Basına ve Kamuoyuna!
1. 12 Haziran günü akşam 21:00-00:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Tepe Konferansê, Geliye Pisexa, Dola Aş, Tepe Heliz alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 12 Haziran günü (bugün) sabah saatlerinde Hakkari’nin (Colemerg) Yüksekova (Gever) ilçesine bağlı Oramar ve Çarçella alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Adını bilmediğim bir vadiyi yazın sıcağında adımladım. Bu yaz sıcağında eskiden olsa bir saat yürüyemezken 4 saat tek nefeste yürüdüğümde şaşıyorum kendime. Bu dağlar insanda neler geliştirmiyor ki. Başımıza biraz güneş geçse de biraz olsun yorulsak da bu yürüyüşün ardından adını bilmediğim bu vadinin içinden çıkan onlarca çeşmeden oluşan küçük çayın buz gibi suyunda bir duşla tüm yorgunluğumu atıp kalemimi defterimi alıp oturuyorum bir ağaç gölgesine.
Son günlerde yoğunlaşan Kürt sorununa ilişkin tartışmalara ilişkin bazı noktalara değinmek gerekiyor.
Sorunlara yaklaşımda özeleştirisel yaklaşımı esas alırız. Başkalarının da bunu böyle ele almasını isteriz.
Kürtlere verilecek haklar sanki bir lütufmuş gibi bir yaklaşıma girmemek lazım. Kürt sorunu demek Türkiye'nin demokratikleşme sorunu demektir. Demokratlaşmayan, şeffaflaşmayan devlet Kürt sorununu çözemez. Uluslararası ve bölgesel güçler böyle istiyor diye “Kürt” e dair bazı göstermelik adımlar atmayı tartışmak akıllara bu barış kimin için sorusunu getiriyor. Önderliğimizin uzun yıllardır sorunu kendi aramızda çözelim yaklaşımını esas almazsak işin içine silah tüccarları girer ve leopar tanklarının Kürdistan'da kullanılmasının iznini TC’ye verir ve Roj TV üzerindeki yasağı kaldırır. Bu oyunu görmek gerekir. Bu sorunu Avrupa’nın Zeus zihniyetiyle ördüğü oyunları görmeden tartışmamak gerekir.
Aynı zamanda mayın tasarısı diye adlandırılan tasarıyla Kürdistan topraklarını ayıran 800 kilometrelik bir şerit uluslararası tekele peş keş çekiliyor. Temizlenecek mayın tarlalarının kenarlarındaki yüzlerce köydeki binlerce Kürt, Karadenizlere Çukurova'ya egeye kamyonlarla taşınırken 800 kilometrelik bir topraktan bu insanlar mahrum bırakılıyor. Ki bu toprakların asıl sahipleri onlardır.
Kürt sorunu anlaşılmak isteniyorsa taa İsrail'den gelen şirketlerin mayınlarından temizleyip ektiği toprakların kenarındaki asıl sahiplerini bu topraklarda çalışan yabancıları izlerken düşünülmeli, onlar anlaşılabilmelidir. Anlam gücü olmadan hiçbir soruna çözüm olmak beklenemez.
Bu eylemsizlikle istenen barış bölgeyi bölge güçlerinin ve uluslararası güçlere peşkeş çekilmek içinse onlara daha rahat Pazar haline getirmek içinse bölgenin halkları için değilse bu devlet demokratikleşemeyecektir.
Kürt sorunu bir zihniyet sorununun yaklaşımları sonucu olarak açığa çıkmış bir sorundur. Bu zihniyet sorunu kapitalist iktidarın hile kurnazlık içeren zihniyetidir. Dağdan inme tartışmalarının olduğu bu süreçte gerilla olarak salt bir Kürt sorununun çözümü için bu dağda değiliz. Burada duruşumuz dünyanın dört bir yanında doğayı, toplumu, insanı katleden uygarlığı kabul etmemek içindir. Ki Kürt sorunu bu kirli uygarlığın politikalarının sonucudur. Bu kirli uygarlığın politikalarının sonuçlarının bir parçasıdır. Bu derinlikte bir duruş anlamı olanı haydi pişmanlık yasası çıkardık, hadi affettik diyerek ineceğini beklemek ahmaklıktır. Burada bir yaşam ve anlam için duruyorsak bu anlam arayışı ve savaşının zemini olabilecek bir toplumsal, hukuksal ekonomik zemin olmadan kim gelir o topluma.
Düşünün komünal bir yaşamda yaşadığımız bu dağlardan şimdi tekellerin kurguladığı bir ekonomik krizler bin bir hokkabazlıklarla dolu sisteme yaşama neden gelelim?
Türkiye’nin demokratikleşmesi Türkiye halklarının tekellerin sistemini aşıp hukuksal sosyolojik ekonomik demokratikliği inşasıyla yaratılacaktır. Kimseden beklentim yoktur. Bir özgür yaşam toplum yaratacaksak biz yaratacağız. Dağlarda kurduğumuz özgür komünal yaşamı geliştirerek ovaya tüm Türkiye'ye tüm Ortadoğu'ya yayacağız. Ya devlet bu yaratıma zemin sunacak demokratikleşecek, ya da tarihin çöplüğünde yerini alacaktır.
- Ayrıntılar
Rêber APO
Bir yandan diyeceksiniz; 'en az Kürtler de Türkler kadar bu toprakların sahibidir, onlara da her türlü ulusal ve toplumsal haklar tanınacaktır.' Diğer yandan ise adımız bile yok. İşte şiddeti bu doğurdu. Ve eğer sorumlu tutulacak birileri varsa, herhalde en az sorumlu tutulacak çevre biziz. Biz kimlik istedik, biz demokrasi istedik, biz biraz kültür istedik. İnsan kültürsüz yaşayabilir mi? İnsan demokrasisiz yaşayabilir mi? Adımız bile ortadan kaldırıldıktan sonra peki ne yapmamızı istiyorsunuz? Buna rağmen yine de -çok korktuğumuz için, çok çekindiğimiz için değil- en iyi yaşamın birlikte yaşam olduğunu söylüyorum. Keşke her iki taraftan da bu kadar kan dökülmeseydi de, gerçekten yüreklerimizi her gün parçalayan bu durumlar olmasaydı da, meseleleri geniş bir demokratik platformda tartışarak çözüme bağlasaydık. Kim demokratik platformdan kaçıyor? Ne zaman istenildi de biz gereğini yerine getirmedik? Al bir İrlanda ölçüsü, al bir en kanlı düşmanlar olan Araplar ve İsrail gerçeği! Kürtler ve Türkler tarihi birlikte paylaşmışlar. Gerçekten Kürtler kadar Türklere yardım eden başka bir halk da yoktur. Açın, bütün tarih bunu böyle yazar. Ama bunun karşılığı gerçekten bu tek taraflı hak inkarı olmamalıydı. İşte bundan doğdu bu kan dökülmeler, bu şehitler.
Ben her iki tarafın da insanlarının kendilerine göre şehit olmasına saygıyla bir karşılık veriyorum, ama diyorum ki; 'yeter, bir tek damla kan bile artık dökülmesin!' Eğer Türk yönetimi veya TC'yi bugün yönetenler, işte 'kimliğini sildik, giderek hızla eriyorlar ve yakında bitecekler' kararlılığını sürdüreceklerse, bundan vazgeçmeyeceklerse; bana göre şerefli Kürtler varsa, biraz dillerine, kültürlerine bağlılarsa, atalarından günümüze kadar yüz binlerce insanın kanı dökülmüş, onlara saygının bir gereği olarak herhalde kendi elleriyle boyunlarını uzatmayacaklardır, bu çürümeyi kabul etmeyeceklerdir.
Siz onurunuza, ulusal onurunuza düşkünsünüz ve ben bunu kötülemiyorum. Her ulusun öyle olması gerekir. M. Kemal'in de büyük bir onur temsili olduğunu biliyorum. Bunu da saygıyla karşılıyorum. Peki, ama neden Kürtlerden aynı şeyi esirgiyorsunuz? Yalnız ben söylemiyorum, başlangıçta, cumhuriyetin temelinde Kürtler de var; onların da bir ulusal onuru, bir kimlik onuru olması gerektiğini neden kabul etmiyorsunuz? Kabul edilirse -ki deniliyor, kabul ediliyor- o zaman haydi durduralım bu şiddeti diyorum. Bir saniye bile sürdürmeyelim. Bunu ben istiyorum. Yineliyorum, bu bir korkudan ya da şiddeti geliştirme yeteneğinden uzak olduğumuzdan değil, gerçekten mecbur olduğumuz içindir. Ama bakın, bugün tekrar söylüyorum; şiddeti karşı taraf durdursun, bizim gerçek taleplerimizin ne olduğunu, gerçek kardeşliğin ne olduğunu göstereceğiz. Bu fırsat verilmiyor diyorum. Bu kan bunun içindir, bu anlamsız şiddet bunun için oluyor.
Çok üzülüyoruz, sizler de üzülmelisiniz. Bir an önce durması için neden basın kampanyaları düzenlemiyorsunuz? En temel sorun bu değil mi? Günde bazen 50 asker gidiyor, bazen 50 PKK'li gidiyor. Bunlar en dehşet verici rakamlar değil mi? Neden bunları açmıyoruz? Neden durdurulması için bir kampanya düzenlemiyoruz? Bir mafya kaçakçısı için basın her gün şu kadar manşet atıyor. Nedir onun kıymeti harbiyesi? 10-20-30 asker öldüğünde iki-üç satırla geçiştiriyorsunuz. Bir Türk askeri bu kadar kıymetsiz midir? Neden onun acısı üzerinde durmuyoruz? Neden yeter demiyoruz? Sanırım birinci husus bu.
Süreye ilişkin veya neden buna ihtiyaç duyuldu deniliyorsa; o da bir mecburiyetten ötürü değildir gerçekten. Bizim dikkate almamız gereken çevreler tarafından belki de olumlu yankı bulur diye bir iyi niyetli girişimimiz olarak anlaşılmalıdır. Yani tek taraflı olarak buna mecbur olmamızdan ziyade, bazı olumlulukların gelişebileceğine veya gelişebilmesi gerektiğine ve buna bizim de katkıda bulunmamızın yararlı olacağına dair bazı görüşler ortaya çıktığı için ve bunlar da bize dolaylı olarak yansıdığı için böyle bir adım atılmasını uygun bulduk. Bunu kesinlikle bu temelde açıklayabilirim. Doğru mu, değil mi? Gerçekten gelişmeler olumlu olacak mı, olmayacak mı? Sanırım bunu da önümüzdeki bir iki hafta içinde anlayacağız. Olumlu olursa çok iyi olur, olumlu olmazsa zaten yıllardan beri içinde yaşadığımız bu süreci sürdürmekten başka çaremiz yoktur.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Haziran gecesi 22:00-23:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’un Avaşin alanında bulunan köylülere ait meralara ve bölgede köylülerin ulaşımını sağladığı köprüye TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı düzenlenmiştir. Yapılan saldırı sonucunda meralarda bulunan çok sayıda hayvan telef olurken, köylülere ait yüksek miktarda maddi zarar meydana gelmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
4 Haziran günü Şırnak’a (Şirnex) bağlı Besta’nın Çekçeko, Axyan, Diryan ve Kanibotkê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından başlatılan operasyon devam etmektedir.
8 Haziran 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Yeni bir belge ortaya çıktı.
Bir zamanlar Doğan Güreş’in taaak demesiyle, şaaak çeken biri vardı ya.
O’na sarışın derledi.
Uzman çavuş derlerdi.
Bir de Güreş’in yanında komanda elbisesini giyince, nasıl cahil bir Ayşecik şeklini almıştı.
Şekli-şemali askeri olunca Fatihe oldu.
Kürdistan Fatihe’si.
Yaktı, yıktı, katletti, göçertti.
Ne yaptı, ne etti.
Ne Kürtler bitti, ne de Kürdistan.
Ya bitecek, ya bitecek dedi.
Komandone askeri arz-ı endamına rağmen, kendisi helak oldu gitti.
Sarışın Fatihe.
Şimdi de açığa çıkıyor ki, bu şanlı namlı Sarışın Fatihe 1967 yılından beri CIA ajanıymış.
“İstanbul Gülü” kodu ile Yankee ABD’ye hizmet etmiş.
Zaten Yankeelerin görevlendirmesiyle bir anda Başbakan oluvermişti.
Hizb-ul Kontra mı dersiniz, JİTEM mi dersiniz, Özel tim mi dersiniz, Ayşecik, Mehmetçik ne kadar katil ruhlu varsa, hepsini bir bir topladı.
PKK ile Kürtlere karşı savaştırdı.
Fet-ul Münafıkçıları da unutmadı.
Fet-ul Münafıkçı ablacıklar ile ağabeycikleri, Turancı Fatihecikler ile Fatihciklere dönüştürdü.
Sağ tarafına katil ruhluları, sol tarafına ise Fet-ul Münafıkçıları aldı.
Katil ruhlularla askeri cephe, Fet-ul Münafıkçılarla kültürel kırım cephesini açtı.
Dedi ki, ordular ilk hedefiniz Kürdistan ileri!
Dedi ki, ey ablacık ile ağabeycikler ilk hedefiniz Kürdistan ve Kürtleri soykırımdan geçirmek. Haydi ileri!
Ol zaman, git zaman Sarışın Fatihe’nin hikayesi aşina oldu.
Bizim dışımızdakiler için böyle oldu.
Zira bizim için baştan aşinaydı.
Sarışın Fatihe’den biraz sarışın Fatih’e gelelim.
Halkımızın Katil Q…doğan dediği, Azam-ı Vezir’den bahsediyorum.
Heybeden çıkan zatı muhtereme, devletlu neopadişahtan bahsediyorum.
Kürdistan’ın, yeni fatihinden bahsediyorum.
Hani Azam-ı Vezir olmadan önce, icazet almak için gidip kendi kabesi ABD’ye yüz sürmüştü ya.
Süklüm büklüm bir vaziyette yeter ki emredin, ne emrederseniz emredin, amadeyim demişti ya.
O gün bugün derken olu verdi Azam-ı Vezir.
Çıktı Kürdistan seferine.
Oldu Kürdistan Fatihi.
HPG çatışmasızlık sürecine riayet ederken, Azam-ı Vezir savaş diyor. İşgale devam diyor.
Kürtleri kültürel soykırımdan geçiren Fet-ul Münafıkçı ablacıklar ile ağabeycikleri “akıncılar” diyor.
Açıkça Kürdistan’daki hem askeri işgal ve hem de kültürel soykırımı itiraf ediyor.
Askeri işgalin planlayıcıları ile destekçilerinden İsrail Siyonizmi ile olan stratejik birliğini de şu sözlerle Kütahya’daki konuşmasında açıklıyor:
“Biz Türk milletinin çıkarına olan antlaşmalara imza atıyoruz. İsrail ile yaptığımız antlaşma da gizlilik kaydı var. Bu nedenle açıklayamıyoruz” diyor.
Milletlerin çıkarları gizli değildir. Eğer bu antlaşmada Türk milletinin çıkarı varsa açıklasınlar, halkta onları alkışlar. Demek ki, Türk milletinin bu antlaşma da hiç bir çıkarı yok.
Demek ki, bu antlaşma Kürdistan’ın işgal edilmesi ve Kürtlerin soykırımdan geçirilmesi temelinde Türk-İslam Siyonizmi-Türk Irk Rejimi- ile İsrail Siyonizmi arasında imzalanan bir antlaşmadır.
İsrail bunun güvencesini alarak, Katil Q…doğan’ın Azam-ı Vezir olmasına onay vermiştir.
Karşılığında, Serxet ile Bınxet’deki Kürdistan topraklarını, parça parça Türkiye’deki Yahudi şirketleri vasıtasıyla almaktadır. Azam-ı Vezir’in GAP GAP diye avaz avaz bağırdığı projenin özü budur. Özü Kürdistan’ın, İsrail’e satışa çıkarılmasıdır.
İşgalci ve soykırımcı güçler-Türk-İslam Siyonizmi ile İsrail Siyonizmi- deq u dolaplarla Kürdistan’ın işgalini sürdürmek istedikleri için, Katil Q…doğan aralarındaki antlaşmayı açıklamıyor.
Açıklayamıyor, çünkü Azam-ı Vezire verilen bir misyon var.
Bu misyonu veren, İsrail ile ABD’dir.
Çiller’in CIA’daki kodu “İstanbul Gülü” çıktı.
Erdoğan’ın CIA ile MOSSAD’da ki kodu “Kürdistan Fatihi” çıkarsa hiç şaşmayın.
Eğer böyle değilse Azam-ı Vezir’in bu kadar savaşta ısrar etmesinin nedeni nedir acaba?
Eğer böyle değilse Azam-ı Vezir çoktan KCK’nin başlattığı eylemsizlik sürecine olumlu cevap verirdi.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
5 Haziran günü sabah saatlerinde Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’un Basya ve Herki vadileri ile Xakurkê’nin Şehit Beritan ve Karker alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırıları yapılmaya başlanmıştır. Aralıksız bir şekilde 2 gündür süren bu saldırılar halen devam etmektedir.
7 Haziran 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 5 Haziran gece 21:00-22:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Merwaniş, Şîvê, Dola Zap, Gundê Filla ve Zap Şehitliğine yönelik TC ordusu tarafından hava saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Yoğun tartışmalar oluyor ama öyle tartışmaların enine boyuna derinliğinden bahsetmek pek de mümkün değil. Hala işin püf noktası yakalanmış değil. M. Ali Birand iyi hatırlar; Önderliğimizle 1988’lerde yaptığı röportajda Önderliğimizin ısrarla gelinen bugünkü noktadakinden çok daha ileri düzeydeki projeleri üzerindeki tartışmaları daha o zaman kendisiyle nasıl yürüttüğünü kendisi iyi bilir. Daha 1988’lerde diyorum. Silahlı olarak mücadelenin yaşandığı ilk yıllar. Daha o günlerde Önderliğimiz sorunun çözümünü açık bir şekilde M. Ali Birand’la tartışmıştı. Çözüm yönündeki adımların nasıl atılması gerektiğini kendisine belirtmişti. Sonraki yıllar Güneri Civaoğlu, Cengiz Çandar ve diğerleri birer birer gidip Önderliğimizle görüştüler, Önderliğimiz ısrarla bugün de tartışılan çözüm önerilerini dile getiriyordu. Bu bahsettiğimiz kişiler birileri adına gidiyorlardı, -halk adına kesinlikle değil- ama neyi tartıyorlardı, biçiyorlardı onu onlar daha iyi bilir. Hesap kitapları da tartışma götürür, ortadadır.
Duymak istemeyen kulak duymaz, görmek istemeyen göz görmez. Devlet bu önerilere yanaşmadı. Bu aydınlar(!) da devletin görüşlerinde karar kıldılar ve PKK karşıtı bir mücadele içerisinde oldular. Bu aydınların daha o zaman şunu bilmeleri ve bir aydın onuru gereği PKK’nin gerçekten bir Türkiye’nin Demokratikleştirilmesi hareketi olduğunu kavramaları gerekiyordu. Neden gerekiyordu diye sorulursa cevabı hiç de zor değil, bu bahsettiğimiz kişiler toplum nezdinde aydın olarak biliniyorlar (değillerse itiraf etsinler, halkı kandırmasınlar, ne için kim için çalıştıklarını belirtsinler) ve bu aydınların da devlet için değil halk, halklar için aydın onuru gereği yerine getirmeleri gereken görevleri vardır da ondan.
Bu nasıl olacak aydınlık görevlerini yerine nasıl getirecekler? Gölge etmeyin yeter de denilebilir bunlara ama yine de bir ihtimal deyip bazı şeyleri belirtmek istiyorum; öncelikle bir bakış açısına kendilerini kavuşturmaları gerekiyor ki; herkesin tarihi fırsat olarak değerlendirdiği tarihi zorunluluk olan bu sürece bu aydınlar da cevap olabilsinler.
Dosya hazırlayanlar, projeler sunanlar boy boy televizyonlarda, gazetelerde. Bir bakış açısından uzak, kendilerince bir mantıkla sürecin dışında da kalmak istemiyorlar. Tartışsınlar, onlar da sürecin dışında kalmasınlar, herkes sorunun çözümü yönünde elinden ne geliyorsa onu yerine getirsin, bu bir kutsal görev ama bu, böyle bakış açısından yoksun bir şekilde olmuyor tabi.
PKK’nin çıkış koşullarına bir bakalım:
Türkiye’nin genç beyinleri, tam bağımsız bir Türkiye ve Kürt ve Türk halklarının kardeşliği için mücadele eden Denizler idam edilmiş, 12 Mart Muhtırası verilmiş, Demokratik Türkiye için var olan dinamikler etkisizleştirilmekte, o dönemki tabirle anarşist ilan edilmekteler. Devlet her tarafı kaosa boğmuş. Ortalığı kasıp kavurmak için istihbaratlar ortalıkta cirit atmakta. Türkiye ona buna peşkeş çekilmekte. Tabii bu duruma dur diyecek kimselerin de çıkmaması düşünülemezdi.
Çubuk barajında böyle bir gidişata dur demek için bir grup devrimci demokrat ortaya çıkacaktı. Türkiye’yi kendi halkına faşizm uygulayarak ona buna peşkeş çekenlerin dışında herkesin sahip çıkması gereken bir grup. Öyle olmadı, askeri, siyasi darbeler üst üste getirilerek toplumun tüm kesimleri teslim alındı. Sosyalizm için, halkların kardeşliği için, halkların refahı için bu grup, Türk ve Kürt aydın gençlerinin öncülüğünde, 1978’de partisini kurdu. Gelişen Maraş katliamına, Çorum katliamına, halkın yurtsever devrimci gençlerinin kıyımına ve ayak sesleri duyulan 12 Eylül’e bir cevaptı bu grup ve partileri.
Çokça bahsedilen, şiddeti de ele alırsak; devlet gül uzatmamıştı ki sen de gül uzatasın.
PKK 15 Ağustos 1984’de silahlı mücadeleye başlamamış olsaydı, adama sorarlar; Kürtler, Kürtlerin yasaklanmış, hatta yok sayılmış hakları kimin gündeminde olacaktı? 10000 yıllık tarihi olan bu halkın 1500 yıllık bugünkü yaşadıkları topraklarda bir etnisite kimliği var.
Bin beş yüz yılın asimile edemediğini elinde bulundurduğun devlet ve kurumları ile (beyaz Türklerle) beyaz terör uygulayarak asimile edeceksin? Tabi birileri çıkar ve dur be arkadaş senin yaptığın yanına kalır mı diye sorar? (arkadaş diyorum tarih boyunca Malazgirt’ten tutalım Çanakkale’ye kadar bu halk sana arka çıkmış, senin yanında olmuş) Göz göre göre otuz milyonluk halkı insanlık arenasından sileceksin, senin hiç mi vicdanın yok, der.
Ki denilen de odur. 15 Ağustos 1984 de budur. Bu halk vardır, siz isteseniz de istemeseniz de vardır demenin adıdır. Önderliğimiz Abdullah Öcalan da, partimiz PKK de bunun ideolojik, siyasi, askeri, kültürel savunma gücüdür. Kürt halkının entelektüel birikimidir. Onlarsız çözüm düşünülemez.
Bugün tarihi fırsat denilen süreç de tüm tarihiliğini 15 Ağustos 1984’e borçludur. Onun Önderliğine, öncü partisine borçludur. Eskiden olduğu gibi “terörist - elebaşı” gibi kavramları kullanarak çözüm paketleri sunmak ucuz bir yaklaşımdan öte bir şey değildir. Onun için öyle terörün başladığı tarih değil de, Türkiye’yi demokratikleştirme mücadelesinin başladığı tarih olarak ele almak, onun Önderliğini de, partisini de Türkiye’yi demokratikleştiren Önder ve Öncü parti olarak ele almak en doğrusu olacaktır. Tabi bunu kabullenmeleri zor olacak, mesele gurur meselesi, kurtarmaları gerekiyor bu demokrat aydın kesimlerin kendilerini bu pis, kaybettiren gururdan. Bir şey doğruysa doğrudur, doğrunun karşısında kimse duramaz. Özeleştiri vermek zor gelmesin kimseye, bu halk bütün çektiği acılara rağmen affedicidir, büyüktür.
Bugün gelinen bu noktada eğer bazıları bazı dosyalar yine hazırlamakta ise; sorunun, Türkiye’deki sorunun en temel sorunun Kürt Sorunu olduğu en üst ağızlardan seslendiriliyorsa PKK’nin yürüttüğü Türkiye’nin demokratikleştirilmesi çabası olduğudur. Hani derler ya; bak şu konuşana. Aslında konuşana değil konuşturana bakmak demek gerekiyor. Türkiye’nin geleceği açısından, Türkiye’nin demokratik bir ülkeye dönüşmesi açısından bu konuşanlardan çok onları konuşturan PKK’nin, onun önderliğinin demokratik bir Türkiye için yürüttüğü olağanüstü entelektüel ve pratik çabalara bakmak gerekiyor. Ve bu biçimi ile ki eğer bu tartışmaları yürütenler söylediklerinde ciddiyseler Önderliğimiz Abdullah Öcalan’ın ve partimiz PKK’nin çözüm önerilerine kulak asmak zorundalar. Ki ancak bu biçimiyle polemiksiz, sağlıklı, hiçbir güce kendini dayandırmadan, hiçbir güçten medet ummadan çözüm projeleri geliştirebilirler.
Biliniyor belki ama yine de tekrarlamak istiyorum;
İlker Başbuğu gibiler gidip Amerikalardan savaş naraları atıyorlar. Kan diyorlar, savaş diyorlar.
Savaş acıdır; kandır, anaların gözyaşıdır, yürek yangınıdır. Ahkam kesenler yeter ki kendilerine ciddi olsunlar, yoksa bu yangını söndürmek zor değil.
- Ayrıntılar