Mardin Mazıdağı Kerte köyünde büyük bir katliam yapıldı.
Basın, devlet olaya töre cinayeti diyor.
Gerçekten öyle mi?
Söylenen katliam töre cinayetiymiş. Ne töresi diye sormak gerekiyor.
Bu töre de neyin nesi?
Olaya ilişkin bir yazısında Mehmet Kamış şöyle diyor:
“Bunun cehaletle, husumetle, terörle açıklanabilmesi mümkün değil. Nedeni ne olursa olsun bu tam bir toplumsal travma halidir. Şiddetin herkesi boğmaya başlaması halidir. Bu, ölümün, kanın, kan dökmenin sıradanlaşmasının neticesidir.”
Bu tanımlama eksik bir tanımlama hatta yanlış bir tanımlamadır. Cesur değildir. Doğruları söylemekten uzaktır.
İşin doğrusu devletin korucuları kullanarak yaptığı bir katliamdır. Bu devlet töresi sonucu yapılmış bir katliamdır. Devletin töresi ne der: “bekaanı korumak için ne gerekirse yapacaksın!”
Kürt halkının dirilişini direnişini sindiremeyen devlet bu direnişin, bu dirilişin mimarı Kürt özgürlük hareketini karalamayı hedefledi ve aynı zamanda sizi istediğim zaman katliamlardan geçirebilirim dedi. Birkaç korucuya birkaç kuruş para ve bazı farklı vaatler… Sonrası bildiğimiz gibi.
Söylendiği gibi şiddetin herkesi boğmaya başlaması halini dayatan devlettir. Her türlü şiddetle onlarca yıldır yaptığı çeşitli katliamları farklı boyutları, farklı şekilleriyle yapıyor. Son olayın tek farkı yeniçağın gerektirdiği elbiselerin giydirilmiş olmasıdır.
Ancak olayı hem biraz süreçle, hem haberlerde anlatılanlarla birlikte yorumladığımızda devletin bu katliamın tek faili olduğunu göreceğiz.
Öncelikle siyasal sürece bakalım:
Yerel seçimlerde Kürt özgürlük hareketi devletin beklentisinin tersine yükselişe geçti.
KCK eylemsizlik kararı verdi.
Kamuoyunda Kürt sorununun çözümü umutları filizlendi.
Buna karşı TC ordusu yerel seçimlere kadar ara verdiği askeri operasyonlara başladı.
DTP ye karşı büyük bir operasyon başladı.
Kısacası Kürt özgürlük hareketinin barış çabalarına, adımlarına, demokratik siyaseti geliştirme çabalarına karşı devlet Kürt halkının iradesini kırmak için son gücüyle uğraşıyor.
Anadolu ajansının geçtiği haberi de okuyacak olursak:
“İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile Tarım ve Köy işleri Bakanı Mehdi Eker’in köyü ziyaretinde başsağlığı dilediği köylülerden Osman Çelebi, (46) Bakan Atalay ile bir süre sohbet etti.
Çelebi, Bakan Atalay’ın "Bu olayı nasıl açıklıyorsunuz, sorun neydi?" sorusunu, şöyle cevaplandırdı:
"Sayın Bakanım, aramızda bir sorun yoktu. Dünden beri herkes bu konunun peşinde. Ama buradaki herkes biliyor ki aramızda en ufak bir husumet, dargınlık yok. Bunlar öz ablamın çocukları. Onların amacı bizi tamamen silmek ve olayı terör örgütüne mal etmekti.”
Bu kadar net bir durum varken halen farklı yorumlar yapmak doğru değildir.
Yıllar sonra (1990’lara benzer) devlet toplu sivil katliamlarına başlamıştır. Bunu ört pas edilmesine aklıselim namuslu olan herkes karşı çıkmalı, bu sürecin önüne geçilmelidir. Bu katliamın üstündeki perdenin kaldırılmasını başarılamazsa bu katliamın planlayıcıları Türkiye’yi bundan sonra buna benzer katliamlara boğacaktır.
Hoşimin Fırat
- Ayrıntılar
Bu sabah (8 Mayıs 2009) saat 05:00 ila 07:00 arasında Gabar alanında devam eden operasyon kapsamında TC ordusu tarafından hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
HPG Basın-İrtibat Merkezi
8 Mayıs 2009
- Ayrıntılar
Bu dönemler birçoğunuza tanıdıktır, yani yabancısı değilsinizdir. Hayatımıza isyan ve protestolar girince, ilk elden doğruyu ve güzeli aramaya koyuluruz. Onlara doğru bir yolculuk bütün düşüncelerimizi, hatta ruhumuzu sarmaya başlar. Bunlara da çok fazla karşı koyamayız. Çünkü ancak bu yollarda ilerleyebildikçe güzelin ve doğrunun, ab-ı hayatında kendimizi pak eyleyeceğimize yönelik yürek dolusu bir inancı, yerleştiririz göğüs kafesimizin sol köşesine.
Mücadele eşiğini aşmaya başladığım bu dönemlerde, hayatıma giren ikinci önemli 6 ise Mayıs ayına düşmüştü. Aslında sonraki dönemlerde daha çok direniş ve öfke düşecekti bu Mayıs’a… Fakat benim bilincimde gelişen ve Mayıs’ı sorgulatan, bunun ötesinde sistem denilen o acımasız çarkın tarihini, bugününü ve yarınını, belli fikirlerin istikametinde yorumlamaya çalışmam olmuştu. Sonrasında nereden elime geçtiğini tam hatırlayamadığım bir kitapta Gülünün Solduğu Akşam’ların olduğunu da öğrenmiştim Mayıs’ta… Belki de yiğidin, kardeşliğin ve türkünün adı olmuştu Deniz, Hüseyin ve Yusuf…
Sonrasında isyanın ötesine, yani engin bir denize ulaşmayı hedef belledim. Bu hedefi felsefe edinmiş bir gerilla olarak, şimdi memleketin ahvaline bakıyorum, Mayıs’ın mayasında mıdır? Diye düşünüyorum. Bu kadarını nasıl barındırır kendinde. Feodal örgüler tarafından kalıplandırılan bir toplum nosyonu, batısında yer altına doluşturulan bombalar, doğusunda ise omuz hizasında kollara yapıştırılan bayrağın yanında yazılan “geçici köy korucusu” sisteminde katledilen 44 insan…
Ve basında HC’nin yaptığı röportajlar, yani K. Irak notları. KCK Başkanlığının yaptığı açıklamalar ve çağrılar var. Önemli bir noktada “akil adamlar”a değiniliyor. Aslında çözümün güzergâhı çok net bir şekilde anlatılıyor, ortaya konuluyor. Nedense bazı akilsız adamlar orasından, burasından anlama çabalarında canhıraş bir efor harcamakta ısrar ediyorlar. (İ. Berkant gibileri) herhangi bir olgu da ya da bir sorunda çözümün ortak paydalarda gelişebileceğini hiç mi düşünemiyorlar? Hele hele Kürt sorunu gibi yüzyıllara yayılmış ve bu coğrafyanın kangrenleşmiş sorununa böylesi bir yüzeyselliğin getirisi ne olabilir? Diye fikir üretemiyorlar ya da plaza aydıncılığında menfaat güdüyorlar…
Bu altıncı gününde gündemde bunlar var bu yörelerin ve ben artık Mayıs’ın daha derinliklerinde hissediyorum “halkların kardeşliğinin” bir slogan olmadığını, bunun bu coğrafya’da birlikte yaşamın besmelesi olduğunu da biliyorum. Fakat bunun yol göstericileri ve savaşçıları olmak gerektiğine yönelik sarsılmaz inancımda, bedenimin nabzı olmakta.
Burada ben türkü gibi geceye nakşişleyen yiğitlere ve doğruluk ile güzelliğin ab-ı hayatına adananlara sesleniyorum; zamanı kendini öğüten bir ritüel olarak görmüyorsanız, isyan etmeye başlayın bir yerlerinden altı’ların… otuz sekinci yılındayız ve Zap’a köprü yapanların anılarına sahip çıkabilmek için, bu tepeden tırnağa değin kardeş ve genç bedenlerin kanıyla sulanmış düzene daha güçlü protesto edin. Unutmayın! Biz pir sultan abdal’ların torunlarıyız ve deniz’lerin, İbo’ların, Haki’lerin, Kemal’lerin devranı takipçisiyiz… Böylesi bir tarihi kültürün hâkimiyetinin olduğu bu memlekette “bir olması gereken canlarız” ve ölümün bile ensemizde olduğu zamanlarda “yaşasın halkların kardeşliği” diye haykırmalı ve onu bir yaşam uğraşısı haline getirmeliyiz… Ancak böyle Gülümüz Solmayacak Mayıs’larda…
toprak cemgil
- Ayrıntılar
6 Mayıs 2009 tarihinde TC ordusuna bağlı savaş uçakları tarafından Medya Savunma Alanlarında bulunan Zap bölgesine yönelik olarak öğlen saat 12:30 ila 13:00 arasında hava saldırısı gerçekleşmiştir.
HPG Basın-İrtibat Merkezi
7 Mayıs 2009
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna;
30 Nisan 2009 tarihinde Zağros alanına bağlı Mawata ve basya alanlarına yönelik TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı gerçekleştirilmişti. Gerçekleşen bu hava saldırısında ağır yaralanan 2 gerillamız tüm çabalara rağmen şehit düşmüştür.
Şehit Düşen Arkadaşlarımızın Sicil bilgileri;
SERDAR MAZLUM HÜSEYİN BİLİR 1984 / BATMAN EDİBE KEMAL 1999 - MARDİN | |
BAGER BAGOK UĞUR KARABOĞA 1984 / VAN ZÜLFİNAZ CEMŞİT 2002 |
- Ayrıntılar
1 - 2 Mayıs 2009 günü öğleden sonra TC ordusu tarafından Besta’ya bağlı Gıre Heliz alanına bir operasyon başlamıştır. Operasyon aynı gün akşam sonuçsuz bir şekilde geri çekilmiştir.
2 – 1 Mayıs 2009 tarihinden itibaren Cudi’ye bağlı Kurse Keça alanında TC ordusu tarafından başlatılan operasyon halen devam etmektedir. Operasyona ilişkin ayrıntılar daha sonra kamuoyuna duyurulacaktır.
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Bu devlet, devşirmelerin devleti.
Bu alçakların ve devşirmelerin tahtına oturduğu Kürdistan, Anadolu ve Trakya ülkesi ise, bizim ülkemiz.
Gel gör, ne yazık ki,
Bu ülkenin geleceği alçaklara teslim edilmiş.
Gel gör, ne yazık ki,
Bu ülkenin geleceği devşirmelere teslim edilmiş.
Gel gör, ne yazık ki,
Bu ülkenin geleceği soysuzlara teslim edilmiş.
Gel gör, ne yazık ki,
Bu ülkenin geleceği inkarcılara teslim edilmiş.
İşte bu alçaklardan dolayıdır ki,
İsyan ediyoruz.
İşte bu soysuzlardan dolayıdır ki,
Dağlara çıkıyoruz.
İşte bu devşirmelerden dolayıdır ki,
“Berxwedan Jiyane” diyoruz.
İşte bu inkarcılardan dolayıdır ki,
Fetul-Münafıkçılar ile Hizbul-Kontracılara “yaşasın cehennem”! diyoruz.
Buna isyan eden, sadece Kürdistan gerillası değildir.
Şimdilerde Türk profesörleri bile, isyan etmeye başladılar.
Cumartesi günü Ankara’da, “Toplumsal Uzlaşı” adıyla sivil toplum örgütlerinin katıldığı bir toplantı yapıldı.
İşte o toplantıda söz alan Prof. Dr. Kadir Cangızbay şöyle diyor.
“Beni inkar eden olursa değil dağa, Ay’a bile çıkarım. Beni inkar etseler isyan ederim. İnsanlar inkar edildiği için isyan ediyor.”
Ve devam ediyor.
“Eğer yerde yatan bir kadının yüzüne tekme atarsan, işte ben bunu yapanlara alçak derim. Buna herkesin karşı çıkması gerekir. Yere düşen bir kadının yüzüne tekme atan polise ben alçak derim, Ve buna alçak demeyen de uzlaşmadan bahsedemez”.
Bunlar havada söylenen sözler değil.
Bunlar Kürdistan’da yaşandığı için bir prof isyan ediyor.
Bunları yapan Türk polisi olduğu için bir prof isyan ediyor.
Batman’da, Wan’da Kürd kadınları yerlerde istif yapıldı.
Yerdeyken Fetul-Münafıkın Türk ırkçı zihniyetiyle eğitilerek robotlaştırılan polislerce yüzleri tekmelendi Kürt kadınlarının.
Cölemerg’de kadavra parçası Türk kafatasçı timi tarafından Seyfi Turan’ın kafatası önce dipçikle çatlatıldı.
Bununla da yetinmedi.
Yerde tekmelendi.
Bunu yapan Fetul-Münafık zihniyetli ırkçıTürk polisi.
Seyfi çocukcağız daha 14 yaşında.
Kan revan içinde.
Yaşayıp yaşamayacağı daha belli değilken.
Nasıl ki, 12 Eylül cuntacıları Erdal Eren’in yaşını 18 çıkarıp idam ettilerse, 12 Eylül cuntacıların iktidara getirdiği zihniyet Fetul-Münafıkçılarda Seyfi’nin yaşını 17 diye basınlarında verdiler.
Yani bizim Seyfi canverseydi, Fetul-Münafıkçı iktidar çocuk öldürdü demesinler diye, hemen bir kalemle yaşını 17’ ye çıkardılar.
İşte bizim isyanımız, bu Türk putçusu ırkçı Fetul-Münafıkçılar ile onların katil başı Gürçü Katil-Qerdoğan’adır.
İşte bizim isyanımız, Yahudi Katil Boşbuğ’a dır.
İşte bizim isyanımız, Yahudi Sabahattin Işık Koşaner’edir.
İşte bizim isyanımız, Yahudi Abdullah Gulfıroş’adır.
İşte bizim isyanımız, Yahudi Babacan’adır.
İşte bizim isyanımız, Arap Atalay’adır.
İşte bizim isyanımız, Yahudi İrgun Saygun’adır.
İşte bizim isyanımız, devşirme ve mason CİA ajanı Fetul-Münafıkadır.-Fetullah Gülen-
İşte bizim isyanımız, Yahudi Atilla Işık’adır.
İşte bizim isyanımız, Türk olmayan bu devşirmeleredir.
İşte bizim isyanımız, Türkten daha Türkçü olan bu soysuzlaradır.
Bu inkarcılaradır.
Türkiye halkına ve ülkeye değildir.
Bizzat bizim isyanımız, Türklerin ve Kürtlerin kendi kendini yönetmesi içindir.
Kürt ve Türk halklarının bu kan içici devşirmelerden özgürleşmesi içindir.
İşte bizim isyanımız, bu devşirmeler güruhunun Kürd kadınları daha yerdeyken yüzlerini tekmelerinedir.
İşte bizim isyanımız, bu devşirmeler güruhunun Seyfi isimli çocuklarımıza dipçikle vuranlaradır.
Yerde tekmeleyenleredir.
İşte bizim isyanımız, Kürdistan, Anadolu ve Trakya halkları ağırlıkta Kürt ve Türk iken ismi geçen devşirmelerin ülkemizi yönetmesinedir.
İşte bizim isyanımız, ismi geçen inkarcılar, soysuzlar,katiller, alçakların Kürtleri ve diğer halkları inkar etmesinedir.
Bu alçaklara, inkarcılara, soysuzlara ve devşirmelere isyan etmeyende ya alçaktır, ya inkarcıdır, ya da soysuzdur.
Bunu eğer bir Türk profesörü söyleyecek düzeye kadar gelmişse, onun söylediği gibi değil dağlara, aya bile çıkarız.
Sırf kimliğimizi ve insanlık onurumuzu korumak için.
Vallahi de, billahi de , tıllahi de dağlara çıkmaktan başka yol yoktur.
Vallahi de, billahi de, tıllahi de er veya geç bunu inkarcılara da öğreteceğiz.
Bunu alçaklara ve devşirmelere de öğreteceğiz.
ÖZGÜR BİLGE
- Ayrıntılar
1 - 29 Nisan 2009 günü TC ordusu tarafından Rubarok alanına bağlı Kelate ve Govende yamaçlarına bir operasyon başlamıştır. Öğlen saat 12:30 sıralarında eylemsizlik pozisyonunda olan güçlerimiz, savunma amaçlı zorunlu olarak çatışmaya girmiştir. Yaşanan bu çatışmada netleştirilebilir 2’si uzman çavuş olmak üzere 3 asker öldürülmüştür. Çatışma ardından TC ordusu tarafından olayın yaşandığı alan top ve kobra tipi helikopterlerle akşam saatlerine kadar bombalanmıştır.
2 - 30 Nisan 2009 tarihinde Zağros alanına bağlı Mawata ve basya alanlarına yönelik olarak sabah saat 9:00’dan 12:00’ye kadar TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı gerçekleştirilmiştir. Gerçekleşen bu hava saldırısı sonucunda 2 gerillamız şehit düşmüştür.
Şehit Düşen Arkadaşların sicilleri;
NECBİR KAHRAMAN HEDİYE CUMA 1974 / DERİK ADLA CUMA 1996 ZAĞROS | |
CİWAN JİYAN ÇELENK M.ALİ KAÇAR 1979 / HAKKARİ HANİ ABDURRAHMAN 2003 ŞEMDİNLİ |
- Ayrıntılar
Şimdi son dönemlerde yaşanan mevcut bir tablo var Türkiye’de, nedir bu tablo diye bir soru zihinlerinize hasıl olursa; sağda-solda kudurmuş bir şekilde kolluk güçlerinin arz-ı endamları, Ergenekon safsatasında H. Özkök’ün tanık olarak ifade vermesi yine 1 Mayıs kutlamaları çerçevesinde Taksim’e yönelik fiks menü yürütülen tartışmalar vb…. tabi tüm bunların yanında geçtiğimiz günlerde Bostancı’da polislerle( canlı yayınlardaki uydu basını da sayarsak) tüm Türkiye’nin temsiliyetini ellerinde bulundurduklarını sananlarla, abide-i görkemlilikte bir direniş gösteren komutan Orhan vardı bu ülkenin gündeminde…
Başta İlker Başbuğ’un incilerine değinmek gerekiyor diye düşünüyorum; bunlardan en önemlisi yüksek perdede kullanılan ses tonu oluyordu. Nedense daha öncesinde de Aktütün saldırısı sonrası böylesi yüksek perdede atıp-tutan, salladığını korkutmaya çalışan çağdaş bir delidumrul misali konuşuyordu. Hatta o zamanlar uydu basının uyduruk gazetecilerinden M. Ali Birand, yazdığı köşe yazısında “gerçekleştirilen Aktütün baskını ülke olarak kimyamızı bozdu” şeklinde bir ibare kullanmıştı. Bugün yine yüksek ses ve bozulan bir kimya söz konusu mu diye soruyorsunuz değil mi?
Yine Başbuğ böğürüyor; “farklı bir düşünceye sahip olanların TSK’da yeri olmaz” diye. Aslında bu bir hatırlatma ya da ikaz babında söylenmiş bir cümle değildir. Daha çok zihniyetindeki örümcek ağlarının onun ağzından yerlere serilmesi veya kameraların objektiflerine poz vermesi olabilir. Yani yeni olan bir durum olmadığı gibi bu cümle, yaklaşık 90 yıllık bir devlet geleneğinin ve gerçeğinin bir tezahürünün ötesinde farklı bir anlamı yoktur. Dün Kenan Evren’di, Doğan Güneş’ti, Yaşar Büyükanıt’tı, bugün de İlker Başbuğ aradaki tek değişiklik bu işte. Yani o yere göğe sığdıramadıkları üniformaları gibi tek tip bir zihniyetin çırpınışlarının ötesinde zaman kaybıdır. Demek ki Max Weber’i biraz daha iyi okumak gerekiyor.
Yine bu iletişim ! toplantısında paralı askerliğe değiniliyor. Burada da yüksek perde de bir ses tonuyla cevap vermeye çalışıyor genelkurmay başkanı, “ bir yerlerde ölen, şehit düşen askerler varken, birkaç bin dolarla askerlik olmaz Türkiye’de” devamla ekliyor, “hem var olan askerlerimiz ihtiyacın altındadır” diyor. Şimdi şunu kesin belirtmek gerekiyor, ne orta ne de uzun vadede paralı askerlik tartışmalarına son noktayı koymak, İlker Başbuğ’un boyunu aşıyor. Yine bunun yanında var olan askerlerin sayısının, olması gerektiğinden az olduğunu söylüyor. Şimdi genelkurmay başkanına “yaşam düşünenler için bir komedi, hissedenler için bir trajedidir” sözünü söylemekten kendimi alı koyamıyorum. Gerçi hoş öyle anlayacağına yönelik pek fazla umudum da yok ya… şimşir başa felsefesine girmekten ziyade, şunu kendinize sorun, bu askerleri öldüren nedenler noktasında nerede hata yapıyoruz? Bu ve benzeri sorulara aklı selim bir cevap veremezsiniz, daha çok basına genelkurmay başkanı olarak savaş bilançosu vereceksiniz, ondan sonra da uydu basın birçok haber geçecek; “kara haber ……….. ailenin yüreğine ateş düşürdü” diye…
Şimdi biraz da komutan Orhan’ın direnişine birkaç cümle ile değinebiliriz; özellikle polis telsizinde şehit düşmeden önce yaptığı konuşma da; “teslimci olmayan özel bir devrimci kuşağında yer almak istiyorum”, diyordu. Yani çatışma ve direnmenin, bu şekilde şahadete ulaşmanın aslında bir mücadele biçimi olduğuna vurgu yapıyordu. Yine büyük devrimcilerin ve halk kahramanlarının örneklerine de değiniyordu. Yani o konuşmalarda kullanılan kelimelerde ve halkların kardeşliğine inanmış bir sesin kararlılığı vardı. Bu anlayana gerçekten de protest bir sazdı, anlamayanlara ise belki bu yazı da azdır. Ama bizim işimiz anlamayanlara ve anlamak istemeyenlere anlatmak, gözlerine soka soka anlatmak… bu temelde de zaten komutan Orhan’ın o görkemli direnişi biz yüreği devrim için atanlara bir meşale olmaya başlamıştır bile.
Tabi tüm bunların yanında Türkiye kamuoyunda bir Orhan Yılmazkaya portresi ortaya konulmaya çalışıldı. İşte Soner Yalçın’ın çaylağı olmaya çalışan Cüneyt Özdemir’in programında ön plana çıkarmaya çalıştığı bir kitap konusu vardı, yine bunun ardından bugün de Aziz Üstel’in yazdığı bir yazı vardı “Bostancı savaşının altında neler yatıyor?” başlıklı.
Şimdi her şeyden önce şu aklıma takılmıyor değil hani, toplumlar mücadelesinde ve son yılların en görkemli direnişinde, fikir yürütmek Aziz Üstel’e meyl olduysa, aslında bu durumun ne kadar içler acısı olduğunu göstermektedir. Daha öncesinde televizyonlarda saat 24’lerde talk show yapmayı kendine üç beş kuruş karşılığında amaç edinmiş bu zatı muhterem, bugün kalkmış da arkada yatan nedenlere kelam buyurmaya çalışıyor. Ondan sonra da Şeyh Bedrettin ile Deniz’ler, İbrahim’ler ve Mahir’ler arasında nasıl bir bağlantı olduğunu anlamaya çalışıyor ya da en azından öyle bir görüntü ortaya çıkıyor. Kendini zorlamaya ne hacet! Bu bir beyin işidir, bir fikir mücadelesidir, yani azizim aziz, aç kulağını iyi dinle sende bunlar yok, ondan vazgeç bundan ya da bu aptallığın dışavurumundan.
Yine Avrupa’da köylü direnişlerinin sembolü haline gelmiş Thomas Münzer üzerine de harfi bilgiler veriyor, adam akıllı kendini de bu konular üzerinde ulvi veya bilgili zanneden bir atmosfere de bürünüyor. Halbuki programlarında ya da hayat-ı istikametinde uşakların uşakları olmayı kendine yüce ülkü edinmiş birisinin bu büyük isimleri zikretmesi, olsa olsa ilerici ve özgürlükçü insanlığın bir trajedisidir. Sen bunları yani Şeyh Bedrettin’i de, Thomas Münzer’i de yazında kullanacak kadar sanal ortamların arama motorlarında öğrenebilirsin. Ama inanmış insanlar, hayatın güzelliklerini arama motorlarında öğrenmezler bir öğreti olarak paylaşırlar, savaşırlar zamanı geldiğinde ölüme göz bile kırpmazlar.
Yani azizim sen bırak bunları, komutan Orhan hakkında kelam buyurmayı, satılık olduğun aşikardı, böylelikle daha da aşağılık olma. Savaşın arkasında yatan gerçekleri arama sen, ama anlamaya çalış ve dürüst olmayı bir erdem olarak kabul et. Aksi takdirde senin işgüzarlığının sınırlarını aşar, komutan Orhan’a kara çalmak ya da insanlığa mal olmuş büyük direnişçileri kendi kıtlığında zikretmek… sonra yiğit gençler hesap sorar sana… yani aziz, sen ortalıkta çok fazla kıvırtma…
toprak cemgil
- Ayrıntılar
1 – Dün gece (29 Nisan 2009) saat 17:30 ila 21:00 arasında TC Ordusuna ait savaş uçakları tarafından Medya Savunma Alanında bulunan Zap Vadisi, Gunde Filla ve Gunde Şivê köylerine yönelik olarak hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
2 – Bugün (30 Nisan 2009) sabah saat 10:00 ila 11:00 arasında Medya Savunma Alanında bulunan Gunde Şivê, Orê Üçgeni, Geliye Horê, Gunde Reşmê, Gunde Zêrê, Karker Yamaçları ve Saca köylerine yönelik olarak TC Ordusu tarafından hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
3 – Bugün (30 Nisan 2009) sabah saatlerinde Xakurke alanının Geliye Reş, Bermizi, Kani Reş, Şapana, Bênavok, Siro ve Arê köylerine yönelik olarak TC Ordusu tarafından top atışları gerçekleştirilmiştir.
HPG Basın – İrtibat Merkezi
30 Nisan 2009
- Ayrıntılar