Basına ve Kamuoyuna!
1. 11 Ekim günü saat 10:30 ile 11:00 arasında işgalci TC ordusunun denetiminde bulunan Oremar karakolundan Şehit Gafur ve Şehit Rehime alanlarına yönelik yoğun obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman gerçekleşmiştir.
- Ayrıntılar
Kürdistan bugün tarihinin en büyük dönemeçlerinde birini yaşıyor. Dönemeçlerin ikili karakteri vardır. Olumluya ve de olumsuzluğa doğru kayma karakteri, ihtimali…
Kürdistan Özgürlük Mücadelesi tarihinde bu denli gözle görülür ve elle tutulur bir devrim süreci az yaşanmıştır. Hiç şüphe yoktur ki bir 1990’ların başında ve birde 2000’lerin başlarında da böyle iki süreç yaşanmıştı.İlkini ihanetçi ve işbirlikçi çizgi diye tabir ettiğimiz, hem bölgesel hem uluslararası güçleriyle işbirliği içerisinde, TC devletiyle ortaklaşa Özgürlük Hareketine saldırarak bu tarihi fırsatın kaçmasına yol açılmış, bir diğer tarihi fırsatı ise Özgürlük Hareketi içerisinde çıkmış provokatör, işbirlikçi ve bozguncu çeteciliğin uluslararası güçlerle içine girdikleri alçakça ihanet ile engellenmişti. Özgürlük mücadelesinin tarihinde ortaya çıkan yeni tarihi bir fırsat ise şimdi yaşanan an’dır.
Kuzey Kürdistan'da 2012 yılında verilen görkemli gerilla direnişi ile TC devletinin tüm faşizan planları boşa çıkartılarak tarihi bir momentum yakalanırken, Rojava’da özgürlük mücadelesi 19 Temmuz 2012 devrimiyle cisimleşmiş bir hale gelmiştir. Rojava Devrimi her geçen gün gelişirken 2014 yılında özgürlük mücadelesi Kürdistan’a yayılarak ilk kez tüm Kürdistan’ı bir devrim sürecine sokmuştur.
Tarihi an, devrimci durum, derin kaos, yeni durum gibi birçok ifadeyi bu tarihi momentumda kullanmak dile gelen bu tarihi dönemecin kendisidir. Bu dönemeçte ilk kez Kürdistan’ın tümü özgürlük mücadelesinin dalgasıyla bir devrim dalgasına girdiğini Ortadoğu’da siyasetle uğraşan herkes görmüştür.
Rojava Devrimi kazanımlarını giderek sağlamlaştırılırken, kuzey her geçen gün daha köklü hale gelmekte, Güney’in derinliklerine yayılan devrim süreci ise hiç şüphe yoktur ki Doğu Kürdistan’a da yayılacaktır.
Uluslararası güçler Kürt Özgürlük Mücadelesine karşı yaşadığı ideolojik çelişki ve çatışmalardan dolayı bugüne kadar sürekli bir karşıt pozisyonda yerini alarak hep karşı hamleler içerisinde olmuştur. Kapitalist modernist güçler henüz 1980’lerin ortalarında özgürlük hareketine karşı Avrupa’da savaş açarak, peşinden ise terörist ilan edebilmek için onlarca militanına karşı kirli operasyonlar yürüterek yıllarca tutsak almışlardı. Bununla yapılmak istenen Kürtler içerisinde her geçen gün gelişen ve Kürt halkının sempatisini kazanan bu gelişim trendini durdurmak, yapabilirler ise içlerinde çatlaklar oluşturarak parçalamaktı. Bunu bu güçler başaramadılar. Kazanan özgürlük mücadelesi olmuştu.
Daha sert bir saldırı ise Kapitalist modernist güçler 1992 yılında yukarıda ifade ettiğimiz Güney Savaşıyla gerçekleştirmişlerdi. 1992 yılında güneyin etkili iki gücünü bir araya getirerek, federal bir Kürdistan’ı da onlara vaat ederek, özgürlük hareketinin üzerine sürmüşlerdi. Unutulmasın ki Federal Kürdistan’ın o yıllarda aldığı ilk karar PKK’nin Güney Kürdistan'da çıkması gerektiği kararıydı.
Belki de 1992 yılından da daha kalıcı olan başka kapitalist modernite güçlerinin bir saldırısı ise 9 Ekim 1998 gerçekleştirilmiş olan uluslararası komplodur. Hatırlanmalıdır ki 17 Eylül 1998 yılında Washington’da güney Kürtlerinin iki etkili gücü ile TC devletinin ortaklaşa ABD’nin öncülüğünde bir araya gelerek özgürlük hareketini terör örgütü ilan ederek, uluslara arası komplonun başlatılmasına ve bunun sonucunda Rêber Apo’nun tutsak alınma sürecine kadar götürmüşlerdi.
Sözü uzatmadan belirtelim ki; özgürlük mücadelesini kapitalist modernist güçler ile bölgenin faşizan sömürgeci güçleri yine gerici, işbirlikçi egemen ve kendisine güvensiz ilkel milliyetçi Kürt güçleri ortaklaşa hep boğmak için büyük bir çaba içerisinde olmuşlardı. Saldırılar böyle olsa da büyük bir inat, irade, dayanıklık, cesaret, inanç ve bilinç yoğunlaşmasıyla bugüne kadar özgürlük hareketi Devrim umudunu diri tutarak gelmesini bilmiştir. Onlarca badireden geçen özgürlük hareketi, verdiği binlerce şehit ve onlarca halk direnişi ile yeniden tarihi bir an’ı yeniden yakalamıştır. Bu tarihi an ise Kürdistan Devrimi’nin en son etabı ve konağıdır.
Bugün Ortadoğu’da Kürtlere karşı yapılan tüm saldırıların altında yatan esas nedenler işte bu gerçeklerdir. Kürtlere karşı uluslararası toplama çete örgütünün saldırtılmasının altında yatan gerçeklik işte yine budur. TC devletinin DAİŞ denilen örgüte destek sunmasının altında yatan neden işte budur. DAİŞ gibi insanlık düşmanı bir örgüte karşı uluslararası kapitalist modernist güçlerin susması ve göz yummasının nedeni işte budur.
Tarih her zaman yazılmaz. Tarihi yazmak dönemeçlerde gerçekleşir. Tarihi bu dönemeci sağlam limanlara götürmek istiyorsak, o zaman tarihi an bugün diyerek tüm yüreğimizle, beynimizle, cesaret ve fedakarlığımızla bu an’a yüklenerek, bu tarihi an’a Kürdistan Devrimi’ni sığdırmasını bilmez isek, bu tarihi an’ı her zaman tersine çevirmek isteyen, Kürt halkına karşı düşmanlık temelinde ortaklaşanlar aynen bugün Kobanê’ye saldırdıkları gibi yeniden Kürt halkının yarattığı değerlere farklı yerlerde, cephelerde yeniden yeniden saldıracaklardır.
Evet, Dönemeçlerin ikili karakterleri vardır. Olumluya ve de olumsuzluğa doğru kayma ihtimali… Tarih her zaman yazılmaz. Tarih yazmak isteyenler, tarihe altın harflerle isimlerini geçirmek isteyenler Özgürlük saflarına, Kobanê’ye Tarih yazmak için akmalı…
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 10 Ekim günü sabah saat 8.00'de Kerkük'e bağlı Dakok kasabasının Banşaxê köyünde YJA-Star Kerkük gücümüz tarafından suikast, ağır ve orta silahlarla çetelere yönelik bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 11 Ekim günü (bugün) saat 05:30'da gerilla güçlerimiz ile Şengal Direniş Birlikleri (YBŞ) Şengal yolu üzerinde Daiş çetelerinin konvoyuna bir pusu eylemi gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına Ve Kamuoyuna!
1. 9 Ekim günü saat 00:00 ile 02:00 arası Gerillalarımız ile Peşmerge güçleri Kerkük'e bağlı Vahde köyünde Daiş çetelerine yönelik ağır silahlarla bir eylem gerçekleştirmiştir. Burada net olarak 3 Daiş çetesi öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına Kamuoyuna!
9 Ekim günü (bugün) sabaha karşı saat 01:00'de gerilla güçlerimiz ile Şengal Direniş Birlikleri (YBŞ) Şengal'e bağlı Xayale köyünde 15 Daiş çetesinin konumlandığı bir eve yakın mesafeden ağır ve ferdi silahlarla bir eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Şengal'in kuzeyin 26 Eylül tarihinde yoğunlaşan çatışmalar HPG Şengal Komutanlığımız tarafından açıklanmıştı.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Ekim günü gerillalarımız Kerkük'e bağlı Vahde köyünde Daiş çetelerine yönelik bir suikast eylemi gerçekleştirmiştir. Gerçekleştirilen bu eylemde 1 çete öldürmüştür.
- Ayrıntılar
Mücadele ve savaş gerçeklerimizin ruhuna, bilincine ve kişiliğine gittikçe daha fazla yaklaşıyor, dönüşümü adım adım sağlıyorsunuz. Lanetli geçmişinizi ve ne kadar hastalıklı olduğunuzu biliyoruz. Bunun bir kader olmadığını, çıkışın bir yerden mümkün olduğunu, fakat bunun şimdiye kadar sandığınız gibi olmadığını, doğru yolun yöntemin farklı olduğunu da biliyoruz.
İlk adımların sağlam gelişmesi için büyük çaba gösterdik. Hemen her an bu işin inancını ve bilincini geliştirdim, bu işin pratik gereklerini olağanüstü diyebileceğim bir tarzda yapmaya çalıştım. Ancak yoldaş diye bellediklerimizin inanılmaz saflıkları, hamlıkları, kayıtsızlıkları, ilgisizlikleri ve her türlü yetmezlikleri umduğumuzun ve beklediğimizin dışında birçok olumsuz gelişmeye yol açıyor. Bir yerde neredeyse düşmanı bir tarafa bırakıp kendimizle uğraşıyoruz. Demek ki, lanetli olmak bu sonuçları doğuruyor. Bu kadar ayıplı, bu kadar düşmüş bir toplumdan bunlar çıkabilir. Bizim bütün umudumuz bu durumu yerinde kavrayacağınız, yolu hızlı ve keskin adımlarla tutturabileceğinizdi. Bizde önemli olanın tempo ve tarz olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Bu lanetli durumdan kurtulmanın tek çaresi doğru tarz, doğru tutum ve doğru tempodur. Yeterli tempo olmadan, bu durumdan sağ çıkmak mümkün değildir. İsyanlar ve mücadele tarihimiz bunu çok açıkça gösteriyor.
Korkunç yenilgili kişilikler kendini Önderlik gerçeğine yansıtırsa, belanın en büyüğü ortaya çıkar. Bu her devrimde biraz yaşanıyor, ama bizimki kadar ağır ve sancılı değildir. Bizimki kadar kendini uğraştıran bir devrim örneği bulmak gerçekten zordur. Fransız Devrimi'nde, İslam Devrimi'nde, Ekim Devrimi'nde sapmalar ve birbirleriyle savaşmalar çok yoğundur. Ama yine de onların tarzı anlaşılır ve bir yerinde yer alınıp gereken neyse rahatça yapılabilir; bu ister şu safta, ister bu safta olabilir. Biz de ise muğlak, karmaşık ve çok yanılgılı bir duruş var; hangi kişinin neye oynadığı ve kimi tuttuğu belli değildir. Kendini o kadar karmaşık hale getirmiş, o kadar nitelikten uzak ki, neye hizmet ettiğini kendisi de kestiremiyor. Hangi çizgiyi, hangi politikayı yürütüyor ve bunu pratiğe nasıl yansıtıyor, farkında bile değildir. Çaresizlik de işte buradadır.
Muğlaklık ve netsizlik dediğimiz yaklaşımlarınızın uzun süre devam etmesi çok belirgin bir özelliğiniz oluyor. Yetersiz yaklaşımlarla çabanızın neye hizmet ettiğini, kime yol aldırdığını görememe durumunuz var. Biz buna karşı başından beri çok tedbirliydik, olağanüstü bir sınıf çizgisini uyguluyorduk, çok hassastık. Emeğin lehine herkesi çatıştırmada çok üstün bir uygulayıcıydık. Maalesef en proleterim, en yoksul kökenliyim, en emeğe bağlı olanım diyeni de dahil olmak üzere, kime nasıl çalıştığını kestiremeyenler neredeyse bizde ağırlıklı bir kesimi oluşturuyor. En tuhaf olanı da bu gerçekleri bir an önce görüp bir türlü sınıf çizgisine gelemeyişinizdir. Muğlaklığın, kafa karışıklığının neye ne kadar hizmet ettiğini tam kestirememe sonucunda yılları adeta çarçur etme ortaya çıkıyor. Bunu yaşamanız insanı umutsuz kılıyor veya yazık ediyorlar diyecek noktaya getiriyor. Gamsızsınız, fazla endişeleriniz yoktur. Çizgi de söz konusu olsa, kendinizi çaresiz bırakıyorsunuz. Çizgi savaşımı için yerinde ve zamanında çalışıyoruz. Sizin ise onun sonuç almasına kendinizi vermeniz şurada kalsın, çizgi savaşımı neredeyse aklınıza bile gelmiyor. O zaman sizlerle ne yapacağız? Kendinizi yormazsanız, savaşı yoğunlaştırmazsanız sizi nasıl yaşatacak, öncülük yapılmadan nasıl savaştıracağız?
Toplumumuz sonuna kadar teslim olmaya yatmış bir toplumdur. Siz ise bu durumu parti içinde adeta düşmanın topluma dayattığı teslimiyetin yansımaları olarak yaşıyorsunuz. Direngenliğin, karşı koymanın kişiliğini sergilemiyorsunuz. Yaşama ve örgütlenmeye yansıyan, özellikle daha çok düşman gerçeği ve onun tanınmaz hale getirdiği kişiliktir. Tek başıma yıllarca bu işlerle uğraştım. Çizginin bir milim bile saptırılmasına fırsat vermedim. Çizginin olanaklarını başka sınıfın, başka gücün şu veya bu çıkarına kaptırmadım. Bu kesimlerin hepsini çalıştırdım, hepsini devrim çıkarları için kullandım. Ama siz elinize verdiğimiz dört dörtlük olanakları başkalarına peşkeş çektiniz veya kendinizi adeta onların hamalı yerine koyarak sömürttünüz. Köylüler, hamallar, marabalar nasıl sömürülüyorsa, parti içinde de diğer sınıflar adına öyle bir sömürü kaynağısınız. Çizgi anlamında, ideolojik-politik kullanılma anlamında öylesiniz. Küçük burjuvalar, her türlü orta yolcular sizi kullanıyorlar, ancak bunun farkında bile değilsiniz.
Kendine sahip çıkamayanın, emeğine sahip çıkamayanın bütün hal ve hareketleri öfkelendiricidir. Sizin saygı ve bağlılık anlayışınıza fazla anlam veremiyor ve bunu çok geri buluyorum. Bu anlayış proleter çizgi esaslarını -proleterden başka adını halk veya insanlık koyalım- fazla temsil etmiyor, özgürlük gücü ve kendini koruma gücü olamıyor. Kendi yaşam tecrübemle bu hareketi böyle geliştireceğim, ama bir çok yönetim ise o alanlar ve olanakları öyle kullanacak! Burada büyük bir çelişki var. Parti içi eğitim, çizgi eğitimi bu nedenle çok önemlidir. Kendinizi bu kadar gamsız, tasasız bırakmanız ve hiç utanıp sıkılmadan "ben varım" demeniz fazla saygı yaratmıyor, fazla anlam bulamıyor.
Bir insan kendine çekidüzen vermeyi, kendini mücadele gerçeğine ve şu anda yürüttüğümüz savaşıma biraz doğru yaklaştırmayı, ona güç yetirmeyi ve yürütme gücü olmayı, ona ister üst düzeyde isterse en alt düzeyde bir katkı sunmayı ve her düzeyde bir çalışanı olabilmeyi sağlayabilmeliydi. Bunlar neden olmuyor? Yaptığınız bütün iş, “bastırdık, bastırıldık” demektir. Ağzınızdan bundan başka bir söz çıkmıyor. Ne kadar etkisizleştiğinizi, ne kadar rol oynayamadığınızı belirtiyorsunuz. Önder kişi, militan kişi böyle olmaz. PKK Önderliği bu konularda muazzam bir çabanın sahibiyken, sizin buna dayanarak böyle ucuz yaşamayı kendinize nasıl yakıştırdığınızı anlayamıyorum. Kendime senin neyin eksik diye her gün soruyor ve bin kez bunu cevaplandırıyorum. Hem bu kadar bize bağlısınız, hem de birçok yönüyle benim kendimi adamadığım kadar kendinizi bu işe adıyorsunuz, o halde sonuç almada ve işleri sağlama bağlamada neden bu kadar beceriksizsiniz? Çoğunuzu köylüye benzetiyorum. Nasıl yaşadığınızdan bile habersizsiniz. Durumunuza, neye ve kime çalıştığınıza, kimin askeri ve hizmetçisi olduğunuza bakarak buna daha iyi cevap verebiliriz. Biz bu dünyada niçin yaşıyoruz? Bütünüyle kime çalışıyor, kimin kullanımında, kimin stratejisinde yer tutuyoruz? Halk dediğimiz gerçekliğimiz kimin hizmetinde, kime ucuz çalışıyor? Gençlerimiz, her soydan insanlarımız kimin malıdır? Parti içindeki yansımalar biraz da bu durumun ifadesidir. Bu konuda kendinizi yıllarca sorguya çekebilmeliydiniz. Neden kendinizi sorguya çekemediniz, neden kendinizi yetiştirmediniz diye sizi suçlamıyorum. Ama bir yerden ve birkaç temel kavramı belledikten sonra işin gereği üzerine düşünecektiniz. Niye kolaya kaçıyorsunuz? Sıkı bir eğitim ve kendinizi yetiştirme olmadan, yaşamın kenarından bile geçemezsiniz. Yaşama bu kadar ucuz, bu kadar sorumsuz, bu kadar gafil yaklaşma, kime ve neye mal olduğu belli olmadan katılma sizin tarzınız oluyor.
Birçok hastalıkla istemediğiniz halde partiye zarar veriyorsunuz. Başkalarına çok imkan ve fırsat sunuyor, bizi de, ortamı da kargaşaya boğuyorsunuz. Size bu kadar yol ve yöntem gösterdikten sonra bir çalışmanın başına geçmek çok zor mudur? Fedakarsınız, korkak değilsiniz, hayatınızı da adamışsınız; ama her şey sadece bununla sağlanmaz. Kaldı ki, tek başına ele alındığında bu kendini kurban etmedir. Size göre birileri sizin sahibinizdir, aşirete kendinizi kurban etme durumunuz var. Kaldı ki, bir sosyalist veya bir emek savaşçısı kendini böyle kullandırtmaz.
Yüzlerce eğitimden geçiyorsunuz. Ama buna rağmen herhangi bir birimin başına bir belalı çıkıyor, bir kişi bile buna dur diyemiyor. Biri çıkıp herhangi bir çalışma alanında, bir çalışma birimimizde bu tavrı sergileyemiyor. Yıllardır tanıdığım birkaç yaramaz kişi var. Bunlar birimlerin, alanların başına bela olmuşlar. Bazıları da kendini sanki onsuz bu mücadele yürüyemeyecekmiş gibi bir anlayışa kaptırmış. Oysa bunlar baş belasıdır, bunları içinizden atarsanız gelişme olur. Ancak birbirlerine dokunmuyorlar bile. “Birbirimizle uzlaştık” demeniz bunun ifadesidir. Bu halinizle tıpkı tutucularkoalisyonu gibisiniz.
Parti içinde birbirini etkisizleştirme çabaları var. Bununla nereye varacaksınız? Ben de biraz uzlaşıyorum, ama uzlaşırken kırk türlü gelişme tedbirimi de alıyorum. Önderlik tarzını tüm gücünüzle uygulamanız beklenemez. Tamamen benim gibi yapın da demiyorum. Ama hiç olmazsa kendinizi kurtaracak, kendinize parti üyesi dedirtecek bir tarza ve güce ulaşın. Bir yeteneğiniz olsun, yeterliliğiniz sağlansın. Göreviniz bu değilse, PKK'ye neden katılıyorsunuz? PKK'nin bu tarzına, bu yeterliliğine ulaşmadıktan sonra PKKlilik nerede kaldı? Sadece "ben şikayet ederim, olmadıysa kendimi yere atarım" demek PKK tarzı mıdır? Sıradan bir üye haline gelmeyi bile başarsanız o da iyidir, ama siz onu da yapamıyorsunuz. O zaman parti sizi ne yapsın? Kendi yaşamınızı biraz gözden geçirirseniz, kafalarınızın dağınık ve kişiliklerinizin yoğunlaşmış olmaktan uzak olduğunu görürsünüz. Kendinize yazık ediyorsunuz. Saflarımızda gafil kişilik çok etkili, çaba çok yetersiz, doğruya hükmetme ve onu amansız takip etme yok denecek kadar azdır. Bir yere giderken eğer iki doğru lafı söyleyemeyeceksem, iki doğru tavrı sergileyemeyeceksem neden gideyim diye kendime sorarım. Eğer bir şey veremeyecek durumdaysam neden karşınıza çıkayım? Herhangi bir toplantıda herhangi bir tavır veya politika belirleyemeyecek durumdaysam ne diye bu işlerle uğraşayım? Şu anda nereye gidersem gideyim, hangi kişiyle temasa geçersem geçeyim, onu dört dörtlük mücadelenin emrine çekerim. Önderlik dediğin böyle olur. Kim olursa olsun tavrımız parti tavrıdır ve sonuç partinindir.
Yüzlerce ilişkiniz var, ancak bunların neye ve kime hizmet ettiği pek belli değildir, hepsi karışıktır. Bu ilişkiler sizi imhaya götürüyor, ama siz bunun farkında bile değilsiniz. Bu tutumlar birçok tehlikeli anlayışın türemesine yol açıyor, bunu bile göremiyorsunuz. Böyle parti militanlığı olmaz. Ben şunu belirtmiştim: Nasıl ki onsuz edemediğiniz bazı alışkanlıklarınız varsa, partinin de bazı tarzları ve özellikleri var, onlar olmaksızın edememelisiniz. Parti tarzı bütün alışkanlıkların önünde gelir. Seviyenin ne kadar düşük olduğunu anlıyorum, ama yükselmeyi bilmek de vazgeçilmez bir görevdir. Tümünüz bunu yapmasanız bile, içinizde mutlaka biraz daha akılı olanlar vardır ve onlar bu işin önünü tutabilirler. Eğer kazanmak istiyorsanız, doğruya gelmekten başka çareniz yoktur. Başka türlü sizi yaşatmak da mümkün değildir. Halkı yaşatmak, sizi yaşatmak çok zordur. Sizi nasıl taşıyacağız? Yedirip içirerek bir yerden bir yere aktarmaktan tutalım, savaş gibi çok ciddi bir olaya yaklaştırıncaya kadar sizi nasıl yürüteceğiz? Bunu kolay görmemelisiniz, çünkü bu çok ağır bir iştir. Çoğunuz lime lime olmuş gelmişsiniz. Ama savaşa böyle gidilmez. İki lafı bir araya getiremiyor, her an her türlü hataya açık bir kişilik sergiliyorsunuz. Savaş gibi yaşamın en ciddi olayına, en tedbirli yaklaşılması gereken bir olgusuna siz de doğru yaklaşacaksınız.
15 Ağustos Atılımı dahil, gerillaya gidenlere, siz ülkeye girdiğinizde ve eyleme katıldığınızda kaç gün sonrasını hesaplıyordunuz diye sordum. "Yirmi dört saat sonrasının ne olacağını bile kestiremiyorduk" diyorlar. Düşünün ki, uzun süre bütün birimlerin eylemleri böyleydi. Eylem yapıyor ve silah sıkıyorlar, ama onun yirmi dört saat sonrasının ne getirip ne götüreceği umurlarında bile değildir. Parti adına silah sıkmışlar, o kadar. Oysa muazzam sorumluluklarınız var. Siz bir asker vurdunuz mu, silahlı olarak dağa çıktınız mı üzerinize ordu gelir. Yirmi dört saat sonrasını hesaplayamazsanız, sizi nasıl yaşatacağız? Parti içinde "orası beni ilgilendirmez" demek olmaz. Sizi ilgilendirmezse bu savaşı kim geliştirecek?
Bütün gruplarımızın kaderini gözden geçiriyoruz. Ama maalesef "Silahlı eylemi başlattık, gerisini tamamlamak da bize düşer" diyen bir kişi çıkmıyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde dışarıda on beş binden fazla gerilla yetiştirilmemiştir. On beş bin gerilla yetiştirmeyi bırakın, Mao, Lenin, Ho Chi Minh bile elli kişiden daha fazla kişi eğitmemişlerdir veya eğitimleri birkaç seminerden ibarettir. Bu sahada on beş bin, belki daha da fazla militan yetiştirdim. Hem de bunları bir dış ülkede sıfırdan yetiştirdim. İnancından tutalım silahını omzuna takıp götürmesine kadar eğittim. Fakat bunlar en sıradan bir göreve sahip çıkmadılar, hatta çok büyük bir sorumluluk noksanlığı sergilediler. Her şeyi bana yaptırmak istediler. Dünyada böyle bir örnek yoktur. Bunlar benim burada yaptığımın onda birini o dağlarda yapabilselerdi yine iyiydi.
Parti terbiyesi, parti eğitimi, partinin inancı ve tarzı tutturulabilir. Bunun için zaman olmadığını da söyleyemezsiniz. Benden daha fazla zaman ve olanak elde etmişsiniz. Demek ki sizde bu konuda doğru bir yaklaşım, çalışma tarzı ve bu işin sorumluluğu yoktur. Yoksa en iyisi o dağlarda gelişebilirdi. Bu sorumluluk anlayışıyla vatanı kurtaramazsınız. Vatan kurtarmayı bırakın, kendinizi ve hatta günü bile kurtaramazsınız. Sizi kurtarmak başlı başına bir kurtuluş örgütü gerektirir. Halkı mı yoksa sizi mi kurtaracağım? Adeta böyle bir ikilemle karşı karşıya bulunuyoruz. Çünkü çoğunuzun içinde bulunduğu durum adeta kurtarmalıktır. Gelenlerin büyük bir kısmı kendini kurtarmaya çalışıyor. Oysa bizim görevimiz halkı kurtarmaktır. Tüm bunları neden anlayamıyorsunuz? Bunun karşısında "Köylü kurnazlığı veya aydın ukalalığı işime geliyor" diyeceksiniz. "Neden büyük bir çabaya girişip pür dikkat kesileyim ki! Sıradan bir çabayla yetinir, tembelce ve keyfimce bir katılımı yaşarım, bu benim çıkarıma daha uygundur" deyip kendinizi bırakıyorsunuz. Bu yaşanılan en lanetli toplum gerçeğimizdir ve bunun sizdeki yansımasıdır.
İnsanoğlu her türlü hesap kuruyor. Yetişme tarzı onu her türlü şeye yatkın hale getirmiş. Ne versen alır, ne iç desen içer, ne yap desen yapar. İyiliğin, güzelliğin ve doğruluğun nerede ve nasıl olduğunu bilmez. Düşmanın verdiği yemeği koşar adım ele geçirmek için yarışır. Tamamen ihaneti sunar, ihanet için yarışır. Biz böyle bir toplumdan geliyoruz. İçinizde ihanete tepki gösterecek kaç kişi var? Hatta kendinizi düşünün: Yurtseverlikten kaçıp temel yücelik değerlerine arkanızı döndüğünüzde veya onlara ulaşma gereğini duymadığınızda, düşmanın resmi düzen yaşamının bazı kırıntılarını ve olanaklarını yakaladığınızda nasıl yarıştığınızı, nasıl koştuğunuzu bilmiyor musunuz? Birisinden kaçarken diğerine koşma nedir? Bu, ihanet koşusudur. İliklerinize kadar bununla dolu yaşamışsanız, tabii ki kişiliğinizin ağır bir hastalık, ağır bir düşkünlük ve çürümeyle karşı karşıya olması anlaşılırdır. Devrimci eğitim, hiç olmazsa bunu biraz görüp gidermek içindir.
Komuta ve öncülük çizgisine gelememenizin nedenlerini ortaya koyuyoruz. Çocukların bile kendini bu kadar kandırdığını sanmıyorum. Çocukları ben de tanırım; bir iki doğru şey söylediğinizde ona bağlı kalırlar. En tehlikeli çocukluk sizin çocukluğunuz oluyor. Çok inatçısınız, gerçeklere gözünü kapatmışsınız ve bunu politikada da bir yöntem haline getirmişsiniz. Bütün bunlar yalnızca benim işim değildir; yaşamı düzeltmek, ülke ve parti yoluna doğru koyulmak daha çok sizin işinizdir. Bu halinizle sizi ne yapalım? Sizi kabul etmesek ortada kalırsınız. Yurtdışı, dağ başı, zindan söz konusu olduğunda insanı idam ederler. Düşman sizi paramparça eder. Bu ilgisizliğiniz, kayıtsızlığınız, yöntemsizliğiniz, üslupsuzluğunuz, kısaca bu yaşam tarzınızla başınıza neyin geleceğini kestirebiliyor musunuz? Gelen raporlara bakıyorum, günlük haberleri izliyorum ve bunları belirtmekten kendimi alıkoyamıyorum. Öyle hatalı kararlar var ki, bundan dolayı düşman her gün insanlarımızı parçalıyor. Dağ gibi insanlarımızı boşu boşuna kaybediyoruz. Bunun nedeni sağlam yönetimlerin olmamasıdır. Bunlar savaşın gereklerine göre olan kayıplar değildir. Savaşın gereklerini uyguladığınızda ise kayıp sıfır olur. Savaşın gereklerinden ne kadar kaçarsanız o kadar çok kayıp yaşarsınız.
Bu kadar kıyamet koparıyoruz. "Bizden adam olmaz" diyemez veya bunu bana kanıtlayamazsınız. Çok iyi hatırlıyorum: Tapu kadastro memuruyken bir köye gitmiştim. Bir köylü, "Beyim, bu lafları bize anlatma, bizim kulaklarımız bu kadar uzun" diyordu. O zaman, bu nasıl bir adamdır ki, kendisine 'uzun kulaklıyız' diyor diye düşünüyordum. Tuhaf ama o sözü bana söylemişti. O zaman buna bir anlam veremedim. Fakat akıllı birisiydi. Bu sözü söylemesi bile onun akıllı bir köylü olduğunu gösterir. Çünkü benim ne söylemek istediğimi de, toplum gerçekliğimizi de, düşmanın bizi ne hale getirdiğini de biraz fark etmişti. Hatırlıyorum: Bir tahta masa vardı, ben konuşurken o elini kütüğe vurdu, "Bu kütüğü yeşertebilir misin? Biz böyle kurutulmuş insanlarız" dedi. Bu teoriye göre yaşamak, hiçbir şey bilmeyen köylülerden bile daha geri olmak demektir.
O açıdan bazen yaşamınıza bakıyor ve öfkeleniyorum. Çünkü yaşamla oynuyorsunuz. Yaşamın nasıl yürütülmesi gerektiğinin farkında bile değilsiniz. PKK içinde, hem de PKK'nin en önemli ve en temel kademelerinde bir yaşam tutturmuş tipler var. Kellelerini koparsanız bu yaşam tarzından vazgeçmiyorlar. Ne iş yapıyor, ne de yaptırıyorlar; ama adları da ‘yürütme’ olmuş. Ben bunlara yürütmemekomitesi dedim. Birçok komite ve kademe bu durumdadır. Halen kendime bunlar nasıl böyle oldular diye soruyorum. Biz mi çok zayıfız, yoksa bunlar mı çok güçlü? Aslında çok güçlü de değiller. Toplumda emekçiler nasıl sayıca çoklarsa ve haklı oldukları halde nasıl bastırılıp sömürülüyorlarsa, içimizde de bazıları bize bunu yaptırmak istiyorlar.
Biz topluma tamamıyla güç yetirmeyebiliriz; ama parti içinde bunu halledebilir, parti içini çizgiye ve emeğe göre ayarlayabiliriz. Bu konuda "Ben PKKliyim" diyene iş düşüyor. İşimizi neden yapmayalım, başka ne derdimiz var ki? Siz bu iş için her şeyinizi ortaya koymadınız mı? O halde sürekli "Güç yetiremedik, oyuna geldik, bazıları bizi bastırdı" mı diyeceksiniz? Toplumdaki sıradan geri köylü ile bu tutumun sahibi arasında hiç fark var mı? Onu jandarma, sizi ise bir kariyerist bastırır. İkisi de aynı şeydir. Köylüyü ağa kullanır, sizi ise örgüt içinde ağalık yapanlar. Böyle gelmiş, böyle gidiyorsunuz. Bunlar doğru değildir. PKK böyle değerlendirilemez. Bunlar şunu demeye getiriyorlar: "Biz adam olamayız, onuru temsil edemeyiz, başaramayız, birbirimizi boşa çıkarmak, bazı işleri tıkatmak ve çirkinleşmek zorundayız." Buna hakkınız var mı? Hiç olmazsa bizim partimizde buna hiç kimsenin hakkı olmasa gerek. Israrla bunu kanıtlamak isteyenlerin neyi konuşturduğunu anlamak zorundasınız. Bazılarınız, hiç olmazsa "ben bu işte varım" diyenler, bu durumlara ve bu tutumlara çok etkili cevap vermek zorundalar. Çünkü olan, dürüst olanlara, emekçilere, emeğin sahiplerine yani sizlere olacak. Bu açıdan çizgi devrimciliği çok önemlidir. Kendinizi toparlayın.
Politikleşmek, bu belirtilen çerçevede kendini toparlamak, anlayış, bilinç ve tavır sahibi olmak demektir. Politik kişilik budur, örgüt kişiliği budur. Ekmeksiz ve susuz edemediğiniz gibi, politik kişilik, örgüt kişiliği olmadan da yaşayamazsınız. Çünkü o size daha fazla ve anı anına gereklidir. Ben de öğrenciyim ve sizin gibi öğreniyorum. Kaldı ki, bana öğreten de yoktur; ben her gün hayatın kendisinden öğreniyorum. Ama hiçbir zaman ciddi bir yetersizliğe düştüğümü hatırlamıyorum. Mücadele tarihimize bakın: Acaba sizin gibi tek bir gün ciddi bir yetersizliğe, bir örgüt çalışmasının başarısızlığına uğramış mıyım? Hayır, yaşamımın bütün önemli dönemeçlerinde çıkışlar ve sonuçlar güçlü ve başarılıdır. Bunu inceleyin ve araştırın. Hemen her dönemin, hatta her günün hesabını yapın. Göreceksiniz ki, hep kazandırma, yetkinleştirme ve hakimiyet vardır. Bu konularda ilerleme ve başarı kesindir. Bu bize hakim olan anlayıştır. Bu konuda kendinize bakın, birçok şey elinizden alınmış, hatta kendinizi kaybetmişsiniz, ama bunun farkında bile değilsiniz. Yaşamınız elinizden kayıyor, ancak bunun karşısında tedbir bile alamıyorsunuz.
Birey neden bu kadar bitik oluyor? Bakıyorsun, aniden kendini kurban etmiş. Bunu yadırgıyor, bu biçimi tehlikeli buluyorum. Kendi canınıza böyle kıyamazsınız. Hamal gibi çaba harcıyorsunuz, ama bir devrimci hamal gibi çalışamaz. Bir devrimci entelektüel, yönetsel, örgütsel ve siyasal çalışır. Demek ki, en büyük kabahatiniz kendinizi zamanında eğitmeyişiniz ve savaş gibi çok ciddi bir olaya çok donanımsız yaklaşmanızdır. Biz de onu telafi etmeye çalışıyoruz. O açıdan da hiç olmazsa bundan sonra önümüzdeki çok önemli aşamaya yeterli bir partililikle cevap verelim.
21 Aralık 1993
Reber APO
- Ayrıntılar
Yeni bir komplo yıldönümüne doğru gidiyoruz. Uluslararası güçlerin ortak bir cehpe temelinde RêberAPO’ya karış giriştikleri uluslararası komployu tüm boyutlarıyla anlayarak bir yaklaşım içerisinde olmak dönemin bizde istediği devrimci duruşun olmazsa olmaz görevleridir.
Unutmayalalım ki RêberApo’ya karşı 9 Ekim 1998 yılında geliştirilen uluslararası komplonun aynı günü ama tam ondan 31 yıl önce büyük direnişçi, büyük insan, büyük adalet arayışçısı, büyük romantik gerilla komutanı ve de büyük enternasyonalist devrimci Che Guevara(nın katliamının da yıl dönümüdür. Che Guevera 9 Ekim 1967 yılında Bolivya’da yerel Bolivya işbirlikçileri ve Amerikan emperyalistlerin Yankee’lerin eline 8 Ekim 1967 günü ağır yaralı esir düştükten sonra hemen ertesinde bir gün geçmeden katledilişinin yıldonönümü… Halkların umudu olan Che’nin katledildiği günde aynı tarzda ama daha kalleşçe bir tarzda RêberApo daha havadayken katledilmek istenmesi bu bağlmada üzerinde ciddi durulması gereken bir durumdur.
Kimdi Che?
Arjantinli bir romantik, insan sevdalısı, adalet arayışçısı… 1928 yılında doğan ardından tıp okuyan ve okulunu bitirdikten sonra ise Güney Amerika turuna bir arkadaşıyla çıkan büyük bir hayalci ve ütopyacı. Birçok şeyi gördükten sonra Venezülla’da devrimcilerle tanışan az da olsa sosyalist öğretiyi öğrenen, Meksika’ya geçtikten sonra ise Küba devrimcileriyle tanışan, onlara katıldıktan sonra ise Küba devriminde en ön cephede büyük bir gerilla komutanı olarak savaşan. Küba Devrimi sonrası ise en zor işlere hem talip olan hem de verilen, halkın içinde iyi bir emekçi, askerlerin içerisinde iyi bir komutan ve savaşçı, çiftçilerin içinde iyi bir çiftçi, gençlerin içerisinde iyi bir genç ve özcesi nerede ona ihtiyaç duyulmuş ise oraya müdahale eden bir Joker. “Rosinante’nin kaburgaları yeniden bana batıyor” diyerek Afrika’da başka halklar için mücadele etmeye giden, savaşan ve de 1966 yılında yeniden Küba’ya döndükten sonra Güney Amerika devrimi için Bolivya’ya gerillayı örgütlemek için yola çıkıp giden bir müddet gerilla mücadelesi için hazırlık yaparken kalleşçe katledilen…
1967 yılında Bolivya’da bir 9 Ekim günü La Higuera katledildi. 8 Ekim günü ağır yaralı bir şekilde emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin eline geçtikten sonra hiç bekletilmeden merkezi olarak CIA’nin talimatıyla katledilmişti. Hem de panik içerisinde bunu yapmışlardı. Ürkerek, korkarak, sinerek, haince yaptılar bunu. O kadar Che’nin naaşından korktular gibi cenazesini yıllar yılı kimse bulamamıştı. Ta ki sonraları tesadüflerle naşı bulunana kadar…-
Che’nin kendisini infaz eden cellada: “Buraya beni öldürmeye geldiğini biliyorum. Vur beni korkak, yalnızca bir adam öldürmüş olacaksın” diyecek ve onunla mücadelenin en sertine baş koyan dava yoldaşı Castro’ya ise: ”Castro’ya söyleyin; benimle devrim bitmedi, devrim sürecektir” sözlerini de tereddütsüz sarf edecektir. İşte bu bir ruhtur, bu bir duruştur, bu bir davranıştır, bu bir boyun bükülmezliktir ki bu da bir karakterdir. Hem de Che’nin yoldaşları olan tüm devrimcilere ekilen bir karakter.
RêberApo 10 Kasım 1997 tarihinde yaptığı bir çözümlemede: “Geçenlerde biraz inceleme de değil, anlamaya çalıştım. Che Guevara’nın 30. Ölüm yıldönümü dolayısıyla biraz kişiliği tanıtılmaya çalışılıyor. Sanırım tam istediğimize yakın bir yaşam, yeni insan anlayışı var mı? Bizden üstün yanları da olabilir ama birleştiren yanı çok çarpıcıdır. Türkiyeli devrimciler de vardı, büyük özgürlüğe kalkan, bizim de kendilerini yakinen gördüğümüz, tanıdığımız ve derin bir sempatisi olmaktan zevk duyduğumuz kişiliklerdi, halen anılarına da bağlıyız. Burada gözüken ve halen dünya halklarının büyük saygıyla andığı bunların ödünsüz ve ilkelerine göre -ki insan için, halklar için özgürlüktür bunların ilkesi- bugün insanın başını gerçekten kırıp geçiren bir tarzda kendini yükleyen, her şeyi metalaştıran, her şeyi korkunç bireysel çıkara bağlı götüren sistemin tam zıddı olan bir kişiliktir. Yeni insan söylediğim gibi, sanırım uygulamaya çalıştığımız gibidir. Bunlar önemlidir. Dünyanın öbür ucunda böyle birisi bizim için günceldir ve en yakın arkadaşımızdır. Biz de onun tipik bir gerilla arkadaşı gibiyiz burada. Aynı ruh, aynı özgürlük anlayışı, aynı savaşım, aynı yeni insan peşinde koşma” diyerek nasıl Che’nin bir takipçisi ve yol arkadaşı olduğunu gösteriyor.
Ve tutsak olarak Yankeelerin işbirlikçilerinin eline yaralı düştüğünde: “Buraya beni öldürmeye geldiğini biliyorum. Vur beni korkak, yalnızca bir adam öldürmüş olacaksın” derken bile, “Ölüm, nereden ve nasıl gelirse gelsin, silahlarımız elden ele geçecekse, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve başkaları savaş ve zafer naralarıyla ve de makineli tüfek sesleriyle cenazelerimize ağıt yakacaksa, hoş geldi, safa geldi” sözlerine nasıl bağlı kaldığını da göstermektedir.
Evet, işte Che yaralı olarak esir düştüğünde neden alelacele hemen katledildiğini yukarıda sıralanan birkaç cümleden görebiliyoruz. Ve neden korkakça cenazesinin yıllarca saklandığını da görebiliyoruz. Tek bir nedeni vardır tüm bu anti insani, anti hukuki ve korkakça katledilişin; emperyalistler Che’nin temsil ettiği ruhtan ve temsil ettiği çizgiden korkmuşlardır. Çünkü bu ruhta asla ama asla teslim olmak yoktur. Bu ruhta asla ama asla geri adım atmak yoktur. Burnunun dikine yürümek diye bir kavram vardır. Che doğrular için, adalet için, halklar ve haklar için tek bir milim geri adım atmayan bir kişilik olarak, bulunduğu her yerde bu ruh ve kişilik emperyalizm için tehlike olduğu için kalleşçe katlettiler.
Che katledilirken bile Yankeeler ondan korkmuşlardır. Onun cenazesinden bile korkmuşlardır. RêberApo, Che’nin bu durumu için: “Halbuki Che Guevara’ya bakın, her hareketi gurur verici. Bir gerillacıya benzer. Ölüsüne bile bakın, insan ilham alıyor. Onurlu, gururlu bir insanın bütün özellikleri cesedinde bile gözüküyor çağımızın bu savaşçısında. Her büyük savaşçı böyledir aslında.
Che Guevara’yı boşuna söylemedim. İnanmış bir gerillacıydı veya gerillanın, emparyalizmin uşağına karşı en büyük özgürlük savaşçısı olduğunu veya böyle bir insanın ancak anti-emperyalist veya bir özgürlük savaşçısı olacağının derin bilinciyle hareket ediyordu. Bu çağda devrimci gerillacıdır aslında. O yüksek yaşamı –ki devleti kurmuştu Küba’da bıraktı- beni çekmiyor dedi bu. Beni başka devrimler bekliyor. Şimdi bizim mutlak başarmamız gereken bir devrim var.
Che Guevara’nın 30. Ölüm yıldönümünde veya katledilişinin tabi hangi devrimcilerin anısından bahsedeyim ki, aslında değerli Latin Amerikalılar daha iyi kutluyorlar. Biricik değeri, tanımı, ifadesi, özgürlük savaşçılarının çağımızdaki bir alana böyle en anlamlı yürüyüşü, gerilla yürüyüşüdür. Şimdi onun coşkusu, heyecanı, yüceliği tartışmasızdır. Anıya verilecek en anlamlı cevap bir gerilla yürüyüşünün çarpıcılığını temsil etmektir” demektedir.
Che’nin emperyalistlere karşı duruşunu en iyi ifade eden sözleri: “Ölümüne olan bu mücadelede hiçbir sınır yoktur. Dünyanın hiçbir yerinde meydana gelen olaylara kayıtsız kalamayız. Bir ülkenin emperyalizme karşı zaferi bizim zaferimizdir, aynı şekilde yenilgisi de bizim yenilgimizdir. Sosyalist ülkelerin, Batı’nın sömürgeci ülkeleriyle üstü kapalı işbirliğini tasfiye etmeleri ahlaki görevleridir.” Yine; “Her şeyden önce de dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir kişiye yapılan herhangi bir haksızlığa daima yüreğinizin en derin yerinde hissedebilin. Bu, bir devrimcinin en güzel niteliğidir” diyerek kendi cephesini çok net bir şekilde ortaya koyarak emperyalistlerin hışmını üzerine çekmiştir. Ve nasıl bir 9 Ekim günü yılında hunharca katledildiğini ise yukarıda ifade ettik.
9 Ekim gününün ise RêberApo’ya karşı uluslararası komplonun başlangıcı olduğunu da ifade ettik. Ortadoğu’da yapılacak uluslararası emperyalist saldırıya karşı duracak en güçlü irade RêberApo olduğu için önce RêberApo’ya yöneldiler. Bu gerçeklik iyi görülmeden komplo anlaşılamaz. Komplo her şeyden önce özgürlük mücadelesine ve onun devrimci duruşuna karşı yapılan bir ideolojik saldırıdır. Kapitalist modernist kültürün; bireycileştiren, toplumdan uzaklaştıran, maddiyatçılaştıran, manevi dünyayı yıkan, işgal ve sömürgeciliğe sonuna kadar kapıyı aralayan, Ortadoğu toplumlarını birbirine bırakan, didiştiren, parçalayan, bölen ve nitekim bu oluşturduğu yapı üzerinde ise yürüten ve yöneten politikalarına karşı panzehir olarak RêberApo’nun karşı duracağı iyi bilindiği için kapsamlı bir saldırı ile katledilmek istenmiştir.
Emperyalizme karşı en ön cephede sert ideolojik mücadelesiyle duran RêberApo ne var ki bu mücadelesinde tek bırakıldı. Uzun yıllar hep sosyalizmin güçlü bir temsilcisi olarak tek kaldı, tek bırakıldı. Onun yoldaşları olan bizler onun yürüttüğü ideolojik mücadeleyi sahiplenmediğimiz için, üstlenmediğimiz için, emperyalistlere karşı duruşta RêberApo tek bırakıldı. Halbuki doğru devrimci duruş ve yoldaşlık, emperyalizme karşı mücadelede RêberApo’nun yanında güçlü bir ideolojik donanımla yer almalıydı. Halbuki, “Kadro örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikattir ve bütündür.” Kadro PKK’nun maketidir, kadro PKK’nin bireyde örgütleniş halidir, bireyde cisimlenmesidir. Örgütlenme nedir? Örgütlenme dar anlamda bir gurubun en üstte örgütlenmesi değildir, bütün kadroların birbirini tamamlayacak tarzda ağ biçiminde örgütlenmesidir. Her kadro bu ağın içinde yer almalı ve birbirine bağlı olmalı, birbirini etkilemeli yani bir organizma olmalı, hücreleri olmalı, birbirinden kopuk halde değil. Bu bağlamda kadro öncü olandır. Öncü anlayan insandır, bilinçli insandır, bilinçli insan anlam gücünde derinleşmiş insandır. Bunun için ne kadar bilinçlenirseniz, ne kadar aydınlanırsanız başkasını da o kadar aydınlatırsınız.
Şimdi RêberApo emperyalizme karşı mücadelenin en sertini göğüslerken bizler bu bilinçlenme ve aydınlanmayı yaşadık mı? RêberApo’nun; “Fikir, zikir ve eylem birliği” gerçeğini kişiliklerimize yedirerek; düşüncelerimizi, sözlerimizi ve eylemlerimizi bir uyum ve ahenk içerisinde bütünlüklü kılabiliyor muyuz? Bunun böyle olması için büyük bir ahlak ve vicdana sahip olmak gerekiyor. Ahlak devrimi, pratikteki başarı ve başarıyı kesinleştirme devrimidir. Vicdanı eğer “ Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç” ise o zaman bunun yekser toplumsal özgürlük ile özgürlük ahlakı ile bağı vardır. Yani bizimle bağı vardır.
Bu gerçekliği iyi görerek, doğru tahlil ederek yaklaşan16’ıncı uluslararası komplo gerçeğini iyi görmemiz gerekmektedir. Yine böyle bir yıl dönümüne doğru giderken daracık bir ortamda bile tüm uluslararası kirli komplocu güçleri kahrettirecek kadar güçlü bir çıkışla boşa çıkaran RêberApo’nun aydınlatıcı felsefesi, ideolojisi, politikası temelinde kendimizi yeniden yeniden gözden geçirerek ne eskisi gibi yaşamalıyız ne de eskisi gibi savaşmalıyız. Bunu yapabilmemiz için ise sandığınızdan daha çok gerilik ve dogmatizm durumumuzu aşarak RêberApo’ya karşı yoldaşlık görevlerimizi yerine getirmeliyiz.
Sonuç itibariyle:
9 Ekimleri anlamak istiyorsak Che’lerde bugünlere uzanan direniş halkasını böyle ele alacağız. Latin Amerika’da Yankee’lerin başına “bela” olan Che’lere karşın bu kez Ortadoğu’da Yankeelerin ve onların yani Emperyalistlerin tekerleklerine çomak sokacak olan bir RêberApo vardı. İşte bunun için cümle cemaat bu dünyanın tüm iblisleri ve bu iblislerin hizmetçi tayfası bir araya gelerek yeni dönemin Che’sine yüklendiler. Önderliğimiz deyimiyle “çarmıha germek için her şeyi yaptılar.”
İşte biz bir yeni 9 Ekim gününü anlamaya çalışırken ve de lanetlerken tarihin arka perdesini böyle ele alıp değerlendireceğiz. Tarihe daha fazla anlam vermek istiyorsak, Che’nin gerilla yoldaşları olarak RêberApo’nun bizi aydınlatıcı devrimci yolunda daha da kararlı adımlarla ilerleyeceğiz. Daha fazla devrime ve zafere olan inancımızı pekiştireceğiz.
Daha fazla devrim, daha fazla zafer derken de:
Hasta La Siempre Victoria ve Devrimci Savaş Halkların Bayramıdır diyerek yeni dönemin tüm görevlerine en ileri düzeyde doğru bir yoldaşlık temelinde katılalım.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar