Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Nisan günü 18.00 ile 24.00 saatleri arasında Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Oramar mıntıkasında bulunan Şehit Gafur ve Şehit Karker alanlarına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Günlerden beri yurtsever basında, Murat İZOL adlı Kürt gencinin sömürgeci Türk devlet polisine yakalanmamak ve kurtulmak için Dicle nehrine kendisini attığı iddia ediliyordu. Günlerdir bu haber yurtsever gazete ve tv’ lerde işlenmesine rağmen ciddi hiçbir tepki ortaya konulmamıştır. Bir Kürt gencinin polisin eline düşmemek, tutuklanmamak için kendisini nehre atması haberine karşılık, ciddi bir tepki, olayı araştırma ve bunu bir kitlesel eylemliliğe çekme durumu yaşanmamıştır. Bunu nasıl anlamalıyız?
Bir insanın sırf yakalanmamak için kendisini Diclenin baharla birlikte kabarmış, hırçınlaşmış suyuna, üstelik giysileriyle atlarsa kurtulma şansının mucizelere kaldığını bile bile nehre atlaması nasıl anlaşılmalı? Bunu Dersim katliamı döneminde ateşe verilen köyün içinden can havliyle kurtulmaya çalışan bir Kürt kız çocuğunun, sömürgeci türk askerini görür görmez yeniden yükselen alevlerin içerisine koşmasından ne farkı var? Ha polisten kurtulmak için nehre atlayan Murat, ha askerin eline düşmemek için ateşe koşan Kürt kızı...
Ne farkı var?
Sömürgeci türk askerini görünce, onun eline düşmektense ateşlerde yanmayı, küllerinin havaya savrulmasını tercih eden Kürt kızının hikayesini önemli bir kesim bilmektedir. Yine yüzlerce belki de binlerce Kürt kızının, gelininin sömürgecilerin eline geçmektense kendisini Munzur suyuna ve uçurumlara attığını bilir. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi tarihinde birçok gerillanın düşmana esir düşmemek için son kurşunu ve bombayı kendisinde patlattığı, kendilerini uçurumlara attığı gerçeği de bir sır değildir.
Bunlar biliniyor. En azından şu an da Amed’in sivil toplum örgütlerinde, kent meclisinde, ilçe meclislerinde bilindiği ve birçok aydın, sanatçı ve yazarın da, siyasetçinin de gayet iyi bildiği açıktır. Amed duyarlıdır. Amed Kürdistan’nın kalbidir, yüreğidir ve hassastır. Ama neden günlerdir Murat İZOL isimli yurtsever Kürt gencinin polise yakalanmamak için kendisini Dicle sularına atması üzerinde durmadı? Bu barışçıl sürecin etkisi mi? Acaba ses çıkarırsak, eylem koysak sorumluların üzerine yürürsek, süreç mi bozulur? Acaba bu kaygılar mı besleniyor? Bu kaygılar yerinde midir?
Bu kaygıların yersiz hatta bir anlamının olmadığı çok açıktır. Silahların susması, ateşkesin yapılması demek, bir halkın kendisini savunmasız her türlü saldırıya açık hale getirmesi demek midir? Siyasal savaş, gençlerimizin katledilmesine sessiz kalmak veya her türlü saldırıyı sessizce sineye çekmek midir? Veya bir-iki sıradan basın açıklamasıyla görüntüyü kurtarmak mıdır? Barış kendin olmaktan vazgeçmek midir? Ateşkes, silahların susması kendin olmaktan veya kendini savunmaktan vazgeçmek midir?
Kürdistan Halk Önderi bu süreçte siyasetin öne çıkacağının altını çizdi. Fakat siyaseti de şu şekilde tanımladı: “Siyasal savaş, yurtseverlik savaşı, tarihe ve toprağa sahip çıkma savaşıdır”. Tanımlamanın böyle yapıldığını en iyi Kürt siyasetçileri bilir. Siyasal mücadele demek, parlementer sistem içerisinde ve onun sınırları içerisinde takılıp kalmak değildir.
Savaş ne için yapıldıysa, silah ne amaçla kullanıldıysa; siyasal mücadele de o amaçla yapılır. Fark; araç ve yöntemleridir. Artık siyasetle de sonuç alınabilinecek bir duruma-konuma ulaşılmıştır. Bu nedenle de Önder APO’nun Demokratik Kurtuluş Ve Özgür Yaşamı İnşa manifestosunun anlaşılmayacak hiçbir yönü yoktur. Gayet açık ve nettir. Anlaşılır olmayan, bu ve benzer durumlar karşısında yaşanan utanç verici sessizliktir. Kaldı ki Murat İZOL’un cenazesi bulunduğunda silahla vurulduğu yurtsever basın tarafından dile getirilmiştir. Bu durum karşısında da yurtsever gençliğin bir açıklaması ve bir-iki tekrarı aşmayan gençlik eyleminin ötesinde henüz ciddi bir tepki açığa çıkmış değildir.
Son birkaç ay açerisinde Özgür ARDA isimli Kürt genci sömürgeci AKP devletinin polisleri tarafından kurşunlanarak katledilmişti. Şahin ÖNER isimli welatparêz genç herkesin gözleri önünde katledilmesine, panzer altında ezilmesine rağmen, bir-iki sınırlı tepkinin ve çok sınırlı bir imza kampanyasının ötesine geçilmedi. Sonuca götürülemedi. Öncesi de var; Aydın ERDEM isimli welatparêz Kürt genci bizzat sömürgeci AKP devletinin polisleri hedef gözetilerek ateş edildi ve katledildi.
Öyle anlaşılıyor ki Amed’de kürt gençlerini korkutma, sindirme ve yıldırmaya dönük son derece bilinçli bir saldırı yürütülmektedir. Son iki gündeki Hizbi-Kontra saldırıları da bu kapsam ve plan dahilinde ele alınmalıdır. Bunu yapanlar ne yaptıklarını gayet iyi biliyorlar. Fakat bu saldırının hedefi konumundaki Kürt Halkı, Kürt gençleri hala bu saldırı karşısında ne yapmaları gerektiği, nasıl bir dil ve mücadele içerisinde bulunmaları gerektiği konusunda yeterli bir kavrayış, plan, program ve bu temelde bir mücadele içinde değildirler. Geçiş sürecinin bir ifadesi olarak ortaya çıkan bu durumun hızla aşılması gerekir.
Tekrar Önder APO’nun son zamanlarda yaptığı siyasal mücadele tanımına dönelim. “Siyasal savaş, yurtseverlik savaşı, tarihe ve toprağa sahip çıkma savaşıdır”. Şimdi süreci başlatan ve büyük bir kararlılıkla barış mücadelesini yürüten Önder APO’dur ve O’nun da siyasal mücadele tanımı budur. Burda toprağı, tarihi ve Kürdistan yurdunu savunmaya, korumaya çok çarpıcı bir vurgu vardır. Siyaset ve siyasal mücadelenin önüne tam da bu görevler konulmuştur. Kürdistan toprağında ve tüm Kürtlerin kalbi olan Amed’in orta yerinde herkesin gözleri önünde işlenen bu katliamlara sessiz kalmak ya da görüntüyü kurtaran tarzda bir-iki geçiştirici söz söylemek barışı geliştirmez, süreci ilerletmez. Tam tersine müzakere sürecini dinamitler. Sömürgecileri bu katliamları yapmaya cesaretlendirmekten başka sonuç yaratmaz.
Barış, bir ulusun-halkın kendi olmaktan ve saldırılar karşısında kendini savunmaktan vazgeçmek değildir. Tam tersine barış, tam da bir ulusun-halkın kendisi olmaktır. Kürdistani olmak ve Kürdistan topraklarında diğer halklarla eşit bir biçimde yaşama imkanına kavuşmak demektir. Bu da ancak bir ulusun-halkın kendisine yönelen saldırgan eli kırk yerinden kırabilme gücünü gösterebilmek veya hissettirebilmektir. Evet, barışçıl siyaset veya siyasetin öne çıktığı durum, kendini özgürce ifade etme imkanına kavuşmaktır. Bu da sürekli bir biçimde örgütlülük ve mücadele demektir. Halk olarak kendini savunma, her türlü saldırıya karşı koruma sistemini kurmaktır. Kendisini savunamayanın, savunma bilinci, gücü ve örgütü olmayanın barışı da olamaz. Siyasal süreç, kendi varlığını koruma, özgürlüğü sağlama amacından vazgeçmek değildir. Çünkü, varlığı tehdit altında olanın barışı olamaz.
Murat İZOL’a gerektiği kadarıyla ve layıkıyla sahip çıkamamak, bir rehavet ve mücadelesizlik durumunu ifade etmektedir. Bunun hem de neredeyse “rehavete kapılmamalıyız” söyleminin en çok kullanıldığı bir zamanda görülmesi, kabul edilemez bir durumu ifade etmektedir. Sömürgecileri veya Önder APO’nun inisiyatifinde gelişen bu süreci sabote etmek isteyenleri cesaretlendirir. Mücadele ve hesap sormak için ayağa kalkmak ve kendi insanını sahiplenmek, bunun için kıyamet koparmak ise, sürecin biricik güvencesidir.
Zaten Önder APO da bu görevi Kürt Halkına vermedi mi?
Amed halkı bu görevi öncelikli olarak alan bir halk olarak, Diyarbakır valisi ve Emniyet müdürünü bu topraklar üzerinde, bu şehirde kabul etmemelidir. Bu katil ikiliyi, Özgür Arda’nın, Şahin Öner’in, Murat İzol’un ve Komutan Numan ve on HPG savaşçısının katledilmesini planlayan ve operasyonu yöneten katiller olarak, Amedin başında ve kendilerini yönetmesine izin vermemelidir.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
11 Nisan günü Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Oramar mıntıkasında bulunan Şehit Gafur ve Şehit Karker alanlarına 17.00 ile 22.00 saatleri arasında, Şehit Rahime alanına ise 18.00 ile 18.30 saatleri arasında işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Geçmiş hataların aşılma şansı vardır. Hatta suçların bile kat be kat telafi edilebilmesi için pratiğe girilebilir. Madem dönem böyledir, o zaman kendini kanıtlamak isteyen, şans isteyen bunu böyle değerlendirir. Şimdiye kadar söylenen tarzı, bizimle olan ilişkilerinizi biraz bu yönüyle değerlendirin. En değerli destek ve yoldaşça yardım sunulmuştur. Hiç kimse mevcut gelişmeleri ne eksik ne de yanlış yorumlamalıdır. Tutturduğumuz düzey, tarihimizde elde tutulacak ne varsa odur; en önemlisi de, parti tarihimizin yaşama ilişkin söyleyip bize sunacağı ne varsa odur. Önünüze serilen budur. Bu bizim için kişiliktir, onun fedakârlık ve cesaret düzeyidir; başlı başına da büyük bir yaşam fırsatıdır.
Yaşam savaştır, savaş da yaşamdır. Bu noktaya geldik dayandık. Karşımızdaki zorba güç, dünyanın bütün gerçekleriyle, tarihin bütün insanlık gerçekleriyle alay ediyor. Bu uğursuzluk, alçaklık ve lanetlilik hiçbir gerekçeyle kabul edilemez. Düşman, insanlık dışı dayatmalarını son bir çabayla da olsa başarıya götürmek istiyor. Bizim gerçekliğimiz de şunu söylüyor: Bir kişi tek başına da olsa, böyle bir zorbalığı kabul edemez. Eğer akıllıysa, tek başına da olsa, bu zorbalığa karşı durup onu başarısızlığa uğratabilir. PKK’nin tarihi biraz da budur. Bunu her zamankinden daha iyi anlıyorsunuz. Bunun öyle fazla okumuşlukla, fazla tecrübeyle de ilişkisi yoktur; biraz kişilikle, onurlu ve namuslu biri olmakla ilişkisi vardır. Sanıyorum, hepiniz de biraz böylesiniz. Bugünlere kolay ulaşmadığınızı belirtmeliyim.
Size verebileceğimiz en değerli armağan, sizi böyle bir güne ulaştırmaktır. Verilen bu kadar şehitler, çekilen bunca acılar, görülen işkenceler, halkın bütünüyle yoksulluğu aslında anlam olarak size verilen özgürlük ve savaş değerleridir. Eğer bunu büyütmek, halktan biri, partiden biri olarak değerlendirmek istiyorsanız, böyle olduğunuzu asla göz ardı etmemelisiniz. Siz bu değerlerin ürünüsünüz. Bu anlamda kendinizi başka türlü gösteremez, başka türlü kılamazsınız. Ancak ve ancak bu değerlerle büyüyebilirsiniz; hem büyüyebilir, hem büyütebilirsiniz.
Bizim için bu yaşam, kabul edilebilecek tek yaşamdır. Öyle zorlukları varmış, bilmem altından çıkılamazmış gibi sorunlar bizim için hiçbir zaman mevcut olmadı. Tam tersine, bu yaşamın dışında her şey çok zordur, kabul edilemezdir. Bu tek kabul edilebilecek yaşam, yıllarca bekleseniz de, rüyalarınızda ve hayallerinizde bulamayacağınız bir şanstır. Bir günlük de olsa, şiddetli bir savaş içinde de geçse, o şans da bir şanstır. Bu şans hepinize tanınmıştır. Eğer bunlar doğruysa, eğer siz de biraz kavrıyorsanız, şimdi içinde bulunduğunuz durumdan büyük bir tutkuyla, aşkla kurtulabilir, ne mutlu bize diyebilirsiniz.
Kendi lanetli gerçeğimizle karşılaştırdığımızda, şu anki özgürlük gerçeğimiz yaşamın özüdür, yaşamın en istenilip de gerçekleştirilecek olanıdır. Bu hem de en çarpıcı, en yaratıcı biçimiyle yaratmaya, partileşmeye, ordulaşmaya götürür. Eğer özgürlük değerlerimizi, yaşamın gerçekleştirilmesini biraz anlamışsanız, “Örgütten anlamam, savaş gerçeğini fazla göz önüne getiremem” demeniz, ancak bir gaflet olabilir. Gafillerin de yeri bellidir. Şimdi bu aşamaya geldikten sonra, gelişememeyi çok zor bir durum olarak görüyorum. Yıl yıl gelişmelerde ne zorluklar yaşandığını anlarım. Yirmi iki yıllık bir çizginin bir hikâyesi var; neredeyse her yılın, her günün, hatta her saatin zorluklarını da anlarım. Ama bu aşamaya ulaştıktan sonra da yürümemeyi, yürüyüp de önemli başarılara ulaşmamayı hiç anlamam. Bunun anlamı yoktur.
Bazıları “İlla lanetli kişiliğimizi tekrar dayatırız” diyor. Bu, Kürd’ün eski hikâyesidir. “Birbirimizle uğraşırız, uğraştırırız” diyorsa, ona karşı da hazırlıklı olduğumuzu belirtmeliyim. Biz böyle bir Kürtlükle amansız savaştık. Bu, kendini insanlığa layık görmeyen, kendisini ana topraklarına ve temel özgürlük istemlerine göre hazırlamayan bir Kürt’tür; bizim için ölümden bin defa beter bir Kürtlüktür. Hiçbir gerekçeyle, şu veya bu nedenle kimse bu eski hikâyeyi bize dayatamaz. Kılıf, maske giydirerek bize anlatamaz. Bunu artık kesin anlamak gerekir derken, bunu kastediyorum.
Kendimize inanıyor muyuz, özgürlüğe inanıyor muyuz? Özgürlüğün bizde artık gerçekleşmeye doğru yüz tutmaya başladığını görüyor muyuz? Buna evet diyorsanız, bunun karşılığı, önümüzde hiçbir şey durmamalı olmalıdır. Her türlü gelişmeyi anlarız, gereklerini yerine getiririz. Bu ordu olabilir, parti olabilir, cephe olabilir, eğitim olabilir, ciddi bir eylem olabilir. Çok yaman bir eylem planlaması olabilir, inanılmaz bir başarının kendisi olabilir. Bunların tümüne güç yetirilebilir. Eğer siz yaşamı böyle anlıyorsanız, bunun doğal sonucu da bu yönlü gelişmelerdir. “Yok, biz yine eski kafayla hareket edeceğiz” derseniz, bu ülkede yaşamayı kendinize yakıştıramazsanız, düşmandan önce biz kendimizi yerin dibine batırmalıyız. Yoldaşlarımızı sevemiyorsak, yoldaşımızla anlaşamıyorsak, düşmandan önce biz birbirimizi bitirmeliyiz. Düşmanın bizi vurmasına hiç gerek yoktur.
Yine sana bu kadar kötülük yapılacak; vurulmadık, el değdirilmedik, hakaret edilmedik tek bir hücren kalmayacak ve bir de intikam ve hesap sorma günü gelecek, kendini bu temelde değerlendirip intikama göre ayarlamayacaksın, ondan sonra da ‘bana yaşam’ diyeceksin; hem de bunu parti saflarında, hem de komuta gerçekliğinde yapacaksın! Bizden her şey istenebilir de, bize her şey yutturulabilir de, ama bu olmaz. Sende çok sınırlı bir insanlık, namus duygusu varsa, yılların intikamını alacaksın. Düşünün, bir ailede bile bir zorbalık yaşandı mı, kırk yıl sonra da olsa intikam almadan bahsedilir veya bir aile bütün bir ömür boyunca kendini buna göre ayarlar. Şimdi sen bin yılların intikamını almayla ve haksızlıkların halen sonuna kadar sana dayatılmasıyla karşı karşıya bulunuyorsun. Kendini sınırlı bir vatan evladı ve bir halktan sayıyorsan, insani bir değere bağlı olduğunu söylüyorsan yürürsün. Hangi hedef, hangi çalışma olursa olsun, ister kendi içimizde ister düşmana yönelik olsun, üzerine gider ve başarıyı elde edersin.
Bir kişinin gücünü belirleyen, yaşam çizgisinin, yaşam felsefesinin ondan ne istediğidir. Yaşam çizgimiz de bizden bu temelde özgürlük istiyor, özgür yaşam istiyor. Önünde engel varsa, direnişin, azmin ve yıkıcı öfken bunu yıkmaya yeter. Bu arada olumlu, kabul edilebilir bir yaşamın inşasını da yapabilir, kendinden başlayıp bütün vatan sathına yayabilirsin. Bunları yaşam düzeyinizde, eylem düzeyinizde kabul edilemez birçok gerilik olduğu için tekrarlıyorum. Bunlara halen aşılamazmış gibi sarılanlar var. Oysa buna gerek yoktur. Bununla ne onur, ne yetenek, ne güç kazanılır. Yenilmemeye cesaret etmeliyiz. Madem gün yenilik ve diriliş günüdür, bu yeniliği ve dirilişi kendimizde gün be gün, saat be saat gerçekleştirmeliyiz. Sizi başka türlü yönetemiyoruz, sizinle başka türlü yol alamıyoruz. İş beceremezseniz yoldaşınızla bile konuşamazsınız, normal bir birimi bile düzenleyemezsiniz. Sizinle nasıl konuşalım, nasıl birlikte yaşayalım? Birlikte yaşayamazsak, kendimize nasıl ulus diyeceğiz, nasıl halk diyeceğiz, nasıl yoldaş diyeceğiz? Bu konularda anlayışlı olmanızı istiyoruz. Başka çareniz de yoktur. Kendini sarhoş etmenin, allayıp pullamanın bir faydası olabilir mi? Kendini sağa sola yatırmanın, mecnun etmenin bir çıkarı, bir yararı olabilir mi?
Bütün bunları şunun için belirtiyorum: İşimiz zordur veya zorluk bu işin doğasında var. Ama emredilen görev, ulaşılması gereken hedef, bütün zorlukları yerle bir edecek kadar çekicidir. İrademiz içinde bulunduğumuz koşullara dayanılarak çelikleştiriliyor, kişilik böyle oluşturuluyor. Bu da bizde artık ispatlanmıştır. Kaldı ki bu başarılabilir, inanılmaz her türlü gelişmeye yol açabilir. Biraz bunu kanıtladık. Her kişi bunu kendine göre alır, uygular ve bununla kendini büyütür. Büyüyen benim babam veya sülalem değil, büyüyen siz oluyorsunuz, insanlığınız oluyor. Yaşayan biz değil, siz olacaksınız. Tabii ki kendi yaşamınıza kastedemeyeceksiniz, çünkü kendi yaşamınızla alay etme özgürlüğünüz, hakkınız olamaz. İlkelliğe ve ihanete eskiden özgürlük deniliyordu. Şimdi örgütlenmemeye, ordulaşmamaya, işleri sağlam geliştirmemeye özgürlük ve inisiyatif istenmez. Çünkü bunlar kişiye yarar getirmez, ancak ölüm getirir. Dolayısıyla bu sınırlarda seyretmek, aklı başında olanın bir talebi olamaz. Yine bütün bunları, gelişmemeyi bir felsefe haline getirenlere, doğru yönetmeme ve doğru işletmemeyi bir alışkanlık haline getirenlere, işleri ilerletmeyenlere, kendini, yoldaşını ve halkını geliştirmeyenlere söylüyorum. Bu konuda kendinizi savunacak hiçbir gerekçeniz yoktur. Tabii bunu olumsuzluklar ve yetmezlikler anlamında belirtiyorum.
PKK’yi tanırım, ne olup ne olmadığınızı da biliyorum. Sizi de az çok tanıyorum. Sizden ancak ve ancak doğru bir partililik çıkabilir. İflah olmaz birisi değilseniz, şu veya bu nitelikte bir ajan değilseniz, çok sınırlı bir ilgi bile sizi yaman bir yoldaş yapar. Bunun dışında hiçbir durumu kabul etmem. Kendinizi nasıl dayatırsanız dayatın, kendinizi nasıl sergilerseniz sergileyin, yine de kendinizi aldatamazsınız, kabul de göremezsiniz. Kendinizi bir şef, şöyle etkili yetkili bir kişilik halinde de tutamazsınız. Bütün bunların önü alınmıştır. Aklın yolu bir, idealin yolu bir, insanlığın yolu bir, gelişmenin de yolu birdir. O da bu söylenenlerde yatıyor. Bunu esas almak tek çarenizdir, çözümünüzdür.
Bunu “Evet, doğrudur, ama uygulamaya geçiremiyoruz” dediğiniz için belirtiyorum. Bunu uygulamaya geçirememek, yaşamla bütünleştirememek demek, yine daha da tehlikeli bir yalancı, bir düzenbaz, bir münafık olmak demektir. Herhalde bu savunulamaz, bu aşamadan sonra bize yakışmaz. Eskisi gibi, “Köleyiz, başarmaya fazla ihtiyacımız da yok, hatta şimdi eskisinden bin kat daha özgürüz, bu yetmiyor mu?” demeye hiçbirinizin hakkı yoktur. Sorun, kesintisiz başarı yolunda mıyız sorudur. Bundan aşağısı kabul edilmiyor, üstü ise yiğit olanadır. Bunu böyle anladıktan sonra, hem iyi yaşamı hem de yaşamınızı savaşla sonsuza dek güzelleştirebilirsiniz.
Botan sizin oluyor. Halkı emeğinizle oldukça özgürleştiriyorsunuz. Her zaman belirttik: Bu ülke insanlığın beşiğidir. İnsanlık yaşamı, tarih o dağların doruklarında başlamıştır. Biz çocuk değiliz, bunları biliyoruz. Sen halen anlamazlık edemezsin. İnsanlık nasıl başlamışsa, şimdi de en güzel bir biçimde başlatılabilir. Zagros etekleri, Toros etekleri uygarlığın başladığı yerlerdir. Biz insanlığın başlangıcını yeniden oluşturacak kadar kendimize güveniyoruz. Güncel gerçekler de bunun öyle pek hayali olmadığını, insanlığın da buna ihtiyacının olduğunu gösteriyor. Bunlar ne kadar insani olduğumuzu da iyi ortaya koyduğuna göre, işler orada şahane geliştirilebilir. Bir turist bile böyle bir yaşamı büyük bir şans sayabilir. Yani hiçbiriniz, burada şu zorluklar, bu zorluklar var demesin. Dünyanın dört bir ucunu gezin görün, bazılarınız belki görmüştür, o dağlardan daha güzeli, tutkulusu, daha şanlısı yoktur. Anlamayan anlamalı, anlayanlar da anlatmalıdır.
Bütün bunlar size, ister duygu dünyanızı, ister savaşçı dünyanızı, ister bilinç dünyanızı nasıl elde edeceğinizi gösteriyor. Birbirine güvenebilecek bir birliği, işlere başlamak için bir silahı isteyebilirsiniz. Belki bazılarınızın buna gücü yetmeyebilirdi; ama hepinize bunun kazanılabileceğini, verilebileceğini de gösterdik. Bu birliğe, bu güce, bu araç gereçlere kendiliğinden ulaşmadınız. Bu, emekle bağlantılıdır ve verilmiştir. Bunun değerini bilmek size düşer. Fazlasını istemek haddini bilmemektir, emeğe saygısızlıktır. Yine kolay düşürmek, emeğe saygısızlıktır. Her şeyi yapın, ama ne fazla isteyin ne de kolay düşürün. Bu değerlerin üzerine ibadet eder gibi titremelisiniz. Bir dağ parçasına ulaşmak, yüzlere şehidin kanı pahasına olmuştur. Anı anına, dakikası dakikasına büyük sabırla, büyük sorumlulukla, yaşamımızla, mücadelemizle mümkün olmuştur. Bunun değerini bilmeyen özgürlükten anlamaz, özgürlükten anlamayan da savaşamaz.
Doğayı, onu vatan olarak görmeyi, onun halka özgürce yansıtılışını anlamalıyız. Bunun değer ve emekle, acı ve işkenceyle bağlantısını kurmalısınız. Zindanda çekilen işkenceyi, her gün inim inim inleyen halkımızı orada dağa taşa, silahınıza sindiremezseniz, tutarlı bir yurtsever olduğunuzu gösteremezsiniz. Halkımızın binlerce yıldır çektiği acıları silahınızın namlusuna sürüp savaşamazsanız, iyi bir savaşçı olduğunuzu öne süremezsiniz. Bu halkın başına gelen her şey ve ona dayatılan her türlü yokluk ve çirkinlik bir ideoloji, bir siyaset olup beyninize, silahınıza sürülmezse, yüreğinize nakşedilmezse, siz iyi bir komutan, iyi bir savaşçı olamazsınız.
Gerçekleri biraz böyle anlamanın zamandır diyorum. Bu kadar söylenenden sonra anlarsınız, anlayıp da gereklerini yerine getirirsiniz. Çünkü siz bir insansınız. Şimdi eğer bütün bunlara itiraz yok diyorsanız, o zaman ben de parti gerçeğine, ordu ve savaş gerçekliğimize ilişkin söylenenler açıktır diyorum. Bu konuda herhangi bir taktik sorun, bir çözümsüzlük asla kabul edilemez. Herhangi bir eylem, herhangi bir ilişki, herhangi bir tarzın yerine başka bir tarzın konulması asla sorun teşkil etmez. Hepsine bu anlayış içinde karşılık vermek mümkündür.
Günlerdir sizinle yaptığımız tartışmalar, düşmana olduğu kadar kendinize de doğru yaklaşmanız içindir. Sanıldığından daha fazla felsefi yaklaştık. Çünkü kendinizi ideolojik ve siyasal gerçeklikten koparmışsınız. Bunun doğal sonucu olan örgüt ve ordu gerçekliğinden kendinizi koparmanıza -bu eski, bitmiş tarzdır- fırsat vermedik, sizi onunla bütünleşmeye çağırdık. Bu büyüklüktür, büyümenin başlangıcıdır. Düşünün: Yıllardır o dağlarda kalacaksınız, bir ordu kurmayı beceremeyeceksiniz! Bu kabul edilemez. Çok önemli savaş taktikleri söz konusu olabilecekken, bunun bile dişe dokunur bir tarzda gelişmesi söz konusu olmayacak! Bu da kabul edilemez. Eğer sizin durumlarınızı normal karşılarsak, şimdiye kadar nasıl gelmişse öyle gider. Buna da hakkımız yoktur. Burada kendinizi gözden geçirir, ihtiyacınız neyse ona göre bir ayarlama yaparsınız. Bu bir görevdir, herhangi bir çabanın gereğidir ve yerinde, zamanında başarıyla sonuçlandırılır. Bunu şimdiye kadar görmemeniz, bizim ısrarlı olmamızı ve halen dayatırsanız, bin defa daha ısrarlı olmamızı getirecektir. Önderlik dediğiniz olay biraz da budur; önderlik bir tutum, bir ısrar, bir doğruyu götürme ve ondan taviz vermeme meselesidir. Bağlılık dediğiniz olay, bunu biraz görüp hakkını vermektir.
Tüm partiyi esas alanlara, özellikle de ordu gerçekliğimiz içinde her türlü savaşçı ve komuta gerçekliğine hazırım diyenlere şunu diyorum: İçine girdiğiniz dönem, düşmanın dayattığı gibi imha dönemi değildir. Onun tehlikesi bertaraf edilmiştir. Düşman şu anda derin bir krizi yaşıyor. Zaten bu, dünyaya yansımıştır. Hiç şüphesiz, bu krizin faturasını katliamlarla halkımızın başına, yine gerillanın başına ödettirmek isteyecektir. Bundan kuşku duyulmamalıdır. Can çekişen bir canavar gibi sağa sola saldıracaktır. Ama bu onun çok güçlü olduğu anlamına gelmiyor, sadece eceli gelen bir canavarın ölümü anlamına geliyor. Tabii ki sizi eline geçirirse paramparça edecektir. Nitekim vahşidir, katlediyor. Cenazelere bile nasıl vahşice yaklaştığını biliyorsunuz. Genç kızları nasıl paramparça ettiğini, çırılçıplak yapıp sokaklara, caddelere attığını biliyorsunuz. Savaş tarihinde bunun örnekleri görülmüş müdür? Ama bu düşman bunu gösterebiliyor. Cenazeden ne istiyor? Biz onun bir tek askerine bile olumsuz bir söz söylemedik, ama o bunu dayatıyor, özel savaştır diyor. Bu onun nasıl canavarlaştığını gösteriyor. Hatta bir canavar bile böyle yapmaz. Bu ancak en aşağılık sadist kişiliklerden beklenebilir. Bunu yapıyorlar, daha da yapacaklar. Tükenişi yaşayan bir düşman, hiçbir haklı gerekçesi olmayan bir savaşı yürüten bir düşman böyle yapar. Daha da yapacaktır.
Bu düşmanın siyasal durumu nedir? Bunu vurgulamaya gerek yok, her gün izliyorsunuz. Partiler, seçimler neydi, gördünüz. Bunların hepsi özel savaşın yöntemleridir. Kimi sağ, kimi soldur. Sağcısı solcusundan beter; solcusu sağcısından beterdir. Hepsi özel savaş ayarlamasıdır, buna aldanmayın. Dincisi de öyle, komünisti de öyledir; yani çıkarlarıyla birbirlerine bağlanmış bir güruhtur. Özel savaş ekonomisi, şimdi durumu biraz daha kurtarmak istiyor. Kendi halkının başına bile ne getirdiğini görüyoruz. Hiçbir ülke halkının kabul edemeyeceği bir biçimde bir günde Nisan yağmuru gibi zam yağmuru ile ne hale getirildiğini görüyoruz. Aşiret reisi bile kendi aşiretine bunu yapmaz. Bir faşist bile kendi halkına bunu yapmaz, ama onlar yapıyorlar.
Bu, düşmanın yürüttüğü özel savaşla bağlantılıdır. Zulmün ve soygunun bu kadarının olamayacağını, bu halk şimdi kendisi görüyor. Bizim bunu fazla açıklığa kavuşturmamıza da gerek yoktur. Günlük gerçekler güneş kadar herkesi yakıyor, mızrak gibi gözlerine sokuyor. Biz daha önce de bunu söylemiştik, şimdi açığa çıkıyor. Dış alanda da ne hale geldiğini, en kirli müttefiklerinin bile artık kendisini bu haliyle kabul edemeyeceğini görüyoruz. En güvendiği müttefikleri bile, “Bu işi biraz kurallarına göre yürüt. İmha ediyorsan et, ama bu kadar da baştan çıkmışlık olmaz” diyor. Evet, müttefiklerinin de tavrında bunu görmek zor değildir.
Tüm bunlar bizim açımızdan düşman gerçekliğini çok derin bir biçimde değerlendirmemizi gerekli kılıyor. Kesinlikle ne yıkılamaz ve aşılamaz gibi, ne de basite alınır gibi ele alabileceğimizi gösteriyor. O vahşetini sonuna kadar götürecektir; fakat bunun içinde de yıkılma var, çözülme var, adım adım çözülüyor, gerçeklik budur. Ekonomik ve sosyal yapıdaki çözülüş siyasal yapıya yansımıştır, siyasal tıkanıklığın kendisidir ve askeri olarak da çözülüyor.
Burada önemli olan, düşmanın askeri durumundaki çözülmedir. Sizin yapamadığınız, askeri çözülmeyi veya bunun askeri olarak da ne anlama geldiğini görmektir. Kendi askeri avantajlarınızı anlamadığınız kadar, düşmanın da askeri olarak neyi ifade ettiğini fazla kestiremiyorsunuz. Neden? Çünkü iyi bir askeri teoriniz, iyi bir halk savaşçısı teoriniz fazla gelişmiş değildir; sadece öküzün trene baktığı gibi bunlara bakılıyor. Elinizde muazzam bir askeri alan var. Kendi ordulaşmanızı, kendi askeri faaliyetinizi ve bunu kurumlaştırmanızı mümkün kılan önemli gelişmelerin içindesiniz. Aslında bu yönüyle düşmanın askeri durum değerlendirmesini biraz daha derinliğine yapma gereğiniz de var. Birçok savaş birliğini, korucuyu da devreye sokması gücünü göstermiyor; savaştaki çözümsüzlüğünü ve çözülmeyi gösteriyor. Ama bundan sonuç çıkarabilir misiniz? Özellikle tempoya ve vurucu tarza dönüştürmeyi bilecek misiniz? Bunun çok büyük bir takibi, bir arayışı içinde olabilecek misiniz?
Ne kadar yeterli ve etkili olduğunuzu belirtmeyeceğim. Çünkü iyi bir askeri çözümlemeyi yapmaktan uzaksınız. Bazı durumları görüyorsunuz. Zaten zorluklar kat be kat artıyor. En son yaşanan operasyonların bir amacı da buydu. Sözüm ona ne kadar etkili, ne kadar güçlü olduğunu göstermek istiyor. Bizi salt pasif bir savunma durumuna çekmek istiyor. Aslında bu savaşı bu denli yürüten bir ordu, bu kadar yıl içinde düzenli ordu mantığıyla başaramadığına göre, bundan sonrasında da başaramaz. Eğer biz başaramazsak yazık olur.
Kendi askeri gerçeğimizi halen anlayamamışız. Askeri teorimiz, askeri pratiğimiz düşman gerçekliğiyle nasıl iç içedir? Ondan kopartılan bir gün, ondan kopartılan bir karış toprak nedir? Saati saatine nasıl değerlendirilir? Bir düşman takibi olmazsa gerileyen nedir, ilerleyen nedir, biz nereden nereye geldik, o nereden nereye geldi? Bunu hem tarih içinde hem de parti öncülüğümüzdeki savaş süresince yoğun bir değerlendirmeye tabii tutmazsanız, taktik sorunlara ve pratik gelişmelere hakkıyla cevap veremezsiniz.
Sizin durumunuz düşmanın durumundan daha vahimdir. Vahim derken, tabloyu biraz umutsuz göstermek için değil, önemli bir gelişmeyi görememe ve başarıyı yakalayamama açısından belirtiyorum. Yoksa öyle imha olacak, yaşayamayacak durumda değilsiniz. Bunu doğru anlayalım. Eğer böyle devam ederseniz, yüksek bir askeri anlayış, onun mutlak orduya dönüşümü, savaş tarzına ve taktiğe yansıtılışı olmazsa, bu halinizle ancak biraz yaşayabilirsiniz. Bazılarınız çok, bazılarınız az yaşayabilir, ama bundan da başarı bekleyemezsiniz.
Sizin gibi askeri bir işe el atmadım veya sizin gibi somut sıcak durumlar içinde değilim. Cephe gerisinden biraz destek sunmaya çalışıyorum. Ama buna rağmen, eğer ben bugün onun gereğini duyuyorsam, sizin önünüzde göremediğinizi buradan görebiliyorsam, işlerin ne kadar önemli olduğunu anlatmak içindir. Askeri sorunlara sizin gibi kafa patlatacak durumda değilim. Bu benim görevim değildir; hele hele günlük taktikleri belirlemek, benim görevim hiç değildir. Bu sizin görevinizdir. Ama sizden daha fazla bazı yanlışları buradan görüyorsam, işlerin geliştirilmesine ilişkin anlayış düzeyinde, hatta pratikte de daha fazlasına yol açabiliyorsam, sizin kendi durumunuzu anlamanız gerekir. Bir asker olarak, hele bir komutan olarak ne kadar yetmezlik içinde olduğunuzu, görevinizin ne olması gerektiğini bilmeniz gerekir.
Bir asker olarak, hele bir kurucu kadro olarak, kurmay olarak -ki çoğunuzun durumu biraz böyledir- düşman gerçekliği kadar kendinizi de, askeri gerçekliğinizi de görmeniz gerekiyor. Şunun için belirtiyorum: Aylardır kendi birimini çalıştırmayanlar, eğitmeyenler, moralinden tutalım eğitimine kadar birçok hususta yoksul bırakanlar var. Çok rahat düşürülebilecek bazı hedefler var, ama bunun üzerine yürüyemeyenler var. Bir de hedeflerin üzerine körcesine yürüyenler var. Bu da işin diğer garip bir tarafıdır. Bunların askerlikle bir ilgisi yoktur. Olgun olmama, iticilik, yoldaşlık ruhunun derinliğine yaşatılmaması var. Bütün bunların kişilikle, Önderlikle, halk kurutuluş militanlığıyla, hele hele askeri yaşamla hiçbir ilgisi yoktur.
Sizin tümüyle ileri sürdüğünüz gerçekler, “Biz isyan topluluğuyuz, kin öfkeyle hareket ederiz” temelindedir. Halk savaşında bunlara yer yoktur. Tarih boyunca hep böyle hareket ettik ve hep kaybettik. Sizin kişiliğinizi bu yönüyle anlamak veya bir de bizden böyle olsun demek, bin yıllık bitiş tarihini tekrarlamaktır. Doğrusu biraz bizim ortaya koyduğumuz tarzdır. Sanıyorum bunun için de yeterince materyal sunuldu. Kendi yaşamımızı size sunduk. Hiç kimse kendini övmüyor. Ama bu olanaklardan sonra herhalde bir şeyler yapabilirsiniz. Uzun vadeli savaşla bağlantısını kurarak yaşamınızı yürütebilirsiniz. Sizden istenilen budur. Zaten cesursunuz, fedakârsınız, ama onu askerliğe ve savaşı geliştirmeye dönüştüremiyorsunuz. Biz kendinize layık olmanızı istiyoruz.
Düşmanın askeri gerçeği hem çözümsüzlüktedir, hem de çözülüyor. Biz de önemli bir inşayla karşı karşıya bulunmaktayız. Nasıl asker olunurdan tutalım nasıl bir kurmay olunur? Birlik nasıl oluşturulur, nasıl sevk edilir, nasıl harekete geçirilir? Eylemin en anlamlısı, planlısı, sonuç alıcısı nasıl düzenlenir? Bununla karşı karşıyasınız. Bu da düşünce istiyor, yaklaşım istiyor, amansız bir pratik çaba istiyor, ciddiyet ve disiplin istiyor. Bunlar olmadan bu aşamayı atlatamazsınız. Başkalarına da, bana da atlattıramazsınız. Atlattırmak isterseniz, ben de bu aşamayı size atlattırmaya çalışırım. Çünkü görev görevdir, ona soyunmuş olan, eğer bu aşamaya karşılık verirse başarır. Siz de aşamayı başarıyla aşmış olursunuz. Askerileşmek, ordulaşmak açısından olanaklar buna elveriyor. Düşmanın olası bütün operasyonları da bizim için mükemmel bir ordulaşmaya zemin teşkil ediyor. Zaten ordulaşmayı savaşarak geliştirebiliriz. Kişilikler kendini savaşla kanıtlayarak gelişebilirler. Başka türlüsü de mümkün değildir.
Bu açıdan bu operasyonları ve daha ağır geliştirilecek olanı bile gelişmeler önünde ciddi bir engel olarak görmüyorum. Tam tersine, gelişmeleri bu operasyonlara dayandırarak geliştirirsek, bu en sağlıklısı, zafer için en teminatlısı ve en gerçekçisi olur. Sizin de bu operasyonlar süresince ordulaşmayı bütün yönleriyle geliştirmeniz zor değildir. Hatta yaman bir ordulaşma böylesine pratikler içinde ortaya çıkar. Bizim burada ordulaşmayı fazla geliştiremeyişimizin anlaşılır nedenleri var, ama sizin orada geliştiremeyişinizin hiçbir anlaşılır nedeni yoktur. Yakıcı ateş içinde insan çelikleşir. Eğer komutanız diyorsanız, siz de savaşçınızı bu savaş potası içinde döversiniz, geliştirir ve yenilmez kılarsınız.
O halde mükemmel bir ordulaşma ve savaşma fırsatı var. Bütün eyaletlere yeterince güç ulaştırılmıştır, hatta ülke bölgelere kadar parsellenmiştir. Etki sahamız olmayan bir karış toprak bile yoktur. Bu bir halk savaşı için mükemmel bir başlangıçtır. Düşünün, her yerde gerilla çekirdekleri var ve bu kendini büyütmenin bütün sınırlarına gelip dayanmıştır. Temel kitle bağlantıları, mükemmel coğrafyası var; araç gereç donanımı, tecrübesi, güveni var. Partisi, partisinin öncülüğü var. Bu da bir büyüme için, bir hamle yapma için, büyük bir savaş kampanyası için her şey var demektir. Şimdi binlerce mevzimiz var. Artık sayımız yüzlerce değil binlercedir, karargâh olarak ifade edebileceğimiz bir mevzi durumuna ulaşmıştır. Bir halk savaşı için ne gerekiyorsa o var. Büyüme ve yetkinleşme sorunlarına tümüyle karşılık verebilecek durumdayız. Sayıyı hızla tırmandırabilirsiniz. Dünyayı bile alt edebilecek kadar sayıya ulaşmak işten bile değildir. Araziyi tutabilirsiniz. Bir ordunun bile tutamayacağı alanlar, dağlar var. Böyle yüzlerce mevzi var. Bir dağımız bile bugün bir orduya bedeldir. Böyle binlerce dağ tutulmuştur. Tabii ki hakkını vereceksin ki başarıyı sağlayasın. Başarı kendiliğinden olmaz, bunu görmek gerekiyor. Orada bunu görmek sizin işinizdir. Etrafınızda insanlar katlediliyor, bunu önlemenin yolunu düşünebiliyor musunuz? Birlikleriniz biraz zayıftır; onu yetiştirmek, bu işte ben varım diyene düşer.
Düşünmek, sizin şimdiye kadar yaklaştığınız gibi, armut piş ağzıma düş biçiminde olmaz. Bu mümkün değildir. Her şey karış karış tırnakla sökülüp elde edilmezse, emeğin değerini takdir edebilir misiniz? Savaş emeğinin değerini takdir edebilir misiniz? Edemezseniz komutan olabilir misiniz? Olamayacağınız açıktır. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuçlar var. Mükemmel bir halk savaşı başlangıcına ulaştık. Şimdiye kadar olan biteni iyi bir başlangıç olarak değerlendirebiliriz. Savaşın ülkenin her tarafına yayılması, bir ordunun başarısına bağlıdır. Bu konuda gereken mevziler tutulmuştur. Temel çekirdekleri yerleştirmek açısından yeterlilik sınırlarını aşmışsa gerisi büyümedir, kaliteli eylemlerdir, savaşın düzeyini ve biçimini geliştirmedir. O da biraz komutana veya “Bu işte ben varım ve geliştirmeye adayım” diyene düşer. Bir dağı, bir alanı ilerletmek bize, sıradan bir savaşçıya ve halka değil, o işin sorumlusuna veya komutana düşer. Komutan dediğin, bu başlangıcı sağlam ele alıp yürümeyi bilen, ilerletmeyi bilen kişidir. İlla komutanlıktan bahsedecekseniz, kendinizi buna layık görmek istiyorsanız, bu gelişmeyi göstermek zorundasınız. Bu aşamanın sorunlarına cevap verecek kişiliğe ulaştığınızda siz komutansınız.
Dolayısıyla ordulaşmada ve onun her türlü savaş biçiminin geliştirilmesinde engel görmüyorum. Olsa olsa komuta engeli olabilir, komutayla oynayan kişi engel olabilir veya komuta rolünü oynamayan, onun çabasını, düşünce gücünü, örgütlülük ve eğitim gücünü gösteremeyen kişi komutanlıkla oynar. Tabii böyle bir oynama da oldu mu, hazır bir zaferin içinde de olsak, gerisin geriye kaybederiz. Bu konuda da hiç kimse ne bizi ne de kendisini yanıltmalıdır.
Taktik düzenleme komutanın işidir; taktiğe göre örgüt, taktiğe göre birlik, taktiğe göre hareketlilik, taktiğe göre vuruş, taktiğe göre savunma, taktiğe göre pusu ve her türlü taktiği sergilemek komutanın işidir. Bu işte yirmi dört saat komutanlık yapanın işidir. Nereye, nasıl gidilir? Nereden, nasıl çıkılır? Akşam ne yapılır? Bir takımla ne yapılır? Silahla veya silahsız ne yapılır, eylem anında ne yapılır? Eylem sonrasında, eylem öncesinde ne yapılır? Bunu tabii ki kendine hakim bir komutan belirler. İyi belirleyen amansız sonuç alır. Onu ağa gibi ben belirleyemem. “Şöyle yaşarım, böyle de yaşarım” diyen, sonradan ya düşmanın darbeleri ya da bizim darbelerimiz altında ezilip gider. Kürdistan gerçeğinde eski kafayla yaşamak, yer bulmak mümkün değildir. Bu konuda akıllı olalım.
Bu böyledir diye kimseye eşsiz bir destan yaz diye dayatmada bulunmuyoruz. Sadece kazanımların, başlangıcın düzeyini ve bundan sonra devrimci emekle, ordulaşma çabasıyla sergilenmesi gerekenin ne olması gerektiğini, buna talip olanın nasıl olması gerektiğini belirtiyoruz. Düzenleme sizin işinizdir. Konferanslar yaptınız, birçok görev belirlediniz. Ben ona müdahalede bulunacak durumda değilim, o sizin işinizdir. Yine birçok plan geliştirdiniz. Talimat, perspektif, yönetmelik geliştiriyorsunuz, daha da geliştirebilirsiniz. Değerlendirmelerimizden de yararlanarak birçok ayrıntıya ilişkin talimatlar geliştirilebilir, yeni görevlendirmeler olabilir. Bunlar hep sizin işinizdir, yaratmanız gereken işlerdir. Hareket tarzlarınızı günbegün değiştiriyor, geliştiriyorsunuz.
Her zaman belirttiğim gibi, yirmi dört saatlik, hatta saatlik durumlar değerlendirilerek taktik tersine de çevrilebilir. Mutlak bir taktiğe saplanma olmaz. Yirmi dört saatte tersine de değişebilir, kesinleştirilir de, hatta temel taktik tutum haline de getirilebilir. Bu konuda büyük bir maharet ‘savaşta gelişmek istiyorum, ilerlemek istiyorum’ diyenin kişiliğinden beklenir. Onlar yaparsa iyi bir komutan olabilirler. Kendiliğinden komutanlık, kör inatla, kör dayatmayla komutanlık olmaz. Hele gelişen bir PKK çizgisinde böyle bir komutanlık söz konusu olamaz. Bastırarak, dayatarak, sağa sola çekiştirerek, başkalarının emeğine ucuz kurularak, kafayı çalıştırmayarak hiç kimse komutan olacağını sanmasın.
Bütün bunlar işlerin nasılına ilişkin sorulara yeterince cevap veriyor. Tecrübeleriniz bunun için yeterlidir. Olanaklarınız bundan sonraki işleri düzenlemeye yeterlidir. Size artık güvenmek veya bu işlerin başarılı gelişmesini size bırakmak gerekir. Gerçi şimdiye kadar da size bıraktığımızı sanıyorduk. Bu sandığımız gerçekleşmedi veya gelişmeler çok sınırlı kaldı, ama bundan sonra yine inanmak isteriz. Bunca gelişmelerden sonra kendimize, bu yıla ve bu son sürece müthiş yükleniyoruz. Sanıyorum bu sonuç alacaktır, hatta şimdiden sonuç alıyor bile.
Avrupa gibi bir alanda, bizim ulus olarak bütünüyle tükenip gitmemizi, başımızı bir daha kaldırmamamızı isteyenlere nasıl başkaldırdık? O son derece kahraman iki değerli kızın (Bedriye Taş-Ronahi, Nilgün Yıldırım-Berivan) Newroz’daki şahadetini düşünelim. Bunlar Avrupa’da büyümüşler, ama PKK çözümlemelerini ve özgürlük anlayışını biraz özümsüyorlar; kendilerini düşmanın yakmasına bile fırsat vermeden kendilerini yakıp meşale halinde tutarak, söndürülmemeleri için de bütün tedbirleri alarak şahadete ulaşıp bir halkı böylesine ayağa kaldırıyorlarsa, bu PKK’nin vardığı düzeyi gösterir. PKK’nin özgürlük düzeyini, cesaret düzeyini gösterir. Avrupa’daki halkımız ayağa kalkıyorsa, üçüncü kuşak gençliği bile PKK’yi böyle anlıyorsa, bu diğerlerinin de ne yapması gerektiğini oldukça ortaya çıkarıyor. Her türlü katliam denemesinden geçen halkımızın da öyle kolay boyun eğmeyeceği kanıtlanmıştır. Gerillayla o dağlarda neler yapamaz! Bu sorulara da siz cevap vereceksiniz. Nasıl olur gibi bir kargaşa içine girmenin anlamı var mı? Yine bütün bunlara rağmen, kimse kolay başarı sağlanır diye düşünmesin. Ucuz başarı da vaat etmiyoruz. Fakat direndik, dayandık, büyük bir sabırla buraya kadar geldik.
Tabii bundan sonra da gelişmeler kaçınılmazdır. Yine şahadetler olacaktır. Fazlasıyla şehit vereceğiz. Ama bütün bunlar eğer kazanma yolundaysa, gereken yapıldıktan sonra veriliyorsa, bizim için kabul edilebilir. Yanılgıya, hele hele gaflete asla düşmek istemiyoruz, hiçbirinizin düşmesini de istemiyoruz. Oldukça kazanmaya doğru geldiğimiz bu günleri geriye götürmeye hiç mi hiç rıza göstermek istemiyoruz. Hiçbir gerekçeyle, hiçbir kişiliğin kendini dayatmasıyla asla gelişmenin bir karış bile gerisine düşmesini kabul edemeyiz. Tekrar söylüyorum: İdeolojik ve siyasal düzeyimizden tutalım, pratik-örgütsel düzeye kadar kazanılıp gelinen aşamayı görmemek, onun gerisinde seyretmek kabul görmez. Parti demek, en yüce, en zirvede seyretmeyi bilmek demektir. Parti buna ulaşmıştır, bu artık saygıyla karşılanmalıdır. Dost düşman bile buna saygı duyuyorsa, militanların hayli hayli duyması kaçınılmazdır.
Savaş önümüzdeki yıl nasıl gelişebilir? Nasıl gelişirse gelişsin, biz kendi temel yaklaşımlarımızı böyle geliştirip savaşa girdikten sonra, savaş ister çok ister az şiddetli geçsin, ister şu kadar ister bu kadar kayıp olsun kabulümüzdür. Yeter ki gerekli olana sonuna kadar karşılık verilsin. Kimse mutlak zafer diye bir şey de istemiyor. Ama bütün olanaklar, olasılıklar göz önüne getirildiğinde diyoruz ki, önemli başarılar bizi bekliyor. Haklıyız, bu temelde doğru değerlendirmelerin sahibiyiz. Her hazırlığımız da her insanoğlundan en üst düzeyde başarı bekleyebilecek düzeydedir ve sonuç gelişmedir. Bunun nasıl yansıyacağını, üç ayın, altı ayın nasıl geçeceğini günlük gelişmeler, çalışmalar belirler. Eğer güne çok güçlü yüklenirsek, altı ayda kazanacağımızı bir günde de kazanabiliriz veya altı ayda kazandığımızı kötü bir yönetimle bir günde de kaybedebiliriz. Bu da taktiğin bir sonucudur. İhanet eden veya görevlerine çok yanlış yaklaşan bir komutan bir bölgeyi bir günde düşürebilir. Ama çok iyi takip eden, çok ısrarlı olan birisi de, gerçekten bir altı ayda yılların kayıplarını da telafi ettirebilir veya şimdiye kadar kazanamadığını kazanabilir. Bütün bunlar mümkündür. Yıllarca, hatta yüz yıllarca kaybedileni de insan bu dönemde elde edebilir, parti tarihimiz boyunca yapılanı da bu önümüzdeki aylara sığdırabilir.
Tersi de söz konusudur. Düşmanın şiddetli yüklenimini, düzeyini eğer iyi değerlendiremezseniz ve gerekeni yapamazsanız kaybedersiniz. Yirmi yıldır kazandığınızı size kaybettirebilir. Belki bazıları, “Bütün partiye kaybettiremez, partiyi bütünüyle kaybetmek mümkün değil” diyebilir. Öyledir, ama bu senin sayende olmayacaktır. Sana kalsa, senin bölgene kalsa, partiye mutlak anlamda kaybettirilmişti. Bu anlamda sen her şeyi kaybettiriyorsun. Parti tabii ki kaybetmeyecektir, ama sen mutlak anlamda kaybediyorsun. Genelin kaybetmemesi, senin kaybetmediğini göstermez. Aslında alanlarınızda biraz da bu var. Partinin kaybetmemesini, kendinizin kaybetmemesi olarak değerlendiremezsiniz. Bu doğru değildir. Parti genelde kaybetmemenin bütün tedbirini almıştır. Halk zaten kaybetmez, o düzeyi yakalamıştır. Ama bu senin birçok değerin canına okuduğunu, birçok bölgeyi çoktan düşürdüğünü, eğer tamamen düşmemişse, bunun da parti sayesinde olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Her militan bir de bu yönüyle kendine doğru bakmalı; ‘kaybettiriyor muyum, kazandırıyor muyum’ biçiminde bir değerlendirmeyi anı anına yapabilmelidir. Böyle yaparsa, bütün bu işlerde verilen kayıpların bir anlamı olur ve bundan sonuç çıkarılır. Kayıplar kazanca dönüştürülür, kazançlar daha da büyütülür. Bütün bunlar da belirlediğimiz çerçevede yüzyılların, parti tarihinin bütün kazanımlarını aşabilecek bir kazanmaya da dönüştürebilir.
Bütün eyaletlere ilişkin yaptığım konuşmaları tekrarlamayacağım. Sanırım tek tek ve bölgeler düzeyinde de konuşuldu, bazı ipuçları verildi. Günlük taktiğe ilişkin de temel tutumlar aslında belirlendi. Alanlara nasıl yükleneceğiniz konusunda, Serhat’tan tutalım Binboğa’ya, Binboğa’dan tutalım Zagroslara kadar, Cudi’den tutalım Amanoslara kadar genel bir çerçeve çizilmiştir. Belirttiğim gibi temel başlangıçlar için de olanaklar serpiştirilmiştir. Düşman da kendi hazırlığını yapmıştır. Ekonomik krizle de bu savaşın bilançosunu halka nasıl dayatmak istiyor? Bunun intikamını bizden nasıl çıkarmak istiyor? Bunlar da gösterilmiştir.
Geriye ölüm nereden gelirse gelsin karşılayacağız diyoruz. Eğer her savaşçımız, her militanımız durumu böyle değerlendiriyorsa, biz ne olursa olsun, fazla itiraz etmeyeceğiz. Bizim itirazımız, her zaman belirttiğimiz gibi kendi gerçekliğimizle alay etmek, çok rahatlıkla ülkeye girilebilecekken durumları ve süreçleri görmemek, yandan sıyırmak, teğet geçmek, aldatmak, aldanmaktır. Bunu kesinlikle bertaraf ediyoruz. Bütün itirazımız, bu tutumların şu veya bu biçimde gösterilmesinedir. Onu da artık kesinlikle aşmak durumunda olduğumuzu ve artık son verilmesi gerektiğini belirtiyorum. Bunların tümü anlaşılmışsa ve pratikte gerekleri aşağı yukarı böyle belirlenen bir çerçevede yerine getirilirse, biz sağlam bir konumdayız demektir.
Bu baharın tazeliği kadar, taze bir başlangıç halindeyiz. Umutlarımızın, tutkularımızın büyüklüğünü pratikte anbean gerçekleştirebilecek kadar şanslıyız. Böyle şanslı ve umutlu olanların da yaşamı bir başarıdır. El atacakları her mesele, sonuçta başarıya götürür. Dökecekleri bir damla kan, verecekleri şahadetler de sadece ve sadece başarıyı biraz daha yakınlaştırır. Bunun tersi belirttiğim gibi baş aşağı gidişe götürür. Biz bunu önlemek istiyoruz. Görülüyor ki, bütün savaşanlarımız parti, ordu ve cephe sahalarında oldukça iddialıdır ve şanslı bir dönemi kendimize yakıştırmalıyız. Çektiğimiz zorluklar pahasına da olsa, bunca şehidin anısına bağlılığın bir gereği de olsa, yine halkımızın bize bağlılığının bir sonucu da olsa, bu şanslı dönemi yakalamış bulunuyoruz. Gerisi, gerçekten sizlere düşüyor. Özellikle gerilla ordulaşması ve savaşımında yer alanlara düşüyor. Bir tek kişinin tek bir damla kanı bile doğru hesaplanarak dökülmelidir. Bir yaşamı değil, bir günü değil, bir tek nefesi bile düşünülerek an’a yüklenilmelidir. Kendini böyle sürece yayan bir parti, hele on binleri aşan bir ordu gücü sonuç alabilecektir.
Bir kez daha bu değerlendirmeler ışığında durumlarınızı gözden geçirin. Nihai hazırlıklarınızı, eylemliliklerinizi gözden geçirin. Eksiklikleri de var, yanlışlıkları da var. Onları da çözmeye çalışın. Karış karış değerlendirilmesi gereken coğrafya ve kitle ilişkileri, yaz ve kış hazırlıkları şimdiden planlanmalıdır. Bir yıl sonrasını da düşünüyoruz, geçmiş yılı da düşünüyoruz. Bizim öyle planlanmayacak, planlanıp da gerekleri karşılanmayacak bir durumumuz da yoktur. Bunu, bütün ülkemizi ve ülkemizin cephe gerilerini de sağlama alacak durumdayız. Ülkemizin dört tarafı eskiden bizim imhamız için çalışırdı, şimdi ise cephe gerimizdir. Uluslararası alan da bir geri cephedir. Bu başarılmıştır. Dağlarımız terk edilmiş sahalardı, şimdi yaşamın çekici güneşidir. Daha fazlası ne olabilir? Bir kurtuluş için her şey olgun değil mi? Başarı olabilir, başarı için başarı üstüne başarı olabilir. O da kendi elinizdedir.
Bunu söylerken, ne kimse zorlukları abartarak altından çıkılamayacak gibi göstermeli ne de fazla rehavete kapılmalıdır. İmkânlarımız sınırlıdır, fakat yine de küçümsenmeyecek işler yapılıyor. Her zaman belirttiğim gibi, yaşadıkça bu işte gerilemeye fırsat vermeyeceğimiz bilinir. Kendi yaşamımdan sorumluyum. Bu sürdükçe hiçbir alanda, hiç kimse eskisinden daha geri bir durumu dayatamaz, dayatıp da sonuç alamaz. Bu, düşman için böyledir, dostlar için böyledir, sizin için böyledir. Bu işlerin başında nasıl olduğumuzu, nasıl yürüttüğümüzü biliyorsunuz. İnsana özgü olanı, insana layık olanı da esas aldığımız kesindir. Şimdiye kadar ki gelişmeler, gerçekleşmeler bunun böyle olduğunu göstermiştir. Bunu anlamanız gerektiğini tekrar vurguluyorum.
Tarihi anlamda, ulusal, siyasal ve sosyal içerikleriyle bir Önderlik tarzı kurumlaştırılmaya çalışılıyor. Ben bunu şahsım adına, sülalem adına geliştirmiyorum. Bir halk adına, biraz da insanlık için özen gösterdiğimin farkındayım. Kurumlaşma gelişiyor, yavaş yavaş buna uygun kişilikler de gelişiyor. Temel özellikler halka mal olmuştur. Bağlılık kişiye değildir, bu temeldedir. Hatta bağlılığın bana olup olmaması da önemli değildir, önemli olan tarihsel bir kurum olmasıdır. Bu da biraz ilerliyor ve bunu da derinleştireceğim. Mümkün oldukça da kişi olarak değerlendirmeye, temsil etmeye çalışırım. Bunun ne anlama geldiğini anlamanız gerekir.
Bir önderlik, boşuna kendine önderliğim demez. Şu veya bu kişinin keyfine göre de, ahbap çavuşluğuna göre de kendine önderliğim demez. Biraz tarihi bilir, insani gerekleri bilir, ne yaptığını bilir. Son derece objektiftir. İdeolojiyi esas aldığı gibi politikanın da en incesini bilir. Pratiğin de nasıl bir çaba ve emekle bağlantılı geliştiğini bilir. Biz de bunları bilerek hakkını vermeye çalışıyoruz. Herhalde bu konuda da doğru yaklaşımı, bağlılığı, güç alıp vermeyi bundan sonra yeterince ve doğrulara oldukça yakın bir biçimde yaparsınız.
Biz de aslında size, başta şehitler olmak üzere, halkımızın bu ilgisine layık olmaya çalışıyoruz. Ama bir kurum olunduğunu, biraz da tarihin bazı zorunlu ihtiyaçlarına cevap vermek durumunda olduğumuzu da biliyoruz. Kişinin hatırı için, sizlerin hatırınız için de devrim yapmıyorum. Bunu da gösteriyoruz. Esas olan da budur. Ama yine de tarihi işler tarih içindir; ulusal işler ulus içindir. Bir gün içinde olmayabilir. Eğer bütün bunlar böyleyse, Önderlik olayını da biraz anlamalısınız. Anladığınızda da kesin gerekli büyüklüğe de ulaşırsınız. Emredilen büyüklük neyse, herhangi bir iş için büyüklük neyse, bir kurum ne istiyorsa, onu oluşturup içini doldurabilirsiniz. Önderlik gerçeği de her zamankinden daha fazla büyüme sağlamıştır, ilerleme sağlamıştır, başarı sağlamıştır. Bu, sizin büyümenizdir. Layıkıyla karşılık verirseniz, her sahanın önderlik gerçeğini temsil edersiniz.
Biz tekrar bu temelde bu yaşam dolu, oldukça başarıya yakın günlere hakkını vereceğinizi, kaybettikleriniz neyse onu kazanabileceğinizi, çirkinlik adına ne varsa onu güzelleştirebileceğinizi, kötülük adına ne varsa onu söküp iyileştirebileceğinizi belirtiyoruz, buna inanıyoruz. Bu temelde çabalarınızın da size layık olanı size kazandıracağını söylüyoruz. Selamlarımız bu temeldedir, sevgilerimiz bu temeldedir. Hepinize bu mücadele yılını tekrar üstün başarılarla ve bizzat her birinizin biraz da tarihimizin de emrettiği gibi, sizlerin de kanıtlamak istediğiniz başarıların sizin için olmasını diliyoruz. Tekrar selam ve sevgilerimizi sunuyoruz.
9 Nisan 1994
Reber APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 9 Nisan günü saat 05.00’da Amed’in Lice ilçesine bağlı Peşî Kevir alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Köylere baskınlar düzenleyen düşmanın operasyonu aynı gün geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
9 Nisan günü 16.00 ile 17.00 saatleri arasında Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Oramar mıntıkasında bulunan Şehit Gafur alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın hazırladığı ve Newroz’da ilân ettiği siyasi hamle devam ediyor. Kürt halkı ve dostları benimsediği bu hamleyi zafer yolunda ilerletiyor. Önce 8 Mart kutlamalarında on günü aşan süre meydanları dolduran Kürt kadınları bu süreci sahiplendi. Ardından Amed Newroz meydanını dolduran milyonlar süreci zirveye taşıdı. İlk kez ‘Kürt Kahramanlık Haftası’ bu kadar kitlesel kutlandı. Sonunda 4 Nisan günü Halfeti ve Amara’yı dolduran onbinler Önder Abdullah Öcalan’ın nasıl halklaşmış olduğunu ve ilan ettiği siyasi mücadele hamlesinin nasıl sahiplenildiğini herkese gösterdi.
Kürtler, Önder Abdullah Öcalan’ın ilan ettiği bu siyasi hamle sürecinin adını da net olarak ortaya koydu: Demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa hamlesi! Demokratik kurtuluştan kastedilen Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü oluyor. Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununun çözümünü ifade ediyor. Her alanda demokratik devrimlerin yapılmasını ve halkların kardeşliği temelinde demokratik birliğin yaratılmasını içeriyor.
Özgür yaşamı inşa demokratik toplumun yaratılmasını ifade ediyor. Başta kadınlar olmak üzere tüm ezilenlerin kendilerini örgütleyerek iradelerini ortaya koymalarını ve özgürce katılımlarını içeriyor. Özgür birey ve özgür toplumun yaratılmasını öngörüyor. Tüm geriliklerin ve gericiliklerin aşılmasını gerektiriyor. Özgür düşünce ve özgür davranış anlamına geliyor.
Bu gerçeği 4 Nisan doğum günü meydanında en çarpıcı bir biçimde yine Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ifade ediyor. Kürt Halk Önderi, “Sürecin yaratıcısı halkımızdır, halklardır” diyor. Demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa hamlesinin yürütücüsü ve başaranı olarak halkları göreve çağırıyor. Yine demokrasi ve özgürlük hamlesini en güçlü bir biçimde kadınların sahipleneceğini belirtiyor. 4 Nisan doğum günüyle de birleştirerek kadınları özgür doğuşa çağırıyor.
Kürt Halk Önderi halklar ve kadınlarla birlikte gençliğe hitap ediyor. Gençliğin gelecek olduğunu çok iyi biliyor. Düzenin kiri ve pasına en az bulaşmış olan gençliğin özgürlüğe ve demokrasiye daha yakın olduğunu görüyor. Bir de gençliğin o büyük dinamizmini ve potansiyelini harekete geçirmek istiyor. Çünkü ilan ettiği siyasi hamlenin ancak büyük bir mücadele ile başarılacağını iyi biliyor.
Nitekim bu süreci ilan ederken Kürt Halk Önderi, “Bunun bir son değil, bir yeni başlangıç olduğunu” ifade etmişti. Özgürlük mücadelesinin bitmediğini, tersine yeni bir mücadele hamlesinin başladığını belirtmişti. Şimdi bu yeni ve büyük siyasi mücadele hamlesini halkların, kadınların ve gençlerin başarıya götüreceğini vurguluyor. Tüm bu kesimleri başarı için zaman geçirmeden aktif mücadeleye çağırıyor.
Kürt Halk Önderi’nin bu tarihi çağrısı aslında Kürt halkı, kadınları ve gençleri nezdinde karşılık buluyor. Ancak bu, siyasi mücadele hamlesinin başarısı için yetmiyor. Başarı için tüm bu kesimlerin çok daha yaratıcı bir tarzda mücadele etmeleri gerektiği gibi, mücadelenin Türkiye toplumuna ve dış alanlara da yayılması gerekiyor. Çünkü demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü tüm bu güçleri de içine alıyor.
Siyasi mücadelede yaratıcılık kuşkusuz çok önemli. Bunun için derslerle dolu tarihsel pratikleri incelemek gerekiyor. Yine somut koşulları doğru analiz edebilmek, engeller kadar başarı etkenlerini de çok iyi görebilmek büyük önem taşıyor. Elbette güçlü bir amaç bağlılığına ve yoğunlaşmaya da ihtiyaç var. Hamlenin başarıya ulaşması için gereken yaratıcılık ancak böyle açığa çıkar.
Şimdiye kadar çoğunlukla görülen ise, ya yeterince yaratıcılık gösterememe, ya da işe tersinden yaklaşma oldu. Birçokları sürecin görevlerini doğru bir anlayışla sahiplenmek yerine, “AKP’den bir şey beklenmez” diyerek ucuz redçi bir yaklaşım içine girdi. Sanki AKP’den devrim ve demokrasi bekleyen varmış gibi. Bu tür devletten ve hükümetten beklentili yaklaşımın çok tehlikeli olduğu ve sorunların çözülemeyişinin altında bu yaklaşımın yattığı bir kez daha açığa çıktı.
Şimdi bu yaklaşım kısmen aşılıyor. Kürt Halk Önderi’nin çabaları herkesi doğru yola çekiyor. Bu değişik toplumsal kesimler açısından geçerli olduğu gibi, hükümet ve benzeri güçler açısından da geçerli. Nitekim PKK için “Nasıl geldilerse öyle gitsinler” diyerek sorunu siyasal alana taşımaktan çekinen hükümet, şimdi bazı yeni adımlar atmaya çalışır görünüyor.
İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile BDP heyeti arasındaki görüşmelerin sürmesi bu adımlardan biri. “Akil İnsanlar Heyeti” adıyla bir komisyonun oluşturulması söz konusu adımlardan bir diğeri. Yine mecliste komisyonlar oluşturmayı tartışmak da yeni adım atma çabasını ifade ediyor. Yeni anayasa yapma çabalarını yoğunlaştırmak da böyle görülebilir.
Kuşkusuz hükümetten gelen bu adımlar çok yetersiz ve kendine göredir. Bu tür adımlarla Kürt sorunu gibi devasa bir sorunu çözmek zordur. Bu nedenle AKP hükümetinin tutum ve yaklaşımları ağır eleştiri götürür. Nitekim başta kadınlar olmak üzere birçok çevreden yükselen ciddi eleştiriler de vardır. AKP hükümeti yaptıklarıyla da ciddi eleştiri altındadır.
Ancak sözkonusu bu eleştirileri de iki bölümde ele almak gerekir. Birincisi başta kadınlar ve Kürtler olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinden gelen ve yapılanları yetersiz ve yanlış bulan eleştirilerdir. Örneğin, başta KJB (Koma Jinên Bilind) olmak üzere çok sayıda kadın örgütü oluşturulan “Akil İnsanlar Heyeti”ndeki kadın azlığına sert tepki göstermişler ve eşit sayıda olmalarını önermişlerdir. Bunlar yeni süreci benimseyen, ama yürütülmesindeki hata ve eksiklikleri eleştiren yaklaşımlardır. Kuşkusuz bu tür eleştiriler çok değerlidir ve süreci yönetenlerin bu eleştiri ve önerileri mutlaka dikkate almaları gerekir.
Ama bir de CHP ve MHP gibi güçlerin, süreci reddedenlerin eleştirileri var ki, bu tür eleştiriler yapıcı değil yıkıcı ve bozucudur. Zaten pek anlamlı da değildir. Süreci reddedenlerin, süreç içindeki hataları eleştirmelerinin fazla bir anlamı yoktur. Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP tümüyle anlamsızlaşıp MHP çizgisiyle bütünleşir hale gelmiştir. Kendisine sosyal demokrat diyen bir partinin bu hale gelmesi acı vericidir. Bu gerçek ya var olan faşist özden kaynaklanır, ya da iyi yönetilememesinden. Herhalde CHP’de bu iki husus da vardır.
Tüm karşıtlıklara ve AKP gibi her şeyi parti çıkarına bağlayan yaklaşımlara rağmen, demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa hamlesi sürekli gelişecek ve zafer yolunda ilerleyecektir. Önder Abdullah Öcalan’ın, Kürt Özgürlük Hamlesinin ve Kürt halkının kararlılığı bu yönlüdür. Bu kararlılık da, nasıl ki çok karanlık bir ortamda böyle yeni bir süreci hazırlamayı başardıysa, her türlü engele karşı zafere taşımayı da başaracaktır.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Kürdistan halk Önderi Abdullah ÖCALAN’ın 64. Doğum günü büyük kitlesel kutlamalarla karşılandı. Dünyada ve bölgemizde yaşayan hiçbir Önder kişinin doğum günü böyle kitlesel bir biçimde kutlanmamaktadır. Sadece Önder Apo’nun şehri,ilçesi ve köyünde değil, tüm Kuzey Kürdistan, Kürdistan’ın diğer parçaları ve yurt dışında da aynı istek, coşku ve kararlılıkla doğum günü kutlanmaktadır.
Kürdistan halkı, Önder Apo’nun doğumunu kendi doğumu olarak görmektedir. Halk olarak yokoluştan, tarih sahnesine bir kez daha çıkmasıyla Önder Apo’nun doğuşunu bir ve aynı görmektedir. Milyonların Önder Apo’nun doğum gününü kutlaması ve Amaraya akan sevgi selinin temelinde böyle bir kaynak vardır. Bu nedenledir ki, Kürdistan halkı Önder Apo’nun doğuşunu, doğuşları, yaşamını yaşamları, özgürlüğünü, özgürlükleri olarak kabul etmekmektedir. Bir Kürt ve Kürdistanlı olarak ben de Önder Apo’nun doğuşunu varlığım, yaşamını yaşamım ve özgürlüğünü özgürlüğüm olarak kabul ediyor ve bu temelde, “rojbuna te piroz be ey Serok Apo!” diyorum.
Kürdistan halk Önderi yıllardan beri Akil İnsanlar/Akil Adamlar ifadelerini dillendiriyordu. Model olarakta esas olarak Güney Afrika pratiğini örnek veriyordu. Kürt sorunun çözümünün tartışıldığı her durumda, bu örneklerle sıklıkla vurgu yapılmıştır. Bunlar bilinmektedir. Ancak sömürgeci devletin başbakanı T.erdoğan, sanki kendisi keşfetmiş gibi konuştu. Başka konularda kendisini abartmasını, yalan söylemesini anlamak mümkün, ama bu konuda da yalan söylemesi, yine bir inkara kalkışması süreç konusundaki samimiyet düzeyini bir kez daha gözler önüne serdi.
Akil insanların listesinin oluşturulma biçimi bir kere sorunlu olmuştur. Belki bazı çevrelerden de öneri gitmiştir, ancak sonuçta listeyi belirleyen T.Erdoğan ve yakın çevresi olmuştur. BDP açıktan açığa önerilerinin değerlendirilmediğini belirtti. Yani Güney Afrika’daki gibi istişare ve seçimle oluşturulmamıştır. Daha çok adeta kendi suyunda-huyunda olanların yeraldığı bir liste olmuştur. Elbette doğru çalışacağından kuşku duyulmayan bazı insanlar da vardır. Ama ekmeğini Kürdistan özgürlük hareketine küfür etmek üzerinden kazanan bazı işbirlikçi hainlerin varlığı, listeyi kuşkulu ve tartışılır kılmaktan kurtaramaz. Listede yeteri kadar, savaşın en büyük yükünü taşımış olan kadınların bulunmaması ciddi bir yetersizliği ortaya koymaktadır. Yine liste her şeyi kendisi belirleme, istediği gibi yönlendirme ve yürütme üzerine kuruludur. Başka ülke pratiklerinden de biliyoruz ki, bu yöntem hayırlı sonuçlar doğurmaz.
Açıklandığı kadarıyla akil insanlar bölge esasına göre örgütlendirilerek adeta başbakana bağlı birer komite gibi çalışacaklar. Komite başkanlarıyla da zaman zaman başbakan görüşecekmiş. Daha kısa periyodlarla rapor sunacaklarmış. Ancak Önder Apo ve KCK yönetimiyle görüşmeden hiç sözedilmiyor. Savaşan iki taraf var, görüşmeler iki taraf arasında ama akil insanlar bir tarafın kontrolünde… olacak şey mi?
Eğer sorunun çözümüne ve barışa hizmet edecekse oluşturma biçimi böyle olmamalıydı. Oysa bu listeler oluşturulurken daha titiz olma, özenli davranma gereği vardır. Eğer hükümet belirliyorsa, seçilenlerin, bazı bireyler dışında, sömürgeci hükümetin kadroları gibi çalışacağından kuşku yoktur.
T.Erdoğan ve çevresinin açıklamalarına bakılırsa, algı yaratmakla ve yapacakları toplantılardan edindikleri izlenimleri hükümete sunmakla sınırlı bir görevleri var.
Ne algısı? Hangi algıyı yaratacaklar?
Bunun cevabını listeyi oluşturan sömürgeci devletin başbakanı veriyor. T. Erdoğan, süreci “kardeşlik hukukunu tesis etme, silahı aradan çıkarma" ve " terörün sonlandırılması süreci" süreci olarak niteledi. Yine “red ve asimlasyona son verdik” diyor. Yine konuşmasında, sömürgeci devletin yaptığı insanlık dışı suçlar ile, Kürdistan özgürlük hareketinin ortaya çıkışını ve eylemliliklerini aynılaştıran bir tanımlama yapmıştır.
Eğer inkarı kaldırdınsa, hala Kürt çocuklarının Türk dilindeki eğitimine ve her sabah kendilerini inkar eden ırkçı andıokumalarını neyle açıklayacaksın?
Demek oluyorki, sorun bir halkın inkarı, inkarı sürdürmek için işlenen insanlık suçları ve ona karşı bir onurlu direniş mücadelesi değilmiş! Tayyip Paşa böyle buyuruyor! Yine tüm bu çalışmaların amacı da Kürt sorununu çözmek, yani bir halkın halk olmaktan kaynaklanan haklarını inkar eden zihniyetin aşılarak, halk olmaktan kaynaklanan haklarını tanımak değil de, “terörün sonlandırılması” olarak ifade ediyor. Calışmanın amacı böyle tanımlandıktan sonra , her halde bazı akil insanların da ne yapacağı yeterice açıklanmış oluyor. Yani talimat çok net!
Yani T. Erdoğan ve AKP lehine bir hava oluşturmak, hep sorunu çözecekmiş gibi bir beklenti yaratmak ve böylelikle Kürt sorununu çözmek değil de, “PKK’yi çözmek” isteyecekleri çok açık. Kürt halkını PKK’den uzaklaştırmak…Amaç budur.
Yoksa amaç gerçekten Kürt sorununu çözmek ise, bu o kadar karmaşık değildir. Öyle yüzyıllık, iki yüzyıllık sorundur birkaç günde nasıl çözülür, samimiyetsiz sorusunu da fazla ciddiye alınacak bir soru olmadığını belirtmek isterim. Bazı iyi niyetli kişiler de böyle sorular soruyor. Ama belikli tarih bilinçleri zayıftırlar.
İki halk madem 1919-23 yılları arasında emperyalizme karşı direndiler, nasıl oldu da, Cumhuriyet Kürt ulusunun inkarı üzerine ilan edildi? Lozan ile cumhuriyet ilanı arasındaki 95 günlük süreyi göz önüne alanlar, bu inkarın süresinin bu 95 gün içinde nasıl mayalandığını gayet iyi bilirler.
Eğer bir inkar üç ay, haydi beş ay, bir yıl içinde oluşturuluyorsa, o zaman çözüm niye daha kısa bir zaman içinde olmasın? Neden?
Türk devleti, bir yalan ve küfür devleti olarak kuruldu. Bu yalanı söyleyenler, sonradan “behemahal herkesi türk yapacağız” dediler ve bunun gereklerini yapmaya yöneldiler. İş aslında o kadar karmaşık bir olay değil.
Ey akil insanlar! Eğer bizi yanıltarak, gerçekten de Kürt sorununu çözmek istiyorsanız, önce yalan ve küfürden uzak durmalısınız. Şimdilik başlangıç niyetine şu soruların yanıtlarını açıklasanız çok iyi olur.
Lozan ile inkarın zemini nasıl oluşturuldu?
Neden tek devlet, tek dil, tek vatan,tek bayrak,tek kültür temelinde cumhuriyet ilan edilerek büyük yalan söylendi?
Kürdistan’ı bir ülke, Kürtleri bir ulus olarak tüm haklarıyla varolması gerektiğini Türk halkına dolandırmadan anlatacak mısınız?
Kürt ulusunun inkar edilen haklarını anlatacak mısınız? Bunlar için anayasal güvenceye eğip-bükmeden konulmasını savunacak mısınız?
Kürdistan özgürlük gerillasına ve Kürdistanlı siyasetçilere, gençlere, kadınlara yönelik tasfiye amaçlı operasyonlara karşı çıkacak mısınız? Bu süreçte gerilla alanlarını daraltmak amaçlı ve Kürt tarihini sular altında bırakmak amacıyla geliştirilen baraj yapımından vazgeçecek ve yapım sürecinde olan barajların yapımının durdurulmasını söyleyecek misiniz?
Kürdistan’daki sömürgeci sistemin önce operasyonel ve sonra da işgal birliklerini geri çekerek, Kürtlerin ve Kürdistan üzerinde yaşayan diğer halkların kendi demokratik, eşit, özgür geleceklerini kurmalarını açıktan savunacak mısınız?
Kürdistan halkının kendini yönetme hakkını dile getirecek misiniz? Bayrağına ve sembollerine saygı duyulmasını söyleyecek misiniz?
Sömürgeci Türk devletinin başbakanının çağrısı üzerine toplandınız da, peki Önder Apo ile de görüşmeyi dayatacak mısınız? Böyle bir gündeminiz var mı?
İşleri fazla karıştırıp, kafaları bulandırarak, AKP’ye oy devşirme değilse amacınız ve gerçekten de Kürt sorununu çözmekse, sömürgeci Türk devletinin son iki yüzyıl da ve özellikle de Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, AKP’de dahil Kürtlere ne yaptığını anlatın, inkarı, katliamları, sürgünleri, soykırım planı olan şark islahat planını, 12 Eylül vahşetini ve 90’lı yılların soykırımını vb. anlatın yeterlidir. Anlatın ve Türk devletinin bu yaptıklarından dolayı özür dilemesini savunun.
T.Erdoğan konuşmasında “"Cumhuriyetimizin kuruluşundaki kardeşlik ruhu ihlal edilince tek parti döneminde maalesef o yaşadığımız sıkıntılar başlıyor.” Diyor. Yalan söylüyor. Ya tam bir tarih cahili, ya bilerek yapıyor ya da malum ezberi bırakmak istemiyor. Her neyse… gerçek şudur ki, TC. sömürgeci devleti, tam da Kürt inkarı üzerine kuruldu. (şüphesiz başka inkarlar da vardır) t. Erdoğan, şimdi cumhuriyetin ruhundan sözediyorsa, bu inkardan sözediyor anlamına gelir. Böyle bir zihniyet ne kadar çözümleyici olur? 24 anayasası da bu inkarı yasal, hukuki bir çerçeveye kavuşturdu. Yani öncesi var. Şark islahat planı sonrasında geliyor.
Kürdistan halk Önderi Abdullah Öcalan da helalleşmeden sözetti. T.Erdogan da…helalleşme,karşılıklı olarak herkesin birbirinin ihlal edilen, ayaklar altına alınan, çiğnen hakkını, hukukunu tanımaktır.
Yani helalleşmek, Türk devletinin kapitalist modernitenin güçlerine sırtını dayayarak, Kürdistan halkına yıllarca kaybettirdiklerini kazandırmaktır.
İşte barış, işte eşit özgür yaşamanın esasları! İşte Akil insanlardan beklentiler ve bizdeki görev tanımı!
Siz bunlara var mısınız?
Eğer yoksanız, AKP’nin, T.Erdoğan’ın seçim çalışmalarını yürüten bir komisyondan öte nesiniz?
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 8 Nisan günü 12.30 ile 13.00 saatleri arasında Hakkari'nin Yüksekova ilçesine bağlı Oramar alanında bulunan Şehit Rahime tepesi ve çevresine yönelik işgalci TC ordusu tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Nisan günü 11.00 ile 12.00 saatleri arasında Şırnak'ın Uludere ilçesi sınır hattı üzerinde konuşlu bulunan işgalci TC ordusu tarafından Gire Çeta alanına yönelik obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar