Basına ve Kamuoyuna!
25 Eylül günü gündüz 12:00-16:00 saatleri arasında Zağros’un Miros alanına bağlı Hergûş Köyü’ne yönelik olarak TC ordusu tarafından havan saldırısı yapılmıştır. Yapılan havan saldırı sonucu bir köylü ağır yaralanmıştır.
26 Eylül 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
23 Eylül günü akşam saatlerinde Hakkari’nin Yüksekova ilçesi merkezinde bulunan bir iş merkezine yönelik olarak yapılan ve 4 vatandaşın yaralandığı bombalı saldırı ile güçlerimizin herhangi bir ilişkisi yoktur.
- Ayrıntılar
Şuna bakın, suratına bakın.
Allah aşkına söyleyin bana.
İnsan adına bir hiscik bile var mı bu kimyasalcı katil ağa da.
Allah aşkına söyleyin bana.
Nerede köksüzler ahlak sahibi olmuş?
Allah aşkına söyleyin bana.
Nerede devşirmeler meşru görülüyor?
Allah aşkına söyleyin bana.
Şu Kürdistan, Anadolu ile Trakya’da ırkçılık ile cellatlık yapma ve kimyasal silah kullanma dışında hiçbir marifeti olmayan bu devşirmelerin ne işi var ülkemizde?
Nasıl oluyor da hiçbiri Türk değilken, en azgın ve ırkçı Türkçüler oluveriyorlar?
Allah aşkına söyleyin bana.
Kürdistan, Anadolu ile Trakya ülkesinde nice fidanları toprağa gömen, bu kimyasalcı katil ağaların içinde tek bir Türk var mı?
Kürdistan’da sürdürülen savaşın esas kördüğüm noktası, gordion düğümü burada gizlidir işte.
Köksüz olan, devşirme olan topraksızdır.
Kültürsüzdür. Tek köklü bir değeri yoktur.
Soysuzdur. Hormonlu yiyecekler nasılsa öyledir.
Sunidir. Sanaldır. Soyuttur. En tehlikeli virüstür.
Bir virüs nasıl ki, asıl hücreye yerleşerek asıl hücreyi yok ede yok ede o hücrenin yerini alıyorsa, bu köksüz devşirmelerde öyledir.
Bu köksüz devşirmeler Manastır’dan geldiler. Üsküp’ten geldiler. Selanik’ten geldiler. Kırım’dan geldiler. Dubrovik’ten geldiler. Lehistan’da geldiler. Endülüs İspanya’sından geldiler.
Sızdılar iktidara, sızdılar Osmanlı sarayına, kurdular İttihat ve Terakki partisini. Oldular en azgın Türk ırkçısı.
Sızdılar tarikatlara, sızdılar cemaatlere. Oldular en azgın ırkçı Türk-İslam sentezcisi.
Niye yaptılar?
Çünkü kökleri ülkemizde değildi.
Kültürleri ülkemizde değildi.
Köksüzlükleri ve kültürsüzlükleriyle iktidara yerleşmelerinin mümkünatı yoktu.
Öyle allem kullem ettiler ki, Avrupa icadı ırkçılığı getirip ülkelerimize yerleştirdiler.
Bunu modernlik adına, ilerleme adına yaptılar.
Bunu Türklük adına yaptılar.
Ve sonuçta iktidarı ele geçirdiler.
Oldular general, oldular işadamı, oldular profesör, oldular cumhurbaşkanı, oldular başbakan, oldular müsteşar ve çullandılar ülkemizin üzerine. Daraheni, Zilan, Agıri, Dersim ve nice yerlerde katlettiler dedelerimizi, nenelerimizi, yakıp yıktılar Kürdistan’ı. Annelerimizin karnını deştiler kasaturalarla. Ceninlerimizi çıkardılar.
Ankara’da Kemalist oldular, İstanbul’da sermayedar oldular, fabrikatör oldular.
Kürdistan illerinden Dersim’de laikçi oldular. Alevici oldular. Malatya, Maraş, Sewas, Elaziz, Erzirom, Maraş, Riha ve Dilok’ta ülkücü oldular. Amed’te, Batman’da, Wan’da ve Çewlik’te bazen nurcu, bazen de Hizbullahçı oldular. Şırnex’te, Colemerg’de korici, çete oldular.
Bin bir surata büründüler.
İşte bu devşirmelerden en günceli kimyasalcı katil ağaların ağası olan Kimyasalcı Katil Ağa Boşbuğ’dur.
1998 yılında ikinci ordu’da iken kendi denetiminde Cudi’nin Kela Kor dağında kimyasal silah kullanma emrini veren O.
2005 yılında Celemerg’in Çiya Reşke Dağın’da kimyasal silah kullanma emrini veren yine O.
Yıl 2009 bu defa yer Geliye Zap. Yine kimyasal silah kullanma emrini veren O.
Tüm bunları yapan O.
Kalkıp bilmem şu ne ağasıdır, şu ne ağasıdır diyebiliyor.
Esas ağa olan, hem de Kimyasalcı Katil Ağa olan Boşbuğ’dur.
Bundandır ki, halkımız “Kimyasal Açılım” pankartını açıyor.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
23 Eylül günü Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Bayraktepe alanında meydana gelen ve 1 vatandaşın yaşamını yitirdiği olayla güçlerimizin hiçbir ilgisi yoktur. Bahsi geçen mayın sivillerin can güvenliğini hiçe sayan TC ordusuna ait bir mayın olup, TC Genelkurmaylığı ve basını tarafından çıkarılan haberler provokasyon amaçlı haberlerdir.
Halkımız sürekli tekrarlanmaya çalışılan bu tür provokasyonlara karşı duyarlı olmalı ve prim vermemelidir.
23 Eylül 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Çözümlü kişilik diyor bir Kürt düşünürü, Önder Apo için: “Çözümlü kişi homojen olarak salt kendinden ibarettir. Ötekiyi varlığında taşımaz, bu nedenle onu dışında somut ve net olarak görür. Kişi ötekilerden ne kadar arınmışsa o kadar net ve saydam görür. Bulanık ve dağınıklığıysa ötekilerde oluştuğu kadardır. Kibirli olmaması bundandır. “
Ve devamla; “Öcalan’ın yaptığı kendi kendine politikadır, yani yapmak istediği politikayı kendine karşı deneyerek aldığı sonuçları yaymaya çalışır. Politikayı sevdirmek böyle olur ancak. Kendine politika yapamayan başkasına, başkasına politika yapamayan kendine politika yapamaz, yani kendini çözemeyen başkasını, başkasını çözemeyen kendini çözemez. “diye ekliyor.
Bugünlerde tartışılan “Kürt açılımı”na dönük çok şeyler yazılıp çiziliyor. Ve tuhaf olan ise birçok saygın yazar-çizerin bu açılıma yol açan süreci yeterince derinlikli ele alamamasıdır, ya da almamasıdır.
Öncelikle şunu belirtelim: Herkesin üzerinde buluştuğu, birkaç on yıl öncesinde Kürtlüğün yok olmakla yüz yüze oluşuydu. Kürtlük ayıplanacak ve utanılacak bir mevzubahis idi. Kürt kendisinden kaçan bir öğeydi. Horlayanların horlamaları giderek onda bir karşılık bularak adeta o da bu horlamaların doğru olduğuna inanacak bir merhaleye gelmiş dayanmıştı.
Sosyo-psikolojik olarak ele aldığımızda kendisinden kaçan, utanan bir bireyin komplekslerle dolu olacağıdır. Böyle bir kişilik isyancıdır, tepkicidir, yıkıcıdır, duygusaldır, hassastır, kırılgandır, asabidir ve daha da böyle kendisiyle barışık olmayan birçok özelliği sıralamak mümkündür.
Başkan Apo’nun öncülüğünde, PKK, başlattığı özgürlük mücadelesiyle Kürdün yukarıda saydığımız birçok özelliğini aştırdı. Yeni bir kimlik kazandırdı. Kendisiyle barışık bir Kürdü yarattı. Kendine güvenen bir Kürdü açığa çıkardı. Sorun sadece bir Kürt kimliğini açığa çıkartmak da değildi, onun da ötesinde özgür ve onurlu bir kişilik yaratmaktı. Yapılan da bu oldu.
Kürt açılımını tartışırken bu gerçekliği görmezden gelmek çok şeyi karıştırmak demektir. Çok şeyin hakkını vermemek demektir. Ve bugün Kürtlerin ezici bir çoğunluğunun meydanlarda inadına Öcalan diye haykırmasını duymazlıktan gelmek demektir.
Birçok saygın aydın-yazar bugünlerde Kürdistan’da geziler yapıyorlar. Ve vardıkları sonuçlar yukarıda izah ettiğimiz gerçeklerdir. Ve bu gerçekleri kimse tersyüz edemez. Tersyüz edemez, çünkü gerçekler her zaman çıplak olmayı sever. Ve Önder Apo her şeyin çıplak olmasını ve aynı derecede çıplak görülmesini kendi mücadelesiyle herkese gösterdi. Ve bu gerçekliği hiç kimsenin gücü inkâr etmeye yetmez.
Öncelikle bu realiteyi göreceğiz. Bileceğiz. Bu gerçekleri bilmeden, dikkate almadan yapılacak her siyaset ve girişim -niyetler temiz de olsa- sonuç almaz. Kaldı ki niyetlerin ne kadar temiz olduğunu her gün üzerimize yağan bombalardan ve yapılan onlarca operasyon ve saldırılardan görüyoruz!!!
Öcalan’dan söz ederken Sayın Gökhan Düzgün Önder Apo’nun çözümlü bir kişiliğe sahip olduğunu ve “Politikacıların çoğu ayarlı tiplerdir. Sorumlulukları hukuka göredir, yürekten değildir. Öcalan’ın sorumluluğu karşılıksızdır, anaerkil toplumdaki anaçlar gibidir. Anaerkil düzendeki kadınların soyuna karşı taşıdığı esirgeme, kollama ve soyunun varlığını sürdürme içtenliğidir. Kendi lehine soyundan hiç bir beklentisi yoktur. Sadece onların yaşama yeterliliğine ve güvencesine erişmelerini ister. Bu türden bir sorumluluk ne kanunlarla verilmiş bir yetkiye benzer ne de seçilenlerin seçmenlerine hoş görünme kaygısını andırır. Öcalan’ın sorumluluğu tamamıyla içgüdüseldir “ diyor.
Şimdi bu noktada durup birkaç söz söylemenin tam zamanı: Kürdistan’da düşünceleri hem en köktenci yani radikal olan kişi Önder Apo’dur hem de politikada en esnek, uzlaşmaya açık, yapıcı, mutlaka çözümler bulunmasında ısrar eden yine Önder Apo’dur. Kürt sorunun çözümü için elinden geleni yapmaya her zaman hazır olmuştur. Tek bir şartı vardır; onursuzluk dayatılmayacaktır -onursuzluk insanların ruhunu ve karakterini bozan bir dayatmadır-, özgürlüklere ket vurulmayacaktır -özgürlüksüzlük insan olma arayışlarından vazgeçmek demektir ki bu da kendini ret etmek demektir-, boyun eğme istenmeyecektir -boyun eğme insanlıktan çıkmaktır-. Başka da her konuyu en etraflıca tartışmaya açık neredeyse tek insandır. Bunun için önerdiği düşünceler mutlak değildir. Sorunun ya da sorunların çözülmesi için her daim konuşmaya hazırdır. Eğer gerçekten amaç bekçiyi dövmek değil de üzüm yemekse yapılması gereken de budur.
Türkiye aydınlarının, yazarlarının, sanatçılarının ve tabi ki en başta da siyasetçilerinin yapmaları gereken ilk husus şuna karar vermeleridir: Üzüm mü yenilmek isteniyor yoksa bağcı mı dövülmek isteniyor? Bu soruya verilecek cevap eğer üzüm yemek ise o zaman yapılması gereken hiçbir gerekçeye sığınmadan, hiçbir ürkekliğe, utangaçlığa ve tereddütte girmeden Önder Apo’yu çözüm sürecine dahil etmektir. Çözümlü bir kişiliğin takıntıları olmadığı için kendisiyle barışıktır. Kendisiyle barışık olan bir insanın başkalarıyla barışı en iyi sağlayacağı muhakkaktır.
Bu gerçekliği iyi görerek TC’nin iktidar odakları bir an önce kriz siyasetini terk etmelidirler. Krizler ve sorunlar üreterek insanları yönlendirme ve gütme siyasetini terk etme zamanı çoktan gelip geçmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
18 Eylül günü Kars’a (Qers) bağlı Çemçe’nin Mexala Sor, Gesk alanları ve bu alanda bulunan sivil yerleşim yerlerinin çevresine yönelik olarak TC ordusuna bağlı hareketli birlikler tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Pusulama ve keşif faaliyetlerinin yapıldığı operasyon halen devam etmektedir.
20 Eylül 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Eylül günü Amed’in Hani ilçesine bağlı Zara alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. 2 gün devam eden operasyon 18 Eylül günü sonuçsuz geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Aslında bugün yazmayı düşünmüyordum. Hem biraz yorgunluk, hem de sonbahar kırgınlığı vardı üzerimde. Her halde biraz soğuk algınlığı.
Dağlarda serin gecelerin başladığı mevsimdeyiz.
Gerçi bazıları ve bu bazılarının olduğu kesimlerin coğrafyalarında daha kısa kollu tişörtler giyiliyor ve teravih namazından sonra dondurma yeniyor.
Ama dağlar böyle değildir, serin yayla çiçeklerinin boyun büktüğü gecelerin içinden geçmekteyiz. Ve kendisi dingin olan ama siyasetin o ikiyüzlü yalancılığının geliştiği bu topraklarda özellikle bu sene çok da durgun olmuyor bu sonbahar. Ya da olamıyor.
Kürt sorununa ve olası çözüm tartışmalarına yönelik ahkam kesmeler, gündoğumunda fidan gibi askerle yapılan ayak üstü espriler, cesur adamların işi olarak gösterilen gaste-towerler, eleştiri adı altında türlü küfürler ve tüm bunların yanında dur durak bilmeyen ölümler, öldürmeler....
Geçenlerde Hakkari'nin sümbül dağlarının yamaçlarında gerçekleştirilen operasyonlarda türkü gibi direnen yiğitler de vardı tüm bunların yanında.
Mesela bir Ramazan vardı orada, kod adına Dılgeş deniliyordu, aslında onun da bizim de yani dağlarda herkesin kod adı özgürlükle yoğrulmuş bir yaşamın içinde edinilmiş kimliğin bir simgesi oluyordu. İşte bundan dolayı da çoğu kod adı, aslında o arkadaşın, gerillanın yani bir insan canının kendisi oluyordu. Ramazan'ın da bundan çok farklı bir durumu yoktu. Siz ramazan da diyebilirsiniz ama ben her zaman olduğu gibi Dılgeş heval demeye devam edeceğim. Neden mi? Daha Mart ayının sonunda onun yanından ayrılırken, bir daha ki görüşmede diye bir cümle kurmuştu ve demokratik siyasi zeminin tüm bölgede yerleşmesi yönündeki beklentilerini bana uzun uzun anlatmıştı. Doğru ya o size göre teröristti.
Fakat o sizin gibi öldürmek için yaşamıyordu. Eğer hala aradaki fark diye bir soruysa bütün maksadınız o yaşamak için ölüyordu. Bundan gayrısına söz de yetmiyor ve düşüncenin o kadar aşağılarında olanlar; bu yazı kesinlikle size bir şey sunmuyor.
Adına Dılgeş diyorduk. Gerçekten hem adı hem de kendisi tam anlamıyla coşkulu bir yürekti. Büyük bir ihtimalle de adı ondan Dılgeş'ti.
O kadar inanmış ve o kadar bağlanmıştı ki, dağın eylemine ve Önderliğinin ilkelerine, daha önceki senelerde canından bir parça, sağ ayağının bilekten sonrasını vermiş olmasına rağmen kopmuyordu bu tutkudan, bu dağlardan. Bırakın kopmayı gün geçtikçe daha da çok bağlanıyordu ve daha çok coşkun bir yürek olarak dılgeş'leşiyordu. Binlerce askerin ve üstün teknolojik imkanların yürüttüğü saldırılar sonucunda, kendisine ve adına yakışan bir şekilde sonuna kadar direndi.
Ve o çok sevdiği dağlarda, özgür yaşamanın kutsal yolunda sonuna kadar yürüdü. Daha sonraki Dılgeşlere yol gösteren, nasıl yaşanılması gerektiğine yön veren oldu.
Şimdi bazıları bu tartışmaların içinde Dılgeş'i nereye koyacak? Terörün tanımını hangi insanlık erdeminden nasibini almış olanlar dürüst bir şekilde yapacak? Ayağının bir kısmını daha önce bir mayına vermiş olan bir gerilla mı, bütün teknolojik imkanlardan faydalanan ve binlerce insanı bu kirli, savaşa sürükleyen devlet mi terörist? sorularına kaç taneniz doğru düzgün cevap verecek? Bırakın teraneyi sulandırmayı, Kürt halkının yaşadığı bütün acıları koşulsuz bir şekilde sineye çekmesini isteyerek, elinde topla tüfekle bu insanları öldürmeye giden devlete şakşakçılık yaparak, bu ülkenin sorunlarını çözmeyi, Kürtleri kandırmayı ciddi ciddi düşünen kaç ahmak daha var içinizde?
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
8 Eylül gününden beri Batman’ın (Êlîh) Sason (Qabilcewz) ilçesine bağlı Gamo Tepesi, Sinemerg, Heledê Tepesi ve Newala Giyana alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından korucuların da katılımıyla bir operasyon başlatılmıştır. Termal kameralar desteğiyle pusu ve keşif faaliyetleri yürütülen operasyon halen devam etmektedir.
15 Eylül 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Kimilerine göre hassas bir süreç, kimilerine göre bütün ciddiyetiyle ve geri adım atılmaksızın ilerleyen bir süreç, kimilerine göreyse güzel şeylerin olacağına dair var olan inancın ateşinin zayıfladığı bir süreçten geçmekteyken, ana haberlere ve moderatörlere yansıyan temel kareler ölüm haberlerini çığırtan muhabirler ve bayrağa sarılmış tabutların ardında selam veren gözü yaşlı ana-babalar tabii ki yetim kalan çocukları kucaklarında avutmaya çalışan sivil giyimli kadın! Askerler arzı endam ediyorlar. Tabi bunları yanında olmazsa olmaz kabilinde “birlik ve beraberlik” mesajları bir biri ardına yayınlanırken, bunlara isyan eden iki ses, birbirinden farklı yerlerde ama birbirleriyle aynı samimiyetle bir şeyler söylüyorlar. Dediğim görüntü kirliliği arasında çok fark edildi mi bunlar? Bu sesleri duyanlar –acaba diye başlayan cümle kurmaya başlamadılar mı daha?
Seslerden bir tanesi Muş’tan geliyordu; oğlunun tabutu gözünün önünden geçtikten sonra bir duvarın dibine yığılmış bir baba; “yeter artık, akan bu kan dursun, kardeşlik günleri gelsin” diyordu. Bu bir azametin kelimelere dönüşmesinden başka bir anlamı taşımıyordu. Belki kimilerine göre vatanın sağ olması gerekiyorken, yine kimilerine göre sıradakileri de seve seve bu anlamsız savaşa göndermek varken, bu babanın söyledikleri gerçekten kulaklarımı yırtarak geçiyor beynime!
İkinci ses ise Anadolu'nun batısına yakın yerlerden geliyordu. Onda da acısını derinlerine gömen bir baba; “silahlar sussun, benim canım yandı artık başkalarının canları yanmasın” diyordu. Her ne kadar cenazenin camiden alınması esnasında bazı malum çevreler kanı ve savaşı kutsayan höykürmeler içerisinde girmeye çalışmış olsalar da, bu vakur babaların sesleri dikkatimi kendilerine kanalize ediyorlar ve içinden geçmekte olduğumuz dönemin gerçeklerinde; yanmayı, kardeşliği, onuru, namus gibi kavramları tekrardan düşünmemenin insana dair bir yaklaşım olacağına inanmamakta daha da ısrarlıyım.
Tabi çok kısa bir süre sonra; yani dün kadar yakın olan bu gerçek ve güzel sözlerin üzerine baykuşların bugün tünemeleri ve harekete geçmiş olmalarına da artık çok fazla şaşmıyorum. Geçtiğimiz günlerde birçok açıklamalarda ve beyanatlarda “bu savaşın durmasını, artık Anadolu coğrafyasının kardeşlik çağına girmesi gerektiğini” söyleyenleri dahi bu baykuşların ve kan emicilerin kendilerine gelmelerine sebebiyet verememiş. Ki bugün Genelkurmay da gerçekleşen basın açıklamasında; “son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar, faaliyetlerine devam edeceğini” açıklayan generallerin pişkinliği ve ezbere tekstleri, vakur babaların söylemlerine kulak tıkamanın ve evlat acısına “hoptirilaylom, vatanı biz koruyoruz canikom!” yaklaşımı olmaktadır.
Babaların acısı ve seslerinde bu savaşın, akan kanın durmasına yönelik kelimelerin olmasına rağmen, bugün basının önünde apoletleri ve nişaneleriyle çöreklenenler; bu savaşı ve akan kanı bir faaliyet ve organizasyon olarak gördüklerini yani ölme-öldürme noktasında ne kadar hissiyatsız olduklarını hiç arlanmadan dile getiriyorlar. Birkaç günde o kadar insanın hayatını kaybetmiş olması gerçekten de vatanı sağ mı yapıyor? Bu savaş ya da faaliyetler! Bugüne kadar kaç bin hayatı aldı, içinizden hanginizin başı arşa deydi?
Daha öncesinden analar kucaklaştı, şimdi babalar söylüyor ve insanlar hala orda ölmeye devam ediyor ve öldürmeye gönderiliyorsa hatalı giden şeylerin olduğu aşikardır. Bunun zihniyetle alakası olduğu gibi nemalanmayla da ilgisini geçtiğimiz dönemlerden de çok iyi biliyoruz. Elindeki 4 numaralı sopayla, bilmem hangi numaralı deliğe topu atmaya çalışan bir general, elbette ki askerleri dağlara ölmeye ya da öldürmeye gönderirken herhangi bir insani duyguyu yaşayamaz. Yine bu kadar gencin hayatını kaybetmesine rağmen, hala orada “birlik ve bütünlüğümüzden ödün vermeyelim”, “Mehmetçik, Ayşecik el ele hep birlikte güçlü Türkiye’ye” felsefesiyle toplumsal anlamda bir bilinç erozyonu hazırlanırken ve genelkurmay başkanının daha fazla gencin ölmesi için Almanyalarda silah, tank vs. araçlar için cirit atması; daha fazla ölüm, kan olacaktır. Öyle denildiği gibi bayrağa sarılı tabutlar bu vatanın sağ olmasından ziyade, birçok ocağa ateş düşürmekten başka bir gelişmeyi beraberinde getirmeyecektir.
Bana iş burada “benim tek isteğim bayrağa sarılı cenaze gelmesin” diyenlere düşüyor. Öyle el, ayak öpme istemiyle bu ülkede savaşın tam olarak ortadan kalkacağını sanmak ve proje adı altında el, ayak öpmek için kapı çalmak yetmiyor. El mi öpersiniz, ayak tırnaklarınızı mı keserseniz ben bilmem ama bu hareketlilik anlaşılmıştır ki, istediğinizi oluşturmuyor. Bakın bayrağa sarılı tabut geliyor, hem de daha eylemler olmadığı halde. Yani yarın Kürt Özgürlük Hareketi bu gelişmeleri oyalama taktiği olarak yorumlar ve tekrardan meşru savunma savaşını gündemine alırsa daha çok tabutun geleceğini sanırım görmeme bir durumun izahatı olamaz. O zaman devletin kendine göre algılamaya ve faydalanmaya çalıştığı, Kürt Halk Önderliğinin yol haritasının Kürtlere verilmesi bir başlangıç olmalı. Bununla birlikte askerleri susturmak ve muhalefetiyle, muhataplarıyla bu sorunu daha güçlü, yürekli bir şekilde tartışmaya açmak gerekiyor. Tabi eğer gerçekten derdiniz “bayrağa sarılı tabutun gelmemesi” ise, yoksa bütün mesele hoptirilaylom, hoptirilaylom, hoptirilaylom…
- Ayrıntılar