Ortadoğu’daki savaş gittikçe daha çok bir Kürdistan savaşı haline geliyor. ABD ve Avrupa Birliği devletleri istedikleri kadar IŞİD’e karşı olduklarını ve IŞİD’i yok edeceklerini söyleyip dursunlar, şimdiye kadar Irak Şam İslam Devleti-IŞİD denen bu kara yüzlü faşist çeteye karşı Kürtler dışında savaşan başka bir güç yok. Şimdilik yapılanlar sadece açıklama ve vaadlerle sınırlı. Bu iş içinde sanki bir oyunun varlığı gittikçe daha çok açığa çıkıyor. Her taraftan silahlandırılan IŞİD dört bir koldan Kürdistan’a saldırtılıyor. Herhalde IŞİD’e karşı savaşmak için, IŞİD’in Kürdistan Özgürlük Hareketini iyice zayıflatması bekleniyor. Küresel hesabın bu olduğu ortaya çıkıyor.
Yoksa güncel olarak yaşananlar başka nasıl yorumlanabilir? 19 Ağustos’tan itibaren IŞİD çeteleri 15 gün boyunca tüm güçleriyle stratejik Cezaa Bölgesine saldırdılar. Eğer bu saldırılar YPG-YPJ güçlerinin kahramanca direnişiyle yenilgiye uğratılmasaydı da IŞİD çeteleri başarılı olsalardı, Cezaa Bölgesine dayanarak ardından kuşatmaya aldıkları Şengal’e ve Cezire’ye saldıracaklar, yeni Kürt katliamları yaparak Rojava Özgürlük Devrimini tasfiye etmeye çalışacaklardı. Ancak bu plan gerilla direnişiyle kırılıp başarılı olmayınca, şimdi de 15 Eylül’den bu yana üç yönden tüm güçleriyle Kobani’ye saldırıyorlar. Kobani’yi düşürerek Rojava Kürdistan’ı ortasından yarmak ve bu temelde Cezire’yi kuşatıp Rojava Özgürlük Devrimini tasfiye etmek istiyorlar.
19 Ağustos’tan itibaren on beş gün boyunca faşist IŞİD çetelerine karşı Cezire halkı nasıl direndiyse, şimdi de Kobani halkı faşist IŞİD saldırılarına karşı aynı kahramanlıkla direniyor. Kobani halkı tıpkı Şengal halkı gibi ciddi bir katliam tehlikesiyle yüz yüze bulunuyor. Çünkü IŞİD çetesi her taraftan topladığı tüm gücüyle saldırıyor ve karşısında ise iki yüz bin kişilik küçük bir şehir varını-yoğunu ortaya koyarak direniyor. Kadın-erkek, yaşlı-genç herkes direnişe katılıyor. Neredeyse çocuklar bile direniş içinde yer alıyor. Kahramanca gerçekleşen bu insanlık direnişine başta Kuzey Kürdistan olmak üzere tüm Kürt halkının ve demokratik insanlığın maddi-manevi desteği bulunuyor. Başka da herhangi bir gücün desteği ulaşmıyor.
Peki günlük bir insanlık dramı biçiminde yaşanan bu durumu nasıl izah edeceğiz? IŞİD çeteleri tüm gücüyle Rojava Kürdistan halkına saldırıyor, başta Kobani olmak üzere bu faşist saldırıya karşı direnen Rojava Kürt halkı katliam tehlikeleriyle yüz yüze bulunuyor, yine başta ABD olmak üzere kırkı aşkın devlet IŞİD’in insanlık için bir tehdit olduğunu ve yok edilmesi gerektiğini açıklıyor, ama IŞİD saldırganlığını kırmak için her gün onlarca şehit vererek direnen Rojava Kürtlerine hiçbir destek ulaşmıyor! Peki bu nasıl IŞİD karşıtlığıdır? İnsanlık için ciddi bir tehdit olan IŞİD’i yok edeceklerini söyleyenler bunu ne zaman yapacaklar? Acaba bunun için Kürt direnişinin kırılıp Kürt gücünün ezilmesini mi bekliyorlar?
Belli ki Kürtlerin yeni bir durum değerlendirmesi yapması gerekiyor. Ortada herkesi içine olan çok yönlü bir oyun söz konusu olabilir. Kaldı ki zaten IŞİD’in Haziran ayında Musul’dan başlattığı saldırının çok yönlü bir planın bir parçası olduğu şüphesi baştan itibaren vardı. IŞİD adıyla yürütülen bu saldırının Amman’da planlandığı ve İsrail gözetiminde yapıldığı daha o zaman basına yansımıştı. Bu saldırının içinde birçok örgütün yer aldığı ve söz konusu saldırının küresel sermaye çıkarları temelinde yapıldığı çok sayıda güç tarafından değerlendirilmişti. Buna paralel IŞİD’in 3 Ağustos’ta KDP’ye yönelttiği saldırı da Amman anlaşmasının bozulması olarak yorumlanmıştı.
Şimdi yaşanan mevcut gelişmeler temelinde tüm bunlar yeniden değerlendirilebilir. IŞİD saldırılarının Irak ve Suriye’de dengeleri bozduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Bu bozulmanın da başarısız kalmış olan ABD açısından yeni bir politik açılım yapma imkanı verdiği yine açık bir gerçektir. Bu nedenle, IŞİD’in örgütleyicisi ve destekleyicisi olmasa bile, söz konusu amaçlara ulaşabilmek için ABD’nin IŞİD’i saldırıya teşvik ettiği ve önünü açtığı da tartışma götürmeyen bir gerçektir. Böyle olmasaydı, o zaman IŞİD adlı çete örgütü Musul’dan girip bir günde Bağdat’a nasıl dayanacaktı?
Son üç ayda yaşananlara kabaca bir bakalım: IŞİD Haziran ayında Irak’a saldırıp dengeleri bozdu ve o zaman başbakan olan Maliki kuvvetlerinin elindeki tüm silahları ele geçirerek kendisini ciddi bir biçimde donattı. Aynı IŞİD, Temmuz ayında da Rakka çevresinde dört Esat tugayına saldırarak dördünü de dağıttı ve onların da silahlarına el koyarak askeri donanımını güçlendirdi. 3 Ağustos’tan itibaren de KDP güçlerine yönelik Şengal’den başlayan bir saldırı yürüttü ve cepheyi terk eden KDP peşmergelerinin silahlarını alarak donanımını zirveye çıkardı. Bütün bunlar olurken ne ABD yönetiminden, ne de Avrupa devletlerinden ciddi bir tepki gelmedi.
Şimdi elde ettiği bu donanımla IŞİD adlı faşist çete dört bir yandan Şengal ve Rojava halkına saldırıyor. Kürdistan Özgürlük Hareketini ezmek ve Kürt halkını egemenlik altına almak istiyor. Hem Şengal’deki ve hem de Rojava’daki Kürt halkı ciddi bir katliam tehdidi altında bulunuyor. Fakat BM, ABD ve Avrupa Birliği gibi güçlerden hiçbir destek bu halka, IŞİD katliamlarına karşı kahramanca direnen Şengal ve Rojava halkına gelmiyor. Hem BM, hem ABD ve hem de Avrupa Birliği devletleri toplantı üzerine toplantı yapıyorlar, IŞİD’e karşı bir yığın tehdit dolu açıklama yapıyorlar, ama ne bir kurşun sıkıyorlar, ne de savaşan Kürt halkına destek olacak bir kurşun veriyorlar. Sadece IŞİD’e karşı savaşacaklarını ve IŞİD’i yok edeceklerini söylüyorlar. Peki bunu ne zaman yapacaklar? Belli ki Kürtlerin gücü kırıldıktan sonra!
İşte tehlikeli oyun burada. Önce destek verip önünü açarak IŞİD’i saldırtıp Irak ve Suriye’yi sarstılar ve IŞİD’i güçlendirdiler. Şimdi de aynı IŞİD’i Kürdistan’a saldırtarak hem Kürt Özgürlük Hareketini güçsüz düşürmeye, hem de IŞİD’in gücünü zayıflatmaya çalışıyorlar. Konuşup da iş yapmadan beklemeleri bu gerçeği ifade ediyor. İki güç çarpışıp birbirini zayıflattıktan sonra harekete geçip her iki alana yönelik de kendi egemenlik planlarını uygulayacaklar. IŞİD’i daraltıp kendilerine bağlarken, Kürdistan’da da PKK’yi etkisiz kılıp cepheden kaçtığı için onuru ve itibarı kırılmış olan KDP’yi zayıf bir temelde yeniden dirilterek kendilerine bağlı kılacaklar.
Şimdi küresel kapitalizmin savaş planının bu olduğu açığa çıkıyor. Bölgenin güçten düşmüş statükocu güçlerine de bu temelde rol oynatılıyor. Başta KDP olmak üzere YNK ve benzeri güçlerin de bu plandan bilgisi ve plan içinde çok zayıf bir yerleri var. Plan, çok iyi bildiğimiz emperyalist bir plan! Böl-parçala-çatıştır planı! Böylece birbirine düşman hale gelerek iyice güçten düşmüş olan tüm güçleri bir kurtarıcı olarak kendine bağlama planı! ABD ve Avrupa’nın emperyalist güçleri, geçmişte başarıyla uyguladıkları söz konusu planı bir kez daha uygulamak istiyorlar. Bakalım yine başarılı olabilecekler mi?
Peki bölgeyi bölüp parçalayarak birbirine düşüren ve kan gölüne çeviren bu planı bozmanın ve yenilgiye uğratmanın bir yolu yok mu? Kuşkusuz vardır, olmaz olur mu? Eğer araştırılırsa elbette bir çıkış yolu bulunabilir. Böyle bir çıkış yolu bulmada da kuşkusuz Kürdistan her yerden daha çok veriye sahiptir. Zaten savaşın giderek Kürdistan’da odaklanmış olması da bunu gösteriyor. Savaşı Kürdistan’da odaklandıran da kuşkusuz küresel kapitalist hegemonyanın yarattığı Kürt sorunu oluyor. Bu da söz konusu çatışmadan çıkışın Kürt sorununun çözümü temelinde gerçekleşeceğini ortaya koyuyor. Yani mevcut çatışmalar Kürt sorununun çözümünün iyice dayattığını gösteriyor.
Peki nasıl olacak bu çözüm ve çıkış? Dikkat edilirse, özellikle 3 Ağustos Şengal saldırısı ardından Kürdistan özgürlük gerillası Dewrêşî Abdî misali beyaz arabaların sırtına binerek Musul Ovası’na çok önemli ve etkili bir dalış yaptı. Zaten 19 Temmuz 2012 Rojava Özgürlük Devrimi ve devrimin faşist çete saldırılarına karşı kahramanca savunulması da çok önemli bir devrimci dalıştı. Şimdi söz konusu mevzilenme temelinde ve halkın güçlü desteği ile Şengal’de ve Rojava’da tarihi öneme sahip ve kahramanlıklarla dolu bir direniş yürütülüyor. Demokratik çözüm ve çıkışın tek yolunun da bu özgürlük direnişinin zafere ulaşması olduğu açıkça görülüyor.
Peki nasıl kazanılacak bu zafer? İşte önemli ve can alıcı nokta burasıdır. Kuşkusuz böyle bir zaferi yaratmanın kural ve kanunları vardır. Bunlardan birincisi birliktir, tüm Kürtlerin güçlerini birleştirecek bir birliğe ulaşmaktır. Din, mezhep, parça, parti ayrımı yapmadan tüm Kürt güçlerini birleştirebilmektir. Dewrêşî Abdî böyle bir Kürt birliğini yaratabildi. Şimdi de benzer bir birliği yaratabilmek, özellikle böyle kritik bir tarihi süreçte Kürt birliğinin oluşmasını engelleyen KDP’yi doğru anlayışa çekebilmek gerekiyor. Bu, kendine yurtsever diyen tüm Kürtlerin görevidir.
İkincisi, söz konusu Kürt birliğini demokratik güçlerle ve komşu halklarla da daha geniş bir demokratik birlik haline getirmek oluyor. Üçüncüsü ise, Musul Ovası’na söz konusu dalışı, yine Dewrêşî Abdî misali kahramanca bir direnişle sürdürmek, ancak bunu askeri bilimin gereklerine uygun olarak zaferi hedefleyen bir plan ve örgütlülük temelinde yapmak gerekiyor. Öyle ki, yürütülecek direniş hem IŞİD’e karşı savaşın öncülüğünü yapmalı ve IŞİD’i parça parça yenilgiye uğratmalı, hem de devrimci savaş güçlerini sürekli büyüterek ordulaştırmalıdır. Kısaca direnişsiz olmaz, ama gerilla gücünü tüketen bir savaşla da olmaz. Gerillayı sürekli büyüten etkili bir savaş, faşist IŞİD çetelerini yenilgiye uğratarak küresel kapitalizmin planlarını da boşa çıkartacak tek yoldur. Bu da tüm Kürtlerin ve demokratik güçlerin görevi olduğu gibi, özellikle cepheye koşarak gerillaya katılması gereken kadın-erkek yiğit Kürt gençliğinin görevidir.
Selahaddin Erdem
- Ayrıntılar
Kürt kadını günümüzde Kürdistan’ın dört parçasında güçlü bir örgütlülüğü sağladığını görmekteyiz. İşte en son Şengal ve Rojavada halkımıza dönük uygulanan çete saldırılarına karşı savaşın en sıcak cephesinde yer alan ve amansız mücadele ettiğini belirtebiliriz. Bu temelde görüldüğü gibi YJA Star güçlerinin akın akın savaş sahasına gidişleri halkımız arasında büyük bir moral ve motivasyona yol açmıştır.
YJA Star, YPJ ve YJRK kadın askeri birliklerinin Kürt halkının ulusal ve tarihsel değerlerine karşı gerçekleşen saldırıları boşa çıkarmak için sergiledikleri direniş ruhu dünya genelinde kadına ve toplumlara örnek teşkil edecek bir öneme sahip olduğunu belirtebilirim. Çetelerin en çok kadın ve çocuklara yönelimlerini baş hedefi yapması karşılığında kadın ordulaşması ve savunma birliklerinin harekete geçmesi anlamlı ve önemli bir tutumdur. Bu anlamda günümüzde hem Kürt halkı hem de kadını uluslararası emperyalist güçler tarafından varlığı ve kültürel değerleri ciddi tehditler altında olmaktadır. Kürtler geçmiş tarihte olduğu gibi, günümüzde de katliam ve imha eşiğine getirilmek istenilmektedir. Bu saldırıları boşa çıkaracak tek güç ve irade PKK öncülüğünde örgütlenen HPG ve YJA Star askeri güçleri olmaktadır. Bunun için tarihi dönemlerde tarihi yaratımları ve kazanımları elde edecek olan bu güçler olmaktadır.
YJA Star güçleri askeri ve ideolojik bakımdan önemli bir mirasa ve tecrübeye sahip olmaktadır. Elde etmiş olduğu bu tecrübe düzeyi ile üstesinden gelemeyeceği bir güç ve engel bulunmaktadır.
İşte çok yakından da görüldüğü gibi Şengal ve Rojavada YPJ ve YJA star askeri güçlerimizin sergilediği amansız direniş, Kürt kadınının ulaşmış olduğu düzeyi göstermektedir. Günümüzde kadın hareketini Ortadoğu toplumu üzerinde yaratmış olduğu etki oldukça büyük olmaktadır. Bütün kadınların sistem tarafından görmüş olduğu adaletsiz, eşitsiz ve cinsiyetçi yaklaşımlar karşısında kendini savunmak ve aşırı iktidarlarmış sistem gerçekliğine bir dur deme zamanının geldiğini vurgulamak yerinde olacaktır. Gerçekten de Kürt toplumu olarak çok tarihi bir dönemden geçerken bu tarihsel dönemin yanı sıra, içinde çok büyük riski ve tehlikeli olasılıkların da içinde bulunduruyor. Örneğin uluslararası emperyalist ve modernite güçler eliyle örgütlendirilen ve bir veba hastalığı gibi her gün yaygınlık kazanan İŞİD çeteleri Kürdistan’ın coğrafik ve kültürel zenginliklerine ve savunmasız halka saldırı düzenlemektedir. Öyle anlaşılıyor ki geçmişte olduğu gibi günümüzde de Kürdistan Ortadoğu’nun siyaset merkezini belirlemektedir, jeostratejik öneminden ileri gelen bu yönelimler ahlak ve insani değer tanımaktadır. Bu açıdan YJA star ve YPJ güneçlerini de çetin ve kutsal bir mücadele beklemektedir. İşte görüldüğü gibi binlerce kadın Şengal’de tacize, tecavüze ve katliama uğradılar. Bundan büyük bir vahşet olabilir mi? Binlerce katledilen masum insanların intikamı adına, yine yüzlerce çocuğun açlıktan ve susuzluktan dolayı yaşamını yitirmesi kadar bir insanlık suçu olabilir mi? Tabi ki olamaz ve bu şiddet politikalarına en çok sessiz kalan başta BM, bütün insanlık adına var olan kurum ve kuruluşlarının sessizliği bence en büyük terörizm suçunu işlemektedirler.
Kürt kadının mevzilerde büyük bir direniş ruhuyla amansız savaşımı günümüzde bütün ezilen halklar ve uluslar için bir umut ışığına dönüşü ifade etiği kadar, anlamlı bir güven kaynağına da yol açtığını vurgulayabilirim. HPG YJA Star ve YPJ güçlerimizin öncülüğünde gerçekleşen meşru savunma savaşı, Kürdistan toplumunda güçlü bir ulusal birlikteliğin sağlanmasına önemli bir katkıda bulunacaktır.
Umut ediyoruz şimdiye kadar her zaman dış güçlerin maşası ve kuyruğu konumunda olan işbirlikçi, feodal güney Kürdistan federe hükümetinin önde gelenlerin akılları başlarına gelmek için olumlu bir tutum içine girerler. Çünkü her zaman ulusal birlikten kaçan ve bu konuda özgürlük hareketinin bütün çaba ve girişimlerinin yanıtsız bırakan bir tutum ve davranıştan kaçınırlar. Eğer bu süreçte biz Kürtler arasında sağlam ve samimi bir zemine, ulusal çıkarlara dayalı bir dayanışma sağlansa bütün dünya bizim üzerimize gelirse gelsin, verilen güçlü mücadelenin sonucu zaferle taçlandırılmış olacaktır. Bu konuda Güney Kürdistan’ın da ortak savunma güçlerinin oluşması ve meşru savunma stratejisine denk düşebilecek bir savaş pozisyonuna geçilirse, sonuç Kürt halkının uluslararası çapta demokratik özerklik haklarının tanıtılmasına dönüşme olasılığı her zamankinden daha çok güçlü olduğunu belirtebilirim.
Bu bakımdan Özel olarak YPJ ve YJA star güçlerimizin, HPG YPG güçleri öncülüğünde geliştirilecek olan bu savaşın sonuçları bedensel anlamda her ne kadar ağır olsa da Kürt halkının geleceğini özgür temellere dayandırma ve uluslararası çapta kürdistan’ın bağımsız bir statü hakkının tanınmasında belirgin bir rol ve misyon oynanacağı kuşkusuz gözükmektedir.
Gerçekten de her zaman dünyanın her alanında yaşanan savaş ve katliamlardan en çok etkilenen kadınlar olmaktadır. Bunun nedeni ise kadınlar savunmasız ve çaresiz bırakılmaktadırlar. Sistem tarafından bilinçli bir şekilde erkeğin gölgesi altında bırakılan kadınların ne yasal ne de gayri yasal anlamda dilsiz ve mücadelesiz bırakılması trajedik ve acı verici bir durum olmaktadır. Eğer kadınların da sosyal, siyasal ve anayasal haklar anlamında kendini temsiliyet düzeyi olsaydı, bu kadar trajedik tablolarla karşı karşıya kalmayacaktık. Ancak gel gör ki ne siyaset alanında ne de politik zeminlerde kadına kendini savunacak hiçbir alan bırakılmamaktadır. Kürt toplumu ve kadını açısından bu durum tamamıyla değişmiş ve artık Kürt kadınları sosyal, siyasal ve özelde de askeri alanda kendilerini savunacak bir güç ve iradenin yaratılması söz konusudur. PKK Önderliği ve örgütü öncülüğünde yaratılan 5000 yıllık erkek egemenlikli sistem ve tabularının yıkılıp kırılması gerçeği vardır. Artık Kürt ve Ortadoğu kadınlarını, dünya kadınlarına direnişin öncülüğünü çekecek bir YJA star ve YPJ, YJRK askeri kanadı vardır. Bu anlamda kadınların hem sistemin cinsiyetçi eğilimlerine dur diyebilecek ve savunmasının güçlü sağlayacak önemli bir oluşumun varlığı söz konusudur.
Kürdistanda bütün kadınların ulusal birlikteliğinin sağlanmasının zamanıdır ve kürdistan toplumunun özgürlüğü kadın devriminden geçmektedir. Bu anlamda önder APO ‘unda büyük özen ve titizlik gösterdiği kadın özgürlüğünün sağlanmasının mekân ve zamanının geldiği gerçeğinden yolla çıkarak bütün kadınların el ele vermesi gerektiğini vurgulamak yerinde olacaktır.
Bu kadın özgürlük ideolojisini başta bütün Ortadoğu olmak üzere özelde de kürdistan’ın toplumunda yaymak ve bir çıkış kapısı olarak bütün kadınlara mal etmek en kutsal görevlerin başında gelmektedir.
Bu vesileyle kadın toplumsallığın temel kök hücresi konumunda olmasından ötürü, toplun ahlaki ve politik şekillenmesi konularında da kendini bu alanda yetkinleştirmek ve güçlendirmek kaçınılmaz bir vektör konumunda olmaktadır. Çünkü bir toplumun gelişmişlik düzeyi genelde kadınının gelişmişlik düzeyiyle eş anlamlı ele alınır bu konuda da Kürt kadınınınım hem sosyal hem de askeri alanda gelişmişlik düzeyi hiçbir tapulununkiyle kıyaslanamayacak düzeyde gelişim gösterdiğini göstermiş bulunmaktadır. Kendisinin dünyanın her alanında örgütleyen ve bir konumda olan Kürt kadınları artık bütün ezilen halklar ve kadınların umudu konumuna geldiğini belirtebilirim. Artık o eskiden içinde bulunduğu ölüm uykusundan uyanan ve her türden eğemenlikli sisteme karşı boyun eğen kadın gerçekliği adım adım tarih sahnesinden silinmiş bulunuyor.
Bu bakımdan da ciddi bir uyanış ve diriliş gerçekleşmektedir. Kuşkusuz tüm bu gelinen düzeyi her şeyden önce Kürt özgürlük güneşi Önder APO ‘un verdiği eşsiz emek ve katkılarına dayalı geliştiğini vurgulamak en gerçekçi yaklaşım olacaktır. Kürt özgürlük hareketi ve kadın özgürlüğü eksenin de sağladığı görkemli gelişmeleri görüp her anlamda moral ve güç almak gerekir. Hem YJA star, YPJ ve HJRK güçleri olarak yaşadığımız bu devrim atmosferinde güçlerimizi her zamankinden daha çok birleştirip sosyal, ideolojik ve askeri alanda güçlü bir direniş ve mücadele sahibi olmamız önem taşımaktadır. İŞİD çetelerinin eliyle yapılan bütün kadın katliamlarının intikamını almak en anlamlı cevap olacaktır. Her gün basında yapılan röportajlarda ve verilen ŞENGALİ halkımızın demeçlerinden de anlaşıldığı gibi yüzlerce ŞENGALİ kadınların çeteler tarafından satıldığı, tecavüze uğradığı, akıbetleri beli olmayan bütün Kürt kadılarının intikamı adına öz savunma konumuna geçmek gerekecektir. Onca savunmasız insanların suçu neydi ki, inançlarından dolayı bu kadar pervasızca yaklaşmak en büyük vicdansızlıktır.
Bakın her gün haberlerde ve basın bültenlerinde de geçtiği gibi İŞİD çeteleri tarafından yüzlerce kadın ve çocuk kaçırıldığı belirtiliyor ve hepsi de Kürt çocukları, kadınlarıdır. Bunlara karşı sesiz kalan bütün ülkeler bu insanlık suçunun ortağıdır anlamına geliyor. Bu nedenlerden dolayı Kürt kadının savunma gücü olan YJA star, YPJ, YJRK güçlerinin hem güney Kürdistan’ın ŞENGAL bölgesinde, yine Rojava kürdistan da verdiği silahlı mücadele meşru bir savaş anlamına gelmektedir. Bana göre Kürt halkının yiğit evlatlarının her tür zorlu koşul altında verdiği silahlı mücadele her kes tarafından desteklenmesi ve takdir edilmesi gereken bir gerçektir. İŞİT saldırılarından kurtulan ve zor bela canlarını kurtaran bir çok insanın anlatımlarından geçiyor. Sayısız kürt insanı ve kadını teslimiyeti kabul etmemek için kendi bedenlerini diri diri uçurumlardan atanların sayısı halen bilinmemektedir. Bu anlamda kürt kadını Dersimde, Geliye Zilan da ve daha sayma gereğini duymadığım bir çok yerde yapılan katliamlarda inanç ve varlığı uğruna gösterdiği direniş, sergilediği yurtseverlik duruşu, günümüzde de ŞENGALLİ Kürt kadınları bu ruhu temsil ediyor. Kürt kadın tarihinde her zaman adlandırılan Zarife, Bese, Beritan ve Zilan’ların düşman yönelimlerine karşı teslimiyeti kabul etmemeleri günümüzde bir kez daha canlanmaktadır. Kendi toprak ve gelenek, göreneklerine bağlı olmanın en somut ifadesi olmaktadır. Kürt kadını gerçekten de onurlu ve gururlu bir karakter yapısına sahip olması her bakımdan toplumsal gelişmeye önemli katkılarda bulunmaktadır. Kendinde temsil etiği kürtlük kimliği ve onun mücadelesi sayesinde kayıp olmamıştır. Her ne kadar var olan resmi ideolojilerin asimilasyon politikalarına uğrayan bir toplumsal Kürt gerçekliği olsa da, Kürt kadının bu konuda ki bağlılığı dilimizin, dilimizin ve toplumsal gerçekliğimizin tarihten silinmemesine önemli katkıda bulunmuştur.
Günümüzde Kürdistan ülkesi üzerinde sürdürülmek istenilen talan ve şiddet yönelimlerine boyun eğmeyen bir Kürt toplumsal gerçekliğiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Elbette bu Kürt toplumunu nezlinde zihinsel anlamda ulaştığı aydınlanma ve ideolojik gelişmişlik düzeyinin belirlemektedir. Artık özgür kürdi demokratik ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma ekseninde kendinde yaratmış olduğu ahlaki ve politik bilinçle yakından alakalı olduğunu vurgulamak gerçekçi olacaktır. Bu anlamda hem Kürt özgürlük hareketimizin öncülüğünde gelişen mücadelenin sonuçları olarak sağlanan siyasallaşa, diğer yandan da kürdistan toplumunda öyle eskisi gibi her sömürgeci ve işgalci güçlere karşı teslimiyeti ve çözümsüzlüğü kabul etmeme durumu söz konusudur. Kürt halkı PKK gerçeğinde kendi kurtuluşunu ve gerçek özgürlük yolunu görmüştür. Dikkat edilirse dünya toplumları içinde en çok haksızlığa, uğrayan, varlığı ve kültürü tehdit altında olan Kürt tapulumu olmaktadır. Bütün bunlara karşı en çok ta varlık ve yokluk savaşında direnen, pes etmeyi bilmeyen bir ulusal Kürt gerçekliğine tanıklık etmemekteyiz. Bunların en bariz örneği Rojavada yaşlı anaların babaların ve eli silah tutabilen bütün insanlarımızın, düşman yönelimlerine karşı savaşın ön cephesinde mevzilenmelerdir. Bu direnişi görmezden gelmek mümkün olabilir mi? Sağlanan bu gelişmeler tarihi ve önemli kazanımlara yol açmaktadır.
Diyana Amanos
- Ayrıntılar
Dünyanın neresine gidersek gidelim anadil halkların en temel onur kaynağı ve sahiplendikleri değerleridir. Çünkü bir insan dil ile insan oluyor ve insan olma anı ise anadil ile başlayan bir süreç oluyor. “Sizin dillerinizin ve renklerinizin çeşitliliği Allah’ın ayetlerindendir” sözleri kutsal kitap Kuran’a ait. Öyle ki birçok farklı inanç ve siyasal yapılarda halkların dillerine özelde de anadillerine hep saygı gösterildiği iyi bilinir. Anadillerin horlandığı, yasaklandığı, hiçe sayıldığı, alay konusu yapıldığı tek siyasi yapı faşist devlet yapıları olmuşlardır. Faşizmin ise ne kadar karanlık bir siyasal yapı olduğunu herkes bilir. Faşizan yapıların ise “Ölü dillerin coğrafyası…” olduğu ya da böyle ölü coğrafyalar yarattıklarını unutmayalım.
Halbuki bizlerde biliyoruz ki “Dil, insanın insanlaşma sürecini ifade” eden en temel insan değeridir. “Dil kavramı, kültür kavramıyla sıkı bağlantılı olup esas olarak dar anlamında kültür alanının başat bir kavramıdır. Dil’i dar kültür olarak da tanımlamak mümkündür. Dilin kendisi bir toplumun kazandığı zihniyet, ahlak ve estetik duygu ve düşüncenin toplumsal birikimidir. Anlam ve duygunun bilince çıkmış, ifadeye kavuşmuş kimliksel, ansal varoluşudur. Dile kavuşan toplum, yaşamın güçlü gerekçesine sahip olmuş demektir.” Öyle ki Kültürü: “İnsan türüne özgü bilgi, inanç ve davranışlar bütünü ile bu bütünün parçası olan maddi nesnelerdir. Toplumsal yaşamın, dil, düşünce, gelenek, işaret sistemleri, kurumlar, yasalar, aletler, teknikler, sanat yapıtları gibi her türlü maddi ve düşünsel-ruhsal ürününü kapsamına alır” derken dilin ne kadar önemli bir oluşum sürecini ifade ettiğini dile getirmiş olurlar. Yine, “Uygarlıklar veya kültürler, tıpkı konuştuğumuz dil gibi, birer mirastırlar. Bir toplumda çatlak ve çukurların açılma eğilimine girdiği her seferinde her yerde hazır olan kültür bunları doldurmaktadır” denilmektedir. Peki, anadilin yasak olduğu, gelişmesine izin verilmediği yerlerde oluşan o çatlak ve çukurlar nasıl kapatılacaktır?
Saygın bir Türk aydının da ifade ettiği gibi: “Bilimsel araştırmalar bize eğitimin, çocuğun en iyi bildiği dil üstüne inşa edilmesi gerektiğini söylüyor. Dilbilimde ‘diller arası aktarım ilkesi’ diye tabir edilen bir ilke vardır; şu anlama gelir: Çocuk en iyi bildiği dilde okuryazarlık becerisi edindikten sonra, edindiği becerilerden ikinci bir dil öğrenirken faydalanır ve böylelikle ikinci, hatta üçüncü, dördüncü dilleri öğrenmesi kolaylaşır. Bu, çift taraflı işleyen bir ilkedir: Yani çocuk ikinci dilde edindiği becerilerden birinci dilini daha da çok geliştirmek üzere de faydalanabilir.” Bu gerçeklerin yanı sıra birde kendi dilini öğrenmeden, geliştirmeden büyüyen bir çocuğun yaşayacağı handikaplar nelerdir diye sorursak, acaba bilimsel araştırmaların verecekleri cevaplar nasıl olacaktır?
Bizler ruh biliminde biliyoruz ki, kendini sağlıklı ifade edemeyen bireyler büyük travmalarla yüz yüze gelirler. Yani hastalıklı olurlar. Bir toplumun bireyleri henüz küçük hatta çocuk yaştan itibaren hasta edilmesinin, hasta hale getirilmesinin hesabını peki kim verecektir?
“İnsanın doğumuyla kazandığı dil yeteneğinin ve öğrendiği anadilin, onu insan yapan ve herkesin saygı göstermesi gereken en temel değerlerden biri olduğunu bu vesile ile hatırlamamız lâzım” diyen üstelik bir Türk milliyetçisi olan bu sözlerin sahibi olan aydına ya da yazara katılmakla birlikte, peki insanı insan yapan bu temel değerden yoksun ve yoksul bırakılan, bırakılmasına da ısrarla çalışılan bir halkın evlatlarının da söyleyecekleri hiçbir şey olmaz mı? Ya da olmayacak mı?
Elbette: “Dil, ait olduğu kültürün en temel bileşenlerinden biridir. Kültürün toplumsal bir olgu olduğu düşünülürse, toplumsallığın iletişimle anlam bulduğu ve temel iletişim aracı olarak “DİL”in önemi kendiliğinden anlaşılacaktır.” Birde birçok aydının belirtiği, “uygarlığın en değerli kolektif keşfi” olan dilin hem de anadilin paha biçilmez bir keşif olduğu da ortadadır. Lakin kimileri bu insanlığın en büyük ortak değerini ısrarla yok etmek için, küçük düşürmek için ve de kullanılmaması için, tam bir kültürel soykırım temelinde politikalar yürüttüğünü unutmayalım.
Ama bizde yukarıda ifade ettiğimiz gibi biliyoruz ki insanlığın yarattığı en büyük değerlerden bir tanesi kesinlikle dil olmuştur. Başkan Apo’nun: “Toplumsal yaşamın ortaya çıkardığı güç ve vazgeçilmezlik kendini kanıtladıkça ve pratikleşme beyne yansıdıkça, düşünceden dile doğru bir gelişmenin de hızlandığı çok iyi bilinmektedir. İnsanlık tarihinde bu gelişmeye ilk ve en büyük devrim de denilmektedir” tespiti dilin tarihi köklerini berrak bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Şimdi bu düzeyde insanlığa büyük katkısı olmuş bir değeri insanlığa ya da insanlığın geleceğini sürdürecek olan çocuklara nasıl taşıracağız? Denilecek ki eğitim ile hem de dil eğitimiyle, anadil eğitimiyle. Ve denilecek ki bu olmazsa ya da yapılmaz ise bir toplumun bireyleri kesinlikle sağlıklı büyüyemeyecek ve hem ruhen hem de kültürel olarak sağlıksız olacaklardır. O zaman demek ki eğitim, toplumun sağlıklı işleyişi için olmazsa olmaz değerinde ve görevlerinden bir tanesi olduğu çok açık değil midir?
Birçok bilim adımı, dil uzmanı ve sosyolog toplumları incelerlerken özelde de bizim gibi sömürge toplumları incelerlerken şu tespitleri yaptıklarını biliyoruz: “Ezen ve ezilen arasındaki ilişkinin temel öğelerinden biri kural belirlemedir. Her kural belirleyiş, bir insanın başka bir insana seçimini dayatması demektir, bu da belirlenen insanın bilincini, belirleyeninkiyle uyumlu bir bilince dönüştürür. Böylelikle ezilenlerin davranışı belirlenmiş davranıştır, ezenin ilkelerini izler. Demektir... Ezilenler, yabancılaşmanın etkisiyle ne pahasına olursa olsun ezene benzemek, onu taklit etmek, onu izlemek isterler… Kültürel istilanın başarısı için, istilaya uğrayanların mutlak şekilde daha zayıf olduklarına ikan edilmeleri şarttır. Her şey karşıtını da içinde barındırdığı için, istilaya uğrayanlar kendilerini değersiz saydıkları ölçüde, zorunlu olarak istilacıların üstünlüğünü de tanımak durumda kalırlar. Böylece istilacıların değerleri istilaya uğrayanlar tarafından örnek alınmaya başlar. İstila ne kadar keskin vurgulanıyorsa, istilaya uğrayanlar kendi kültürlerinin ruhuna ve kendilerine ne kadar çok yabancılaşırsa, istilacılara o kadar çok benzemek, onlar gibi görünmek, onlar gibi konuşmak isterler.” Neden? Çünkü özelde bir toplumun temel kültürü olan diline yasaklar getirirler, hakaret yağdırırlar, sömürge altına alınmış toplumun kendi dilinde kendilerini eğitmesine, kendilerini ifade etmelerine izin vermezler. Özcesi öyle yaparlar ki toplum tümden gerçekten de kendisini değersiz görsün, kıymetsiz bilsin ve de sömürgecilere muhtaç olduğunu düşünsün. Çünkü gerçekten de: “Dilin sadece bir iletişim aracı değil, ayrıca ulusal varlık için bir düşünme yapısı da olduğunu kabul etmek gerekir. Dil, bir kültürdür.” Dile saldırılar gelişti mi orada kültüre ve toplumun ruhsal sahasına müdahale edilmiş oluyor. Yaralanan bir dil ve kültür yaralanan toplum ve insanlıktır.
O zaman yapılması gerekli olan bazı şeyleri elde etmek değildir. Hatta kimi yerde tırnak içerisinde özgürlüğünüzü de elde edebilirsiniz. Ama yapılması gereken çok daha fazla şey kesinlikle vardır. Bunların başında ise: “Zihinlerimizi sömürgecilikten ve sömürgelikten kurtarmalıyız.” Bunun için bu olmazsa olmaz bir görev ve hatta sahiplenilmesi gerekli bir onur meselesi olmalıdır.
Bu yapılmadıkça: “Kendi omuzları üzerinde başkalarının kafasını taşımaya-gezdirmeye razı” olanlar olarak her gün yeniden yeniden kültürel olarak soykırıma tabi tutulmaya devam edilecektir. İsimlerimiz Rojin ya da Helin’de olsa dilimiz ve dolayısıyla zihniyetimiz Asena, Alparslan, Han olmaya devam edecektir. Bunun da aşılması için: “Sömürge durumuna alışılamaz; demir bir yaka gibi ancak kırılabilir” diyerek Kürdistan'da onurumuz olan Anadilimizi sahiplenmesi kampanyasına en sert biçimde de olsa devam etmeliyiz.
Başkan Apo: “Kendi dili yazdıramayan, kullanamayan bir halk toplumu hor görülmeye layıktır” diyor. Ancak biz kesinlikle hor görülmeyi çoktan hak etmeyi aşmış bir halk olarak, bu hakaretlere karşı sonuna kadar direnmeli ve karşı koymalıyız.
“Dilin gelişkinlik düzeyi yaşamın gelişkinlik düzeyidir. Bir toplum ne kadar anadilini geliştirmişse o denli yaşam düzeyini geliştiriyor demektir. Ne kadar dilini yitirmeyle ve başka dillerin hegemonyası altına girmeyle karşılaşmışsa o denli sömürgeleşmiş, asimilasyona ve soykırıma uğramış demektir. Bu gerçekliği yaşayan toplumların zihniyet, ahlak ve estetikçe anlamlı bir yaşamları olmayacağı; trajik, hasta bir toplum olarak silininceye dek yaşamaya mahkûm kalacakları açıktır. Anlam, estetik ve ahlak yitimini yaşayan toplumların kurumsal değerleri ancak sömürgenlerin hammaddesi olarak işlenecekleri de bu açık olmanın bir gereğidir.”
Kürt halkı 40 yıllık kesintisiz mücadelesiyle sömürgecilerin hammaddesi olmayacaklarını verdikleri binlerce şehit kanıyla ortaya koymuşlardır. O zaman tarihin bu önemli anında, TC devletinin anadilimizi engelleme girişimlerine ve onlarca hakaretlerine karşı topyekûn bir yürek olarak; her yerde, her cephede en sert karşı koymaya kendimizi hazırlayarak, anadil verecek okullarımızı mutlaka korumalı ve sahiplenmeliyiz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Eylül günü saat 13:00'da gerilla güçlerimiz Şengal'in Gabare köyünde iki suikast eylemi gerçekleştirmiştir. Burada iki Daiş çetesi öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Kadını öncelikle tanımlamak, toplumsal yaşam içindeki rolünü belirlemek doğru yaşam için esastır. Bu yargıyı biyolojik özellikleri ve toplumsal statüsü açısından belirtmiyoruz. Varlık olarak kadın kavramı önemlidir. Kadın tanımlandığı oranda erkeği tanımlamak olasılık dahiline girer. Erkekten yola çıkarak kadını ve yaşamı doğru olarak tanımlayamayız. Kadının doğal varlığı daha merkezi bir konumdadır. Biyolojik açıdan da bu böyledir. Erkek egemen toplumun kadın statüsünü alabildiğine düşürmesi ve silikleştirmesi, kadın gerçekliğini kavramamızı engellememelidir. Yaşamın doğası kadınla daha çok bağlantılıdır. Buraya kadar Kadının toplumsal yaşamdan alabildiğine dışlanması bu gerçeği yanılamaz, tersine doğrular. Erkeğin zorbaca yok edici gücü, kadın şahsında aslında yaşama saldırmaktadır. Toplumsal egemen olarak erkeğin yaşam düşmanlığı, yok ediciliği, yaşadığı toplumsal gerçekliğiyle yakından bağlantılıdır. Bu yargımızı evrenselleştirirken enerji-madde ikilemini esas alabiliriz. Enerji, maddeye göre daha esastır. Maddenin kendisi yapı sallaşmış enerjidir. Enerjiyi saklamak, varlıksallaştırmak için form kazanmış biçimi oluyor. Madde bu özelliğiyle enerjiyi kafeslemekte, akışkanlığını dondurmaktadır. Her madde formunun enerji payı farklıdır. Zaten bu enerji farklılığı; maddi formların, yapıların farklılığını belirlemektedir. Kadın maddesindeki, formundaki enerjiyle erkek maddesindeki enerji farklıdır. Kadında taşınan enerji hem daha fazla hem de niteliği farklıdır. Bu farklılığı doğuran kadın formudur. Toplumsal doğada erkek enerjisi iktidar aygıtlarına dönüştüğünde maddi formlar, biçimler halini alır. Biçimler tüm evrende soğumuş enerji olarak tutucudur. Toplumda egemen erkek olmak, iktidar biçimciliği haline gelmektir. Taşıdığı enerji ağırlıklı olarak form kazanmıştır. Form haline dönüşmeyen enerji azdır ve çok az kişilikte yaşanır. Kadında ise ağırlıklı olarak enerji form haline, biçimselliğe gelmez. Enerjisi akışkan halini korur. Erkek formunda, kafesinde tutuklanmazsa yaşam enerjisi olarak akışkanlığını sürdürür. Dondurulmamış kadındaki güzellik, şiirsellik, tını kabiliyeti (anlam potansiyeli) bu ağır basan enerji haliyle yakından bağlantılıdır. Bu gerçekliği kavramak için canlı yaşamı daha derinliğine kavramak gerekir. Bu felsefi perspektifle kadına yöneldiğimizde de anlamlı yaşamın kadınla bağını iyi, doğru, güzel yanlarıyla geliştirmek gerektiği sonucuna varılabilir.
Reber APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Eylül günü saat 01:00'de gerillalarımız Şengal Merkezde bulunan ve Daiş çetelerinin üs olarak kullandığı Şemdin Gazinosuna 3 koldan kapsamlı bir eylem gerçekleştirmişti. Şehit Armanç ve Şehit Roni yoldaşlarımızın anısına gerçekleşen bu eylemde 1. Kol güvenlik çadırlarını hedef almış ve etkili vurarak çok sayıda çeteyi öldürmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 21 Eylül günü (bugün) saat 01:00'de gerillalarımız Şengal Merkezde bulunan ve Daiş çetelerinin üs olarak kullandığı Şemdin Gazinosuna 3 koldan kapsamlı bir eylem gerçekleştirmiştir. Şehit Armanç ve Şehit Roni yoldaşlarımızın misillemesi için gerçekleştirilen bu eylemde çok sayıda çete üyesi öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Eylül günü akşam saat 19:00'da Şengal'e bağlı Herdan köyü mıntıkasında Gerilla güçlerimiz ile Daiş çeteleri arasında bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Bu Eylül Xakurke alanında hava saldırısı sonucu yaşanan toplu şahadetin ikinci yılı tamamlanmaktadır. Şahadet yıldönümü vesilesiyle burada şehit düşen 11 yoldaşımızı saygıyla anıyor ve anılarına bağlılığı mücadele kararlılığımız olarak ele alıyoruz. Bu şehitlerimiz içinde devrim mücadelemizde önemli süreçlerin sorumluluğunu üstlenmiş, öncülük yapmış yoldaşlar olduğu gibi gelişme ve yetkinleşme aşamasında olanlar, yine devrimin yükünü omuzlamaya kararlı yeni ve genç arkadaşlarımız da bulunmaktadır. En eski ve en yeni arkadaşlarımızdan oluşan bu şahadet gerçeği PKK’nin özünü ve karakterini de ifade etmektedir. Bu şehitlerimiz hem mücadelemize yıllarca kattıkları emek ve yarattıkları örgüt gücü ile, hem de her birinde somutlaşan devrimci özgür kişilikle bizler için örnek alınması ve mücadele çizgileri yaşatılması şart olan kişiliklerdir. İzlerinden yürümek kadar onlardan güç ve mücadele azmi alıyoruz. Aynı zamanda mücadelenin bugünkü gücüne ulaşmasında büyük çaba sahibi yoldaşlarımız olmaları itibariyle mücadeleyi güçlendirmek ve onlar şahsında somutlaşan özgürlüğü tüm halka taşırmak onlara vicdan ve yoldaşlık borcumuzdur. Henüz genç ve gelişim aşamasında olan yoldaşlarımız şahsında da onların devrim ve özgürlük hayallerini kaldıkları yerden devam ettirmek ve özgür geleceği kurmak yoldaşlık sözümüzdür.
Rüstem, Çiçek, Rozerin, Alişer, Dicle, Nazlıcan, Xebat, Amara, Roj Amara, Eşref, Erdal yoldaşların her birinin mücadelemize kattığı büyük bir güç olmuş ve şahadetleri bizler açısından özgürlüğü mutlaka zafere taşıma gerekçesi olmaktadır. Her bir arkadaş mücadeleye kattıklarıyla her an örnek olarak önümüzde duran arkadaşlardır. Şahadetlerinin üzerinden iki yıl geçmiş olsa da, anıları, şahadetleri henüz dün olmuş kadar hafızamızda canlıdır. Bu yönüyle onlara yoldaşlık sözümüz günlük mücadelemize yön veriyor ve özgürlük düşmanı güçlere karşı öfkemizi biliyor.
Onları anlatmak ise birkaç satıra sığdırılamaz, her birinin mücadele yürüyüşü romanlara konu olacak, ezgilerle türküleşecek kadar fedakârlık ve kahramanlıklarla doludur. Her biri filmlere, konu olabilecek kişilik ve mücadele çizgisidirler. PKK’de yaşanan kahramanlıkları söze sığdıramayız. Bu yüzden her bir şehit yoldaşı anlatmak istediğimizde onları yıllarca tanıyor olsak bile söyleyecek tek bir kelime bulamayız. Bu aklımızdan sözler gelip geçmediğinden değil, aklımıza gelen sözlerin içimizdeki duyguları ifadeye yetmediğindendir. Kelimelerin onlarda somutlaşan kahramanlığı, devrim emekçiliğini, özgürlük ruhunu ifade etmeye yetmediğindendir. Bu nedenle onları anlatmak ancak sanat diliyle olabilir. Daha da anlamlısı onlardan öğrendiklerimizi mücadele çizgimizde ve yaşam tarzımızda somutlaştırmakla olur.Bu yazıda Onlara dair dile getireceklerimiz, her biri yirmi yıllık devrim militanı, özgürlük öncüsü olan bu arkadaşları anlatmaya yetmeyecektir.Dile getireceklerimiz şahadet yıldönümünde Onları anarak anılarına bağlılık sözümüzü yenilemek, mücadele çizgilerinin takipçilere olarak Onların mücadele ve kişiliklerinden daha fazla şey öğrenmeye çalışmak olacaktır….
Çiçek yoldaş, silahlı mücadelenin yeni başladığı ve hareketimizin henüz halk içinde yeni tanınmaya başladığı süreçte mücadeleyle tanışmış bir arkadaştır. Hareketi tanıdıktan kısa bir süre sonra aktif katılımı esas almış ve bir süre sonra da gerilla saflarına katılım sağlamıştır. Çiçek arkadaşta somutlaşan Botan kadınının özgür ruhudur. Botan kadınının doğal, kendine güvenen, yaşam derinliği olan özünü temsil ettiği gibi, gerilla olarak da çoğunlukla Botan’da kaldığı için temel şekillenmesini burada almıştır. Bu yönden de Botan gerillasının direngen karakterinin ifadesidir. Doğal toplum özelliklerinden kopmamış, doğaya ve insana karşı duyarlı ve incelikli yaklaşımı öne çıkan temel özelliklerindendir. Yine mütevazi olduğu kadar kendine güvenen bir duruşa sahiptir. Attığı adımların sağlamlığından ve doğruluğundan emindir, sonucun nasıl gelişebileceğinin yaşam tecrübesi ve deneyiminin gücüyle bilincindedir. Yaşam ve mücadele tecrübesi büyük bir birikim yaratmış ve bu da yaptığı her işte doğru yol ve yöntemle hareket etmesinin ve başarıyı sağlamasının temelini oluşturmuştur.
Çiçek yoldaş mücadelenin hep en zorlu alanlarında kalmıştı. Savaşın en kızgın olduğu anlarda hep savaşın ön cephesinde öncü ve komutan olarak katılmıştı. Kadın ordulaşmasının ilk günlerinden, kadın hareketinin partileşme süreçleri ve konfederal sistem olarak kendini örgütleyecek güce ulaştığı günümüze kadar kadın hareketinin en önde gelen militanlarından ve öncülerindendir. Komuta kişiliği olarak her işe önemli önemsiz ayrımı yapmadan büyük bir ciddiyet ve hassasiyetle yaklaşmayı esas almış, her görev ve sorumluluğu büyük bir coşku ve heyecanla yerine getirmeye çalışmıştır. Diğer taraftan, yorgunluk nedir bilmez, emekçilikte örnek olduğu gibi, ruh olarak gençlik ruhunu ve canlılığını her gün daha da büyüterek katılmıştır. Yaşam sevinci ve coşkusu yaptığı her işe yansımış, canlı bir karakter şekillenmesi yaratmıştır. Şehit düştüğünde 22 yıllık bir gerillaydı. O katıldıktan yıllar sonra doğup büyüyen genç gerillalara 22 yılın tecrübesiyle komutanlık ve öncülük ediyor ve tecrübelerini aktarıyordu.
Rüstem arkadaş da mücadelede geçmiş bir ömrün ifadesidir. Rojava’dan mücadelemize katılan en eski arkadaşlarımızdandır. Mücadelenin değişik çalışma sahalarında çalışma yürütmüş ve öncülük yapmıştır. Gerilla pratiğinden, siyasal çalışmalara ve ideolojik çalışmalara kadar değişik çalışma alanlarında öncülük düzeyinde katılmış ve sorumluluk üstlenmiştir. Bu alanlarda sağlanan gelişmelerde Rüstem arkadaşın emeğinin büyük payı vardır. Bu çok yönlü katılım hem büyük bir birikim ve yetkinlik gerektirdiği gibi Rüstem arkadaş da kendini çok yönlü yetkinleştirmiş ve birikim sahibi kılmıştır. Bu birikim ve tecrübeyle örgütün önemli bir yükünü omuzlamıştır. Diğer taraftan ise mütevazi ve sakin bir karaktere sahiptir. Kendine güvenli, ne yaptığını bilen, mütevazi, sakin karakteriyle ve yaptığı çalışmaya adanmışlık düzeyiyle günümüzün derviş kişiliği en fazla onda somutlaşmıştır demek yerindedir. Bir derviş gibi Önderlik paradigmasını anlamak ve anlatma çalışmasına kendini adamış ve ideolojik çalışmaların gelişmesinde büyük emek sahibi olmuştur.
Rozerin arkadaş, Çiçek arkadaş gibi savaşın içinde büyümüş ve özgürlüğü karakterine işlemiş bir kişiliktir. Çok genç yaşta katılmış ve savaşın çok kızgın olduğu süreçlerde hep ön saflarda yer almıştır. Savaş içinde iradesini bileyerek büyümüş ve kişilik kazanmış bir arkadaştır. Yok oluş dayatılan bir halkın varlığı için savaş vermek, özgürlüğü savaştan süzmek Rozerin arkadaşın karakterinin temel çizgilerini belirlemektedir. Rozerin arkadaş, yaşamın tüm yönlerine büyük bir ciddiyetle ve hassasiyetle yaklaşırdı. Olgun duruşuyla, mütevazi karakteri ve emekçiliğiyle tüm arkadaşlar üzerinde büyük bir ağırlığı ve saygınlığı vardı. Rozerin arkadaşa tüm arkadaşlar büyük bir saygı ve sevgiyle yaklaşırlardı. Yaşam tecrübesi ve olgun duruşuyla kendisinden çok şeyler öğrenilecek bir derya olduğu duruşundan hissedilirdi. Rozerin ve Çiçek arkadaşlar yıllarca aynı alanda Botan’da mücadele etmişler, savaşta en ön cephede yer almışlar ve kadın komutanlaşmasının örnek kişilikleri olmuşlardır. Adeta birbirini tamamlayan bir mücadele çizgisinin ifadesidirler. Onların tarzından ortak mücadele ve birbirlerini tamamlamalarının yarattığı gücün sınırsızlığını öğrendiğimiz gibi birlikte şehit düşmelerinin de bize anlattığı derin bir anlam var.
Alişer yoldaş, mücadelemizde bir direniş geleneği temsilcisidir. Koçgiri’nin direngen karakteri Onunla PKK mücadelesine akmıştır. Tüm zorluklara karşı direniş karakterinin temel özelliğidir. Dersim Koçgiri alanlarında gerilla öncülüğü ve komutanlığı yapmış, direngen karakteri ve cesaretiyle bir sembol olmuştur. Diğer taraftan ideolojide derinleşmeyi kendine temel bir mücadele alanı olarak esas almış ve bu konuda hep arayışçı olduğu kadar ulaştığı doğruları arkadaşlarla paylaşma ve aktarma konusunda çaba sahibi olmuştur. Önderlik paradigmasını anlama, anlatma ve uygulamada büyük bir ısrarın sahibi olmuştur. Yıllara varan mücadelesinde yılmak ve yorulmak bilmez bir azimle mücadeleye öncülük etmiş ve gerillanın ön saflarında yer almakta ısrarcı olmuştur. Bu azmi ona veren gerillacılığı yaşam çizgisi ve özgürlüğün tek umudu olarak görmesidir. Bu anlamıyla yılların yıpratmadığı, yoramadığı bir direnç ve irade ifadesidir Alişer yoldaş.
Dicle yoldaş, bir gerilla direniş hikayesidir. Genç yaşta gerilla saflarına katılmış, hep sıcak savaş ortamında kalmış ve savaş içinde şekillenmiştir. Dicle yoldaş deyince aklımıza ilk gelen Zagros gerillacılığıdır. Gerilla mücadelesinin uzun yıllarını Zagroslarda geçirmiş ve Zagrosların asi ve engin coğrafyasına hayranlığını hep yüreğinde taşıyarak mücadele azmi biriktirmiştir. Zagrosların eşsiz güzelliğinden öte onlarca kahraman yoldaşla yoldaşlık etmiş olmanın, kahramanlıklara tanıklık etmenin getirdiği yürek derinliğiyle mücadeleye katılımı esas almıştır. Dicle yoldaş bir yandan ince bir ruh ve yoldaşlık bağlılığı, bir yandan direngen ve savaşçı bir kadın militanı, bir yandan herkesle alıp verebilen herkesin dünyasına girebilen bir paylaşımcı, bir yandan bazen esprileriyle herkesi güldüren, bazen de anıları ve örnekleriyle herkesi derin duygulara sürükleyen renkli bir dünyadır.
Nazlıcan yoldaş, mücadele içinde hızla kendini geliştirmiş bir yoldaşımızdır. Güler yüzlülük, cana yakınlık, herkesle alıp verebilen bir kapsayıcı karakter, sorunlar karşısında sabır ve yaratıcı çözüm bulma onun temel özellikleridir. Hemen her konuda yeteneği olan bir arkadaş olduğu gibi bilmediği konularda çekimser ve kaygılı yaklaşmaz, merak eder, ilgilenir, anlamaya yönelik sorular sorar ve kısa sürede öğrenirdi. Saz çalar, şarkılar dilinden eksik olmaz, şiir yazardı, dahası günlük yaşamda gerekli olan her bilgi ve beceri onda vardı. Her işe gönüllü ve moralli girer ve mutlaka üstesinden gelirdi. İnce ruhu ve paylaşımcılığıyla ayrıca yaratıcılığı ve çalışma azmiyle onu gören herkesi kısa sürede etkiler ve mutlaka herkeste onu hatırlatacak bir iz bırakırdı. Büyük bir ısrarla gittiği Botan’da kişiliğinin güçlü yanlarını savaşın sıcaklığında sınayarak daha da pekiştirmişti. Botan’ın coğrafyasıyla bütünleşmiş ve o coğrafyaya hayran olmuştu ve savaş yoldaşlığının sıcaklığında duyguda ve ruhta derinliği yakalamıştı. Şehit düştüğü zamanda Xakurke alanına henüz bir haftadır gitmişti, buna rağmen kaldığı bölükteki arkadaşları bir haftada etkilemiş ve ortak bağ kurmuştu.
Amara yoldaşta gelişme potansiyeli yüksek yoldaşlarımızdandı. Hareketimize katıldıktan sonra hızla pratik yetkinlik ve tecrübe kazanmıştı. Daha çok Zagroslarda kalmış, 1 Haziran hamle sürecinde savaşın tekrar kızgınlaştığı süreçte aktif rol oynamıştı. Pratiğe sağlıkçı olarak katılmış, bunu kendisi açısından devrimci sorumluluklarını yerine getirme ve yoldaşlık görevi olarak ele alarak, gerektiğinde hassas, gerektiğinde büyük bir cesaret ve fedakarlık göstermiştir. Sağlıkçı olarak birçok eyleme katılmış ve en kritik koşullarda yaralı arkadaşları kurtarmak için büyük bir cesaret ve fedakarlık göstermiştir. Bu çabasıyla birçok arkadaşın hayatını kurtarmıştır. Hassas, incelikli yaklaşımlarıyla ve cesaretiyle tüm arkadaşların güvenini ve saygısını kazanmıştır. Yine Xebat arkadaş adı gibi emekçiliğiyle yoldaşlar tarafından sevilen ve saygı duyulan bir arkadaştır. Roj Amara yoldaş ise zindandan çıktıktan sonra yönünü özgürlük mekanı dağlara dönmüş, fakat daha özlemini çektiği dağlara doyamadan şehit düşmüştür. Erdal ve Eşref arkadaşlar ise mücadele saflarına yeni katılmış, özgürlüğü yeni solumanın heyecanında ve mücadeleye güç katma iddiasında olan yoldaşlardı. Bu yoldaşların erken şahadeti bizleri Onların hayal ettiği mücadeleyi onlar yerine yükseltmeyi şart kılmaktadır.
Xakurke Eylül şehitlerini kişiliklerinde öne çıkan yönleriyle bu şekilde ifade ederken, başta da belirttiğim gibi bu satırlar onları anlatmaya asla yetmez. En eski arkadaşlarımızdan en yenisine her birinden öğreneceğimiz derya kadar gerçeklik var. Her biri kendi karakterinde somutlaşan özellikleriyle bir derya olduğu gibi bir araya gelişleriyle bir özgürlük deryasını PKK hakikatini ifade etmektedirler. Bizlere düşen onlardan öğrenmek ve mücadelemizi onlardan aldığımız güçle yükseltmektir.
Rojin Ruken
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 18 Eylül bugün sabah saat 6:30 da Şengal-Tıl Hemis anayolu üzerinde bulunun Şilo nahyesi civarında Daiş çetelerine ait bir nizamiyeye gerillalarımızca tarafından ağır silahlarla ateş açılmıştır.
- Ayrıntılar