Biz, daha önce de, 12 Eylül rejiminin çeşitli yıldönümleri vesilesiyle ortaya çıkış koşullarını izah etmeye çalıştık. 8. yılını geride bırakırken, daha açıkça ortaya çıkan gerçekler nedir? Halkımızın direniş tarihinde bu yıllar neyi ifade eder? Yakın döneme ilişkin etkileri ne olabilir?
Ortaya çıkan en önemli gerçek, Türk egemenlik sisteminde ordunun rolünün beklendiği gibi, rolünü başarıyla yerine getirip tekrar toplumun koruyucu ve denetleyici rolünü kendine biçtiği bir misyonu, bu sefer de tekrarlanmak istemesidir. Bugün daha iyi açığa çıkan gerçek, Türk egemenlik sisteminde politikasızlığın sorunların halletme gücünde ve yaratıcılığında olmadığıdır. Sosyal sınıflar zorlandıklarında sürekli orduya sığınıyorlar, askeri çözüm yollarına bel bağlıyorlar. Bu sefer de girmek istedikleri çözüm aracı olarak, devreye geçirmek istedikleri ordudur.
Ordu, kendine güvenen ve her ortaya çıktığında toplumun beklentilerine uygun olarak, rolünü icra eden bir konumu, bu seferde sonuna kadar yaşayabileceğini, başarıyla tekrar yerine çekilebileceğini hesaplıyordu. Özellikle karşısındaki direniş ögelerinin tarihsel olarak sürekli rahatlıkla ezilebilme durumları, bu kanıyı daha da pekiştiriyordu. Bu kez daha az donanımlı direniş ögelerinin, rahatlıkla ezilip tasfiye edilebilecekleri bekleniyordu. Bu beklentisine göre bir vuruş tarzı ve istikrar programı düzenlenmişti.Bugün ortaya çıkan diğer bir gerçek, Türk egemenlik sisteminde politikanın güçsüzlüğüdür. Politikadan beklenmesi gereken rolün yerine getirilmesinde, içine düşülen muazzam yetmezlik ve bunun da sorunların çözümüne hizmet eder bir durum olmadığını daha iyi kavrıyorlar. Politikasızlık, cüce politikacılığın toplumsal gelişmede, birlik bütünlük adına "ordumuzun itibarını hiçbir zaman zayıflatmayalım" edebiyatıyla, hiç de gelişmeye hizmet etmediklerini yeni yeni kavrıyorlar. Politikanın rolünün daha iyi sahip çıkılması gerektiğini fark ediyorlar.
Kısaca, Türk kafasındaki siyasal cücelik biraz daha net görülüyor. Fakat çözüm bulmaktan da uzaklar. Her şeyi orduya terk eden zihniyet, yalnız sömürücüsü ve ezeniyle değil, ordu hakkında geliştirilmiş olan imajının bu sefer tam başarıya gitmemiş olmasını ezilenler de bilmiyor, yani direnişimizin karşısındalar. Sonuna kadar orduya güvenerek rahat yaşanamayacağını, sorunların çözülemeyeceğini, dolayısıyla yeni arayışlar geliştirmek gerektiğini, bu konuda kendilerini yorup çözüm üretmeleri, bunun da yolunun politika yapmaktan geçtiğini, bazıları daha iyi görmeye başlıyor. Özellikle aydın gafleti, bu konuda kendine gelmeye başlıyor. Yine egemen sınıflar kadar, ezilen sınıfların da daha iyi yaşam için, kendi programlarını daha iyi yürütmek için, iyi sınıf öncülerine ihtiyaçları olduğunu daha iyi görüyorlar. Bu sonuçlar önemlidir. Bir yandan ordunun geleneksel, tarihsel misyonunu kırılmıştır. Türk egemenlik sisteminin, dünyada ender görülen bir rolü üslendiği ortadadır. Yani "sığınılacak nokta", "her şeyi kurtaracak ocak", "o sağlam kaldıkça her şey istikrar bulur, gerektiğinde güllük gülistanlık ortam sağlar", "ordumuz yaşadıkça bize ölüm yoktur", "ordumuz var oldukça her şey yoluna girer", "ordumuzun itibarıyla oynamayalım", "ordumuz için her şeyimizi feda edelim" gibi anlayışların, istedikleri sonuçları elde etmeye yetmediğini gördüler. Bu, ilk defa herhangi bir dönemden daha fazla bu dönemde ortaya çıkıyor. Ordunun bu geleneksel itibarının aşılmış olması, çözümleyici bir güç olmadığının kavranması önemlidir. Özellikle siyasal mücadelelerin gelişmesi açısından, daha olumlu bir anlayışın gelişimine yol açabilir.
Bu durum böyle olunca, bunun zıddı politikaya yüklenmek gerekiyor. Politikanın gerçek rolünün oynaması zorunluluğu ortaya çıkıyor. Politik mücadele, sınıfların gerçek kuvvetleriyle, ideolojik siyasal hareketlilik içine girmelerini zorunlu kılar. Bunun da ciddi yapılması gerekiyor. Bu yapıldıkça, Türkiye'nin sorunlarına daha kapsamlı yaklaşmak mümkündür. Daha çaplı politikacılar, örgütler, mücadeleler ortaya çıkabilir. Bunun da, bundan sonra daha sağlıklı gelişmesini söylemek mümkündür.
Türk egemenlik sistemi, ordu örgütlenmesine bir klan ve aşiret örgütlenmesi gibi bağlanmıştır. Çok kutsal görür, kutsal duygularla bağlıdır. Bu duygular her türlü gericiliğin de temelidir. Faşizminden tutalım her türlü şovenist, ulusal ve sınıfsal gerçeklerin reddine kadar bu duygular önemli rol oynar. Bu duyguların bugün yıkılması söz konusudur. En çok da generallerin üzerinde titrediği orduya halel getirmemek, ordunun itibarını düşürmemektir. Kastettikleri de budur. Toplum her zaman orduya güçlü duygularla bağlanmalı, ordunun sınıflar üstü ve hatta devlet üstü bir kurum olduğuna, en ufak bir kuşku ve gölge düşürülmemeli, günü geldiğinde herkes büyük bir kölelik ruhu ile buraya bağlanmayı, bu dünyada Allah'a sığınmak gibi en kutsal erek olarak kabul etmeli, dolayısıyla da ocağın hususiyetine hiç halel gelmemeli, gelmediği oranda da, onların düzenini sağlamalıdır.
Bizim direnişimizin en büyük sonuçlarından birisi de, ordunun bu niteliğini teşhir etmesidir. Ordunun en büyük kurtarıcı umacı gibi olmadığı, orduya tam güvenilmeyeceğinin ortaya çıkarılmasıdır. Türk sisteminin toplumsal düzenlenişinde, ordunun bu biçimde kavranmasının, onun en son sığınılacak kurtarcı güç olarak düşünülmesinin doğru olmadığı veya beklentilerini tam yerine getiremeyeceğinin ortaya çıkartılması, bu nedenle çok önemlidir. Uzun vadeli direnişimiz, bilakis şunu kanıtladı ki, ordu toplumsal sorunların kaynağıdır. Genelde devlet, özelde ordu üzerinde durulmadıkça, üzerine gidilmedikçe, siyasal iktidar ve Türk sisteminde, onun içindeki askeri gerçek yerli yerine oturtulmadıkça, sorunun çözümü için üzerine gidilip bu konuda çıkış yolları aranmadıkça, Türkiye'nin hiçbir ciddi sorununa çözüm bulunamaz. Bu, bugün ortaya çıkıyor ve anlaşılır bir husustur.
Ordu, son tahlilde zor olayından ibarettir. Zorun üretimi geliştirdiği, çelişkileri çözdüğü görülmemiştir. Zor, ancak yaratılmış olana el koyar, yaratılmış olanı bir elden diğer ele devrettirir, bunun için emreder. Ama bizzat kendisi üretim yapamaz, üretimi geliştiremez. Hele hele mevcut üretim ilişkileri, üretim güçlerinin gelişmesi önünde engel bir duruma gelmişse, bir toplumsal sistemde Türkiye'nin kapitalist sistemindeki üretim ilişkileri, üretim güçlerinin gelişmesini muazzam frenliyorlar, bunu iyi biliyoruz.
Nüfusun yarısı işsiz, kaynaklar son derece dar bir tekelciholdingci elde çarçur edilerek, üretim güçleri mahfediliyor. Başta insan emeği olmak üzere, her türlü işsizliğin ve her türlü açlığın kaynağı, üretim ilişkileriyle, üretim güçlerine hakim olanların niteliğinde aranmalıdır. Bugün bunlar en vurguncu üretimle, üretimin geliştirilmesiyle alakası olmayan faizle, sadece milyarlara milyarlar katan, ticarette, özellikle de hayalisinden tutalım hakikisine kadar, sadece ihracatçılıkla palazlanan, sermaye birikimini yapan bir sınıfların aleyhine değiştirilmektedir. Tarihte en çok emekçi sınıfların üretim ve tüketim içindeki paylarını en azami indirgeyerek, 8 yıl içinde yarıdan daha fazla indirme ve bunu daha üst sınıflara aktarma durumu ender görülmüştür. Bu, saydığımız tefeci, faizci, tüccar kesime aktarımda rol oynayan ve bunların arkasında olan güçlerdir. Bu güçler, 12 Eylül rejimi askeri yönetimidir. Böyle olunca da ordu, günümüz Türkiye'sindeki üretim güçlerinin gelişmesinin önünde, geri üretim ilişkileri kurulmasının temel gücü, arkasındaki asıl dayanak oluyor. Bu konumuyla da ordu zoru, Türkiye'de en gerici rollerden birisini bu dönemde oynuyor.
Ordunun böylesi üretim ilişkilerini zorla ayakta tutmaya çalışması, tüm emekçi sınıfların üretici güçlerinin geliştirilmesini engellemek için, sendikalardan tutalım tüm örgütlenişlerine ciddi yasaklar getirmesi, nefes alamaz duruma getirmesi şüphesiz ancak faşizmle izah edilebilinecek bir gericilik dayatmasıdır. Bu noktaya zaten vardırılmıştır. Böyle olunca da her zamankinden daha fazla Türk ordu sistemi, günümüzde gerici rollerinin en büyüğünü oynamaktadır.
Bunun uluslararası emperyalist sistemin içindekilerini göz önüne getirmiyoruz. Uluslararası emperyalist sistemin genelde dünya emekçi halklarına karşı ifa ettikleri rol, bölgemizde Türk ordusuna NATO içinde biçilen rol, bütün bunlar uluslararası alanda gericiliğin çok güçlü bir dayanağı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Türk ordu yapısı, böylece bir yandan kendi halkı, yine egemenliği altındaki halklar üzerinde olsun, uluslararası alanda olsun, günümüzde gericiliğin en güçlü dayanaklarından birisi olmuştur. Bir zamanlar Çarlık Rusyası öyleydi. Yine Almanya'daki Prusya gericiliği ki, o da militarizme dayanıyordu böyleydi. Bugün, bu rolü en iyi bir biçimde ve birinci sırada Türk ordusu oynamaktadır. 12 Eylül rejimi döneminde, Türk ordusunun bu niteliği çok iyi ortaya çıkmıştır.
Eğer herhangi bir gelişmeden, ilerlemeden bahsedilmek isteniyorsa, özellikle yapılması gerekenin bu zor sistemine karşı doğru düşünme, doğru tavır geliştirmeyi bilmekten geçtiğini görmekteyiz. Toplum nefes almak istiyorsa, emekçi sınıflar kaderlerine bir çare ve değişiklik sağlamak istiyorsa, yapmaları gereken iş, genelde iktidar, ama daha çok da ordunun bizzat iktidar olmasına veya siyasal politika üzerindeki büyük ağırlığının görülmesine, buna karşı çıkmayla, bunun çözülmesine dikkat etmeleri gerekmektedir. Onların kurtuluşunun bilimsel ve biricik doğru yolu budur. Buna cesaret edilmediği gibi, 12 Eylül faşist rejimi döneminde ordu meselesine yüreklice girilmediği için, bütün ekonomik, sosyal mevzilerden uzaklaştırıldı. Siyasallaşma onlara yasaklatıldı. Ve sonuçta muazzam bir yoksulluk, düşkünlük vb. durumlar içinde boğuntu ya getirildiler. Çünkü doğru yolda mücadele etmeye cesaret edemediler. Bunun için örgütlenemediler. Sonuç, bugünkü durumun kabullenişidir.
Bugün bunalım daha da yoğunlaşmıştır, sorunlar daha kapsamlı hale gelmiştir. Fakat cesaretle çözüme gidilemediği içindir ki, bugün bu tablo karşısında toplum adeta umutsuz, sahte siyasiler ve demagoglar elinde, biraz da ne yapacağını bilmez durumdadırlar. Gerçek çıkarlarını konuşturan örgütler ortaya çıkaramadığı, mücadele yürütemediği için böyledir. Bu toplumsal çürümeye götürür. Nitekim gelişen de budur ve bireyin bu aşamada Türkiye'de içinde bulunduğu çürümüşlük düzeyi, bu tahlillerin dışında zaten çok daha gerçekleri ortaya çıkarır.
Toplumlar durarak çelişkilerin üzerine gitmeden ilerlemeyezler. Toplumsal sınıflar kendileri için politika üretmeden, sorunlarını bu temelde çözmek için büyük mücadele vermeden ilerleyemezler. Türk gerçekliğinde açık bir biçimde ortaya çıkan gerçek budur. Bu gerçeklerin böyle ortaya çıkmasında şüphesiz bizim çözüm yolumuz önemlidir. Eğer kısa vade de ordu zoruyla istikrar hemen sağlanıp ve emperyalizmin de onayıyla biçilen demokrasi, ekonomi programı rahatlıkla uygulamaya geçirilseydi, örneğin bazı ülkelerde denenenler sınırlı da olsa Türkiye'de de başarı sağlanmış olsaydı, belki bu rejimin ömrü daha uzun olabilir, daha sineye oturtulabilir, daha muhalefet le karşılaşabilir ve tarihinde yine ordunun en iyisini yaptığı, "günü gelirse yine böyle yapar" imajı beklentisi güçlü olarak ayakta kalabilirdi.
Direnişin her düzeyde ard arda gelişerek sürdürülmesi ile toplumun bu beklentilerine çok geniş kapsamlı soru işaretleriyle karşılık verildi. Bu işlerin artık eskisi gibi gidemeyeceği, yine halk çarelerinin geliştirilmesi gerektiği, artık orduyu bir tarafa itmek, ordu dışında, hatta orduyu sınırlıyarak, gemleyerek, toplumsal sınıfların, toplumun kendi çıkış yollarını bulmaları gerektiği gerçekliği gösterildi. Bu temelde biliyoruz ki, eski politikacıların yeniden siyaset sahnesine sürülmesinden tutalım yeni politikacıların ortaya çıkarılmasına kadar bir takım deneylere girişildi. Eskileriyle, yenileriyle politikacılık, Türkiye'de emeklemede diyemeyeceğimiz, ağırşaksak, kör topal bir biçimde geliştirilmek isteniyor. Bunlarda politikaya köklü bir inanç zayıflığı söz konusudur. Ordu, geleneksel iktidar içindeki konumunu zayıflatmak istemediği için, her zaman Demoklesin kılıcı gibi, politikacılar üzerinde sallanarak tehdit etmektedir. Dolayısıyla cesaretle buna göğüs gererek, orduyu kendi denetimleri altına almak için gerçek bir kuvvet, sosyal ve siyasal kuvvet yaratacak bir önderlik, burjuva anlamda da olsa geliştirilemediği için, politikacılar kör topal, yücelik hastalıklarına tutulmuş olarak ortaya çıkmak durumunda kalıyorlar.
Politika, toplumların ortaya çıkarılabileceği en güçlü çözüm aracıdır. Bu çözüm aracına, ordunun gölgesi altında, ordunun korkusuyla yaklaşmak, daha başlangıçta felçli olarak doğmak demektir. Türkiye'de politikanın doğuşu, politikaya yaklaşım böyle olduğu için, kavga sağlıklı olmadığı içindir. Ki, ciddi bir politik önderlik, ciddi bir politik mücadele gelişmiyor.
Reber APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 9 Eylül günü Şengal'e bağlı Kızılkent bölgesinde gerillalarımız ile Daiş çeteleri arasında bir çatışma bilgisini açıklamamızda sunmuştuk.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 8 Eylül günü saat 5.00 ile 6.00 arası Hakkari'nin Çukurca ilçesine bağlı Bilican Karakolu, Tepe Masi, Tepe Munzur, ve Tepe Hilal bölgelerine işgalci TC ordusu obüs ve havanlarla bir bombardıman gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 7 Eylül günü saat 17:00 ile 18:00 arası işgalci TC ordusu Hakkari'nin Şemzinan ilçesine bağlı Gırana karakolu, Zeytê karakolu ve bu karakola bağlı Tepe Zeyte'ye Bolu Dağ Tugayından askerler sevk edilmiştir.
- Ayrıntılar
Özgürlük mücadelesi büyük bedeller ödeyerek bugünlere geldi. Bugün eğer dört parça Kürdistan'da yeniden halkımızın yaşam umudu yeşermişse bunun tek nedeni, ödenen bedellerdir. Hem de bu halkın bağrında çıkmış en gözü pek insanların canı pahasına ödenmiş bedeller.
Özgürlük dağlarında hem özgürlük umudunun en çok yeşerdiği aylar yaz ayları iken hem de özgürlük uğruna en büyük bedeller bu ay içerisinde verilmiştir.
Özgürlük mücadelemizin dirilişe 15 ağustosla başladı. Ve 15 Ağustosla Kürdistan boydan boya dirildi, yeniden yeşerdi yeniden yaşama selam durdu.
Ama unutmayalım ki bu ay içerisinde yada bu aylar içerisinde ise özgürlük mücadelesinin büyük abideleri sonsuzluğa uğurlandılar. Sadece bu halk selama dursun diye…
Dörtler yazın sıcaklığını kendilerine kalkan yaparak yürüyüşlerine çıktılar, çetelere karşı direnişte Salih Kandal bu aylarda sonsuzluğa uğurlandı. Dr. Qasımlo, Alişêr ve Zarife, Faik Bucaklarda bu yaz aylarında yıldızlaştılar. Ve tabi Mustafa Yöndem yani Erdal, Ahmet Kesip yani Cemşit, Rojhat Biluzerî, Şıho Dirlik, Sarı İbrahim, halkımızın Delilası, Büyük Azime derken Engin Sincer yani Erdal ve Nucan-Cennet Dirlikler de bu aylarda topraklarıyla bulaşarak halkları için tohum olup geleceğin fidelerini yeşerttiler. Ve bugünlere gelebilmemizin olanaklarını kendi bedenlerini vererek, ortaya sererek sağladılar.
Bu büyük insanlarla tanışmak, birlikte yaşamış olmak, yakın durmak ve de yol arkadaşlığı yapmış olmak insana büyük görevler yüklüyor. En son isimlerini verdiğim iki Apocu militanla hem sivilde tanışmışlığım, hem yakınlığım, hem akranlığım, hem birlikte arkadaşlığım hem de devrimin uzun yolunda ise yoldaşlığım vardır. PKK’nin böylesine seçkin militanlarına yakınlık, akranlık, arkadaşlık derken yoldaşlık yapmış olmak bireye birçok görev yüklediği açıktır.
Erdal yani Engin Sincer yoldaşı 18 Ağustos 2003 yılında bir kaza sonucu yitirdik, Nucan yani Cennet Dirlik ise 25 Ağustos 2005 yılında Beşiri ovasında yaşanan kıyasıya bir çatışmada…
Birisi çocukluk arkadaşım birisi ise çocukluğumun hülyası…
Birisi canım ve her şeyim birisi ise her şeyimin ötesinde…
Birisi özlemim birisi ise hasretim…
Birisi ulaşmak istediğim birisi ise amacım…
Birisi ruhumun derinliklerinde hep saklı duran birisi ise ruhumun kendisi…
Evet, benim için iki ayrı yıldız, iki ayrı gezegen, iki ayrı dünya…
Kişilikleri birbirine uzak değil, çok yakın. Birisi daha fazla içine dönük diğeri ise biraz dışa dönük. Belki de temel fark bu. Birliktelikleri ise çok fazla.
İkisi güleç, ikisi cana yakın, ikisi sadakatin timsali, ikisi sade, ikisi fedakar, ikisi insan sevdalısı, ikisi mütevazi, ikisi boyun eğmez, ikisi sıcakkanlı, ikisi önderlik sevdalısı, ikisi şehitlerin izleyicileri, birisi Erdal’ın takipçisi birisi Sabri’nin yani birisi Mustafa Yöndem’in hayranı, birisi Şıho Dirlik’in.
Evet, birisi sabırlı, birisi ise sabrın ta kendisi, birisi coşku dolu birisi ise coşkunun ta kendisi, birisi zeki birisi zekiliğin ötesinde, birisi akıllı birisi ise aklın ve zekanın bileşkesi, birisi yürek dolu birisi yüreklerin buluştuğu, birisi inatçı birisi ise inadında ötesinde, birisi sert irade sahibi birisi ise iradenin ta kendisi.
Evet, birisi özgürlük sevdalısı birisi ise bu uğurda her şeyi vermeye hazır, birisi bağlı birisi ise bu uğurda can vermeye amade, birisi halkının iyi bir evladı birisi ise bu halk için canı kurban, birisi ülkeye sevdalı birisi ise “benim de ülkemin güzelliklerini görme hakkım var” diyerek dağların doruklarına hem de en zirvelerine çıkacak kadar dost, birisi Avrupai’yi yaşamdan kaçan birisi Avrupai yaşama hiç girmemiş, birisi önderliğe sevdalı birisi önderlikle sözlü.
Evet, birisi Erdal birisi Nucan. Birisi Engin Sincer birisi Cennet Dirlik. Birisi çocukluğumun ve gençliğimin sembolü birisi ise çocukluğumun ve de gençliğimin sevdası…
Nucanla Enginleşerek Erdalların yoldaşı olmak bunun için kolay olmuyor. Zor da değil zorun da ötesinde. Çünkü biri militanlığın sembolü hem de “bir militan yapması gerekenleri yapmalıdır” diyerek militanlığın zirvesini temsil ederken birisi ise bu zirvedeki militanlığın iyi bir takipçisi olarak Dersim yollarına çıkarken kanıtlanmış bir militan kişilik.
Bu iki yoldaşın yoldaşı olmak, arkadaşı olmak, çocukluk zamanlarında birlikte oyun oynamış olmak, gençliklerinde ise yol almış olmak, akran, isimdaş, akraba, dost, hısım, tanışmış olmak derken tarihin her hangi bir zaman diliminde ve herhangi bir mekanında bu her iki kanıtlanmış PKK militanlarıyla olabilmiş olmak insana büyük görevler yüklüyor. Hem de çok fazla büyük görevler.
Bugün Ortadoğu’da Kürtler ilk kez tarihlerinin en görkemli yükselişlerini yaşıyorlar. Sözün tam manasıyla Devrimci Durumu yaşıyorlar. Devrimci Durum tarihin her anında halklara kolay kolay bahşedilmiyor. Ve bu Devrimci Durum için halklar ne kadar da çok bedel ödemişler. Hem de Erdal gibi Nucan gibi, seçkin ve kanıtlanmış militan kişiliklerle…
Evet, bugün Kürdistan'da Kürtler uzun yıllardır ilk kez bu düzeyde bir kalkışı yaşıyorlar. Rojava’da yaşadıkları bir devrim dalgasıdır, güneyde daha hızlı bir devrim dalgasına kapı aralanmıştır. Kuzeyde ise zaten bu devrim dalgasının ortasındayız. Geriye kalan Doğu Kürdistan’dır, burada ise neyin ne zaman ne olacağı belli değil. Yani her an çok köklü bir devrim dalgasının gelişebileceği bir mekan.
Kürtler sadece kendileri Devrimci Durumu yaşamıyorlar, bilakis bugün Kürtler tüm Ortadoğu’ya bu devrim dalgasını taşımaya başladılar. Rojava devrimi Ortadoğu’ya devrimi taşırmanın kapısı iken Güney’de olup bitenler bu devrim dalgasını daha fazla ve daha hızlı tüm Ortadoğu’ya yayma potansiyeline sahip. Nedeni açıktır, Özgürlük Mücadelesinin ve Hareketinin çizgisi ilk kez bu denli açık ve seçik tüm Ortadoğu halklarına bir özgürleşme ve kurtuluş seçeneği olarak görülmeye başlamıştır. Bugüne kadar hem emperyalistler, hem sömürgeci devletler, hem ilkel milliyetçi ve reformist çizgiler hem de cümle cemaat özgürlüğün karşısında olanların tümü özgürlük çizgisinin önünde engel olarak dikildiler. Ancak Ortadoğu’da son yaşananların gösterdiği tek doğru çözüm ve özgürleştirme ve özgürleşme yolu halkların demokratik konfederal yapılarına dayalı gelişecek olan Demokratik Ulus modelidir. Ortadoğu’da Demokratik Ulus modeline dayanmayan hiçbir çözüm kesinlikle getireceği kandır, kıyımdır, katliamdır. DAİŞ gibi çetelerin hortlatılmasıdır, İsrail gibi Filistin halkına günlük yağacak bombadır, Irak’taki gibi günlük kan gölüdür, Suriye’deki gibi günlük hava saldırılarıdır, Suudi ve Katar gibi devletlerde ise günlük olarak ezmedir, bastırmadır, susturmadır.
İşte bunu aşmanın ve aştırmanın tek yolu vardır, o da; halkların kardeşliğine, ortaklığına yani demokratik konfederal yapılara ve de Demokratik Ulus’a dayalı çözüm modelleriyle gelişecek olan Ortadoğu devrimiyle mümkündür.
Bugün eğer Erdallara ve Nucanlara yakın olunduğu söyleniyorsa, onların şahadet günleri anılıyorsa, onlara akraba ve akran olunduğu söyleniyorsa, arkadaş hatta yoldaş olunduğu söyleniyorsa o zaman yapılması gerekli olan aynen Erdal gibi zor anlarda dağların yoluna düşerek Kürdistan Devrimine katılmaktır, yine aynen Nucan gibi Dersimlere doğru yol alırken “benim de bu ülke için mücadele etme hakkım vardır” diyerek inadına Devrimci Duruma denk yaşamaktır.
Evet, Nucanla Enginleşerek Erdalların yoldaşı olmak isteniyorsa ya da öyle olduğunu söyleniyorsa o zaman yapılması gerekenler bellidir, gözler önündedir. Aynen Nucan gibi aynen Erdal gibi bir an evvel Kürdistan dağlarına çıkarak hızla Devrimci Duruma katılarak Ortadoğu devriminin iyi bir savunucusu olarak Kürdistan devrimini bir an evvel gerçekleştirmenin iyi bir neferi olmaktır. Başkası da ne Nucan’a yakışır ne de Erdal’a yakışır. Nucan ve Erdal’a yakışanda kesinlikle ve kesinlikle bir an evvel onların iyi bir takipçisi olarak bu devrimin iyi bir neferi olmaktır.
Şahadetlerinin yıldönümünde hem Erdal’ın hem de Nucan’ın anılarının önünde saygıyla eğiliyor ve her zaman iyi birer takipçisi olacağımızın sözünü yeniden veriyoruz.
- Ayrıntılar
“Onları seviyorum, her şeyi onlar için yapıyorum. Genç başladık, genç bitireceğiz.”
Öncelikle şu bilinsin ki, içine doğduğumuz dünyada kimse başkası için her şeyi yapmaz. Ve herkesi sevmez. Ve öyle ki gerektiği yerde de canını ortaya koymaz, onlar için vermez.
Ama bugün Kürdistan'da birileri için canını ortaya koyanlar var. Hem de tanımadıklarını bile yüreğine basarak ölesiye severcesine koyanlar…
Bunun böyle olduğunu bizlere Amed zindanlarında, “Önderliğin ve partinin emeklerine layık olamadık. Mezar taşıma halkına borçlu yazın” diyen Mehmet Xeyri Durmuşlar gösterdi. “Yaşamı uğruna ölecek kadar seviyorum” diyen Kemal Pirler gösterdi. Ve ardından gelişen özgürlük savaşında Beritanlar ve “Keşke canımızdan başka verecek şeylerimiz olsaydı” diyerek düşmanın yüreğinde patlayan Zilanlar gösterdi. Ve yine Sema Yüce gibi; “Nasıl ki gökyüzünde iki güneş yoksa ve olmayacaksa, bir insan için, özgürleşmek isteyen bir kadın için, iki yaşam seçeneği, iki moral merkez olamaz” diyerek canını ateşlere atarak 8 Mart’ın şafağında Newroz'a selam duranlar gösterdi.
Ve bugünde bu yürüyüşçülerin izinden Şengal’de, Kerkük’te, Celawle’de, Rabia’da, Cezaa’da, Serikani’de, Kobane’de, Afrin’de ve ülkenin birçok savaş meydanın da tek bir çıkar gözetmeksizin en ön cephede yürüyenler göstermektedir. Birileri arkasın arkaya kaçarken; sözde paralı, sözde eğitimli, sözde yaşı bilmem kaç, sözde peşmerge yani savaşçı hem de vatan savaşçısı denenler üstelik… Ama daha bıyıkları terlememiş genç erkekler, daha filiz, daha körpecik kızlar dağların doruklarında bilmedikleri alanlarında, ovalara, şehir merkezlerine öne doğru büyük bir yürek atışıyla atıldılar. Tabiidir ki bu atılmalarının nedenlerini sormak ve açığa çıkartmak gerekmez mi?
Verilecek tek bir cevap vardır ki o da; “Her şeyi onlar için yapıyorum” gerçekliğidir. Bu gerçeklik öyle bir gerçekliktir ki hiç kimse ama hiç kimse bu bağı koparamaz, bu bağın arasına giremez, bu bağı gevşetemez. Çünkü bu sağ sevgiyle örülmüştür, bu bağ yürekle işlenmiştir. Ve bu bağ genç başlamakla ve de genç bitirmekle ilgili bir bağdır. Bu bağ Başkan Apo’nun yürek dolu özgürlük tutkusuyla örülmüştür. Gelecek eğer gençlerin ise ve eğer insanlık gelecek günler için yaşadığını dolayısıyla gençlik için çalıştığını, yaşadığını ve de varlığını sürdürdüğünü söylüyorsa, o zaman bunu en ileri düzeyde söyleyen Başkan Apo ve onun ortaya çıkardığı özgürlük hareketidir.
“Hiyerarşik toplumda tecrübeli yaşlıların gençler üzerinde kurduğu baskı ve bağımlılaştırmadan da önemle bahsetmek gerekir. Jerontokrasi diye literatüre geçen bu konu bir gerçektir. Tecrübe yaşlıyı bir yandan güçlü kılarken, diğer yandan yaşlılık onu gittikçe zayıf, güçsüz kılmaktadır. Bu özellikleri yaşlıları, gençleri kendi hizmetlerine almaya zorlamaktadır. Zihinlerini doldurarak bu işlemi geliştirmektedirler. Tüm hareketlerini kendilerine bağlamaktadırlar. Ataerkillik bu olgudan da büyük güç almaktadır. Onların fiziki güçlerini kullanarak dilediklerini yaptırabilmektedirler. Gençlik üzerindeki bu bağımlaştırma günümüze kadar derinleşerek devam etmiştir. Tecrübe ve ideolojinin üstünlüğü kolayca kırılamaz. Gençliğin özgürlük istemi kaynağını bu tarihsel olgudan almaktadır. Yaşlı bilgelerden günümüz bilim adamı ve kurumlarına kadar gençliğe stratejik, hassas denilen bilgilerin en can alıcı kısmı verilmez. Verilenler daha çok onu uyuşturan ve bağımlılığını kalıcılaştıran bilgilerdir. Bilgiler verildiğinde uygulama araçları verilmez. Sürekli bir oyalama değişmez bir yönetim taktiğidir” demesinin ardından, “Gençliğin her zaman özgürlük istemesi fiziki yaş sınırından değil, bu özgül toplumsal baskı durumundan ileri gelmektedir. Ayyaş, toy delikanlı kavramları gençliği küçük düşürmek için uydurulan temel propaganda sözcükleridir. Yine hemen cinsel güdüye bağlamak, serkeşliğe çekmek, ezbere katı doğmalara bağlamak, gençlik enerjisinin sisteme yönelmesini engellemek ve düzeni sağlamakla bağlantılıdır” diyerek gençliğin nasıl ele alındığı açıkça ifade etmektedir.
Başka bir yerde ise: “Özgürlüğe yürüyen bir gençliği tutmak zordur. Gençlik sistemlerin başına en başta bela olan kesimdir. Tarih boyunca bu çok iyi bilindiği için, eğitim adı altında gençlik kurban edilmekten tutalım, akla hayale gelmez uygulamalara tabi tutulmuştur… Yaşlıların zaaf ve gücünden kaynaklanan gençliği bağımlılaştırma ve güdümleme ilişkisi hızından ve yoğunluğundan hiç kaybetmeden hakim sistemlerin en güçlü sürdürücüleri kılınmışlardır.”
Bu duruma karşı yapılması gerekli olan açık değil midir?
“Gençlik toplumsallaşırken büyük tuzaklarla karşı karşıyadır. Bir yandan geleneksel ataerkil toplum koşullanması, diğer yandan resmi düzenin ideolojik şartlanması altında bocalarken, dinamizmiyle yeniliklere açık bir yapısı vardır. Olup bitenler karşısında son derece toydur. Yaşlı toplumun etkisi altında kendine ne biçildiğini keşfetmekten uzaktır. Kapitalist toplumun baştan çıkarıcı bin bir hilesi karşısında nefes bile alamaz. Tüm bu gerçeklikler gençliğe özgün, tuzaklardan çekici, onun özüne uygun bir toplumsal eğitimi zorunlu kılar.
Gençliğin eğitimi büyük çaba ve sabır isteyen bir iştir. Bunun karşılığında dinamizmi ile destanlar yazabilecek ataklığa sahiptir. Amaç ve yöntemi iyi kavradığında başaramayacağı bir iş yoktur. Amaç ve yöntemli yaşamı temel disiplin olarak görüp seferber olduğunda, sabır ve inadı eksik etmediğinde, tarihsel davalara en önemli katkıyı gerçekleştirebilir.
Demokratik gençlik hareketinde böylesi nitelikler kazanmış kadrolar öncülüğünde gelişecek bir hamle, genel demokratik toplum mücadelesinde başarının güvencesidir. Gençliğin dinamizminden yoksun bir toplum hareketinin başarı şansı sınırlıdır. “
Başka bir cümle ile ifade edecek olursak: “Her şey gençliğin tarihsel toplumsal hamleye yeniden doğru ve yetkin katılmasıyla belirlenecektir.”
“Onları seviyorum, her şeyi onlar için yapıyorum. Genç başladık, genç bitireceğiz” sözleri esas itibariyle yukarıda ifade edilen gerçeklerle birebir bağlantılıdır.
Bugün insanlık ayakaltına alınmışken bu ayakaltına alınmışlığın önünü alacak olan kesinlikle ve kesinlikle gençliktir. Gelecek, gençliktir. Bunun için her şey onlar için yapılıyor, bunun için onlar seviliyor. Ama unutulmasın ki onların da yapacakları vardır.
Özgürlük hareketi genç başladığını söylüyor, genç yürüdüğünü ve dolayısıyla gençte bitireceğini yani adaletsizliği ortadan kaldırarak; adil, eşit, çoğulcu, paylaşımcı ve özgür bir dünya yaratacağını belirtiyor. Böyle bir dünya ilk önce gençliğin hayali ve özlemi değil midir? Jerontokratların çokbilmiş dünyasında bıkanlar, onlar değil midir? Her gün ezilen ve horlananlar onlar değil midir? Günlük olarak baskılanan, söyledikleri dikkate alınmayan, itilen yine onlar değil midir? Daha gözlerini yeni açmışken bilmedikleri, anlamadıkları bir ilişkinin içine zorla atılanlar onlar değil midir? O zaman HER ŞEYİ ONLAR İÇİN YAPIYORUM sese cevap vereceklerde onlar değil midir? Onlar, yani gençler olduğu açık olan bir soruya cevabı vereceklerin kesinlikle bu cevaplarını en ileri düzeyde her yerde ama başta da; Şengal’de, Kobane’de, Afrin’de, Cezire’de, Kerkük’te ve tabi ki; Munzurlarda, Araratlarda, Nurhaklarda, Katolarda, Meretolarda, Binboğalarda, Tendüreklerde, Berbıheyv’de, Bagok’ta ve dahası; Karadeniz’de, Toroslarda derken Dalaho’da, Bestun’da ve Kürdistan ile Ortadoğu’da özgürlük sorununun olduğu yerde…
İşte, “Onları Çok Seviyorum” sözlerine verilecek en iyi cevap, Özgürlük Sorununun olduğu her yere akarak bu özgürlük sorununu büyük bir ruh, coşku ve moral ile çözmektir. Bu ise belki de bu sevgiye verilecek en iyi cevaptır.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi PKK, iki kelimeyle yola koyulmuştur: ‘Kürdistan Sömürgedir.’ Şuan üzerinde değerlendirmeye gidilse saatlerce konuşulacak iki kelimedir. Çünkü bu iki kelime üzerinden bugün bir demokratik halk hareketi yaratılmıştır ve tüm insanlığın, hiyerarşik-devletçi zihniyet tarafından sömürülen tüm toplumların, doğanın hatta evrenin sözcülüğünü yapmakta ve mücadelesini yürütmektedir. O gün itibariyle Kürt ve Kürdistan adına değerlendirmeye gidilecek çok fazla bir şey olmamasına rağmen, bir ruhun ürünü olarak geçmişinden aldığı güçle insanları ikna etme yeteneği vardı. Bu da öncesindeki 68 gençlik hareketi başta olmak üzere; tüm ezilmiş, sömürülmüş, zora baskıya maruz kalmış, yok edilmek, tarih sayfalarından silinmek istenmiş toplumların, hareketlerin yürüttüğü mücadelenin verdiği güç ve kararlılıktır. Bunun yanı sıra, tarihin derinliklerinden gelen, kaynağını evrenin özgürlük arayışından alan kültürel toplum olan Kürt halkının özgür yaşamdaki ısrarından kaynağını almaktadır.
Toplumlar iki dinamik güç üzerinden kendisini yaşanılır kılar. Bunlar da kadın ve gençliktir. Kapitalist sistemin bugün itibariyle kendisini toplumların hücrelerine kadar işlemesinin ve toplumsal değerleri zayıflatıp yok etme düzeyine gelmesinin temelinde yatan gerçeklik bu iki olgunun toplumsal etkinliklerinin zayıflatılmasıdır. Bu iki gücün etkisiz ya da işlevsiz olması demek toplumun dıştan gelişebilecek her türden saldırı karşısında hedef olması demektir. Bundandır ki dünyanın neresine bakarsak bakalım, sistemin en fazla üzerinde oyun oynadığı ve düşürmeye çalıştığı gerçeklik kadın ve gençlik olmaktadır. Çokça değerlendirildiği üzere ve Önderliğimizin de belirttiği üzere kadın düşürülmüş olduğu konumundan çıkarılmadığı sürece toplumun kendi öz değerleri temelinde yaşamasının imkânı yoktur. Bu gerçeklik yine gençlik için de geçerlidir.
Hiçbir toplum, geçmişinden bağımsız kendisini yarınlara ulaştıramaz. Geçmiş bugünün aynası olduğu gibi yarınların oluşturulmasında da en etkin ve belirleyici rolü oynar. Bundan kaynaklı geçmişin sadece geçmişte kalmadığını ve yaşanıp bitmediğini algıya çıkarmak önem arz etmektedir. Peki, geçmişi bugünle bütünleştirip, yarınların oluşturulmasına zemin hazırlayacak gerçeklik nedir? Kapitalist modernite, insanları günübirlik yaşamaya iterken, dününü unutturup yarınların süslü hayallerinde boğarken, toplumu kendi gerçekliğiyle yeniden kim buluşturacak? Çarpıtılmış tarihle bugünün sağlıklı yaşanamayacağını, özgür yarınların oluşturulamayacağını biliyoruz. Peki, sadece bilmek yetiyor mu? Bunun gerekleri nelerdir ve öncelikli olarak bu gerekleri yerine getirecek olan güç kimdir?
Muhakkak ki toplumun tüm bileşenleri bu sorumluluk altındadır. Toplumdaki herkesin içerisinde bulunduğu toplumun boğuşmakta olduğu sorunları çözme ve bu temelde mücadele içerisine girme yükümlülüğü vardır. Hakikatin bütünselliğinden bahsediyorsak eğer, bu gerçeklik kaçınılmaz olarak önümüze gelmektedir. Çünkü toplumu genlerine kadar parçalara ayıran hiyerarşik-devletçi sisteme karşı geliştirilecek bir mücadelenin toplumsal bütünlük sağlanmadan başarıya ulaşmasını beklemek beyhude ve boş umuttan öteye gidemeyecektir. Yediden yetmişe, geliştirilecek mücadele bilinciyle, kadınlı erkekli, omuz omuza girişilen bir mücadele ancak sistem karşısındaki zaferi getirecektir.
Ancak öncelikli olarak bu görev gençlerin omuzlarına yüklenmiştir. Çünkü her ne kadar bir bütünsellik gerekiyorsa, bu bütünselliği sağlayacak olan ve toplumun mücadele kararlılığını pekiştirecek olan gençliğin kendisidir. Gençlik toparlayan, örgütleyen, harekete geçen ve kendisiyle harekete geçirendir. Bugün sistemin gençliği olabildiğine geçmişsiz, dününden habersiz bırakmasının temelinde yatan gerçeklik de kaynağını buradan almaktadır. Geçmişinden kopmak demek toplumsal değer yargılarından, kültüründen kopmak demektir. Kültüründen ve toplumu ayakları üzerinde durduran değer yargılarından kopmak ise geleceksiz, sadece bugünle sınırlı kalmak demektir. Ancak oluşum bir an olsun durmamaktadır. Her an kendisini yenilemektedir. Gelişmeler çok farklı boyutlara evrilmektedir. Peki, bu oluşuma ya da zamana nasıl ayak uydurulabilir? Zamanın ruhu nasıl yakalanabilir, nasıl bu temelde olumlu bir pratiğin sahibi olunur? Geçmişinden kopmuş bir gençliğin özgür yarınlar oluşturması mümkün müdür? Ya da toplumun kendi varlığını koruması mümkün müdür? Öyle görünüyor ki verilebilecek tek bir cevap vardır. O da hayır!
İşte PKK hareketi bu gerçekliğin bilincinde, gençliğe öz sorumluluklarını kavratma ve bu temelde toplumu yaşanılır yarınlara ulaştırma kararlılığı ve inancıyla gençliğe yaklaşmaktadır. Kapitalist sistemin aksine gençliği daha da donatmakta ve ayakları üzerinde durdurarak topluma öncülük etme gücünü aşılamaktadır. Daha doğrusu toplumun gençlikten beklediklerini pratiğe koymaktadır.
PKK bir gençlik hareketidir. İlk etapta bu kulağa bir slogan gibi gelebilir. Ancak bu bir slogan değildir. Olabildiğine gerçek ve yaşanılırlığını sürdürmektedir. İlk grup aşamasından, partileşmeye kadar, ülke dışına çıkıp devrimci atılımlar yapmasına, gerilla sayısı on binlere ulaşıp paradigmal değişim sağlanıncaya kadar bir gençlik hareketi olarak PKK, demokratik direniş hareketlerinin saflarında yerini aldı. Nasıl ki şamanlara karşı doğal toplum gençliği bilinçlenme ve mücadele etme gereği duyduysa, şimdi PKK hareketi ve PKK’nin öncü gücü olan gençlik, şamanların yaratmış olduğu tanrılarla mücadele yürütüyor. Kürdistan başta olmak üzere; Kürtlerin yaşamış olduğu her hangi bir yere bakacak olursak sistemin Kürt gençleri üzerindeki baskı ve saldırılarını çok rahat göreceğiz. Çünkü PKK hareketinin, gençliği özüyle buluşturma mücadelesi büyük ölçüde başarıya ulaştırılmıştır. Nasıl ki toplumun ruhu gençlikse, PKK hareketinin ruhu ve beyni de gençliktir. Çünkü PKK toplumsal kültür hareketidir. PKK, tarihin her döneminde sistem karşısında direniş bayrağını kaldırmış her hareketin sürdürücüsü ve özgür yaşam takipçisidir.
Gençlik, özü itibariyle sistem karşıtıdır. Sistemin ‘anlamsızlaştırma’ ve ‘hissizleştirme’ saldırılarına en çok maruz kalan kesimin gençlik olması bu gerçekliği doğrulamaktadır. Çünkü anlamından ve hissiyatından koparılmış bir gençlik özünden boşaltılmış gençliktir. Ancak sistemin her türden saldırısına rağmen, yine mücadele alanlarına çıkan ve sistemi alaşağı edip deviren gençlik olmaktadır. Günümüz itibariyle gençliğin düşürülmüş olduğu durumu göz önünde bulundurduğumuzda, varolan gerçekliği çok daha net bir şekilde göreceğiz. Özellikle sistemin ‘üç s’ ile en çok yönelimde bulunduğu kesim gençlik olmaktadır. Bunun yanı sıra; uyuşturucu maddeler yoluyla gençliğin varolan potansiyeli minimize edilmek ve gerektiğinde kendi ihtiyaçları temelinde kullanılmak istenmektedir. Uyuşturucu maddeleri sadece çekilen ya da damardan alınan maddelerle sınırlı tutmak yetersiz ve üstün körü olacaktır.
Kapitalist sistem şekilselliğinin en çok uygulama alanı gençlik olmaktadır. Sahte, süslü olan her şeyin güzel olarak benimsetilmiş olması tamamıyla bunun ürünüdür. Hemen her gün değişen modalarla gençliğin toplumsal gündemi işgal edilmekte, bu sayede varolan sorunlardan uzak tutularak uyuşturulmaktadır. Özden yoksun maddi gerçekliklerle gençliğin gözü ve gönlü boyanmakta, mekanik bir hale getirilmektedir. Kapitalist sistemin yapmak istediği de; manevi değerlerden, toplumsal olan her şeyden uzaklaştırılan, hayatı yaşadığı anla sınırlı gören, özü görülmeksizin, rengine, şekline, sözde güzelliğine aldanılan her bir şeye sıkı sıkı sarılan gençliğin oluşturulmasıdır. Evde, sokakta, işte, okulda, yaşamın her alanında kendi bireysel sorunlarıyla sınırlı kalmış bir gençliğin toplumsal olana ne derece yönelim sağlayacağı tahmin edilmektedir.
Bırakalım toplumsal alan sorunlarına cevap olmayı, aile içerisinde bile yaşanan ya da yaşanabilecek olan sorunlara reflekssiz kalması kaçınılmazdır. Çünkü hemen hemen yaşamın her anında sistem oluşturmuş olduğu araçlar vasıtasıyla gençliği kendine çekme çabası içerisindedir. TV, internet, para, moda, gittikçe sermaye alanı haline gelen futbol, kadın üzerinden geliştirilen seks pazarı, sanat adı altında gelişen yozlaştırma ve kendine yabancılaşma kültürü vb. daha birçok yöntem denenerek bir şekilde toplumsal gerçekliklerden uzaklaştırılmakta ve müthiş bir bireycilik geliştirilmektedir.
PKK hareketi, gençliği kendi özüyle buluşturma hareketidir. Çünkü PKK’nin mücadelesi çalınmış anlam ve hissiyatın yeniden kazanılması mücadelesidir. PKK gençliği de anlamı ve hissi kendisinde yaşamsallaştırarak her an daha güçlü bir şekilde kapitalist sistem karşısında mücadele etmektedir.
Her şeyden önce gençlik, tarihinden aldığı güçle, doğru reflekslerin sahibi olan ve bu temelde doğru zamanda öfkesini dışa vurandır. Toplumsal olana sıkıca sarılan, her türden bireyci davranıştan kaçınan, bireycileştiren yaklaşımları fark edip, kendini örgütlülüğe kavuşturarak sağlam duruşuyla cevap olandır. Gençlik, sistemin oluşturduğu ve her an oluşturmaya devam ettiği zayıf ve kendi kendini tüketen kişilik şekillenmesine karşı anı anına mücadele içerisinde olan ve kendini toplumsal ahlaki-politik dinamikler üzerinden oluşturandır.
Gençlik toplumun eylem gücüdür. Yaşanan toplumsal sorunları çözme yolunda en önce, en kararlı adımı atandır. PKK hareketinde de gerçeklik böyledir. Gençlik, zaman ve mekânı doğru yakalayan, nasıl hareket edeceğini bilip, araçlarını belirleme konusundaki duyarlılığıyla; toplumun en önemli anlam oluşturma ve eylemiyle mücadelesini başarıya ulaştırma gücüdür. Gençlik, toplumun ihtiyaçlarını tespit eden, doğru yer ve zamanda müdahalelerde bulunan ve büyük başarmada ısrar edendir. PKK hareketinin yenilmezliği de buradan gelmektedir. PKK gençliği her an kendisini yenileyerek ve oluşturarak sürecin gereklerine cevap olmaktadır.
Genç olmak inisiyatifli olmak demektir. İnisiyatif, birilerinin denetiminde olmadan, birilerinin ne söyleyeceğini, nasıl karşılayacağını beklemeden, toplumsal değer yargılarını koruma yolunda kararlıca yürümektir. İnisiyatifli gençlik; yapmaktan korkmayan, yaptığının arkasında durarak her türden baskıya karşı direnen ve toplumu değişime zorlayandır. PKK hareketi, inisiyatifi elinden alınmış gençliği tekrar inisiyatifli hale getirerek, gençliği; toplumsal inşada öncülük misyonuyla donatmıştır.
Gençlik, hiyerarşik-devletçi sistem tarafından insanlara dayatılan ve kişilikte çürümelere, çirkinliklere, bireyciliğe sebep olan, hiçbir şekilde toplumun ihtiyaçlarını gözetmeyen, buna cevap olmayan yanları söküp atandır.
Gençlik monotonluğu ve tekrarı kendisine kabul etmeden, hep yeninin peşinde koşandır. Yeniyi oluşturma yolunda amaçlar edinen ve bu amaçlar uğruna durmaksızın mücadele içerisine girendir. PKK’de genç olmak sunulu olanı reddetmek, çekili her türden sınırı yerle bir etmek demektir.
Hâkim sistemde görüldüğü üzere genç olmak demek, kendi başına, toplumdan kopmak demektir. İstediğini istediği gibi yapma ‘özgürlüğüne’ sahip olmak demektir. Toplumsal sorunlara bulaşmayıp, sorunları ya da toplumsal ihtiyaçları bazı kesimlere havale edip gönlünce yaşamak demektir. Geçmişin bilinci ve geleceğin hayallerinden soyutlanarak, gününü gün etmek demektir…
Ancak PKK hareketi, gençliğe ve topluma dayatılmış bu anlayışları yaşam felsefesi ve gençliğe olan bakış açısıyla tepe taklak etmiştir. Çünkü PKK’de gençlik; toplumsal olmak demektir, içine girdiği her eylemi toplumsal çıkarlar temelinde gerçekleştirmek demektir, toplumda yaşanan sorunları en önce göğüsleyip doğru çözümleri üretmek demektir, toplumsal ihtiyaçları bir yerlere havale etmeden kendi görev ve sorumluluklarının bilincinde olmak demektir, doğru bir geçmiş ve özgür birgelecek hayaliyle kendisini donatmış olan demektir.
Deniz GEM
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Eylül günü saat 09:00'da Şengal'e bağlı Geliye Şilo bölgesinde gerilla güçlerimiz Daiş Çetelerinin bir grubuna eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 5 Eylül günü saat 17:00'da gerilla güçlerimiz Şengal girişinde bulunan Qesra Şemdin Gazinosunda bulunan çetelere yönelik iki suikast eylemi gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 4 Eylül günü sabah saatlerinde Şengal'in doğusunda bulunan Herdan köyünde gerilla güçlerimiz ile Daiş çeteleri arasında bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar