabah ve Bugün gazeteleri ile Samanyolu TV, Kanal-24 TV, ATV, Mehtap TV, Ülke TV, Kanal 7 TV, vb.- katil sürüleri siz Alman Nasyonalist Sosyalist Parti’den-Nazi Partisi- ne daha az kötü ne daha fazla değerlisiniz.
Ondan daha ırkçısınız.
MİT ve Fetullahçı ile AKP medyasının hiççi katil sürüleri, sizin gibi en kara ırkçı medya ne kadar özel savaş yürütürse yürütsün, hakikatleri ne kadar saptırırsa saptırsın, ne kadar bulanıklaştırırsa bulanıklaştırsın Kürtlerin özgürlükçü bir geçmişi, hareketi ve özgürlük hayalleri vardır.
Sizin gibi en kara ırkçılar, bunları hiçbir zaman yok edemez.
PKK ve HPG, Kürtlerin özlemleri için bir özgürlük sesi, ateşli umutlarının gerçeğidir.
PKK ve HPG gerillaları da bu özlemlerin ve ateşli umutların fedaileridir.
İşte tüm bunlardan dolayı, tüm Kürdistan gençliğine diyoruz ki, umut dağlardadır.
Özlemlerinizin stargahı, Kürdistan dağlarıdır.
Ateşli umutlarınızın gerçeğe dönüşme yeri de gerilla üsleridir, gerilla kamplarıdır.
- Ayrıntılar
Rêber APO
Odamda pencere açtılar. Havalandırmaya çıkarmayı da iki saate çıkardılar. Bir saat sabah bir saat öğleden sonra olmak üzere iki saat havalandırmaya çıkardılar. Dün dört arkadaşla tekrar görüştük. Onlarla da sohbet ettik.
Milletvekilerinin istifası konusunda ben farklı düşünüyorum. Ben “siyaset bir tıkanma noktasına gelmiş” demiştim. Ben bugünkü durumu 1975-76 yıllarımdaki duruma benzetiyorum. Bir yıl ADYÖD Başkanlığını yaptım. O zamanlar ADYÖD iki eğilimden oluşuyordu. DDKO ve Dev-Genç’in birleşmesinden oluşuyordu. Ben hem Dev-Genç’e hem DDKO’ya üyeydim. Gönlüm her ikisinden yanaydı. Biz ikisini birleştirmiştik. İki tarafı birleştirme, kardeşliği ve özgürlüğü esas aldığımı, böyle bir eğilimde olduğumu biliyorlardı. Birisi daha sonra küçük burjuva milliyetçiliğine kaydı. Diğeri de milliyetçiliğe kaydı. Diğer taraf da “biz Kürtlerle birarada yapamayız” diyordu. Sonunda ben ortada kaldım. Ama gönlüm her ikisinin birleşmesinden yanaydı. Daha sonra Kemal Pir ve Haki Karer’le birlikte Kürdistan’a geçtik. Kemal Pir ve Haki Karer benim iki halkı birarada tutmak istediğimi gördükleri, bildikleri için benimle beraber hareket ettiler. Biz bilinen tarihi Mart çıkışını yaptık. Mart 1976. Benim 1975-76 arası çalışmalarım tarihi önemdeydi. Her yıl dünya kadar çalıştım, çaba sarfettim. Her yıl bir kitap kadar dökümanlar hazırlıyorduk. Kürdistan’da mücadeleyi başlattık. İlk olarak Ağrı’ya gittim, Kars’a da gittik. Hatta oraya gidişim meşhurdur, Karslılar bilir halen buna çok değer verdiklerini biliyorum. Doğubeyazıtlılar da değer veriyorlar. Doğubeyazıt’ta gençlerle toplantılar yaptım, heyecanlı toplantılar oldu.
1970’ten bu yana çok büyük emeklerim oldu. Birçok kurum ve derneğe üye oldum. Bir yıl İstanbul’da kaldım. O yıl Hukuk Fakültesine kaydımı yaptırmıştım 1970-71 yılıydı. O tarihten itibaren çok düşündüm çaba sarfettim. Bugüne kadar kırk yıl oldu. Halkın bana bu kadar bağlı olmasının temelinde bu var. Halk beni bilir, halk tanır. Diyarbakır’dan çıkışım bu amaçlaydı. Kırk yıldır bunun mücadelesini veriyorum.
Böylece Kürdistan’da çok geliştik ancak Türkiye boyutu gelişmedi. Türkiye boyutunu daha sonra Ergenekon ele geçirdi.
Mahirlere, Denizlere saygım vardır. Ben onlara saygı duyuyorum. Deniz de Mahir de Kürtlerin varlıklarını ve haklarını kabul ediyorlardı. Deniz idam edilirken bile -bu çok zor bir şeydir idam edilmek– bundan hemen önce “benim mücadelem Kürt ve Türk halklarının kardeşliği mücadelesidir” demiştir. Aynı şekilde de Mahir de “Kürtler vardır, Kürt sorunu inkâr edilemez. Kürtlerin bütün hakları kabul edilip verilmelidir” diyordu. Ben bunu Mahir’in kendi ağzından duydum. Bunu söylemek büyük cesaret istiyordu. Biliniyor Mahir de vuruldu. Vurulduğunda da bunları söylemişti. Herkesin bunlara saygı duyması gerekir.
Çözüm demokratik mücadeledir. Bunu halka danışabilir ve karar alabilirler ama öyle yüzeysel değil, gerçekten halka sorarak, bunu kararlaştırabilirler. Diyarbakır’da binlerce kişiyle halk toplantıları yapabilirler, daha sonra il il halk toplantıları yapabilirler. Onlar da halka gidebilirler. Meclis’e dönüş de yapabilirler. Biz böyle gerekli gördük de diyebilirler. Bence henüz istifa edilecek aşamaya gelinmedi. Bizler henüz o aşamada değiliz. Meclise dönüp demokratik siyaset geliştirilebilinir. Ufuk Uras’ın teklifi değerlendirilebilir. Milletvekilleri Meclisi iyi kullanmalıdırlar. Demokratik kanalları açamadılar. Bu şekilde Kürtlerin demokratik kazanımları da boşa harcanmamalıdır. Meclis’te her şeyi tartışabilmeliler. Demokratik mücadele için demokratik siyaset gerekiyor. Bunun yapılabilmesi önemli.
Şimdi yeni parti var deniliyor. Ben buna bir şey demiyorum. Devlet birisini kapatır, birisi açılır ancak hukuk tekniği açısından bir parti olabilir. Ama bu siyasi-demokratik mücadeleye tek başına çare değil. Yeni bazı şeylerin olabilmesi gerekiyor. Demokratik siyaset yürütülmesi gerekir. Demokratik siyasetle ancak barış gelir. Türkiye’de hukuk zaten yok. Ben söylediklerimi legal ya da illegal olarak değerlendirmiyorum. Benim söylemek istediğim demokratik siyaset kanalıdır, mücadelesidir.
Türkiye’de ortak bir çalışma yürütülebilir. Demokratik kesimlerle geniş bir şekilde bir araya gelinebilir. THKO, Dev-Genç gibi bunların devamı olan kesimlerle ilişkiler kurulabilir, bunlar da içinde yer alabilirler. Aleviler de dahil olabilir. Diğer demokratik kesimler de dahil olabilir. Böyle demokratik bir oluşum olursa kırk elli milletvekili çıkarabilirler. Bunlar önemli şeyler yapabilir, demokratik siyasetin önü açılabilir. Bunu yaparlarsa demokratik siyasetin önü açılabilir. Demokratik mücadelenin Türkiye tarafı da bu şekilde oluşturulabilir.
MHP herkesi teslim almak istiyor. CHP, MHP faşist, katı tutum ve çizgilerini aşabilmek için Meclis’ten çıkıp gitmekle olmaz. Mecliste kalıp bu anlayışa karşı mücadele etmeliler. Bahçeli’nin Baykal’ın arkasında çok güçlü örgütleri vardır. Bahçeli muazzam örgütlüdür, bunlar örgütlü olma konusunu çok iyi biliyorlar. Baykal da aynı şekilde örgütlüdür.
Sayın Başbakan’a çağrıda bulunuyorum. Benim yol haritamda mevcut şiddetin önlenmesi için gerekli ilkeleri belirtmiştim. Biraz aceleye gelmişti. Ama yine de yeterli şeyleri söylemiştim. Sorumluluklar hep omuzlarıma yüklenmiş. Bu şekilde Hükümet de bütün yükü bana bırakıyor. Bu da benim sağlığımı bozuyor. Biz savaşın değil, barışın gerçekleşmesini istiyoruz. Barış projenizi ortaya koyarsınız. Benim rolümü oynayabilmem için barış projesinin ortaya konulması gerekiyor. Her şeyi benim omuzlarıma yıkmasınlar. Dürüstlükle bir demokratikleşme projesi hazırlanmalıdır. Ve hemen harekete geçilmelidir. CHP ve MHP zaten çözümsüzlükten yanalar. Yedi yıldır da demokratik bir çözüm gelişmedi. Ben demokratik olan hiçbir şeye de karşı değilim. AKP’nin içinde biraz samimi İslami demokratik bir çizgi de var. Ben buna da karşı değilim. MHP ve CHP dışında AKP’den de çözüm istemeyen kişiler var, isteyenler de var. Eğer bu sorun çözülmek isteniyorsa bu demokratik çizgi harekete geçirilmelidir. Ve Başbakan demokratik bir projeyi hayata geçirmelidir.
Türkiye’de aslında şu anda iki güç var. Bunlardan biri ittihat terakki çizgisinde olan sert-katı, faşist güçtür. Diğeri de kısmen AKP -AKP içinde kısmen demokratlar var, kısmen de askerlerin de içerisinde yer aldığı yumuşak güçtür. Aslında şu anda çatışan bu iki güçtür. Her gün subaylar, generaller tutuklanıyor. Tutuklanmalarının nedeni bu iki gücün çarpışmasıdır.
AKP içinde İslami demokratik bir çizgi var. Bu Erbakan onların çizgisidir. Yedi yıldır AKP’deki bu demokratik çizginin içi boşaltılıyor. Demokratik İslam anlayışının içini ılımlı İslamla boşaltıyorlar. AKP’nin hem Kürtler için hem Aleviler için hem de demokratikleşme için yaptıklarının içi boştur. Alevi çalıştayına Şendiller’i çağırmışlar. Bu da yapmış oldukları alevi çalıştayının içinin boş olduğunu gösteriyor. Kürtleri Kürtlerle pasifize etmeye çalışıyorlar. Bu da benim söylediklerimi doğruluyor. Biz demokratik islam çizgisine karşı değiliz. Demokratik bir çıkış yapılabilir.
Anadolu kapitalizmi dünyanın en vahşi kapitalizmidir. Bu kapitalizm, kumar kapitalizmidir. Dünyanın hiç bir yerinde uygulanmayan kapitalizm Anadolu’da uygulanıyor. Bunlar bir aile kurdular mı, biraz da para kazandılar mı, bir kadın, bir araba bir ev edindiler mi toplumsal mücadeleden vazgeçiyorlar. Toplumsal gerçekleri görmezlikten geliyorlar. Hatta toplumsal mücadelelere müdahale ediyorlar ve onların önünde engel haline geliyorlar. Demokratik siyaset ve barışla bunun önüne geçebiliriz.
Ben 1986’da Kürdistan’a ilk birlikleri, gerillaları gönderdiğim zaman onlara çok şey söylemiştim, onları uyarmıştım. Ancak ben her şeyi de bilemiyorum. Mesela Hogir’in Ergenekonla bağlantılı olduğunu yirmi yıl sonra öğrenebildim. Bunun gibi birçok kişinin Ergenekonla bağlantısını çok sonraları fark edebildim. Her şeyden de beni sorumlu tutmasınlar. Bizim mücadele tarzımız bu şekilde değildi. Bunlar birçok çete oluşturdular, Dörtlü çete, Hogir ve Şemdinler. Ergenekonla da işbirliği yaptılar. Bilge Köyü gibi birçok köy basıp çoluk çocuk katlettiler. Bunlar beni de öldürmek istediler. Hasan Bindal olayı biliniyor. Ben dikkatli olmasaydım beni de öldürürlerdi. Daha sonra bu anlayış Osman-Botanlarla devam etti. Bunlar bizim mücadelemizi de heba ettiler. Birçok insanın infazına göz yuman, öldürülmelerini sağlayan bu insanlar rahatlıkla gidip diğerleriyle işbirliği yapabildiler. Bunlar bizim mücadelemizi, demokratik mücadele anlayışımızı, değerlerimizi de boşa çıkarmaya çalıştılar.
Ben askerlerin de gerillaların da ölmesini istemiyorum. Ve gerçekten buna çok üzülüyorum. Anadolu insanları ölmesin. Anadolu kuzuları ölmesin.
Muş’taki olaylarda iki kişi yaşamını yitirdi. Bu öyle sıradan bir esnaf değil, devletin özel görevlisidir. Bunun gibi Bitlis, Siirt birçok yerde bunların hepsi bölgede örgütlüdür. Bunların etrafında daha bir çok kişiler vardır. Ben gazetelerdeki bazı başlıklardan bunları anlayabiliyorum, bu sonuçları çıkarabiliyorum. Bunun gibi Diyarbakır’da bile akla hayale gelmeyecek köşe başlarında bekleyen binlercesi vardır. Bunlar katliam gününü bekliyorlar. Ne zaman katliam olacak diye bekliyorlar. Katliam olsa bunların hepsi Kürtlere saldırmak için, Kürtleri öldürmek için bekler vaziyetteler. Daha öncesinden de Ceylanpınar’da, Viranşehir’de, Urfa’da, Diyarbakır’da bir çok kişi taranarak öldürüldü. Bunlar da her an beş kişi on kişi öldürebilirler. Buna karşı halkın kendini savunması gerekir. Buna karşılık savunma hazırlığın yoksa insanların bu şekilde ölmesini doğru ve sağlıklı bulmuyorum. Bulanık’ta yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı dileklerimi sunuyorum. Diyarbakır’da yaşamını yitiren gencin, Aydın Erdem’in ailesine de başsağlığı diliyorum. Ailelerine selam ve sevgilerimi iletiyorum.
Benim burada devleti tehdit ettiğimi söylüyorlar. Hayır ben kimseyi tehdit etmiyorum. Onlara “alçaklar ordusu” dediğim söyleniyor. İnfaz Hakimliği hücre cezamı onaylamış. İnfaz Hakimliği cezayı onamış itiraz hakkım var. Ağır Ceza Mahkemesi’ne itirazda bulunacağım. Bu bana verilen 12. Hücre cezası oluyor. Tabi bunlar doğru şeyler değil. Ben kimseyi tehdit etmiyorum, sadece tespitte bulunuyorum. Ben Meclis’te bireylere karşı bir şey söylemedim, bireysel olarak kimseye bir şey demiyorum. Kişiliklerine bir şey söylemiyorum. Benim söylediğim şey demokratik siyaset ve barış çizgisi seviyesinin altında kalan zihniyet içindir. Benim şahıslara karşı olumsuz bir şeyim olmaz. Ben Meclis’te bulunup da sorunu çözmek istemeyen anlayışa karşı söyledim bunları. Bu anlamda kullandım o kelimeyi.
İnfaz Hakimine yazdığım dilekçede de bunları belirttim. Benimle görüşme yapan heyete de söyledim. Hakimler hukuka, yasalara bakıyorlar. Dar hukuk tekniği bağlamında olayı değerlendiriyorlar. Sonuçta önündeki hukuk neyse onu dar olarak yorumluyorlar, gereğini o şekilde yapıyorlar. Benim söylediğim şey hukuku aşan bir şeydir.
Ben burada konuşurken, eleştiri yaparken de kimseye dayanarak söylemiyorum. Bana inanan halkım ve dostlarım vardır. Ben halka dayanıyorum. Ayrıca beni destekleyen dostlarım var. Zor zamanlarda bunlar yardım da eder. Ben kendi gücüme güveniyorum, kendi gücüme dayanıyorum.
Bingöl, Bitlis, Diyarbakırve Siirt cezaevindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Halkımıza selamlarımı iletiyorum.
- Ayrıntılar
Kürt siyasal tarihinde, Türkiye demokrasi tarihinde bir noktaya daha geldik. Demokratik açılımın düşünce özgürlüğüne, konuşma özgürlüğüne ne kadar önem verdiğini, gerçekten ne kadar demokratik olduğunu dünya alem gördü. Tabi bunda Türk devletinin hangi kanadının etkili olduğunu, Türkiye devletini, halkını hepsini suçlamanın doğru olmayacağını biliyoruz. Türkiye’nin demokratik açılım projesinin bir devlet projesi olduğunu herkes söylüyor. Bu devletin özelde yargı bürokrasisinin olmak üzere askeri ve pek çok alandaki bürokrasisinin gelmiş olduğu kirlilik düzeyini, monarşik, faşist zihniyeti bir sefer daha gördük.
Türkiye devleti 29 Mart seçimleri sonuçlarını, barış gruplarının, Kürt gerillasının halk tarafından karşılanma coşkusunu sindiremedi. Yetmiş yıla yakın bir süredir yok saydığı halen yokluğunda, yok etmekte ısrar etmektedir. İşte inkâr ve imhada ısrar ettiği bu Kürtlerin Anadolu hatta dünyada hiçbir halkta görünmemiş büyüklükte bir coşkuyla demokratik devrimi inşasını bu devlet içine sindirememektedir. Bu inşanın öncüsü PKK’dir. DTP bu inşa sürecinde halkın demokratik örgütlenmesinin bir aracıdır. DEP’ten başlayan geleneğin bir devamıdır. Bunu dost düşman herkes biliyor ki DEP ten bu güne gelişen, büyüyen bir demokratik halk inisiyatifi var. Bu tür kapatmalar mücadelemizi tasarladıklarının aksine büyütmektedir. Bazı milletvekilleri ve belediye başkanlarına yasaklar getirmeleri de aynı sonucu doğuracaktır.
Biz bir hareket olarak hiçbir zaman bireyler değil örgütlü gücümüz, örgütlülüğümüzle kazandık. PKK’nin Kürt halkını var etmesinin temel yolu örgütlü kılmasıdır. Öyle birey hakları vererek, Kürt halkını bireylerden oluşan bir yığın gören politikalara inat halk gerçekliğini güçlendiren Kürt halkı yürüttüğü demokratik mücadeleyle bu tür anti demokratik uygulama ve cezaları boşa çıkaracaktır. Siyasetin mecliste yapılanı sadece işin çok küçük bir kısmıdır. Asıl siyaset sokaklarda, mahallelerde halkın içinde yapılandır. Kürt gençlerinin günlerdir sokaklarda yükselttiği serhıldanlar, dağlarda yürüttüğü mücadele siyasetin en önemli ayaklarındandır. Mecliste Baykal, Bahçeli, Erdoğan konuşadursunlar. Bu vakitten sonra kimse -devlet bile- Kürt halkının, Kürt siyasetçilerinin bu tarz bir siyaset yapmasını engelleyemeyeceklerdir.
Bu mücadelenin gelmiş olduğu aşama budur. Herkes bunu biliyor. Bundan sonra daha da büyüyüp daha hızlı daha fazla sonuç almak için Kürt gençleri eylemlerini arttırarak sürdürmeli, bu anti demokratik uygulamaya devleti pişman etmelidir.
Bununla birlikte eğer Kürt halkına, Kürt gençlerine, Kürt kadınlarına siyaset yapma hakkı tanınmıyor, siyaset yapma alanları daraltılmaya, gözaltılar, tutuklanmalarla sindirilmeye çalışılıyorsa ki bu kesinlikle böyledir. Kürt halkını var eden siyasetin sahibi PKK’ye katılmak gençlerin tek çıkış yoludur. Otuz yılı aşkın süredir onlarca operasyon, yüzlerce komplo binlerce saldırıya rağmen büyüyen kapatılamayan, büyüyen halklaşan partiye girmek faşist Türk devletine verilecek en güzel genç tavırdır.
Kürt gençliği,
Kürt kadını, bir gerilla olarak size sesleniyoruz. Bizi halklaştıran, var eden, büyüten, güçlendiren PKK’nin gerillası olmanız bu süreci zaferle taçlanmaya götürecektir. Gelsin de kapatsın partimizi,
Görelim bir hele!
- Ayrıntılar
Laf fırıldağı olmak, kimseyi ne liberal ne de demokrat yapar.
Liberalizm, her ne kadar kelime anlamıyla özgürlükçülük olsa da, aslında liberalizm, faşizm ve ırkçılık ile kapitalist sistemin ideolojisidir.
Sonuçta liberalizmin tacı, ya faşizm ya da ırkçılık olur.
Liberal gözüken Türk yazarlarının tacı da, amiyane tabirle Türk ırkçılığıdır.
Kimse, onların laf oyununa bakmasın.
Kimse, onların, laf danslarına bakmasın.
Özgürlük gerillalarının Tokat’taki misilleme eylemiyle birlikte, liberal maskeli yazarların çoğunluğu azgın bir Türk ırkçısı olduğunu açığa vurdu. Amiyene bir şekilde laf danslarının Türk ırkçılığına vurulan bir cila olduğu anlaşıldı. Kürtleri suçlamaları ırkçı yönlerini açığa çıkardı.
Dünyanın hiçbir yerinde, özgürlük mücadelesi veren bir hareket ve halk suçlanmaz.
Aksine desteklenir.
Dünyada ki mücadeleleri bilmeyenler, gitsinler tüm özgürlük mücadelelerini okusunlar bu gerçeği öğreneceklerdir.
Tokat eylemini eleştiren liberal maskeli ırkçı Türk kalemşörlerine soruyoruz.
KCK, 13 Nisan 2009 tarihinde eylemsizlik kararı aldı mı?
Ben cevap veriyorum.
Evet.
Bu karara uyan HPG, o tarihten sonra tek bir eylem yaptı mı?
Hayır.
13 Nisan’dan sonra Türk ordusunun operasyonları durdu mu?
Ben cevap veriyorum.
Hayır.
Bu operasyonlarda 80’in üzerinde HPG gerillası Türk ordusu tarafından şehit düşürüldü mü?
Ben cevap veriyorum.
Evet.
Fırıldak ırkçı Mehmetçik kalemşörlere soruyoruz:
25 Ekim 2009 tarihinde, Dıjwar Partizan adlı HPG gerillası nerede şehit düştü?
Ben cevap veriyorum.
Güney Kürdistan’da.
Fırıldak ırkçı kalemşörler, size soruyorum:
Külliyetiniz yazdıkları makalelerde demiyor muydu, HPG gerillaları Güney Kürdistan’a geri çekilsin?
Güney Kürdistan’da bulunan bir gerillayı bile şehit düşürüyor sizin ordunuz.
Demek ki, sizin o düşüncenizde külliyen yanlış ve HPG’yi tuzağa çekme temelli!
Bu konuda ne hissediyorsunuz, liberal maskeli fırıldak ırkçı kalemşörler?
Ben cevap veriyorum.
Seviniyorsunuz, dans ediyorsunuz HPG gerillalarının şahadetine.
Size sormaya devam ediyorum.
Çevlik’in, Çawreş alanında, 26 Ekim 2009 tarihinde, Türk ordusu hangi HPG gerillalarını şehit düşürdü?
Ben cevap veriyorum.
Bunu okuyun fırıldak ırkçı Mehmetçik kalemşörü Türk ırkçılar.
Hamza, Necmi, Bager, Çiya ve Şervan adlı beş HPG gerillasını sizin kafatasçı ordunuz şehit düşürdü.
Size sormaya devam ediyorum:
4 Aralık 2009 tarihinde, Cudi ve Gabar dağlarında hangi HPG gerillalarını Türk ordusu şehit düşürdü.
Ben cevap veriyorum.
Liberal maskeli fırıldak ırkçı Mehmetçik kalemşörler.
Zafer, Harun ve Amed adlı gerillaları şehit düşürdü sizin o taptığınız ırkçı ordunuz.
Taraf gazetesinde yazı yazan, hem CIA ve MİT elemanı hem de akademisyen ırkçı polis müdürleri olan Önder Aytaç ile Emrullah Uslu’nun, eğittiği polislerin, Cizre’de vurduğu 18 aylık bebek Mehmet Uytun’un katledilmesine ne diyorsunuz?
AKP hükümetinin icra ettiği bir soykırım planı devredeyken, bir de kalkıp Kürtlere diyorsunuz ki, bizim taptığımız Türk ordusu ile polisi Kürtleri tek tek, grup grup katletsin, sizde uslu uslu kellenizin uçurulması için boynunuzu uzatın.
Siz, Kürtlere ve HPG’ye diyorsunuz ki, hiç meşru savunma hakkı ile misilleme hakkını kullanmayacaksınız. Siz diyorsunuz ki, Kürt halkı hem siyasal, hem kültürel, hem sosyal, hem ekonomik, hem de fiziksel soykırımı, HPG gerillaları da öldürülerek şehit olmayı kabul etsin.
Özcesi diyorsunuz ki, “en iyi Kürt, ya ölü ya da köle Kürttür”.
Soruyorum size fırıldakçı ırkçı Mehmetçik kalemşörler.
Eğer insan suratlı canavar değilseniz, sizde zerre kadar vicdan ve ahlak varsa cevap verirsiniz herhalde.
Üstelik Önder APO ölüm çukuruna da atılsın, tüm bunlardan sonra siz hangi vicdanla, hangi ahlakla kalkıp, HPG’nin, Tokat’taki misilleme eylemini “alçakça ve kalleşçe” diye tanımlıyorsunuz.
Size soruyorum, Mehmetçik kalemşörler, 80’in üzerinde HPG gerillası ve onlarca sivil, AKP hükümetinin talimatıyla şehit düşürülürken siz nasıl diyebiliyorsunuz ki, “AKP, bir barış ve demokrasi açılımı başlatmış”!
Binin üzerindeki DTP yöneticisi ve üyesi, AKP hükümeti tarafından zindanlara doldurulurken siz nasıl diyebiliyorsunuz ki, “AKP, bir barış ve demokrasi açılımını başlatmış”!
Önder APO’nun, yol haritasına AKP el koyarken, siz nasıl diyebiliyorsunuz ki, “AKP, bir barış ve demokrasi açılımı başlatmış”!
AKP hükümetinin talimatıyla, Önder APO’nun son savunmaları toplatılırken siz ki, düşünce özgürlüğünü savunduğunuzu iddia ediyorsunuz nasıl diyebiliyorsunuz ki, “AKP, bir barış ve demokrasi açılımı başlatmış”!
Sizler bu konuda tek bir satır yazdınız mı?
Size soruyorum Mehmetçik kalemşörler.
Ahmet Altan gibi liberal maskeli nihilist Türk ırkçısı kalemşörler, hiç Kürdistan’ı ve Kürtleri tanımazken sadece ve sadece 2008 yılında bir defalığına Amed’e giden biri olarak nasıl diyebiliyorlar ki, “AKP, bir barış ve demokrasi açılımını başlatmış”!
AKP hükümetinin talimatıyla DTP kapatılırken ve şimdiye kadar bu konuda tek bir değişiklik yapmayan AKP ortadayken ve aynı AKP, 2005’te 1 Haziran Kanunu, 2006’da TMK, 2007 Koruculuk ile Polis Kanunu, 2008 yılında Kontr-gerilla Kanunu çıkararak ülkeyi faşizme götürürken siz nasıl diyebiliyorsunuz ki, “AKP, bir barış ve demokrasi açılımı başlatmış”!
Tüm bunlar oluyorken hepinizin Kürtleri suçlaması, maskenizi düşürdü.
Irkçılığın döl yatağı ile ideolojisi olan liberalizmi savunup da ırkçılıklarını gizlemeye çalışan tüm liberal Türk ırkçılara Edi Bese diyoruz.
Ve sonuçta diyoruz ki, “AKP, bir barış ve demokrasi açılımını başlatmamıştır”
Bunun aksine “AKP, bir savaş ve faşizm açılımını başlatmıştır.”
AKP, maskeli ve inceltilmiş bir tarzda yeşil Kemalizmin yolunda, yeni bir soykırım planıyla Kürtleri, Türkleştirme açılımını başlatmıştır.
Tezkereyi meclisten geçirmek, koruculuk sayısını artırmak, kontr-gerillayı yasallaştırmak, Kürdistan’ın her tarafında barajlar yapmak ne anlama geliyor?
Ben cevap veriyorum:
Kürtlerin daha inceltilmiş bir tarzda soykırımdan geçirilmesinde,“AKP, bir savaş ve faşizm açılımını başlatmış” anlamına geliyor.
AKP’nin bu soykırımcı savaş ve faşist planı son bulmayana kadar, gerillanın daha nice Tokat tarzı eylemleri olacak.
Daha nice yiğit genç kız ve erkekler dağlara akın edecekler.
- Ayrıntılar
Gerillaya gelmeden önce de hayallerim vardı. Ama derinlikli düşündüğümde gerçekleşmesi ihtimal dahilinde bile olmayan hayallerdi. Şimdi o hayallerime sahip çıkan ve gerekli insani duruşumu sergilemeye çalışan bir insan olarak gururluyum. Yaşadığımız dünyada bazıları kendisini hiç sanır, bazıları da her şey. Ne hiçbir şeyiz ne de her şey olabiliriz. Sadece bir şey olmaya çalışıyoruz. Herkesin yaşadığımız dünyada bir şey olmak isteme mücadelesinden bir tanesiyiz.
Sivil yaşamımızda insanların bize sevgi ve saygı göstermesinin altında her zaman bir çıkar vardır. Eski yaşamında ailede ve çevrede seviliyor muydun diye bir soruya istisnalar dışında hemen hemen herkes evet çok seviliyordum diye yanıtlar. Biri evin en küçüğü olduğu için, biri en büyüğü olduğu için, biri tek kız ya da tek erkek çocuğu olduğu için. Baba ve anne emek verdikleri için ve aslında emeğin karşılığını ileride alacakları için çocuklarının üzerlerine titrerler. Bundan hem anne-baba hem de çocuk memnundur. Çünkü karşılıklı sevmek ve sevilmek güzeldir.
Peki bu durum nereye kadar ve kaç kişiyle oluyor? Birileri onlarca ve yüzlerce rakam verebilir ama ben daha büyük bir aileden, binler ve milyonların seni tanıdığı, sevip saydığı ve sonuna kadar bir sistem olarak böyle olduğu bir dünyadan bahsediyorum. Anne ve babamız bizi büyüttükten sonra sana baktığı yılların karşılığını, şimdi sen bana bakmalısın diyerek karşılığını almaktadır. Bu yaşadığımız önemli bir gerçeklik. Çıkar yaklaşımı olumlu olan bir gerçeklik de diyebiliriz. Varsın öyle olsun ama bütün dünyası küçük bir mekan, sınırlı insanlar ve belli işlerle kuşatılmış bir yaşama nasıl tahammül edebiliriz.
Sosyal aktivitelerle uğraşman, farklı insanları tanıman ve kendi geleceğini hazırlaman o kadar kolay değil. Herkes bunları isteyebilir ve hayal edebilir ama gerçekleşmesi hem politik hem de mali bir sorun. Başta paran var mı ve kimliğin nedir, nereden geliyorsun ve kimlerdensin? Soruları, yapmak istediklerinin önünde en büyük engeldir. Parası olmayan bir Kürt isen zaten halin haraptır. Parası olan bir Kürt isen o zaman da Kürtlükten çıkmışsın demektir. Kendi yağında kavrulanların ve ortada bulunanların ise, devrime, düşmana, çevresine ve kendisine de bir faydası dokunmaz. Bu halleri kabul edecek kadar yüreksizleşmediğimizi düşünüyorum.
Ben de bütün gençler gibi uğraştım. Okulları başarıyla bitirdim, kendi emeğimle harçlığımı çıkardım. Bir gencin kendi avare ve delilik zamanlarında yaptıklarının hepsini yaptım. Sonuçta ne oldu? Huzurlu ve anlamlı yaşamanın sırrını kaybettim. Yaşadığım çelişkilere kimse yanıt olamadı ve doğal olarak yardımcı olamadı. Annem ve babam sistemin gazabı altında oldukça çaresizdi, çevre ve dostlar ise bir yere kadar dost.
Yaşadığımız dünyada sadece bir şey olabilmek, sevgi dolu bir şey, engin diyarlara açılan bir şey, kendi kimliğini savunan bir şey. Çünkü ancak bu erdemlerle yaşamaya layığız. Birilerinden beklemektense, binlerce insan gibi özgür koşullarda yaşamayı öğrenerek, tecrübe sahibi olarak ve en önemlisi yaşamın bir mücadele olayı olduğunu kavrayarak var olmak, en kutsal ve ölümsüz yaşam biçimidir. Bundan zevk alan ve coşkusu hiç azalmayan insanlar tanıdım. Bu kadar moralli ve direngen duruşları nasıl ediniyorlar diye düşünürdüm. Basit ama bir o kadar da zor olan cevabı kısa sürede öğrendim. Bıkkınlık yok çünkü tekrar yok, Sıkkınlık yok çünkü sabitlik yok. En güzeli; küçük görülme, aşağılanma, dışlanma, unutulma ve yok sayılma yok. İnsani ve toplumsal değerlerin vicdanlı ve adaletli savunulduğu, yürütüldüğü mekanlar var. Hem de müthiş bir sevgiyle..
- Ayrıntılar
Rêber APO
Hücre cezası henüz uygulamaya başlanmadı, karara itiraz ettim, birkaç güne kadar belli olur.
Buraya getirilen arkadaşlarla bir kez görüştüm. Buradaki görevliler, ileride Televizyon vereceklerini belirttiler. Adalet Bakanlığı’ndan gelen heyetle görüştüm. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif İşleri Müdürü de vardı. Bu görüşmeden sonra kapının üstünde aşağıya ve yukarıya yeni bir pencere açtılar. Kaldığım odada yatak, dolap, masa var. Onun dışında bana iki-üç adım mesafesinde yer kalıyor. Yatak, Masa ve Dolap yeri dışında enine iki adım boyuna üç adımlık mesafe var. Bütün yer bundan ibarettir.
Diyarbakır’da 23 yaşında üniversite öğrencisi genç, gösterilerde yaşamını yitirmiş. Çok üzüldüm. Özellikle anne-babasına ve ailesine taziyelerimi iletiyorum, başsağlığı diliyorum.
Cezaevlerindeki arkadaşlar açlık grevine girmişler. Artık açlık grevlerine gerek yok, hepsine çok selamlarımı ve sevgilerimi iletiyorum. Ben daha önce benim için intiharvari, kendine zarar verecek eylemler yapmamalarını söylemiştim. Sakın hayatlarını tehlikeye atmasınlar. Bu arkadaşlara özel selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
DTP kapatılması davasının kararı muhtemelen Cuma günü çıkacakmış. Dünyanın sonu değil, kapatırlarsa da mücadelelerini sürdürürler, yollarına devam ederler. Yine Türkiye’de her kesimden demokratları içine alan demokratik bir yapılanmaya gidilebilir.
Nuray Mert, yazısında bu açılımın gerekli olduğunu ama yöntemDoin yanlış olduğunu söylüyor. Doğrudur açılım şarttır fakat yöntem doğru değildir. Bunlar İngiliz siyasetidir, Amerika yürütüyor. Bu İngilizler müthiş. Dört yüz yıldır dünyayı yönetiyorlar. Türkiye’de de İngilizler bir yandan Kürtleri kışkırtıyorlar diğer yandan da devlete de bastırın diyorlar, ikili oynuyorlar. Bu politika “tavşana kaç tazıya tut” politikasıdır. Bu durumu üç örnekle açıklayacağım. Birincisi; 1925 Şeyh Sait döneminde Binbaşı Noel vasıtasıyla Kürdistan’da Şeyh Saitlerle görüşüp alttan destekliyormuş gibi yaptılar ve Seyit Abdulkadirle de İstanbul’da görüşerek bir yandan Kürtleri kışkırttılar öbür taraftan kendi adamları olan İnönü ve Recep Peker, Fevzi Çakmak, bunlarla Mustafa Kemal’in etrafını sararak etkisizleştirdiler ve Hükümeti ellerine aldılar. Bu süreçte bir yandan Kürtleri kışkırttılar öte yandan da Kerkük ve Musul’u almak karşılığında Hükümeti de bastırma konusunda desteklediler. Çok acılar yaşandı.
İkinci olarak; 1990’lı yılların başında ABD’nin Irak’a ilk müdahalesiyle beraber bunlar bize savaşma konusunda bizi destekleyeceklerini söylüyorlardı. Aynı şekilde Avrupa’daki temsilcilerimiz üzerinden savaşın sizi destekleyeceğiz diyorlardı. Öbür taraftan da ğan Güreş’e İngiltere’de bastırma konusunda yeşil ışık yaktılar. O dönem basında yazılmıştı, Doğan Güreş’in kendi beyanatıdır. İngiltere’den geldiği zaman aynen şunu söylüyordu; “İngiltere bize yeşil ışık yaktı”. İşte yine bilinen o büyük acılar yaşandı. Üç bine yakın köy boşaltıldı, binlerce faili meçhul cinayet oldu. Tansu Çiller-Doğan Güreş dönemi. Ergenekon tutanaklarından da geçiyor; birbirlerine “kahpe” diyorlar. Bizi de savaş konusunda kışkırttılar öbür taraftan da devlete kırdırttılar. Tam bir kör döğüşü. Özal bu senaryoyu çözemediği için hayatına mal oldu, biz de o zaman tam çözememiştik, bu nedenle biz de 1997 sonuna kadar savaşı sürdürdük, sonra anladık. Bu sorunun savaşla çözülemeyeceği, siyasi bir sorun olduğu yönünde Karadayı’nın da görüşleri vardı. Kıvrıkoğlu’nun da böyle düşündüğünü zannediyorum. ’98’e kadar Karadayı, ‘98-2002 arası da Kıvrıkoğlu Genelkurmay başkanıydı. O dönem Ecevit, bir şeyler yapmak istiyordu ama sanırım Bahçeli takoz koydu. Daha sonra bu Ergenekoncular -ki iddianamede de var– kendi aralarında; biz 2000’deki geri çekilmeyi, gerillanın sınır dışına çekilmesi sürecini iyi değerlendiremedik diyorlar.
Türkiye’deki İttihat ve Terakki zihniyetinin 1925’lerden itibaren Mustafa Kemal’i nasıl etkisizleştirdiklerini izah etmiştim. CHP’nin nasıl ele geçirildiğini biliyorum. İsmet İnönü ve Recep Peker, Fevzi Çakmak vardı. Ondan sonra İkinci Dünya Savaşı döneminde bir boşluk oldu. 1960’lardan itibaren Gladio yapılanması Alparslan Türkeş onlarla birlikte 27 Mayıs darbesini yaptılar. Ben 27 Mayısçıların hepsi böyledir demiyorum, Madanoğlu gibi dürüst olanlar da vardı. Talat Turhan kitabında bunlardan bahsediyor. Türk Solu üzerinde de etkili oldular; THKO, Dev-Yol, Dev-Sol zamanında nasıl ele geçirildiği biliniyor, farkedemediler bile. Ben Türk Solu için şunu söylüyorum. İlk dönemlerde devlet doğrudan sol grupları içeriden ele geçirmeye çalışırken artık buna da gerek duymuyor, üçüncü elden yönetiliyorlar. Perinçek’in durumu ortada. Aynı şekilde PKK’yi de ele geçirmeye çalıştılar. Türk Solu’yla birlikte onlarca Kürt Sol grup da vardı ama hepsi tasfiye edildi, bir tek PKK’yi tasfiye etmeyi başaramadılar. 1984’te ilk birlikleri dağa gönderdiğimde henüz JİTEM öncesi oluşumlar aralarına sızdı, yüzlerce değerli kadromuzu kaybettik. Biz de Halil Ataç vardı. Kendisi “hiç kimse Hogir’e laf geçirtemiyor” diyordu. Bu Hogir okur yazarlığı bile olmayan birisiydi. Sızma olma ihtimali de var. Dörtlü Çete, Çürükayalarla geliştirilen tasfiyecilik süreçleri oldu. Ben bunu PKK’nin CHP’lileştirilme çabası olarak adlandırıyorum. Bunu başaramayacaklar, PKK’yi CHP’lileştiremezler.
Üçüncü olarak son yedi yıldır 2002’de AKP iktidarıyla başlayan süreçtir. Bu süreç 60 yıl öncesinden hazırlanan bir süreçtir. Bu sürecin iki amacı vardır. Birincisi radikal islamı tasfiye etmek, ikincisi ise demokratik özgür Kürt hareketinin özünü tasfiye etmektir. Zaten AKP’nin yedi yıldır da yapmaya çalıştığı budur ve bu işi iyi de yapıyor. 2002’den sonra işte Osman ve Botanlar meselesi biliniyor. Hatta bunlar kendilerini liberal demokrat olarak tanımlamışlardı. Beni tasfiye ederek benim soyadımı da kullanarak tasfiyede başarılı olmak istediler. Benim yerime Osman’ı geçireceklerdi sözde. Şimdi de bunları kullanmaya çalışıyorlar. Ama hiç bir şey yapamazlar. Şimdi hiç birinin beş metelik değeri yoktur. Halk içine çıkacak yüzleri yoktur.
Ben bizim kadınlara defalarca söyledim. Hegel de söylüyor; klasik aşk anlayışıyla erkek-kadın ilişkisiyle ancak aile kurulabilir onun ötesine geçemezsin. Hegel büyük bir tarihçi ve felsefecidir. Marks, Hegel’in öğrencisidir. Hegel köle-efendi ilişkisinden yola çıkarak çözümlemeler geliştiriyor. Ben ise kadın köle-kurnaz ve zorba erkek ilişkisinden yola çıkarak çözümlemeler geliştirdim.
Erdoğan çok çalışkandır. Fakat demokratik özgür Kürt hareketini tasfiye edemediler, edemeyecekler de. Bu konuda başarılı olamadılar.
Önemli olan doğru politika yapmaktır. Kırk yıldır toplumun demokratik inşasıyla uğraşıyoruz ama gerekli eğitim ve örgütlenme yapılamadı.
Ceza ve Tevkif işleri Müdürü geldi. Uzun uzun görüştük. Ben ona da anlattım. Siyasi çözüm olmazsa bu sorunun çözülemeyeceğini söyledim. Bana diyor ki; “sen iyi halli olursan biz senin koşullarını düzeltiriz” diyor. Yani bana uslu ol diyorlar, çocuk muamelesi yapıyorlar. Ama beni kandıramazlar. Ben asla ilkelerimden taviz vermem. Benim en önemli özelliğim ilkeli olmamdır. Bunu Müdüre de söyledim, Benim duruşumun özü şudur. Ben ilkeliyim ama pratikte esneğim. Benim kişiliğimin en önemli özelliği budur. Yani ilkede katılık, pratikte esneklik. Son derece ilkeliyim ve pratikte esneğim. Geçenlerde Hüriyette de yazmıştı; 1996’ya kadar bana karşı on tane komplo denenmiş, bugüne kadar yirmi olmuştur. Burada da birçok deneme yapıldı. Fakat ben bütün bunlara rağmen ilkeli duruşumu sürdürüyorum, bu duruşumdan vazgeçmem. Herkes bunu böyle bilmelidir. Burada benim üzerimden de Kürt özgürlük hareketini kendilerince tasfiye etmeye çalıştılar. Ama benim ne kadar ilkeli biri olduğumu hesaba katmadılar. Bunu bana yaptıramazlar.
Ben de söylüyorum; açılıma karşı değilim ama yöntem yanlış. Doğru yöntem belirlenmeli. Siz arabayı atın önüne koyarsanız olmaz. Zaten araba iple ata bağlıdır. Doğrusu atı arabanın önüne bağlamaktır. Ama bu açılımda temel yanlış şudur; arabayı atın önüne koyuyorlar. Peki böyle olur mu? Bu şekilde araba hareket eder mi, etmez. Bu ata da arabaya da zarar verir. Temel sorun yöntem sorunudur. Yasa ve yönetmelikten önce bu gereklidir. Özellikle bu çocuklarla ilgili yasa, 221 etkinlik pişmanlık yasası vb. Değişikliklerle sorunu çözeceklerini sanıyorlar böyle olmaz. Özellikle pişmanlık yasası bir tuzaktır, provokasyondur. Bu kabul edilemez. Bu yöntemle Maxmurdan bir kişi bile gelmez. Bu işin, sorunun siyasi olduğu ve siyasi şekilde çözüleceğinin kabul edilmesi lazım. Bakın 50 bin ölüm var, buna terör diyorlar. Yunan savaşında bile beş bin kişinin öldüğü söyleniyor. Burada elli bin kişinin öldüğü yerde terörden bahsedilmez, orada savaş vardır. Savaşın da tarafları vardır ve sorun taraflar arasında çözülür. Bu müzakere ile olur, diyalogla olur. İlla muhatap ben olayım demiyorum, PKK’yi de muhatap alabilirler, olmazsa DTP’yi de alabilirler, o da olmazsa o zaman içinde PKK’lilerin yer alabileceği halktan sorunla ilgili insanlardan oluşturulmuş bir heyetle de görüşmeler yapabilirler.
Doğru yöntem belirlenirse ben de çözüm konusunda üzerime düşeni yaparım. Eğer doğru yöntem belirlenirse, ortam oluşursa ben silahlı güçlerin geri çekilmesini ve uygun yere konumlanmasını sağlarım. Buna hala gücüm var, bana itimat ederler. Bu son yaşananlar da halkın da bana bağlı olduğunu gösteriyor. PKK’nin içinde onlarca grup var, dağlardaki grupların hepsi otonomdurlar zaten. Bunları ancak ben kontrol edebilirim, ben silahsızlandırabilirim. Bu sorunun kesin çözümü için, nasıl olacak bilmiyorum ama Meclisin bir karar alması lazım. Bunun için benim de önümün açılması lazım. Tüm bunlara yol haritasında belirtmiştim.
İnfaz Hakimi, hücre cezası kararında, “sen buradan savaş kararı, talimat veriyorsun” diyor. Ben burada savaş kararı, talimat verecek durumda değilim, sadece tespitlerde bulunuyorum. Ben burada benimle görüşmeye gelen heyete de söyledim, DTP’ye de söylüyorum, PKK’ye de söylüyorum. Demokratik çözüm ve siyasetin önü açılmalıdır. Buradan Erdoğan’a da sesleniyorum. Eğer doğru yöntem belirlenmezse, demokratik siyaset ve çözümün önü açılmazsa nasıl ki Enver Paşa ittihatçılığı Osmanlıyı parçaladıysa AKP’nin mevcut olan zihniyeti de Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalanmaya götürür, AKP de biter. CHP ve MHP’nin iktidarında ise kan akar. Ben Sayın Erdoğan’ın iyi niyetli olduğunu düşünüyorum, hala inanmak istiyorum. AKP içinde dürüst olanlar var, gerçek anlamda demokratik çözümden yana olanlar var. Ama bunların ne kadar etkili olduklarını bilmiyorum. AKP içinde tasfiyeci olanlar da çoktur. Ben hala demokratik çözüm için elimden geleni yapabilirim. Ama demokratik çözümün önü açılmazsa KCK kendi yolunu belirler, savaşa da barışa da kendisi karar verir. Ben buradan hiç bir şeye karışamam. Bu doğru da olmaz.
Sanki ilk günahkarlar Kürtlermiş.
Sanki patlak veren felaketin sorumlusu Kürtlermiş gibi azgın bir atmosfer yaratılıyor.
Bundan Kürtler sorumlu tutularak, zulmü süreklileştirmek için koşullar son derece elverişli bir duruma getiriliyor.
Savaştan ve kötülüklerden sorumlu tutulacak birileri aranıyor.
Bunlar aşağılık, sahte, kötü ve hain diye lanse ediliyor.
Savaş çıkarılıyor hem de AKP tarafından.
Ve bundan Kürtler sorumlu tutuluyor.
Kürtler kıyımdan geçiriliyor hem de AKP’deki cehşleşmiş Kürtlerin eliyle.
Kıyım kararını verenler, bu yaptıklarının zorunlu ve adaletli olduğuna dünyayı inandırmaya çalışıyorlar.
Zulmü başlatmakla, zulme karşı çıktıklarını ifade ediyorlar.
AKP’li Türk ırkçıları kendilerinin ve milletlerinin başındaki en alçaltıcı kötülüklerin sorumluları olarak Kürtleri gösterirler.
Bunu yaparak, çıkardıkları savaştan kendini kurtaracaklarını zannediyorlar.
Ama AKP’li Kürt düşmanları Kürdistan, Anadolu ve Trakya’daki düzenin eksik ve yanlış olduğunu keşfetmekten korkarlar.
Üstelik kendilerini, kendi yargılarının efendisi olarak ortaya çıkarlar.
Kürtleri soykırımdan geçirerek, ülkedeki düzenin düzeleceği inancına kapılırlar.
Kürtlere savaş açarken, evrensel hukuku çiğnemekten geri kalmazlar.
Ötekileştirdikleri Kürtleri her türlü kötülükten dolayı suçlarken, kendilerini her türlü sorumluluktan muaf tutarlar.
Kürtleri kurban seçerken sorumluluk altına girmeden, onlara göre Türklerin yaşayabilmesi ve kalabilmesi Kürtlerin kurban edilmesi gerekir.
Kürt düşmanı putçu Türk ırk rejimi kurumsallaşmış, yapısallaşmış ırkçılıkla Kürtleri savunmasız bir duruma sokmak istemektedir.
Açlık, yoksulluk ve cinnet sarmalı toplumu alt üst ediyorsa, bundan Kürtleri sorumlu tutarlar ve Türk ırkçılığını beslerler ve sularlar.
Bununla Kürtler kontrol altına alınmak istenir. Bundan dolayı sinen ve uşak olan Kürt tipleri de çıkar.
Bejan Matur, Ümit Fırat ve M.Metiner gibi vakanüvis cehşler, AKP’li siyasi ve silahlı cehş gibi tipler..
Kendini alçaltan, sürekli yağcılık yapan, özüne karşı şaklaban olan ve bu yüzden de Kürt düşmanlarının yeni saldırılarına daha da açık hale gelen Kürt tipi ortaya çıkıyor.
Veyahut bazı Kürt tipleri de hepimizin insan olduğunu ve hangi kimliği taşırsa taşısın bir kişinin insan olması açısından çok büyük önem taşımadığını söyleyen liberal ve sahte evrenselci ve demokratik doktirini kabul ederek devşirmeliği kabul eden tipler.
Burada şunu söyler.
Kürt olmayı bıraktığı sürece evrensel bir insan olarak devşirme ve ihanetçi olabilir.
Kürt bir kez daha kendini deneme ve uygarlaşma yoluyla kendi öz kimliğinden arınmaya ve kendine ihanet etmeye davet edilir.
Burada sorun Türk ırkçıları tutkuyla ve öldürme histerisiyle dolup taşarken, Türk ırkçıların resmi müttefiki devşirme Türkler-Kürt çehşleri- bilmezler, müttefiklerinin-PutçuTürk ırk rejimi-demokratlık ve evrencilikten yoksun olduklarını.
Bu envai türden cehşlerin kılavuzluğunda, Kürtlere ve Kürdistan’a işgal ile Türkleşme tek seçenek olarak sunulur.
İşte şimdi AKP eliyle sahte açılım adı altında bu seçenek cilalanarak çok ince bir tarzda yutturulmaya çalışılıyor.
Erdoğan ABD’deki kabesine giderek, perçinlemeye çalıştığı bahse konu olan bu soykırımdır.
Bu amaçla Önder APO’yu ölüm çukuruna koydular.
Operasyon üzerine operasyon düzenlediler. Son bir ayda tam tamına dokuz HPG gerillasını şehit düşürdüler.
AKP bunları yaparken bilmeliydi ki, Kürtler Önder APO’nun fedaisidir. Bilmeliydi ki, tüm zamanların en radikal serhıldanı gelişir.
AKP bunları yaparken bilmeliydi ki, HPG bunun misillemesini yapar, intikamını alır.
AKP ve AKP’deki cehşleşmiş AKP’nin Kürtleri bilmeliydi ki, yanlış hesap Kürdistan dağlarından geri döner.
Kürdistan kentlerinden geri döner.
- Ayrıntılar