Kürt halk önderliğiyle yaklaşık bir yıldır TC devleti görüşmelere izin vermiyor. Dünyada eşine az rastlanır ağır bir tecridi uyguluyor. Hiçbir hukuk kuralı dikkate alınmadan bu insanlık dışı uygulama ısrarla Kürt halkının psikolojisine ipotek koymak için uygulanıyor.
Bu kadar faşizan bir uygulamayı dediğimiz gibi dünyanın başka ülkelerinde görmek zordur. Ya da çok istisnaidir. Böylesine anti insani bir uygulamayı Guantanamo gibi esir kampı olarak kullanılan kampta ancak görebilirsiniz. Ancak bir farkla; oradakiler bunu açıkça yaparlar. Gizlemezler. Örtmezler.
Ne var ki bir halkın önderliğine dünyanın dediğimiz gibi en aşağılık uygulamasını faşist TC devleti hem uyguluyor hem de halkımızın karşısına çıkararak “Kürtlerin ve de PKK’nin buna yol açtığına” utanmadan söylüyorlar. Hitler’in ruh ikizi olan Erdoğan’ın baş danışmanlarından olan Yalçın Akdoğan ismindeki kişi aylar önce “PKK Öcalan’ı dışarı çıkarmak istemiyor” diye kaç tane makale yazdığını herkes biliyor. Bu teoriye göre Kürt halk önderliğini tutsak eden, görüşmelerinin önünü engelleyen PKK’dir.
Evet, dünyanın başka yerlerinde hukuku ayakaltına alan yaklaşımlar yaşanabiliyor. Hukuk çiğnenebiliyor. Ancak bu pişkinler bu kez ekranların karşısına ve de basına çıkarak “kendileri istiyorlar” demiyorlar. “kendileri görüşmek istemiyorlar” demiyorlar.
Ahlaksızlığın sınır tanımadığı, dibe vurduğu böylesine bir nokta da alçaklığı sınırsızlığa çıkaran başkaları da vardır.
Sözde Kürt hem de Kürt aydını geçinen böyleleri en son olarak aynen Yalçın Akdoğan’ının söylediklerini yeniden pişirerek:
“PKK’nin izlediği strateji, Öcalan’ı ebediyen İmralı’da tutma stratejisidir ve Öcalan’ın bunu anlamamış olması mümkün değildir.
Görünürde çok istiyor olmalarına rağmen, Öcalan’a ev hapsini; ne, arkasında durmayan, onu zor durumda bırakan, adeta “bundan da kurtulduk” kıvamında söylemleriyle tercihlerini, Kürt hareketindeki statükocu anlayıştan yana koyan başta Ahmet Türk olmak üzere, Leyla Zana’nın partili arkadaşları, ne de önderlik diye diye önderliği son üç beş yıl içinde etkisiz hale getiren PKK liderleri istiyorlar” diyerek saldırıya geçiyorlar.
Bu sözleri sarf eden sözde bir Kürt. Ve birde sözde aydın geçiniyor, hem de Kürt aydını. Ve sözde bir Kürdistanlı. Ama biz Kürtlerin artık tarihi bir bilinci var. Bir tarihi şuuru var. Yani artık yeni Kürtler olarak balık hafızalı değiliz. 15 saniye önce olmuş olayları unutmuyoruz.
Hatırlayanlar bilir. Önderliğimize en aşağılık ve alçakça tecridi uygulayanlar ve bu tecridin uygulanmasında baş danışmanlık ve akıl bentlik yapan kişilerin başında Yalçın Akdoğan geldiğini yukarıda yazdık.
Tesadüf ya Akepe’nin baş danışmanın söylediklerinin bir Kürt hem de sözde aydın olan böyle bir Kürt allayıp pullayıp aylar sonra yine önümüze koyuyor.
Alçaklığın sınırları olurda bu kadar pervasızı olmaz. Bu kadar aşağılığı olmaz. Bu kadar ahlaksızlığı olmaz.
Ama şunu açıkça söyleyelim: “Sadece ve sadece böylesine sınır tanımayan bir alçaklığa yol vermemek için bile olsa bizler ayakta kalmaya devam edeceğiz. Bizler halkımızın özgürlük değerleri için ayakta kalarak direnişimizi kesintisiz sürdüreceğiz.
Şunu da söyleyelim: PKK var oldukça hiçbir alçaklığa Kürdistan’da geçit verilmeyecektir.
Kürdistan’da yaşanan ezilen tüm direnişlerin ardından ihanet, alçaklık, hainlik cirit atmıştır. Direnenlerle alay edilmiş ve ihanet edenler, işbirlikçilik yapanlar ödüllendirilmişlerdir.
Ancak bu kez tarihin seyri böyle izlemeyecektir. Bu kez dediğimiz gibi sadece ve sadece bu ihaneti, bu işbirlikçiliğe izin vermemek için bile olsa sonuna kadar direneceğiz. Ve tarihin sayfalarına sizin bu ihanetinizi ve de halk düşmanlığınızı ihanet ve işbirlikçilik diye geçirip bu halkın şuuruna ve bilincine böyle geçeceksiniz.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 26 Haziran günü saat 20.40 sularında Siirt’in Eruh ilçesine bağlı Minyaniş mıntıkasında operasyona çıkan işgalci TC ordusu askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışma sonucunda 1’i uzman çavuş 5 asker öldürülmüş, 3 asker de yaralanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Haziran günü saat 22.00 Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Şiriş köyü yakınlarında operasyona çıkan işgalci TC ordu askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Bu çatışmada bir arkadaşımız şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Haziran günü saat 18.00’da askeri amaçlı yol çalışması yürüten bir şirkete ait 3 iş makinesi Şırnak-Eruh yolu üzerinde yakılmak suretiyle imha edilmiştir.
- Ayrıntılar
Boşboğazlık almış başını gidiyor. Herkes bir şeyler söylüyor. Herkes yeniden stratejist, herkes yeniden ultra siyasetçi ve ultra asker kesildi. Ne söylediğini bilmemeye, ağzına geleni söylemeye toplumumuz boşboğazlık diye tanımlıyor.
Evet, boşboğazlık almış başını gidiyor dedik. Başını da Türkiye’nin sözde büyükleri çekiyor. “aklı başına alsınlar”, “teslim olsunlar”, “silah bıraksınlar”, “bu yolun sonu yoktur”, “kandil’i alırız”, “bitiririz”, “3,5 teröristler” gibi gerçekten de temeli olmayan, boş, kof, iş olsun dostlar pazarda görsün söylemleri. Ve birde dediğimiz gibi ağza ne geliyorsa, o an duygular neyi yaşıyorsa, niyetler neyi arzuluyorsa onlar frensiz bir şekilde dile getiriliyor.
Hâlbuki yüz yıllar önce Hz. Ali boşuna: “söz içinizdeyken sizin köleniz, ağzınızdan çıkmış ise siz onun kölesi olursunuz” sözünü boşuna söylememiştir. Yine başka benzer bir söz de Hz Ali’ye atfen: “keşke boynum Zürafa’nın ki kadar uzun olsaydı da ağzımdan çıkan sözleri çıkana kadar terbiye edebilseydim” diye.
Ne var ki Türkiye büyükleri bu sözlerden bir türlü nasibini almamışlardır. Ağızlarında çıkacak sözlerin köleleri olacaklarını halen idrak etmemişlerdir. Halbuki söylediklerine sadık kalmaya kalmaya devasa bir toplumu inançsız ve hastalıklı kılmışlardır. Hamaset sözlerle bir toplumun kişilik yapısını bozdurlar. Ve birde belki de en kutsal olan politika sanatını “yalancıların işidir” dedirtir hale getirerek toplumu boşa düşürdüler.
Örneğin bir Arınç var. Bir şu sözlerine bakıp gülmemek elden değildir:
"Bu dinamik kıtanın, bu gayretli, çalışkan insanların geçmiş yakın tarihte yaşadıkları acılı, sıkıntılı günleri bildiğimiz için böyleyiz. Çünkü Türk milleti olarak biz sömürgeciliğe karşıyız. Tarihimizin hiçbir döneminde sömürgeci olmadık”. Bizde inandık. Kürdistan’ı işgal edeceksiniz, dillerini vahşi bir dil olarak tanımlayacaksınız, tanrının onlara bahşettiği dilden konuşmayı yasaklayacaksınız, tüm yeraltı ve yer üstü zenginlerine el koyacaksınız, bir halkın kültürel mirasını askeri strateji ve politik çıkarlarınız için tasfiye ederek sular altında bırakacaksınız ve sonrada dönüp sömürgeci değiliz diyeceksiniz. Bu kadar boşboğazlık dünyanın hiçbir yerinde görülmez. Sömürgecisin. Hem de dünyada eşine ender görülen bir sömürgecilik uyguluyorsun. Sonra da bak “Tarihimizin hiçbir döneminde sömürgeci olmadık” diyerek ekranların içine gözünü dikerek konuşacaksın.
Başka bir Türkiye büyüğü unvanı ise cumhur reistir: Cumhurbaşkanı Gül, " Bölgedeki bütün vatandaşlarımın, “Kürt vatandaşlarımın, hepsi terörle, teröristlerle aralarına çok kesin mesafe koymaları gerekir” diyerek bir halka maruz gördüğünüz teröristliği başkasına yıkacaksınız.
Hızını alamayanlarda var, “asla bir Kürt devleti buralarda kurumayacaksınız” diyerek yeniden yeniden Kürtleri küçümseyen sözleri boş boş kullanmaktan kendini alıkoyamıyorlar. Hani: “Ne renklerinden ne inançlarından ne de kıyafetlerinden dolayı bir insanın bir diğerinden daha üstün” değildi.
Birde Kandil’i, Zap’ı, Behdinan’ı fethedenler vardır. Siz önce Türkiye’nizin içine hakim olun. Siz önce Amanoslara ve Karadenizlere ve de yerler bir olmuş karakollarınıza hakim olun. Ondan sonra biraz konuşabiliriz. .
Halbuki bu kadar sorun ve yamukluk varken böyle boş boş konuşmak tek kelimeyle gevezeliktir derler. Yeniden
Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız” demiş.Beyler konuştukça batıyorsunuz, konuştukça kıymetinizin kalmadığını anlamıyor musunuz? . Hâlbuki: “Bir gerçeği savunurken, önce ona kendimiz inanmalıyız, sonra da başkalarını inandırmaya çalışmalıyız” demiş büyükler. Söylediklerinize inanmıyorsanız bari başkalarını inandırmak için boşboğazlık etmeyin, boş boş konuşmayın.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Rüzgâr eken fırtına biçermiş. AKP 12 Haziran 2011 genel seçimleri ardından ektiklerinin sonuçlarını biçiyor. Aldığı yüzde ellilik oy oranına bakarak kendini kaybeden ve Saddamlaşan duruşun yarattığı kefareti ödüyor. Demokratik siyaseti hakir görüp teslim almak isteyen, seçilmiş milletvekilleri zindanda tutan, siyasi soykırım operasyonlarını sürdüren, Kürtler üzerindeki faşist polis terörünü daha da azgınlaştıran, İmralı ve Oslo görüşmelerinin sonuçlarını elinin tersiyle iterek Kürtlere topyekûn soykırım savaşını dayatan tutumun yarattığı sonuçları biçiyor.
Böyle olduğu için Başbakan Tayyip Erdoğan Oramar savaşı ardından ciddi bir açıklama bile yapamıyor. Suçluluk psikolojisi tümüyle yüzüne yansıyor. Bu nedenle konuşurken başını kaldırıp kameralara bile bakamıyor. Çünkü mevcut yaşananların sorumlusunun ve suçlusunun kendisi olduğunu çok iyi biliyor.
Fakat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın suçlu olduğunu bilip bir suçlu gibi konuşmasına ve davranmasına rağmen, kraldan daha kralcı bazı yağdanlıklar Tayyip Erdoğan’ı aklama ve PKK’yi suçlama gayretlerini her zamanki gibi gösteriyorlar. Bu konuda bazıları o kadar ileri gidiyor ki, söyledikleri sözleri AKP sözcüleri düzeltmek zorunda kalıyorlar. Sanki otuz yıldır süren kesintisiz bir çatışma ve savaş durumu yok da, daha yeni bir silahlı çatışma oluyormuş gibi bir hava veriyorlar. Sanki PKK ateşkes ilan etmiş, barış olmuş, anlaşma sağlanmış da, sonrasında sözünde durmayıp anlaşmayı bozmuş gibi bir ortam yaratıyorlar.
Barış havariliği başını almış gidiyor. Akan kanın durmasından, PKK’nin derhal ve koşulsuz silah bırakmasından, genç ölümlerin sona ermesinden bol bol söz ediliyor. Tabi bu arada yaşadığı çaresizlik ve çözümsüzlük sonucu “PKK başını alsın, nereye gidiyorsa gitsin” diyen de var. Yaşanan olayları derinliğine ve çok yönlü anlamaya çalışarak Kürt sorununun çözümü üzerinde büyük bir ciddiyetle düşünen ve tartışan da.
Elbette konuya ciddiyet içinde yaklaşıp Kürt sorununun çözümü için çare arayanlara diyecek bir şeyimiz yok. Bizim gönlümüz ve çabamız onlarla birlikte. Fakat ciddi ve tutarlı olmayanlara elbette sözümüz var. Her şeyden önce belirtelim ki, herkes ciddi olmak durumunda. Başta Kürt sorunu olmak üzere toplumsal sorunlar ciddiyet ister. Böylesi sorunlara laubali tarzda yaklaşılamaz.
Bu konuda söz söyleyen öyleleri var ki, ‘barıştan’ söz etmeleri, ‘akan kan dursun’ demeleri adeta timsahın gözyaşına benziyor. Bir Kürt, bir PKK’li vurulunca adeta görmez, duymaz oluyor. Ama bir Türk, bir asker vurulursa kızıl kıyameti gösteriyor. Peki kim inanır bu çifte standarda? Türk ve asker olanınki can ve ölüm de, Kürt ve gerilla olanınki can ve ölüm değil mi? Bir PKK’li vurulunca ağzı kulaklarına varanların, bir asker vurulduğunda barıştan ve kan akmamasından söz etmeleri inandırıcı olabilir mi?
Böylelerine şu soruları sormak gerekiyor: Kürt halkının Önder olarak sahiplendiği Abdullah Öcalan ile üçyüzotuzbeş gündür hiçbir görüşme yaptırılmazken, Kürt halkının onuru ve gururu kırılırken neredeydiniz? Kürt gençleri ve kadınları üzerinde polis terörü uygulanırken, Kürt çocukları zindanlara doldurulup tecavüz edilirken, Kürt kızları yatılı bölge okullarına alınıp fuhuşa zorlanırken, Kürt dili ve kimliği yasaklanırken neredeydiniz? Onbine yakın Kürt aydını, siyasetçisi, seçilmiş milletvekili ve belediye başkanı tutuklanıp zindanlara doldurulurken ve anadilleri Kürtçe ile kendilerini mahkemede savunma hakkı bile verilmezken neredeydiniz? Hatip Dicle’nin milletvekilliği düşürülürken, Bekir Kaya şahsında Van halkının seçilmiş iradesi zindana konurken neredeydiniz? Kimyasal Necdet’in savaş uçakları Roboski’de otuzdört Kürdü katlederken neredeydiniz? Urfa zindanında insanlar alevler içinde cayır cayır yakılırken neredeydiniz? Geçen bir yıllık süre içinde AKP polisi ve ordusunun saldırıları altında üçyüz civarında Kürt katledilirken neredeydiniz? Aralık 2011- Mart 2012 arasında Cudi’de yapılan operasyonlar sonucunda üslenme halindeki yirmibeş gerilla katledilirken neredeydiniz? Ağır kış koşulları altında ve kar içinde üslenme halindeki onbeş kadın gerilla alçakça katledilirken neredeydiniz? Bestler’de, Erzurum’da, Dersim’de kar altında kırktan fazla kadın-erkek gerilla katledilirken neredeydiniz?
Bu tablo çok daha fazla uzatılabilir. Belliki Kürt gerillaların direniş eylemleri gerçekleştirmeleri için haddinden fazla gerekçeleri vardır. Saldıranın ve katledenin AKP olduğu, Kürtlerin ve PKK’nin bu saldırılara karşı kendini savunabilmek için direndiği gözler önündedir. Bazılarının bu gerçeği görmemeleri ya da görmezden gelmeleri, sadece çatışmanın ve ölümün Oramar’da yaşandığını öne sürmeleri anlaşılır değildir. Bu durum böylelerinin ne kadar gözü kara katliamcı ya da katliam yardakçısı olduğunu gösterir.
Böyle faşizm yardakçıları yanında bir de gerçeği saptıranlar var. Böyleleri ellerindeki medya gücüne dayanarak kendi hayallerine göre sanal bir PKK yaratıyorlar, kendi uydurma PKK’leri hakiki PKK gerçeğine çarpınca kıyameti koparıyorlar: Kalleşler, hainler, biri diğerini dinlemiyor, verdikleri sözü tutmuyorlar, vs. vs!.. Özellikle son olayda KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı’nın “Verdiği sözü tutmadığını” belirtiyorlar. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan adına hangi sözün verildiğini de kendileri belirliyorlar. Halbuki KCK’nin, belirttikleri gibi bir sözü yok. Sözkonusu “Görüşme, ateşkes, silah bırakma” tartışmaları üzerine KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı “Biz bu tartışmaların içinde değiliz, bunların gerçekle bir ilişkisi yok” biçiminde net açıklama yapmış olmasına rağmen, bu resmi açıklamalar tümüyle görmezlikten geliniyor. Yalan, iftira ve psikolojik savaş olur da bu kadarı gerçekten hiçbir yerde görülmemiştir.
Çatışmalar yoğunlaştığında öne çıkan bir tartışma da “Silah bırakma” olmaktadır. Bir yerde küçük bir gerilla eylemi olsa bazı çevreler hemen “PKK ne zaman silah bırakacak? Hemen silah bırakması lazım” gibi tartışmaları gündeme getiriyorlar. Hatta bazıları ise o kadar ileri gidiyor ki, PKK’nin silah bırakacağı yeri, zamanı, biçimi tartışmaya başlıyor. Tabi böylelerinin silahla ve elinde silah olanlarla hiçbir ilişkileri yok. Ama öyle bir havada tartışıyorlar ki, sanırsın PKK silah bırakmak istiyor, onlara başvuruda bulunmuş, onlar da yer ve zaman belirliyorlar! Halbuki böyle bir şeyin aslı astarı yok. Yani kendi kendine gelin-güvey olma durumu yaşanıyor.
Nedense bu konuları hiç kimse elinde silah olanlara sormuyor. Onların ne düşündüğü hiç dikkate alınmıyor. Dağda silahlı olanların “Silah bırakma” biçiminde bir gündemlerinin olup olmadığına hiç bakılmıyor. Adeta dağdaki silahlı olanlar adına, onlarla hiç ilişkisi olmayanlar düşünce ve karar üretiyor. Bu konuda o kadar ileri gidilip adeta kendilerini de inandırıyorlar ki, sanırsınız PKK adına konuşuyorlar! Bu biçimde toplumun bilinci çarpıtılmaya çalışılıyor.
Halbuki bu konular konuşulacaksa, öncelikle muhataplarının görüşlerine başvurmak gerekir. PKK’ye söz hakkı tanımak gerekir. Oysa böyle yapılmıyor. Ortaya bir sürü “PKK sözcüsü”, PKK adına konuşan çıkmış! PKK’nin silah bırakıp bırakmayacağına bakılmadan, “PKK görüşü” diye bir sürü saçma sapan söz ileri sürülüyor. PKK’yi silahsızlandırmak isteyenler, sanki buna PKK karar vermiş gibi davranıp, “Nasılına” çözüm bulmaya çalışıyorlar. Öyle ki, bu konuda birbirini suçlar hale geliyorlar.
Oysa PKK tarafından “Silah bırakma” veya daha hafifi “Ateşkes” üzerine yapılmış hiçbir açıklama yok. PKK yeni bir stratejik dönemden ve silahlı direnişle Kürt sorununu çözmekten söz ediyor. Elbette bu, AKP’yi yenmek anlamına geliyor. Dahası, Leyla Zana’nın da bir süre önce belirttiği gibi, silahlı gerilla güçleri Kürt özgürlüğünün “Güvencesi” olarak görülüyor. Öyle ya, PKK durduk yere, laf olsun diye silah kuşanıp dağa çıkmadı. Birileri “Silah bırakma yöntemi bulsun” diye de silahlanmadı. Kürt sorunu gibi Ortadoğu’nun en ağır sorununu çözmek için silah kuşanıp dağa çıktı. Peki Kürt sorunu çözülmeden silahı nasıl bırakacak?
Bir de güncel yaşananlar var. Dağda bu kadar silahlı gerilla varken ve bir fedai mücadelesi yürütülürken Kürtler bu kadar inkar edilir, katliama uğratılır, zindanlara doldurulur, kültürel soykırıma tabi tutulurken, acaba gerilla olmasa Kürtlere ne yapılmaz ki?!.. Son doksan yılın acı tecrübesiyle her Kürt bir de bunu hatırlıyor ve her zaman kendine soruyor!
Selahattin ERDEM
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
- Ayrıntılar
Sömürgeci Türk devletinin askeri uçağının bir başka sömürgeci devlet tarafından düşürülmesi üzerine, gündem birden bire değiştirildi. AKP devletinin de böyle bir gündem değiştirilmesine ihtiyacı vardı. Öteden beri Suriye’ye askeri bir müdahalede bulunarak Suriye rejimini tasfiye etmek, Müslüman Kardeşleri iktidar yaparak Güneybatı Kürdistan devrimini bastırmayı amaçlıyordu. Çünkü Güneybatı Kürdistan’da Kürt halkı fiili olarak Demokratik Özerklik sistemini kurmayı gerçekleştirmiştir. Bunun Kuzey Kürdistan devrimine nasıl pozitif etkide bulunacağı bilinen bir gerçekliktir.
Türk devleti bu amacını gerçekleştirmek için Suriye devletine bir provokasyon düzenlemiş oldu. Böylelikle hem Kürdistan özgürlük gerillasının 19 Haziran devrimci hamlesinin yarattığı sarsıntının etkisini kırmak hem de Suriye devleti ile ister gerilimi tırmandırma isterse bir çatışma biçiminde gelişecek durumlar Türk sömürgeci devletinin Kürdistan Özgürlük mücadelesinin yarattığı sarsıntıdan kurtarmaya yetmeyecektir.
Her halkın ülkenin ve Önderliğin kendi temel sorunları ve onun gündemi vardır. başkalarının gündemlerinin peşine düşenler, kendisi olamayan ve kendi çıkarlarının bilincinde olmayanlardır. Kürdistan özgürlük hareketinin ve halkının gündemi Önder APO’nun ve Kürdistan halkının özgürlüğüdür. Bugün Kürdistan halk önderi Abdullah Öcalan’ı ağır bir işkenceye dönen tecrit altında tutan ve Kürdistan da soykırım rejimini sürdürerek Kürtleri tarihten silme stratejisini uygulayan sömürgeci AKP devletidir. Dolayısıyla bu sömürgeci soykırımcı politikalara son verilmemesi üzerine Devrimci Halk Savaşına mecbur edilmiş bir halkız.
Türk sömürgeciliğinin kuruluş felsefesi ve zihniyeti Kürdistan halkının ve Kürdistan’ın özgürlüğüne kapalıdır. Onun için devrimci halk savaşı bir zorunluluk haline gelmiştir. Bugün Önder APO üzerinde yürütülen ağır tecrit, siyasi soykırım operasyonları ve gerillaya yönelik imha amaçlı operasyonları yanı sıra Roboski ve Urfa cezaevinde yapılan katliamlar bunun en açık ispatı olmaktadır. Son zamanlarda Kürt Ulusu ile alay edercesine, Kürt çocukları beş yıl Türkçe eğitimle Türkleştirildikten sonra, “haftada iki saatlik seçmeli ders uygulamasına geçileceğinin” açıklanması Kürt ulusuna bir kez daha nasıl yaklaşıldığını göstermektedir. Dolayısıyla artık kendisine Kürdüm, yurtseverim, Müslüman’ım, suni ve aleviyim diyen hiçbir Kürdistanlının yönünü Ankara’ya dönmemesi gerekmektedir. AKP sömürgeciliğinin bu kadar saldırganlaştığı bir dönemde L. Z gibi birisinin Kürtlerin katilini cilalayarak Kürtlere satmaya kalkışması dışında hemen hemen hiçbir Kürdün umudu kalmamıştır. Avrupalılar Saharov ödülünü verdiler, ne yazık ki sömürge toplum psikolojisinden yakasını kurtaramayan, ruhunu temizleyemeyenler böyleleri Türk devletinin yöneticilerinden aferin almaya daha fazla önem verirler. Roboski başta olmak üzere 2002’den bu yana yüzlerce Kürt çocuğunun, gencinin, kadınını, sivilinin ve gerillasının kanını dökmüş T. Erdoğan başta olmak üzere AKP’nin kurmaylarından “aferin” almak L. Z’nın başını göklere değdirmiş olmalı! Bu aferinden sonra sevinçten mi, halkın öfkesinden çekindiği ya da söylediğinden pişman olduğu için mi bilinmez . Tabi ki bu herkese nasip olmaz! Çünkü Kürtler özgürlükleri için bu zalimlere karşı onurlu direnişi seçmişlerdir. Aferin almak derdine ve peşine düşmemişlerdir. İnsan daha yeni anlıyor ki L.Z bugüne kadar Roboski katliamı için neden Başbakan ve AKP’ye karşı ciddi bir tavır göstermemiş. Demekki tüm Kürtlerin, özgürlük hareketinin göremediği bir “ Kürt dostluğu”nu Tayyip Erdogan’da yalnızca L.Z görüyormuş! Demek bu kadar derinlere bakabiliyormuş!
Haziran ayının son haftasına giriyoruz. Zilan Yoldaşın şehadetinin yıldönümünü karşılayacağız. Zilan Yoldaş Önder APO’ya karşı 6 Mayıs’ta gerçekleştirilen bombalı suikast karşısında ve o dönem Kürdistan halkı üzerinde uygulanan sömürgeci devlet terörüne karşı fedai eylemini gerçekleştirmişti. Yani Önderliğe karşı ve halka karşı yapılan saldırılara karşı Zilanca “ EDİ BESE” demiştir. 25 Mayıs 2012 tarihinde ERİŞ ve ANDOK arkadaşlarında Zilanca “EDİ BESE” diyerek Kayseri Pınarbaşın’da polis karakoluna dönük fedai eylemi gerçekleştirmişlerdi. Gerilanın baharla birlikte başlayan eylemleri ve en son Oramar, Rubarok ve Şıtazın’da gerçekleştirilen devrimci operasyonda “EDİ BESE”nin gerilla tarafından ifade edilişiydi. Gerilla da düşmana tarihinde vurulan en önemli darbelerden biri olan bu devrimci operasyonla “EDİ BESE” demiştir. Ve Türk sömürgecileri halen bu operasyonun ağır etkisi altında bulunmaktadırlar.
Kahraman Kürdistan halkı da bu sürece öncelikle sömürgeci ve soykırımcı AKP devletinin başbakanı olan T. Erdoğan’ın Amed’e gelişine “dur” diyerek katılmıştır. T. Erdoğan’ın Amede gelişine kepenk kapatma ve sokaklara çıkmama eylemi ile karşı çıkan Amed halkı katliamlara, soykırıma ve sömürgeciliğe “EDİ BESE” demiştir. Kürt halkının “EDİ BESE” tutumu Van’da gerçekleştirilen ve Kürt halkının seçilmiş temsilcilerini rehin alma operasyonları olarak somutluk kazanan rehin alma saldırılarına karşı geliştirilen serhıldanlarla devam etmiştir. Yine Colemerg’te de rejimin bakanlarına karşı aynı tutumla cevap vermiştir. Eriş ve Andok Yoldaşların cenazelerine Gever ve Farqin’deki görkemli sahipleniş hem fedaileşme çizgisini sahipleniş hem de sömürgeciliğin zulmüne “EDİ BESE anlamına gelmektedir.
Şüphesiz ki halkımızın bu düzeyde sahiplenişi önemlidir. Fakat bu düzeyde sahiplenmekle beraber yetersizdir. Zalimin zulmüne son vermeyen her şey sonuçta yetersizdir. O halde gerilla da serhıldandaki halkımızda bu gerçeği görerek zalimin Kürdistan’daki varlığına son vermelidir.
Ama nasıl?
Dikkat edilirse gerilla Kuzey Kürdistan’ın kırsal kesimlerinde harekete geçmiş ve sömürgeci AKP rejimini sarsan, haddini bildiren devrimci operasyonlar gerçekleştirmiştir. Halkımız da yukarda saydığımız eylemliliklerin yanı sıra bütün Kürdistan sathında ve Türkiye metropollerinde eylemlilikler gerçekleştirmişlerdir. Fakat bu eylemler daha çok talep ile sınırlı kalan, gerilla ile eş zamanlı gerçekleşmeyen eylemlilikler olmuştur. Örneğin Kürdistan’ın herhangi bir şehir, kasaba ve mahallesine sömürgeci polislerin girişine ve operasyon yapmasına karşın kendi mahallesini, sokağını ve köyünü korumayı hedefleyen bir eylem gerçekleştirememiştir. Yine Van ve ilçelerinde görüldüğü gibi seçilmiş temsilcilerini istediği zaman rehin alabilen Türk sömürgecilerine karşı gerçekleşen eylemler sadece bunu protesto etmekle sınırlı olmuştur. Van halkı protesto etmeyi değil de rehin alınmalarını engelleme temelinde aynı kitlesellikle karşılık verseydi acaba sömürgeciler bu kadar rahat ve hemde sevinçten havaya ateş açarak Bekir Kaya’yı zindana gönderebilirler miydi?
Öyle anlaşılıyor ki halkımız sömürgeci AKP zulmüne karşı büyük bir tepki ve öfke içerisindedir. Ancak bu öfkesini henüz “ bu topraklar benim, biz Kürdüz bu inanlarda Kürt ve bizi yönetmek için seçtiğimiz yöneticilerimizdir. Ey sömürgeci Türk devleti, sen hangi hakla bu insanları rehin alıyorsun” dememiştir. Halkımızın bilinci, örgütlülüğü, birlik düzeyi, öfkesi ve özgürlük talebi bu eşiğe gelip dayanmıştır. Bu eşik serhıldanla aşılmak durumundadır.
Eriş ve Andok Yoldaşlar iki Kürdistanlı genç olarak bu eşiği aşmışlardır. 19 Haziran’da gerillanın gerçekleştirdiği devrimci operasyon bu eşiği kıran bir adım olmuştur. Dolayısıyla halkımız bu eşiği kırmak ve aşmak için 30 Haziran’da soykırımcı ve sömürgeci AKP devletinin başta Önder APO üzerindeki esaretine ve Kürt Ulusu üzerindeki esaretine Zilanca, Erişce ve Andokça “ EDİ BESE” demelidir.
Özellikle gerillanın 19 Haziran Devrimci operasyonundan sonra ortada sanki bir “Barış” ortamı varmış, müzakereler yapılıyormuş da gerillada bunu “provoke” etmiş gibi bir hava yaratılmaya çalışılmıştır. Böyle bir algı bilinçli olarak oluşturulmak istenmektedir. Bunun gerçekle bir alakası yoktur. Bütün bunlar halkımızı mücadelesiz bırakma, beklentiye sokma amaçlı özel savaş oyunlarıdır. Halkımız ne Türkiye- Suriye gündemine nede özel savaşın hazırladığı gündemlere aldırış etmeden serhıldanlarını Zilan, Eriş ve Andok ruhu ile yükselterek 14 Temmuz Ölüm Orucu eylemcilerini selamlamalıdır.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Haziran günü Mardin’in Midyat ile Şırnak’ın İdil ilçeleri arasından geçen petrol boru hattına yönelik gerillalarımız tarafından bir sabotaj eylemi gerçekleştirilmişti. 21 Haziran günü saat 16.00’da sabotaj eyleminin gerçekleştirildiği alanda onarım çalışması sürdüren 1 kepçe gerillalarımız tarafından imha edilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Haziran günü saat 15.00 sularında Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Sinek tepesi yakınlarında işgalci TC ordusuyla gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışmada 2 düşman askeri öldürülmüştür. Düşman, ölü askerleri skorsky helikopterle alandan uzaklaştırmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
19 Haziran günü Hakkari'nin Şemdinli İlçesi Oramar mıntıkasında gerillalarımız tarafından gerçekleştirilen ve 109 düşman askerinin öldürüldüğü, yüzlercesinin yaralandığı, 4 skorsky tipi helikopterin düşürüldüğü, 3 kobra tipi 4 de skorsky tipi helikopterin darbelendiği eylem de 14 gerillamızın kahramanca savaşarak şahadete ulaştığı bilgisini halkımıza duyurmuştuk.
- Ayrıntılar