Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Temmuz akşam saatlerinde Muş'un Varto ilçesine bağlı Kox alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon halen düşmanın arazide gizli birliklerin keşif ve pusulama faaliyeti tarzında devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Temmuz günü (bugün) saat 04.00’te Medya Savunma Alanları’na bağlı Zağros’un Stûnê, Kiye ve Şetanus köyleri ile Şehit Gafur bölgesine yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı gerçekleştirilmiştir. Bu saldırıda Şehit Gafur alanı ile Şetanus köyüne patladıktan sonra yüz metre havaya yükselerek yayılan beyaz renkli bir gaz atılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 5 Temmuz günü saat 17.00 sularında Dersim’in Ovacık ilçesine bağlı Lelikan ve Sincik tepesine yönelik olarak TC ordusu tarafından indirmelerle bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
29 Haziran günü Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Siwara Benê alanında başlayan operasyon bilgisini kamuoyuna duyurmuştuk. 29 Haziran günü operasyona çıkan TC ordusu ile gerillalarımız arasında Sıwara Benê Boğazı ve Tepesi ile Hînê Tepesi bölgesinde 4 gün süren şiddetli çatışmalar yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Başbakan’ın mantığına göre hareket edecek olsak bütün AKP’lilere şu soruyu sormamız gerekiyor: Başka adam yokmuydu da Tayyip Erdoğan’ı kendinize genel başkan seçtiniz? Kritik mücadeleler vererek onu milletvekili ve başbakan yaptınız!
Şimdi biz böyle bir soru sorabilir miyiz? Sorsak da bir anlamı olabilir mi? Olmayacağı ve dolayısıyla bizim de sormayacağımız açık. Oysa Başbakan Tayyip Erdoğan sorabiliyor, hem de çok rahat sorabiliyor!
Basının karşısına geçip “Hatip Dicle’den başkası yokmuydu ki onu aday gösterdiler” diyebiliyor. Hatip Dicle’yi aday göstermiş olduğu için BDP’yi, milletvekili seçmiş olduğu için de Diyarbakır halkını suçlayabiliyor.
Güya Tayyip Erdoğan’a göre, yaşanan krizin sebebi Hatip Dicle’nin aday gösterilip milletvekili seçilmesiymiş! Eğer böyle olmasaymış bu kriz yaşanmazmış! İşte Başbakan Tayyip Erdoğan’a hakim olan zihniyet bu! Açık ki bu zihniyet çok benmerkezci, çok bencil ve kendine göredir. Kendisi için her şeyi hak görürken, başkaları için aday olmayı veya gösterilmeyi bile hak görmemektedir. Bu mantık bencil, antidemokratik ve diktatöryaldır.
“Dinime küfreden bari Müslüman olsa” diye bir söz vardır. Bu sözleri söyleyen, bari kendisi bu durumlardan geçmemiş olsa! Oysa Tayyip Erdoğan’ın nasıl milletvekili ve başbakan olduğunu herkes çok iyi biliyor. 3 Kasım 2002 seçimlerinde adaylığı veto edildiğinde Tayyip Erdoğan ne yapmıştı? CHP ile gizliden nasıl uzlaşmış, Abdullah Gül hükümeti üzerinde ne kadar baskı yapmıştı? Özel yasal düzenlemeler yaptırarak kendisi için milletvekili ve başbakan olmanın kapısını açmıştı.
Şimdi açığa çıkıyor ki, bu tür şeylerin hepsi Tayyip Erdoğan için doğal ve uygundur, yani olabilir; fakat sıra Hatip Dicle’ye gelince olmaz, böyle davranmak bireye özel çalışmak ve “yargıya talimat vermek” olur! Dolayısıyla Hatip Dicle’yi aday gösterip de milletvekili seçmek, bilinçli ve planlı olarak kriz çıkarmayı ifade eder! İşte Tayyip Erdoğan’ın mantığı bu! Bu mantık ne kadar bencil ve korkunç değil mi?
Bu mantık Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ruhuna işlemiştir ve ülkeyi bu mantıkla yönetmeye çalışmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın anlayışına göre, demokrasi seçime girmek ve kazanmaktır. Seçime girer de hükümet olmayı kazanırsan, o zaman her istediğini yapabilirsin! Ne yapsan da hepsi demokrasi kapsamında olur!
Belliki Tayyip Erdoğan’ın demokrasi anlayışı çarpıktır, tarihin gerilerinde kalan bir demokrasi anlayışıdır. Bu anlayışa günümüzde demokrasi demiyorlar, tersine “çoğunluk diktatörlüğü” diyorlar. Dolayısıyla sadece seçilmiş olmak demokrasi için yeterli değildir. Yine sadece çoğunluk olmak birilerine her istediğini yapma hakkını vermemektedir.
Kaldiki Hitler’in de başlangıçta seçimle işbaşına geldiğini hepimiz biliyoruz. Yine Saddam Hüseyin’in de belli ararlıklarla seçildiği biliniyor. Fakat sadece seçilmiş olmak bu kişileri faşist diktatör olmaktan çıkarmadı. Tersine faşist diktatörlükler bunların adıyla özdeşleşti. Yine sandıktan çıkan oyların çoğunluğunu elde etmek bir kişi veya partiye istediğini yapmak hakkını vermiyor. Kaldıki Kenan Evren de, Saddam Hüseyin de kendilerini en yüksek oy oranıyla seçtirmişlerdi. Fakat buna dayanarak yaptıkları demokratik olmadı.
Sandıktan oyların çoğunu alarak çıkmak, iktidar olmak, gücü ele geçirmek demektir. Gücün hangi yöntemle ele geçirildiği kısmen önemlidir. Elbette bir askeri darbe veya hukuk darbesiyle gücü ele geçirmekten sandıktan çıkarak ele geçirmek demokrasiye daha yakındır. Fakat yalnız başına bu demokratikliği belirleyici değildir.
İktidarı seçim çoğunluğuyla ele geçirmek demokrasiye kısmen yakındır. Fakat gücün nasıl ele geçirildiğinden çok, nasıl kullanıldığı daha önemlidir. Demokrasi esas burada, yani gücün veya iktidarın kullanımında ortaya çıkar. Başbakan Tayyip Erdoğan bilmeli ki, seçimde çoğunluğu ele geçirip hükümet olmak, bir kişi ve partiye istediği her şeyi yapmak hakkını vermez.
Eğer bir kişi veya parti oy çokluğuna dayanarak istediği her şeyi yapmaya kalkarsa, buna demokrasi değil, çoğunluk diktatörlüğü denir. Demokratik olmak yönetime başkalarını da katmayı, azınlık olanlarıN haklarını da koruyup gözetmeyi gerektirir. Herkesin özgürce örgütlenip kendi iradesiyle katılmasını ister. Hatta çoğunluk zaten egemendir, dolayısıyla çıkarlarını bir biçimde yürütebilir; bu nedenle demokraside esas olan çoğunluk olmayanların haklarının savunulmasıdır.
Buradan baktığımızda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın zihniyetinin demokratik olmadığını, tersine hegemonik ve diktatoryal olduğunu açıkça görüyoruz. Ona mevcut söz ve davranış içinde olmayı bu zihniyet yaptırıyor. Hatip Dicle ve diğer tutuklu milletvekilleri için “Başka adam yok muydu da bunları aday gösterdiler” dedirten işte bu zihniyet oluyor. Meclis ve yemin boykotu yapan milletvekilleri için “Gelmezlerse gelmesinler” dedirten işte budur. Kendisi 326 milletvekili çıkardığı halde “neden 400 milletvekili çıkaramadım” diye şok geçirirken, BDP için “30 milletvekilleri var, daha ne istiyorlar” dedirten mantık işte böyle oluşuyor.
Belliki Başbakan Tayyip Erdoğan’a hakim olan mantık tehlikelidir. Bu mantık en az bir askeri diktatörlük kadar faşist ve baskıcı iken, tersinden bir de kendini demokratik sanır. Onun için de çok daha pervasız veya AKP deyimiyle çılgınca hareket eder. Nitekim AKP’nin polis devleti oluşturma pratiği işte bu noktaya varmıştır. Başbakan’a “çocukta olsa, kadın da olsa güvenlik güçlerimiz gereğini yapacaktır” dedirten işte bu zihniyeti olmuştur.
Şimdi bu zihniyet 12 Haziran seçiminde hayal ve hesap ettiği sonuca ulaşamayınca adeta şoke olmuş ve çılgına dönmüştür. Seksenbeş bin oyla seçilmiş olan Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi için YSK’ya başvuruda bulunmak işte bu çılgınlığın pratikleşmesi olmuştur. Tutuklu milletvekillerinin tahliye edilmemesi karşısındaki tavrı AKP gerçeğini bir kez daha ele vermiştir.
AKP bu tür saldırı ve hukuk darbeleriyle rakiplerinin iradesini kırıp meclisin tek hakimi olmak istemektedir. Bunu başarırsa seçimde ulaşamadığı sonuca ulaşacak, başta yeni anayasa yapımı olmak üzere her şeyi tek başına yapmaya çalışacaktır. Bu temelde de çoğunluk diktatörlüğünü inşa edecektir.
AKP’nin mevcut söz ve davranışlarla ulaşmak istediği sonuç budur. Belliki bu sonuç demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü açısından tehlikelidir. AKP’nin dayattığı bu tehlikeli gidişe izin ve fırsat vermemek gerekir.
Adil Bayram
Kaynak: Özgür Gündem Gazetesi
- Ayrıntılar
12 Haziran seçimleri sonuçlandı. Seçim sonrası temel gündemin yeni anayasa olacağı üzerinde bir görüş birliği oluşturulmaya çalışıldığı da gözleniyor. Peki, bunun böyle olduğunu belirleyenler kimler? Yeni anayasa referandumu dokuz ay önce yapıldı ve hâlâ bu anayasanın ne olduğu anlaşılmamışken, o dönemde söylenenlerin hiçbirisinden (AKP dışında) kimse bir fayda görmezken, şimdi kalkıp “temel gündem yeni anayasadır” demek ne anlama geliyor?
Kuşkusuz Türkiye siyasetinden bîhaber değiliz, fakat esas gündemin bu olmadığını da iyi biliyoruz. Oysa daha derinlikli ve cesur bakılsa temel gündemin Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye amaçlı sistemli ve çok yönlü bir saldırının seçim öncesinden başlatılıp seçim sonrasında ise çok daha derinleştirilerek sürdürüldüğü ve sürdürüleceği gerçeği olduğu görülecektir.
Elbette bu görüşe nerden vardığımız sorulabilir, hatta tuhaf bile karşılanabilir. Fakat bu görüşün dayandığı sadece üç hususu dile getirmek bile sanırız belli bir fikir verir ve bu görüşün doğruluğuna en azından kişiyi meylettirebilir.
Her şeyden önce, 14 Haziran’da Sivas’ın İmranlı ilçesinde 3 HPG gerillasının katledilmesi olayı sizce ne anlama geliyor? Biraz gerilere gidin ve 1920’de gerçekleşen Koçgîrî isyanında durun ve düşünün: Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı ilk isyan nerde oldu ve isyanın merkezi neresiydi? Bu isyan nasıl bastırıldı? Kim tarafından bastırıldı? Ve en önemlisi, nasıl bir yöntemle bastırıldı? İşte o zaman İmranlı’nın bilinçli bir şekilde seçildiğini görür ve 3 HPG gerillasının böylesi bir süreçte burada katledilmesinin nedenini daha iyi anlarız.
İmranlı, Koçgîrî Aşireti’nin yaşadığı coğrafyanın merkeziydi. Özerk bir yönetime sahip bir Kürt bölgesiydi. 1920’lerde şimdiki Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı bu bölgede bir halk hareketi gelişti. Programı belli olan ve çok bilinçli bir şekilde gelişen ilk Kürt halk hareketi olma özelliğine sahipti. Bu hareket Mustafa Kemal’e bağlı güçlerce tasfiye edilmek üzere bir askeri saldırıya maruz kaldı. İşin ilginci, bu askeri harekâtta ordunun başında olan kişinin halk arasında Topal Osman denilen Laz kökenli bir kişi olmasıydı. Bugün ise aynı coğrafyada bir askeri harekât başlatılmış ve bu sefer ordunun başında Gürcü kökenli Tayyip Erdoğan var. Ve öyle gözüküyor ki, bu harekâtın sınırları Tokat ve Çorum başta olmak üzere Alevi inancına sahip Türk ve Kürtlerin yaşadığı alanların hepsini kapsayacak. Bu nedenledir ki 3 HPG gerillasının katledilmesi, tarihin tekerrür ettirileceğinin açık bir ifadesi olmaktadır.
Hatırlanacağı gibi, 1993’te Sivas Madımak Oteli katliamında da dönemin özel savaş sistemi yapacağı katliamların ne düzeyde ve vahşice olacağını ortaya koymuştu. Sivas boşuna seçilmemişti. Çünkü hem Alevi Kürtlere ve hem de Türkmenlere ya da Alevi Türklere en iyi mesaj buradan verilebilirdi. Pir Sultan Abdal’ın ve Alîşêr’in mekanında gerçekleştirilen bu katliam, faşizmin kendisini tüm Türkiye ve Kürdistan'a nasıl taşıracağını ve neler yapacağını açıkça gösterir nitelikteydi. Buradan baktığımızda 3 HPG gerillasının katledilmesi, AKP hükümeti ve Türk devlet yönetiminin seçim sonrasında yapacağı temel çalışmanın bir imha ve tasfiye saldırısı olacağını açıkça ortaya koymaktadır.
İkincisi, KCK davası adı altında rehin tutulan Kürt siyasetçilerine yönelik 14 Haziran’da verilen hapis cezaları sizce neyi ifade ediyor?
Üçüncüsü, Kürdistan'a yönelik geliştirilen bu askeri, siyasi, hukuki, sosyal vb. alanlardaki harekâtın Türkiye toplumunun yarısı tarafından onaylanmış olması gerçekliğidir. Düşünün ki, bırakalım faşizme doğru yürümeyi, artık onu kurumlaştırmayı ifade eden bir parti üçüncü kez iktidara geliyor ve karşısında muhalefet olabilecek (Kürt Özgürlük Hareketi dışında) fazla da bir güç ve örgütlülük yok.
Peki, AKP’nin ve tabi Tayyip Erdoğan’ın faşizmi kurumlaştırırken toplum tarafından benimsenmesi acaba neyi ifade ediyor? Bu soruya soruyla karşılık verelim. Peki, sizce Hitler Almanya’da neden iktidar oldu? Elbette buna birçok neden sayabilirsiniz, fakat bizce Almanya’da Hitler’in iktidar olmasının en önemli nedeni toplumda var olan “umutsuzluk”tu. “Umut olmayan yerde Faşizm vardır” gerçeği Türkiye'de de kendisini-hem de çağdaş olduğunu söyleyen, Ortadoğu'ya model olduğunu iddia eden Türkiye'de-açık bir şekilde gösteriyor; göstermekle de kalmıyor, ağır bir biçimde üstümüze çörekleniyor. Dolayısıyla AKP ve Tayyip Erdoğan’ı en iyi Hitler Almanya’sının o dönemde içinde bulunduğu durum açıklıyor.
Yerin gelmişken bir hususu da belirtmek gerekir. Tayyip Erdoğan seçim sonrası konuşmasında “Adnan Menderes ve arkadaşlarının intikamını aldık, onların yapmak istediklerini şimdi biz yapıyor ve onları yaşatıyoruz, onları idam edenlerden de hesap soruyoruz” anlamında bir konuşma yaptı ve bu konuşma esnasında adeta kendinde geçer gibi davranışlarda bulundu. Tabi ki bu idamların hesabı sorulmalı, ama Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamının hesabının da sorulması gerekmiyor mu? Oysaki Tayyip Erdoğan seçim öncesinde, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın neden idam edilmediğini sorarak, o süreçte kendileri iktidarda ya da koalisyon hükümetinde olsalardı idamı onaylayacaklarını söyledi. Bunu diyen Tayyip Erdoğan, şimdi Kürt halkının idam fermanının altına imza atmış ve bunu pratikleştirmeye de başlamış. O halde Adnan Menderes’in idamının hesabının da onu asan zihniyet ve sistemden değil de(ki Tayyip Erdoğan bu sistemin merkezine yerleşti), Kürtlerden, devrimci-demokratlardan ve Türkiye'de yaşayan diğer halklardan sorulacağını da görmek gerekecek.
Tüm bunları dile getirirken, karamsar olduğumuzdan değil, tam tersine faşizme karşı mücadele ede ede bugünlere gelen Kürt halkının gerçekliğini derinden tanıdığımız, bunun yarattığı umudu ve yaşam sevincini derinden yaşadığımız için dile getiriyoruz. Ama Türkiye toplumunun bu kadar umutsuz olmasını ya da umutsuz kılınmasını da doğrusu kabul edemiyoruz.
Umut devrimci-demokratların en temel güç kaynağıdır; ama aynı zamanda umut yaratmak da yine devrimci-demokratların en temel özelliği ve görevidir. Eğer bugün Türkiye'de faşizm kurumlaşıyor ve bir halkın imhası için sistemli bir saldırıya geçiyorsa, devrimci-demokrat güçler kendilerini ciddi olarak sorgulamalılar. Tabi sorgulamakla beraber, pratik adımlar atarak örgütlenmelerini yaratmalılar. Bu da elbette Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun bir çatı örgütlenmesine dönüştürülmesi temelinde taçlandırılması olacaktır. Bunun başka bir yolu yok!
Neden mi? Çünkü gidecek başka bir Türkiye yok! Ya hep beraber özgürce yaşayacağımız demokratik bir Türkiye yaratacağız ya da faşizmin şefkatli kollarında toplumsallığımızla birlikte can vereceğiz!
Edip Koçgîrî
- Ayrıntılar
Hiç kuşku yok ki, Türkiye’de yaşanan son siyasal kriz bir AKP ürünüdür. Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi ile başlayıp meclis boykotuna kadar uzanan ve adına “yemin krizi” denen olayların yaratıcısı AKP’dir. Herkes şimdi bu gerçeği çok daha açık olarak görüyor. Başlangıçta biraz YSK ve mahkemelerin marifeti gibi görünmüş olsa da, kısa sürede bunun arkasındaki AKP siyaseti açığa çıktı ve herkes baş sorumluyu rahatlıkla görür hale geldi.
Peki AKP, çok yüksek bir oyla kazanmış olduğu bir seçim ardından böyle bir siyasal krizi neden ortaya çıkartıyor? Bu sorunun cevabı basit ve açık: Karşıtlarının siyasal iradesini kırmak istiyor da ondan. Yani BDP, CHP ve MHP’yi iradesiz kılmak istiyor. Muhalefeti rehin almaya çalışıyor. Özellikle BDP’yi, yani Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nu tümden iradesiz ve etkisiz duruma düşürmek istiyor.
Peki, niye kendi dışındaki herkesi adeta bir siyasal rehine düzeyinde etkisiz hale getirmek istiyor? Bu sorunun cevabı da basit ve açık: AKP yeni anayasayı kendi başına ve istediği gibi yapmak istiyor da ondan. AKP Türkiye siyasetini kendi iktidar hegemonyasına dayalı olarak yeniden yapılandırmaya çalışıyor. Aklında “iki partili başkanlık sistemi”, yani ABD düzeni var. Dahası kendinin uzun vadeli iktidar olduğu, bir de asma yaprağı türünden muhalefet partisinin bulunduğu bir düzeni arzuluyor. Eğer yapılacaksa yeni anayasanın bu temelde yapılmasını istiyor. Onun için de, bunun önündeki engelleri temizlemeye çalışıyor.
AKP, bu sonuca 12 Haziran seçim sonuçlarıyla ulaşacağını hesaplıyordu. AKP hesabına göre, nasıl olsa yüzde on baraj korkusu nedeniyle BDP seçime girmeye cesaret edememiş, seçim dışı kalmıştı. Bağımsız aday yöntemiyle de en fazla yirmi veya yirmibeş milletvekili çıkarabilir, en çok küçük bir meclis grubu olabilirdi. Kaset skandalları ve teşhirle de MHP yıpratılıp seçimde barajın altına düşürülürse, o zaman AKP dört yüze yakın milletvekili çıkararak meclisin esası haline gelirdi. Böyle bir grupla da anayasayı istediği gibi yapar, yasaları istediği gibi düzenler, padişahlık devri gibi iktidarını tesis ederdi.
Bazılarına bir hayal gibi gelebilir ve mantıksız bulunabilir, fakat bu bir gerçektir. AKP’nin 12 Haziran seçim stratejisi buydu ve bütün hesaplarını bu temelde yapmıştı. Sonucun böyle olacağına da kendini epeyce inandırmıştı. Bütün politikalarını buna göre oluşturmuş, adeta bu sonuç bir gerçekmiş gibi plan ve hesap yapmıştı. Neredeyse farklı bir ihtimali hiç düşünmez ve ona yer vermez hale gelmişti.
İşte 12 Haziran seçim sonuçları AKP’nin bu hayallerini yıktı, hesaplarını bozdu. AKP’yi ve Tayyip Erdoğan’ı adeta şoke etti. Bazıları diyor, AKP de seçimin kazananı oldu! Peki, nerede AKP’nin kazancı? Onlara göre, AKP yüzde elliye yakın oy almış, bu çok önemliymiş, dolayısıyla AKP seçimi kazanmış! AKP’nin yüzde elli oy aldığı doğru da, ne yapsın AKP yöneticileri ve Tayyip Erdoğan yüzde elli oyu? Onlara milletvekili lazım, meclis grubu lazım, mecliste üçyüzaltmışyediyi geçmek lazım! İktidar hegemonyası kurabilmek bunu gerektiriyor.
AKP 12 Haziran seçiminde bu sonuca ulaşacağına dair kendini çok, ama çok inandırmıştı. Bunun için tatlı iktidar hayalleri kurmuş, hesaplar yapmıştı. Oysa seçim sonuçları farklı çıktı ve AKP’nin bütün hesaplarını bozdu. Şimdi AKP ve Tayyip Erdoğan bu sonuca çok öfkeli. Bu sonucun ortaya çıkmasında Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku belirleyici rol oynadı. Dolayısıyla AKP, her şeyden çok Blok’a öfkeli. AKP’nin tatlı hayallerinin kursağında kalmasında Kürtler belirleyici konumda oldular. O nedenle Kürtlere öfkeli. AKP’ye bu yenilgiyi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yaşattı, dolayısıyla Kürt Halk Önderi’ne öfkeli.
Bu nedenledir ki hepsine saldırıyor. Önce tüm seçim sonuçlarına saldırıyor. Muhalefetin iradesini kırmayı hedefleyen bu siyasal kriz buradan oluştu. Yine en çok Blok’a saldırıyor. Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesinden tutuklu vekillerin tahliye edilmemesine kadar varan olaylar bunu ifade ediyor. Tayyip Erdoğan o kadar öfkeli ki, bağırarak “Gelmezlerse gelmesinler” diyor. AKP polisi Kürtlere saldırıyor. Ölüm döşeğinde çırpınan birçok insan var. Kürt halkı üzerindeki polis terörü doruğa çıktı. AKP ve Tayyip Erdoğan Kürt Halk Önderi’ne saldırıyor. Sudan gerekçelerle İmralı görüşmesi engellendiği gibi Tayyip Erdoğan her fırsatta Kürt Halk Önderi’ne cevap vermeye ve siyasi etkisini kırmaya çalışıyor.
Buradan başa, yani AKP’nin mevcut siyasi krizi neden yarattığına dönüyoruz. İşte seçimle ulaşmayı hayal ve hesap ettiği sonuca ulaşamayınca, AKP bu kez aynı sonuca hukuk komplolarıyla ulaşmak istiyor. Saldırılarla rakiplerinin siyasal iradesini kırıp yama durumuna düşürerek hayal ettiği hegemonik iktidarını bu temelde kurmayı arzuluyor.
AKP eğer bunu başarırsa, yani başta BDP olmak üzere rakiplerini teslim alıp kendine yama haline getirirse, o zaman bu temelde arzu ettiği iktidar sistemini kuracak. Yeni anayasayı buna göre yapacak. Yasaları bu çerçevede düzenleyecek. Bürokrasiyi kendi isteğine göre şekillendirecek. Zaten Cemil Çiçek’i de bunun için meclis başkanı yapıyor. Bu dönemin en stratejik çalışmasının başına getiriyor. Yalnız başına bu bile AKP’nin hesaplarını açıkça gösteriyor. Bunlar gerçekleşirse, o zaman Türkiye bir AKP hanedanlığına dönüşecek. Hesap budur ve bunu herkes görmelidir.
Yok, eğer AKP rakiplerini teslim alamazsa o zaman ne olur? Öyle anlaşılıyor ki sert bir mücadele yaşanır. O durumda büyük ihtimalle AKP yeni bir anayasa yapmaktan vazgeçer. Zaten yarattığı bu krizin bir amacı da, yeni anayasa yapmaktan vazgeçmenin gerekçesini hazırlamaktır. Nitekim 12 Eylül 2010 referandumu ardından söz vermesine rağmen, çok kısa bir sürede yeni anayasa yapımından vazgeçmiştir. Şimdi de böyle yapabilir ve “mevcut anayasa demokratiktir, yeterlidir” diyebilir.
AKP oyun ve saldırıları karşısında doğru tutum alıp etkili politika izleyebilmek için, önce onun amaçlarını bilmek gerekir. Dikkat edilirse, son krizi yaratmada AKP’nin tehlikeli amaçları vardır. Herkes bu gerçeği görerek, AKP’nin bu sinsi ve tehlikeli amaçlarının aleti olmamalıdır. Özellikle halkın seçtiği vekillerin çok dikkatli hareket etmeleri gerekiyor. AKP oyunlarına karşı halkın çıkarını gözetecek tutumu her zaman göstermeleri zorunludur. Kısaca herkesin bu AKP oyununu bozmak için direnmesi lazımdır. Zaten şimdiye kadarki direniş AKP oyununu büyük ölçüde bozmuştur. Fakat gevşememek, aldanmamak, oyunu tümden bozana kadar mücadele etmek önem taşımaktadır.
Selahattin Erdem
Kaynak: Özgür Politika Gazetesi
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
10 Haziran akşamı Doğu Kürdistan’ın sınır hattında bulunan Herekê alanında bir göreve giden iki gerillamız İran devleti ve Türk devletinin ortak düzenledikleri bir operasyon sonucu yaşanan çatışmada şehit düşmüşlerdir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Temmuz günü Bingöl’ün Genç ilçesinde bulunan Suveren karakolu ile Şehit Haki Tepesi arasındaki bölgede hareket halindeki bir askeri araca yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem düzenlenmiştir. Düzenlenen bu eylemde araç içinde bulunan 1’i yüzbaşı, 1’i onbaşı olmak üzere toplam üç asker gerillalarımızca öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Temmuz günü Kars’ın Çemçe alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon 2 Temmuz günü sonuçsuz bir şekilde geri çekilirken, alandaki çobanlara yönelik olarak bilgi alma amacıyla baskı ve tehdit yapılmıştır.
- Ayrıntılar