Son mektubun üzerinden yedi yıl geçti ölçülebilir takvim zamanlarında. Yürek zamanında hep benimleydin oysa. Nereleri gezdim biliyorsun. Güzel dağların ardından isteksiz isteksiz mecburiyetten yolum yeniden düştü şehirlere. Sana hep yazmak istedim. Biliyorsun, dağlılığını sevdim en çok senin. Bir dağ gibi taşımak istedim yüreğimde. İkimizin de yüreğinin ortak mekânıydı dağ. Sıyrılıp bu mekanik zamanlardan dağın anlam zamanında yaşıyorduk sadece. Ötesi kirletiyordu ikimizi de. Zaman-mekân diyalektiğinde dağdan öte kirli, buruk, sesi soluğu kesilmiş oluyorduk. Hani alıp götürmese yüreklerimiz ve seslerimize sinen dağlar, dağın insanları, boğulurduk ikimiz de.
Hangi asfalt caddelerde beton duvarların ardında demir yığınlarının içinde gezinse de bedenimiz, yitik iki dağlıydık oysa sadece ikimiz de. Ölçülebilir zaman dışında yaşama tercihimizde kararsızlık geçirmedik ikimiz de. Hani bir dosta yazıyorum ya, hani adettir ya, seni ölçülebilir takvimlerin yedi yılında gönül alıcı bir özür dilemeliyim ya mektupsuz koyduğum için. Oysa biliyorsun bizim yürek âlemimizde pek ısınamadığımız kelimelerdir pardonlu, lütfenli, özür dilerimli seslenişler. Kırsak kalbini sevdiğimiz birinin, mahcup bir bakışımız, utangaç bir tebessümümüz, yere bakan gözlerimiz, kelimelerin bir türlü dökülemediği titreyen dudaklarımızın tamir edemeyeceği bir kalp yoktur, biliyoruz ikimiz de.
Her ne kadar hep yüreğimin dostlara ayırdığı o sımsıcak köşesinde taşısam da seni her yere, bir burukluk vardı hep içimde. Hani en iyi, dostlar bilir ya, bir dosttan sese dökülmüş, kalemde kalıcılaşmış ve sana ulaşmış bir selamın gururunu ve sevincini. Zaten ne isteyebilir ki bir dost bir dosttan yürekten bir selamın dışında. Ne kadar çok şey paylaşsalar da birbirleriyle, ne kadar birine ait bir şey, bir o kadar aitse ikisine de, yine de günde bin defa karşılaşınca gözleri, bir sıcak merhabanın, hasretle kucaklaşmanın yerini dolduramaz hiçbir paylaşma biçimi. Ama şehirlerde boğulmuş sesimle ve şehirlerde iyice bir yolunu şaşıran parmaklarımla kelimelere ve seslere dönüştürüp sana ulaştıramıyordum bir türlü selamımı.
Önceki mektupta gururla yazmıştım ya sana, seni en çok bu dağlarda anlayıp daha çok sevdiğimi. Yüreğimden hançereme bir yumruk gibi oturan sesim ve gözpınarıma asılı kalmış bir damla tuzlu suya gömülü bir gururla seslenmiştim sana.
Paylaşmak paylaşmaksa bütün güzelliklerini dostluk, en güzel yerlerde yaşadığın güzellikleri seninle paylaşamazlık edemezdim. Bu güzellikleri en çok hak eden ama en çok koparılmak istenen dostum, hasretinde olduğun bu dağlara ulaşmanın ve bu dağların en yüceleri Zağroslarda yaşadığım her şeyi seninle paylaşma sevincinde ve gururunda yazmak, duygularımı paylaşmak ne kadar rahatlatmıştı yüreğimi anlatamam.
Gördüğüm bütün dağlılara sana ve dostluğumuza dair bir şeyler anlatarak gururla taşırmak istedim seni dağlara. Dostlar kimseyle paylaşmak istemez dostlarını. Çok iyi bilirsin sen bunu, kıskançtır dostlar, en kıskanç sevgiliden bile daha kıskançtır dostlarını paylaşmada.
Ben seni dağlarla ve dağlılarla paylaşabilirdim ancak. Yüreği bir dağlı olarak çok iyi bilirsin sen, en ustasıdır onlar her şeyini paylaşmanın. Her şeyimle her şeyimi paylaşmak yakınlaştırıyor onlara beni en çok. Değer bilmez, dostluk bilmez şehir mekânlarında bize ait olan, dostlara ait olan paylaşılmışlıkların pazara düşme korkusudur kıskançlık. Her şey düşünce o pazarlara nasıl yitiriyorsa değerini, dostlukların da değerini yitirmesinden korkardık ikimiz de.
Ve iyi bilirdik asla pazarlara düşmemeliydi en insani yanımız olan dostluklar. O yüzden neyi düşürsen daha bir değer kazanan bu dağların dağ yürekli çocuklarıyla paylaşmıştım seni. Daha bir değer kazandı dağlara düşen dostluğumuz.
Sevgili dostum,
Yine o mekânlardayım bütün yüreğim ve üstelik bedenimle. Yeniden kavuştuğum bu güzellikleri bir selam yapıp dökmeden söze ulaştırmasam sana, ihanetlerin en büyüğü olan dost ihanetinde boğulacak yüreğim. Gururla şimdi sana selam veriyorum dağlardan. Bir dost sohbetinde gördüklerimi ve yaşadıklarımı paylaşmak istiyorum seninle dostça. Hani ne kadar söze dökülünce sevinç veriyorsa insana bir merhaba, paylaşmada mahirdir en çok gözleri insanın. Biliyorum, merhabadan sonra gözlerimde paylaşabilirim her şeyi seninle. Hepsini yazmayı gerekli bulmuyorum sana. Ama gururlanacağını bildiğim için iki kelimeyle anlatayım sana yürümeye doyamadığım dağlarda dost yüreklerle seni nasıl paylaştığımı.
En çok sağlam dostluklara inanıyor onlar, hilesiz-hurdasız, fitnesiz-fesatsız, yalansız-dolansız, kirlenmesine asla izin vermedikleri bir parıltı olarak taşıyorlar yüreklerinde bütün dostluklarını. En küçük bir gölge düşürülse dostluklarına, hiçbir zulmün, işkencenin, acının, ihanetin kâr etmediği yürekleri bir çocuk kalbi gibi kırılıp daralıyor dünyaları.
Anlatırken seni, korumada maharetli oldukları yüreklerinde bir kıvılcım olarak hep taşıyacaklarını o göğüs kafeslerinde seni, biliyordum. Ve biliyorum şimdi, onların yüreğine düşmüş olmanın sevincindedir gözlerin. İsmini sevgiyle ve yiğitlikle sesine düşürse bile bir teki seni, bu, dünyalara bedeldir senin için. Ve bütün dost gayretimle seni anlatmaya çalışıyorum onlara. Anlayıp ‘yiğitliğine yakışır bu toprakların bir evladıymış’ diyorlar. Hani kolay kolay payesini kimseye vermedikleri yiğitlikle bir arada anınca onlar senin ismini, bir yiğitle dost olmanın gururuyla kabarıyor yüreğim. Bir çift söz etsem sana dair, dost paylaşımlarına inançta lekesiz, pırıl pırıl yürekleriyle ne kadar çabuk anlıyorlar seni, anlatamam. Ve dostluk ustası bu dostlar hemen teslim edip hakkını, veriyorlar sana hak ettiğin değerini.
Sevgili Burhan, güzel dostum;
Şimdi belki kızacaksın bana dostça bir sevecenlikle, ‘bırak sana ait çok iyi bildiğim o duygularını anlatmayı. Sen bana, o beni ben yapan o dağlarımı ve dağlarımın o güzel çocuklarını anlat’ diyeceksin. Hadi yine kızma öyle, kızgın çıkmasın bir nara gibi dağ hasretinde sarhoş sesin. Anlatacağım sana elbette, senin çocuğu olduğun dağların, seninle gurur duyan çocuklarını. Bir bilsen ne kadar ustalaşmışlar yeni dünyalar kurmada. Bir yurt yaratıyorlar şimdi bu güzel mekânlarda. En çok da dağ yüreklilerin koparılışlarında anayurtlarından öfkedeler. Kendileri için ne kadar sabır ve huzurla yaratıyorlarsa bu güzellikleri, bu güzelliklerden mahrum bırakılanlar bir an önce dönebilsinler diye bu güzelliklere, bir o kadar sevecen bir acelecilik ve telaştalar.
Sürgünlerde yurt hasretinde kanayan yürekleri, bu dağların güzelliğinde sağaltmak için bu bahara yetiştirmek istiyorlar güzellik inşalarını. Tek bir yüreğin dağ hasretinde kırık ayrılmasına bu dünyalardan kalmamış tahammülleri. Gömüldükleri, vurulup düştükleri bu dağlarda yanı başlarında olsun diye bütün dağ yürekliler, ha bire yer açma telaşındalar.
Seni anlatınca onlara ‘Bizim Karadeniz Burhan’a da güzel bir yer açmak gerekir bu dağlarda’ diyorlar. Gururlanıp seviniyorum. En çok gömülmek istediğin yerde bir yer açılacak sana. Kahpe kurşunlar düşürememişti seni toprağa. Dağ hasretine dayanamayıp sıyrılmıştın bedeninden. Dağlarda konacak güzelliklerin telaşında çırpınıyordu ruhun.
Dostlar hep müjdeli haberler bekler birbirinden. Madem bu kadar dostuz birbirimizle, yüreğime yerleşmiş bir müjdeyi vereyim sana. Zamanımız daha bir yakın gibi hissediyorum o güzel günlere. O güzel günlerde, o en güzel yerlerde, o olmayı en çok istediğin yerlerde bir yer açılıyor şimdi toprağa düşmüş bedenine. Her şeyinle seni dağlara getireceğim günler yakın diyor yüreğim. Bilirsin, kolay kolay yanılmaz dostluklardaki dağ yürekler. Çağırsam geleceksin, biliyorum. Sarhoş olacağız ikimiz de bu dağların güzelliklerinde. Bu sözleri duymak bile sarhoş etmiştir şimdi seni. Dağa ait bir damla, bir sözcük, bir selam bile ne kadar sarhoş edip sevinçlere boğar seni biliyorum.
Dağdayım şimdi Sevgili Burhan. Kalkmışsın o mahkûm edildiğin sandalyeden. Ayaklanmış, yürüyorsun benimle bütün patikalarda. Keyifli sohbetlerin, müjdeli haberlerin dost kucaklaşmalarının sevincinde çılgın ve sarhoş yüreklerimiz. Utanıp saklamaya gerek yok bu dağlarda sarhoşluklarımızı. Halden anlar dağlılar, anlayacaktır ikimizi de. Paylaşıyorum seni her şeyimle. Bu sarhoş, bu çılgın yüreklerimiz sofrasını buldu şimdi. Ekmeklerini paylaşacaklar bizimle ve sana ulaştıramadığım şaraptan dereler akacak yanı başımızda. Hangisi hangi dereden bir kadeh doldurup koysa önümüze, hangisi usulca okşayıp bir dağ çiçeğini, kokusunu savursa yüzümüze, hangisinin gözleri dikilse şarap renkli ufuklara gün doğumunda, biz de payımızı alıp yudumlayacağız büyük bir keyifle. Sonra sarhoşluğunda dağların, aylak aylak dolaşacağız bütün patikalarını. Dağ sarhoşluğundaki muhabbetlerimizde daha bir bulacağız kendimizi.
Sevgili Burhan,
Hasretlik bir mektup bu. Gecikmiş bir selam bu. Utancındayım gecikmenin. Duy titrek sesimi. Nemli ve utangaç gözlerimde kabul edeceksin biliyorum özrümü. Bu dağlar, her şeyiyle sen olan bu dağlar, bir ana gibi kucaklıyor ikimizi de. Böyle bir evladı doğurup ak sütünde emdirdiği için ne kadar minnetteyim bilsen o güzel ananın. Hepimize ana olan bu dağlarda sana saldığım bu selamda unutsam o güzel anayı, yarım kalacak bu selam biliyorum. En çok da seni yüreğinde taşıyan o güzel anaya da ilet selamımı. Seni kucaklayan ellerinden, seni seven yüreğinden ve seninle hep dolu dolu olan o gözlerinden öpüyorum hasretle. Gurur duyuyor seninle. Gurur duysun istiyorum benimle de, payımı alabildiğim için senin dostluğundan.
Analarımızın gururlanmasının bizimle, tutamaz hiçbir şey yerini. Bizimle gururlanan analarımızın gururundayız şimdi. Gururlanabiliriz ikimiz de, sen en güzel dağ, ben de en güzel dağın dostu olabildiğim için. Ana gururundayız ikimiz de. Dostuz ve anayız ikimiz de. Bir dost bulunca, en iyi dostu olan anasına kavuşmuş gibi olur insan. Ve en çok anasıdır insanın dostu. Sen yüreğimin dağ çocuğu, bütün açlıklarımda beni dostluğunla emziren sevgili anamsın. Varsa bir kusurum, en çok affedici olan çocuklar ve analar gibi affedeceksin beni, biliyorum. Bir dosta bir selam göndermenin ve kusurunu affettirmenin sevincinde kucaklıyorum seni.
Dağa geldim. Sana geldim. Yine ve yeniden, bütün yüreğimle merhaba dostum…
JÊHAT BÊRTÎ
- Ayrıntılar
Devrimci görevler köklü olan görevlerdir. Şartlar ne olursa olsun yerine getirilmesi gerekli ve zorunlu olan görevlerdir.
Tarih Kürtlere ve dostlarına yeni tarihi görevler yüklemiştir. O zaman yapılması gerekli olan bu tarihi görevlerin hakkını vermektir. Aksi taktirde tarih bizleri-kendisine devrimciyim diyenleri af etmeyecektir.
Tarihi bir momentten geçiyoruz. Bu tarihi momentin sürükleyici ve de itekleyici güçlerin başında gençler gelmektedir. Bunun için en büyük görevler gençlere düşmektedir.
Başkan Apo yeni bir süreç başlatmıştır. Bu yeni süreç herkese moral ve coşku vermektedir. Ancak bu sürecin çok ciddi tehlikeleri de vardır. Başkan Apo’nun belirttiği bu yeni çizgi birçok çevreyi harekete geçirebilmektedir. Çok geniş çevrelere ulaşma imkanı sağlamaktadır. Bugüne kadar ilişkilenemediklerimizle ilişkilenebilmekteyiz. Hareket sahamız ya da açılım sahamız çok genişlemiştir. Üstelik bu tüm çalışma sahaları için geçerli olan bir durumdur.
Diplomasiden siyasal çalışmalara, sivil toplum örgütlenmesinden çeşitli meslek çalışmalarına, kültürel etkinliklerden geniş sosyal etkinliklere, felsefik derinleşmeden ideolojik derinleşmelere, dünya halklarından bulunduğumuz alandaki halklara, inanç guruplarına derken kadınlara, yaşam arayışları ayrı olanlara, çevrecilere, sistem karşıtı birçok çevrelere ulaşma, ilişkilenme, ortaklaşma imkanları çok fazla artmıştır. Bunlar Başkan Apo’nun başlattığı yeni süreçle objektif olarak ortaya çıkan gerçeklerdir.
Ancak aynı durum yer yer belki de daha fazla bugüne kadar Kürtleri ve bu topraklarda yaşayan diğer halkları ve de farklı kültürleri baskılayan, yok sayan, küçümseyen ve çoğu zaman da bu ezenler içinde geçerlidir. Faşistlikleriyle nam salanlar bugün çok rahat bir şekilde sadece halkımızın arasına değil, insanlığın da arasına çıkma fırsatı yakalamışlardır. Dün itici ve nefret toplayanlar bugün tüm ekonomik imkanlarını da kullanarak bu durumu gidermek için de fırsatlar yakalamışlardır.
Dikkat edelim, posta posta Kürdistan’a akın etmeye başladılar. Dün halkımızın içine gelmeye korkanlar şimdi gövde gösterileri yapıyorlar. Ve zaman ilerledikçe bunu çok daha ileriye götüreceklerdir. Ekonomik, sosyal, teknik, medya derken tüm imkanlarını seferber edeceklerdir.
Açıkça belirtelim; Kürt halkını yine diğer farklı halkları, inanç guruplarını ve çevreleri öteleyen faşizan zihniyet yaptıklarını meşrulaştırmak için köklü bir SEFERBERLİK başlatacaklardır. Bu seferberliğin ilk işaretlerini şimdiden görüyoruz. Yılların psikolojik özel savaş tecrübelerini de kullanarak kesinlikle yeni süreci kendi lehlerine çevirmek için bin dereden su getirerek çalışacaklardır.
Bunu bilelim, buna göre yaşayalım. Başkan Apo’nun dile getirdiği: “Demokratik kurtuluş ve demokratik yaşam süreci”ne etkili katılmak istiyor isek, gerçek manada yeni bir demokratik yaşam inşa etmek istiyor isek o zaman bu sürece yüklenmemiz gerekiyor.
Başkan Apo çok önceleri “çalışalım, çalışalım, çalışalım” demişti. Yine “çalışanlara selamlarımı iletin” demişti. Demek ki tarih bize her zamankinden çok daha fazla çalışmayı dayatıyor. Adeta bir saniyemizi boşa geçirmeden ulaşabileceklerimize mutlaka ulaşmalıyız. Unutulmamalıdır ki Mazlum Doğan yoldaşlar Diyarbakır zindanlarında kitle ilişkilerini nasıl oluşturduklarını bizlere anlatmışlardı. Bir insanla konuşabilmek için nasıl aç kaldığını, ne kadar zorluk çektiğini bize anlatmıştı. Yine bir Kemal Pir yoldaşın “gerektiğinde 3 saat konuştuk, gerektiğinde ise 300 saat konuştuk” çalışma tarzı bizim yeni dönem çalışma tarzımız olmak zorundadır.
Evet, dönem Kemal Pir ve Mazlum Doğan tarzı çalışma dönemidir. Buna tabii ki Haki Karer yoldaşın Antep ve Adana’da birkaç genci eğitebilmek için nasıl hamallık yaptığını da bilmeliyiz.
Evet, çalışma tarzımız Kemal Pir tarzından, Mazlum Doğan tarzından, Haki Karer tarzından olmalıdır ki, yaratılan onca değeri daha büyük değerlerle, özgürlükle, eşitlikle taçlandıralım.
Evet, tarihi bir momenti yaşıyoruz. Bu tarihi momentin sürükleyici güçlerinin başında gençler gelmektedir. Gençlerin ise rollerini oynayabilmeleri için kesinlikle çok köklü ve güçlü bir çalışma tarzına ihtiyaçları vardır. Bu çalışma tarzını ise büyük devrimcilerimiz, büyük önderlerimiz 30 yıl öncesinde bize göstermişlerdir.
Evet, tarih bize yeniden Kemal Pir, Mazlum Doğan ve Haki Karer tarzından çalışmayı dayatıyor.
Devam edecektir.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Nisan günü saat 08.00 ile 20 Nisan 03.00 saatleri arasında Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Oramar mıntıkasında bulunan Şehit Gafur ve Şehit Karker alanları işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bombalanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Amed’te Nesim Güzel isimli bir şahıs hareketimiz adına halktan para toplayıp halkımızı dolandırmaktadır. İsmi geçen şahsın hareketimizin herhangi bir organıyla hiçbir biçimde ilgisi/ilişkisi bulunmamaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
17 Nisan günü Hakkari’nin Yüksekova ilçesi Oramar mıntıkasında bulunan Şehit Gafur ve Şehit Karker alanları 11.00 ile 14.00 saatleri arasında obüs ve havan toplarıyla, 18.00 ile 19.30 saatleri arasında da kobra helikopterler tarafından bombalanmıştır.
- Ayrıntılar
Dicle Üniversitesi’nde yaşanan olaylar önemli. Bu olaylar doğrudan adına “Çözüm süreci” denen yeni süreçle bağlı. Öyle ODTÜ ve diğer üniversitelerde yaşanan öğrenci olaylarından çok farklı. Eğer bir yerdekine benzetilecek ve bağlanacaksa, Suriye devlet güçleri ile adına “Muhalefet” denen bazı çete gruplarının Rojava halkına yönelik Halep, Serîkaniyê, Kamışlo ve Hasekî’de artan saldırılarına benzetmek ve bağlamak daha doğru olur.
Bir kere olayların oluşu çok açık. Dicle Üniversitesi’ndeki yurtsever öğrencilere adını “Hizbullah” koyan, Kürt halkının ise “Hizbulkontra” olarak ifadelendirdiği çete güçlerinin polis gözetimindeki saldırısı gerçekleşmiştir. Yani saldıran bir taraf var: Hizbulkontra. Saldırıya uğrayan bir taraf var: Yurtsever Kürt öğrencileri. Onların şahsında Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketi. Yine zemin yaratan ve saldırıyı destekleyen bir güç var: Muammer Güler yönetimindeki polis.
Bu saldırının amacı ya da amaçları da çok açık. Bir amaç, yerel amaç Dicle Üniversitesi’ni ele geçirmektir. Yani üniversitede kendi fikir egemenliklerini kurmaktır. Diğer amaç, genel amaç ise adına “Çözüm süreci” denen yeni süreci provoke etmektir. Yani PKK’nin ateşkesini bozmak ve gerillanın geri çekilmesini engellemektir. Dicle Üniversitesi’nde bile böyle bir saldırı olursa, o zaman PKK çatışmaları nasıl durdurabilir, ateşkesi nasıl yürütebilir, gerillayı nasıl Kuzey’den çekebilir? Bu saldırı ile PKK’ye mevcut süreci devam ettirdiğinde başına gelecekler gösterilmek istenmiştir.
Peki kimdir bu saldırıları yapan “Hizbullah” ya da Hizbulkontra? Bu güçleri Kürt halkı da, kamuoyu da çok iyi tanıyor. Çünkü bunları TC’nin özel savaş sistemi 1990’lı yılların başında Kürt Özgürlük Hareketine ve yurtsever Kürt halkına karşı tetikçi olarak kullanmıştı. Bu saldırılarla yaşanmış binlerce “faili meçhul” denen katliam var. Bu çeteci grubu 2000’lerin başında Ecevit hükümeti tutuklatmış ve ağır cezalara çarptırılmıştı. Ancak 2010 yılında AKP hükümeti bazı hukuksal numaralarla bu güçleri cezaevinden salıverdi. Kısa süre sonra haklarında yeniden tutuklama kararı verilmiş olmasına rağmen, çeteci grup sırra kadem salmıştı. Basına yansıyan bilgilere göreyse, bu grup İran’a geçmişti.
Bu çete grubu 1990’lı yılların başında Türk özel savaşının tetikçisi olarak Kürt yurtseverine saldırtılırken, bu grubun ardında İran’ın olduğu da söyleniyordu. Yani Türk özel savaşı ve İran birlikte Kürt yurtseverlerine saldırı yapıyordu. Tetikçi olarak iki gücün ortak kullandığı kesimse bu Hzbulkontra denen çeteci ekipti. Şimdi de aynı ekibin yeniden devreye sürülmeye başlandığı görülüyor.
O halde yapan belli olduğuna göre, yaptıranlar da bellidir. Hizbulkontra denen bu çete ekibinin arkasında İran ve Türk özel savaş güçleri vardır. Bu iki gücü, yani İran ile Türk özel savaş güçlerini bir araya getiren tek şey, Kürt karşıtlığıdır. Kürt Özgürlük Hareketine bu temelde Kürt varlığı ile Kürt sorununun çözümüne karşıt olmalarıdır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Newroz’da yaptığı büyük çağrının başlattığı yeni süreç bu kesimleri telaş içine sokmuştur. Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi bu kesimleri ciddi biçimde korkutmuştur. Hizbulkontranın yeniden devreye konması ve Dicle Üniversite’ndeki yurtsever öğrencilere saldırı bu süreci sabote etmek ve engellemek amaçlıdır. Rojava’da Kürtlere yönelik saldırıların artması da aynı amaçlıdır ve o saldırıların arkasında da aynı güçler vardır.
Bu durum bize, basına yapılan açıklamalarla gerçeğin çok farklı olduğunu göstermektedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Newroz çağrısına destek verdiğini herkes açıklamıştı. MHP ile CHP bile açıktan reddedememişti. Tüm bölge güçleri ile küresel aktörler “Destek açıklaması” yapmıştı. Öyle ki, selamlayanlar, kutlayanlar, açıktan PKK’yi olumlayanlar peşpeşe gelmişti.
Fakat şimdi görülüyor ki, gerçek siyaset herkes açısından böyle değildir. Basına “Süreci desteklediğini” açıklasa da, aslında sürece karşıt olan ve el altından süreci engellemeye çalışan epeyce güç vardır. Hizbulkontra’nın bu güçlerden biri olduğu açığa çıkmıştır. Ardındaki İran ve Türk özel savaş güçlerinin de mevcut çözüm sürecine karşıt olduğu anlaşılmıştır.
Tabi karşıtlar topluluğu sadece bunlarla da sınırlı değildir. Örneğin KDP’nin gerçek tutumu pek net değildir. Çözüm sürecinden gerçekten yana olsa, o zaman Zağros TV böyle süreç karşıtı propaganda yapar mı? Yine Fransa ve Almanya gibi güçlerin de ikili oynadığından kuşkulanmak için çok neden vardır. Eğer bu güçler yeni sürece karşı olmasalardı, o zaman yüz güne yaklaşmış olunmasına rağmen Paris katliamı hiç böyle karanlıkta kalır mıydı?
Daha fazla irdeledikçe, neredeyse süreç karşıtlarının destekleyenlerden çok daha fazla olduğu açığa çıkacak. Belki de bu listenin ucu AKP’ye kadar gelecek. Dicle Üniversitesi’ndeki saldırının AKP yönetimindeki polisin gözetiminde yapılmış olması bu kuşkuyu daha da artırmaktadır. Yine sürecin yürütülmesindeki AKP isteksizliği ve süreci muğlaklaştırıcı yaklaşımları sözkonusu kuşkuyu neredeyse gerçeğe dönüştürmektedir. Bu durum adeta insana “Yoksa AKP gerillanın geri çekilmesine karşı mı?” sorusunu sordurmaktadır.
Dikkat edelim, “Silahlar sussun, fikirler konuşsun” diyen AKP, sürecin TBMM’ye götürülmesine ve yasal-siyasal çerçeveye kavuşturulmasına karşı çıkıyor. “Kürt inkârı ve asimilasyonu aşıldı” diyen AKP, yeni anayasada Kürt kimliğinin yer almasını istemiyor. Aslında AKP Kürt varlığını kabul etmek ve Kürt sorununu çözmek istemiyor. Deyim yerindeyse bir nalına bir mıhına vuruyor. İpe un sererek süreci sadece ateşkes konumunda tutmaya çalışıyor.
O halde Dicle Üniversitesi saldırısının AKP polisinin gözetiminde gerçekleşmiş olması bir tesadüf ve şaşırtıcı değildir. En azından AKP içindeki bir kesimin bu yeni sürece karşı olduğu ve dolayısıyla üniversite saldırısının ardında bulunduğu açığa çıkmıştır.
Tüm bunlar süreç konusunu daha da aydınlatıp, AKP yalanlarını gün yüzüne sermektedir. Bir kere bu yeni süreci geliştiren AKP değil, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dır. İkincisi, içte ve dışta süreç karşıtı çok fazla güç vardır. Üçüncüsü, hepsi değilse de AKP’nin bir kesimi de sürece karşıdır. O halde bu gerçekleri çok iyi görmek, çok duyarlı ve tedbirli olmak ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği bu yeni süreci iyi sahiplenmek gerekir.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
16 Nisan günü saat 04.00’da işgalci TC ordusu 25 zırhlı araç desteğinde Mardin’in Ömerli ilçesinde bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Kürtler, Kürtlerle birlikte birlikte aynı ezilmişliği, dışlanmışlığı, ötekileştirilmeyi, çoğu zaman da yok edilmeyi, horlanmayı yaşayan bu toprakların insanları için yeni bir mücadele dönemi başlamıştır.
Bazı sosyalist yoldaşların belirtikleri gibi Kürt sorununun çözülmesiyle artık tam da sınıf mücadelesinin dolu dizgin başlayacağı mücadele süreci…
Elbette Kürt sorunu henüz çözülmemiştir. Ne zaman çözüleceğini ise mücadele belirleyecektir. Bizlerin yani halkarın, ezilenlerin derken cümle cemaat insanı baskılayan sistemde zarar görenlerin mücadelesi...
21 Mart 2013 günü Başkan Apo yeni bir süreç başlatmıştır. Bu süreci Demokratik Siyasetin önünün açılması süreci olarak tanımladı.
“Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor” diye milyonlara hitap etti.
Başkan Apo sürecin bir mücadele süreci olacağını açıkça belirterek mücadeleye çağrı yaparken yer yer Başkan Apo’nun bu söylemlerini farklı yerlere çekenlerin çıktığını üzülerek tespit ediyoruz.
Bazı çevrelerde sanki mücadele bitmiş, artık başta Kürt sorunu olmak üzere sorunlar çözülmüş havası var iken. Kimisinde ise sanki hiç bir şey değişmemiş, aynen eskiden sürdülen mücadele sürdürülüyormuş gibi bir yaklaşım vardır. Ve yine bir kesimde ise bunların ikisi dışında süreci anlamaktan uzak, adeta provoke eden bir hal var.
Herkesin düşünme biçimi elbette kendine. Ancak denir ya “eğri otur ama doğru konuş” diye. Ya da tam böyle olmayanlara ise söylenenleri daha doğru ve derinliğine kavrayın lütfen diye.
Bir kere kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’de var olan sorunların tümü ortada durduğu gibi duruyor. Yani çözülmemiştir. Yapılan yeni bir siyaset biçimiyle var olan bu yığınca sorunlara çözümler üretmektir. Bu ise daha sert mücadele demektir.
Diğer yandan ise sanki dağlara çıkanlar ebediyen dağlarda yaşamak için çıkmışlardır. Dağlara çıkanların dağlara çıkış sebepleri sadece ve sadece Kürt sorununu ve de bu topraklarda yaşayan tüm ezilenlerin sorunlarına derman olmak içindi, içindir. Başkada dağa çıkanlar azdır. Özcesi, dağlara iş olsun diye kimse çıkmıyor. Murat Karayılan yoldaşın bir mülakatında belirttiği gibi; “dağlara çiçek toplamak için çıkmadık.” Bu ne demektir, var olan sorunun-sorunların farklı yollarda çözülme imkanı bulunuyorsa ve bu yol-yollar diğer bilinen sert yolda daha az bedel gerektiriyorsa o yolu seçmek en doğru olan tercih olmaktadır. Ve şimdi yapılan da budur.
Lakin öyle görülüyor ki Başkan Apo’nun başlattığı süreç tam anlaşılmıyor. Kaygılara kimsenin diyeceği bir şey olamaz. Ancak kaygıları olanların bu sürecin sağlam ve selametle ileriye götürülmesi için daha fazla çalışmaları gerektiği de ortadadır.
Biz savaş sürecinde barış diyenleri, görüşme süreçlerinde kavga diyenleri, barış süreçlerinde ise savaş diyenleri çok gördük. Böylelerini ciddiye almamızı kimse beklemesin. Böylelerine PKK tarihi çokça tanıklık etmiştir. Kaale alınmalarını kimse beklemesin.
Ariel Dorfmann: “Geçmişi öldürmek, iktidarda olan bazılarının iddia ettikeleri kadar kolay değildir. İnandıkları şey uğruna canlarını veren erkek ve kadınlardaki gizli ışığı tamamen söndürmek, bu dünyada halen onları hatırlamak ve diri tutmak isteyen tek bir insan var iken bunu yapmak mümkün değildir. Bu yeter; ahlaki çölde haykıran bir insan, önce biri, sonra biri daha, adalet kıvılcımının sönmesine engel olmak için bu yeter…
Bazen doğru olan imkansızı hayal etmek, imkansızı istemek ve imkansız için haykırmak.
Tarih bizi dinliyor olabilir. Tarih bize cevap verebilir.”
Yukarıda dile getirilenler ışığında tarihin bize cevap verebilmesi için bizlerin geçmiş zamanlardakinden çok daha fazla bir şekilde mücadele etmemiz tarihi bir görevdir. Aksi taktirde; “İnandıkları şey uğruna canlarını veren erkek ve kadınlardaki gizli ışığı tamamen söndürmek” isteyenlerin cabalarına destek vermekten başka bir şey yapılmış olunmayacaktır. Bunu ise tarih asla ama asla, ezilen halkların tarihi af etmeyecektir.
HAYRİ ENGİN
- Ayrıntılar
Kürdistan özgürlük hareketi özgürlük mücadelesini tarihi bir dönüm noktasına taşımayı başarmıştır. Önder APO Türk devleti ile Kürt sorununu 90 yıllık inkar ve imha siyasetine son vermek amacıyla bir süreç başlatmış ve bu süreç önemli bir düzey kazanmış bulunmaktadır. HPG’nin Önder APO’nun ve KCK yönetiminin çağrısı üzerine ateşkes ilan ettiği, Önder APO’nun öteden beri önerdiği akil insanlar komisyonun tüm yetersizliklerine rağmen (daha önce bu konuda eleştirel bir yazı kaleme almıştım) hem Kürdistan’da hem Türkiye’de çözüm yönünde her iki halkın ezici çoğunluğunun çözümden yana eğilim ortaya koyduğu bir süreçte, Dicle Üniversitesinde Hizbil-Kontra’nın ortaya çıkmasını nasıl anlamak gerekir?
Bu bir tesadüf mü? Sıradan bir öğrenci kavgası mı? Sömürgeci Türk devletinin polis kuvvetlerinin tutumu ne olmuştur? Sömürgeci AKP devletinin tutumu nedir? Ve bu saldırıyla hedeflenen nedir? Bu soruları satır başlarıyla da olsa yanıtlamakta yarar vardır? Bu sorulara cevap verilmeden bu saldırıyı anlamak ve ona karşı doğru tutum takınmak mümkün değildir. Hareket ve halk olarak müzakere sürecinin bir tarafı olarak her zamankinden daha fazla sonuç almaya yakın bir durumdayız. Sakine, Leyla ve Fidan arkadaşların tam da bu dönemde katledilmesi bir tesadüf olmadığı çok açıktır. Bir ucu yeşil Ergenekona ve AKP devletine uzanırken diğer bir kolu ise Avrupa gladiosuna uzanmaktadır. Tüm veriler buna işaret etmektedir. Tabi ki öncesi de var. Lice kırsalında hem de yılbaşı günü Numan yoldaşın ve 10 HPG savaşçısının planlanarak katledilmesi ve sonraki süreçlerde Kandil’in defalarca bombardıman edilmesi tesadüf değildir. Bütün bunların bir amacı vardır. Amaç; Önder APO’nun inisiyatifinde ve öncülüğünde başlayan süreci sabote etmek PKK’yi zayıflatarak güçsüz düşürerek deyim yerindeyse eli ayağı kırılmış iyice hırpalanmaş bir PKK ile müzakere yapmaktır. Bir muhattap değil de adeta mecbur kılınmış bir halde konuşulan bir mağlupla süreci tamamlamayı hedefiemektedir. Hizbul Kontradan tam da Önder APO’nun Newroz açıklamasından ve aynı görkemlilikte doğum gününün kutlanmasının ardından böyle bir saldırının gelmesinin anlamı açıktır. Önder APO’nun ve Kürdistan Özgürlük Hareketinin sonuç almasını engellemek. Engellemek isteyen güç bir ucu İran’da, bir ucu yeşil gladio da olan ve kendisini Huda-Par biçiminde legalleştirmeye dolayısıyla maskelemeye çalışan Hizbul-Kontra’dır.
Bu hizbul-kontranın 90’lı yıllarda PKK’ye saldırdığı dönemi de hatırlamaya çalışalım. Kürdistan Özgürlük hareketi büyük bir kitlesel güce kavuşmuş halk serhilldanları önemli bir gündem oluşturmuş, halk ayaklanma halinde Kürdistan özgürlük gerillası ise askeri alanda bir çok alanda denge sağlamış ve sonuç alma hamlesine hazırlandığı bir dönemde jitemci albay Arif’in teşviki yönlendirmesi ve lojistik destek sağlamasıyla öte yandan İran’ın Kürdistan özgürlük hareketinin bölgede bir aktör olmasının önüne geçmek için harekete saldırılar başlatılmıştır. Yüzlerce masum Kürt Yurtseveri en alçak yöntemlerle katledilmiştir. Bu saldırıların Önder APO’nun esaret altına alınmasından sonra adeta bıçakla kesilir gibi kesilmesinin anlamı açıktır. Sömürgeci Türk devleti kendisine göre başı koparılmış gövde de parçalanmaya açık hale gelmiştir, o halde bu katil sürüsünü ne diye besleyelim bu konuda böyle bir karar sonucunda da Kontra Şefi Hüseyin Velioğlu sömürgeci Türk devleti tarafından artık işlevini yitirdiği için öldürülmüştür. Kürdistan Tarihinde her ihanetçinin işinin bitmesinden sonra devlet tarafından ortadan kaldırılması akibetinden kurtulamamıştır. Hizbul-Kontra tek bir PKK gerillasına kuşrun sıkma gücünü ve cesaretini gösterememiştir. Farqin, Bismil, Nusaybin, Batman, Amed vb. Yerlerde Jitem’in kontrolünde ve denetiminde masum Kürt Yurtseverlerine saldırmış ve katletmişlerdir. Bunlar kendi dava dosyalarında da tüm ayrıntılarıyla ortaya konulmuştur. AKP Kürdistan Özgürlük Hareketini zayıflatmayı, tasfiye etmeyi varlığının ve geleceğinin teminatı saymıştır. Önder APO’nun deyimiyle Tayip Erdoğan PKK’ye vurarak iktidardaki yerini sağlamlaştırmıştır. İktidar mekaniğini böyle kurmuştur. Bunun için de alttan alta Hizbul-Kontray’ı PKK’ye karşı semirtmeye özel bir gayret göstermiştir. Bir çok AKP milletvekilinin Hizbul-Kontra ile içli dışlı olduğunu hemen hemen bir çok basın yayın kurumu yazıp çizdi. Fakat bu durum bir iki lokal çatışmanın ötesine geçmedi. Ne zaman ki AKP 2011 seçimlere hazırlandı ve seçimlerden sonra Ortadoğudaki gelişmelerle birlikte fırsat bu fırsat diyerek PKK’ye karşı Sri Lanka modeli topyekün imha planlamasını yaptı, işte o zaman 2011’in başlarında Hizbul-Kontra’nın eli Kürt kanına bulaşmış şefleri güya yanlışlık oldu denilerek birer birer serbest bırakılarak hem örgütsel olarak hem de moral destek bakımından önemli bir hazırlık yapılmıştır. Ardından Çağrı TV gibi imkanlar sunulularak palazlandırılmaya çalışılmıştır. Öyle ki legal bazı unsurları tam da bu süreçte öne çıkarak Kürt Kürdistan adına “bizde varız!” deme noktasına işi vardırmışlardır. Kürt ve Kürdistan için sömürgei Türk devletine ve onun inkar sistemine karşı tek bir söz söylemeyen tek bir eylem yapmayan tek bir kurşun sıkmayan bu hain çete Türk devletinden aldığı silahlarla ilk yaptığı şey Kürt yurtseverlerini katletmek olmuştur. Başka ülkelerin bir biçimde kendi ülkelerindeki haksızlığa zulme karşı hizbullah oluşumları vardır ve halen de bu kimlik adı altında önemli bir mücadele de yürütmektedirler. Fakat sözüm ona kendine Hizbullah adını yakıştıranlar tümüyle içinde bulundukları ihanet konumunu gizlemek içindir. İğrenç yüzlerine geçirdikleri kutsal islam onların o lanet yüzlerini gizlemede bir araç olmayacak kadar temizdir ve yan yana getirilemezler. Takke düştü kel göründü. Fırsat bu fırsat PKK ateşkes ilan etmiş geri çekilmeye de hazırlanıyor üniversiteden başlayarak bir çıkış yapalım ve sonuç alalım hesabı yapmıştır ama çarpılmıştır. Çünkü Allah en fazla kendisi karşısında yalan konumunda olanları sevmez ve affetmez. Kendi adına yalan söylenilmesini ise hiç affetmez. Dolayısıyla ancak PKK’nin sonuca gitmemesi için kullanılacak bir araç en azından denenmeye değer bulunmuştur ve kullanılmıştır. Öncelikle kutsal islam dini adına bu Allah’ın lanetini hak etmiş, Mazlum Kürt halkının ahını almış bu çeteci kesimin gerçekliklerini bilerek bir yaklaşım geliştirilmeli. Kürdistan halkı bunların gerçek yüzlerini, yani domuz bağı yaparak insanları kendi çoluk çocuklarıyla yaşadıkları evin bodrumuna diri diri gömecek kadar insanlıktan çıkmış bu çetelere karşı uyanık olmalıdırlar. Yurtsever Kürt Gençleri her zamankinden daha çok birliğini ve örgütlülüğünü geliştirmeli. Her türlü saldırıyı alt edecek bir daha saldıramaz duruma getirecek tedbirleri alma göreviyle karşı karşıya olduğunu bilmelidir. Tarihte bir oyunu iki kez tekrarlamak isteyenler traji komik bir duruma düşmekten kurtulamayacaklarını bilmelidirler. Birinci ihanetlerini sözüm ona bir özeleştiriyle yurtsever kamoyuna yutturmaya çalıştılar bu son ihanet saldırıları Kürt halkına karşı sömürgecilerin uşağı ve paramiliter gücü olmaktan öteye birşey olmadıkları gerçeğini çok yalın bir biçimde gözler önüne sermişlerdir. Kürdistan Özgürlük hareketi aslında onlara, kendi pratikleriden ve ihanet konumundan çıkma çağrısı yapmıştı. Öyle anlaşılıyor ki ortaya çıkan ilk fırsatta saldırmayı, ihaneti tekrarlamayı tercih etmişlerdir. Bu son pratikleriyle alınlarından bir daha sittin sene de geçse silinmeyecek kapkara bir ihanet lekesi işlemişlerdir. Bu konumda olanların ise Türk devleti’nin yeşil gladiosu ve İran’ın itlihatıyla yakın ilişkide olan çok sınırlı bir ihanetçi çete grubudur. Onun dışında kalanların bu gerçeği görerek kendilerini ihanetçilere kullandırtma pozisyonundan kurtarmalıdırlar.
Herdem Serhildan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 14 Nisan günü Dersim merkeze bağlı Rojnek ve Zel sırtlarına yönelik işgalci TC ordusu tarafından indirmelerle bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar