Basına ve Kamuoyuna!
1. 26 Haziran günü Van'ın Saray ilçesine bağlı Sekmanıs ve Kavlıkê köylerine yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Aynı gün 18.50 sularında operasyon gücü ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Bu çatışmada 3 asker ölmüştür. Öldürülen askerlere ait 1 adet G3 silah, 1 adet computer, 1 adet fotoğraf makinesine gerillalarımız tarafından el konulmuştur.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Haziran'dan beri TC ordusu Bingöl'ün Yayladere ilçesine bağlı Hafsari, Xecu, Hebun ve Köykent alanlarını kapsayan operasyonlar gerçekleştirmektedir. Operasyonlar özellikle gece 23.00'dan sonra pusulamalar tarzında halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Türk devlet güçleri bir gurup gerillamızın Kastamonu’da gerçekleştirdikleri bir uyarı eylemi ardından ne kadar güçleri varsa hepsini adeta Kastamonu ve komşu şehirlerine yığarak bir karşı hamle başlattılar. Ve halen birçok yerde bu saldırıların devam ettiğini biliyoruz.
Che Guevera öncülüğünde 1967 yılında Amerikan emperyalizminin Güney Amerika’da kök salmaması ve de halkların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesi için bir gurup gerilla Bolivya’da gerilla hareketini başlatmışlardı. Bolivya’da ne olup bittiğini biz daha sonra yayınlanan Che’nin günlüklerinden biliyoruz. Zorlukları, karşılaştıkları güçlükleri, ABD saldırılarını derken, kaçışlar, ihanetler ve tabii ki daha önceleri söz veripte sözlerini yerine getirmeyen solcuları da burada ne yaptıklarını öğreniyoruz.
Che ve arkadaşları belirli bir çalışma yürütürler. Ancak bir noktadan sonra özel timlerle, Amerikan askerlerinin direk müdahalesi ve Bolivya ordusunun saldırıları şiddetlenir. Dozajı yükseltilir. Ve 8 Ekim 1967 yılında Che’nin de içerisinde bulunduğu birlik kuşatılır, sert çarpışmalar ardından Che yaralı ele geçer. Ancak Che’nin yaralı halinden bile korkan Yankeeler yerli işbirlikçileri devreye koyarak 9 Ekim 1967 yılında katlederler. Öyle ki cenazesinin halklara ulaşmasından öcü gibi korkan Yankeeler cenazesini bile saklarlar. Ve uzun yıllarda saklı tutmasını başarabilirler. Ama Che’nin halkların yüreklerinde kutsal kabul edilmesini ve de binlerce, on binlerce kilometre uzaklarda bile halkların yüreklerine işlemesini ve bir sembol haline gelmesinin önünü alamazlar. Esasta söylemek istediğimiz Che ve yoldaşlarının devasa bir emperyalist güce karşı kıt kanaat imkânlarla, yine yaşanan ihanet ve işbirlikçiliğin sonucu olarak ancak katledilebilirler.
Şimdi 21. yüzyılda yaşıyoruz. Emperyalist devletlerin ve onların uydu devletlerinin ellerinde teknik imkânlar çok fazla. Öldürücü teknikler çok daha gelişkin. İstihbarat bilgileri çok daha rafine ve somut. Ve tabii ki birde dinleme cihazları ve teknikleri artık uydularla yürütülüyor. Yani telekomünikasyon çağında ve süper imha ve yok etme tekniklerinin en gelişkin olduğu bir çağdayız.
Özcesi 1967 yıllarında yaşamıyoruz. 1920’li-1930’lu-1940’lı yıllarında hiç mi hiç yaşamıyoruz. Dünyanın adeta teknik takiple neredeyse bir köy haline geldiğini iddia edildiği bir çağda yaşıyor ve bu çağda gerillacılık yapıyoruz. Bir halkın umudunun sönmemesi için, bir halkın siyasal, sosyal ve kültürel kimlik taleplerinin kabul edilmesi için inadına bir özgürlük savaşı veriliyor, veriyoruz.
Hani bir arkadaşımız gerillayı tanımlarken diyor ya:
“Gerilla başkaldırır. Sana ait olmayan yaşama, seni tutan zincirleri kırmaktır. Ve ufukta görünen güneşe hızla koşup onunlaşmaktır.
Gerisi karanlıklara karşı savaşmak savaştıkça aydınlaşmak, ışık olmak. Gerilla budur işte. Yani ışık.
Karanlığa karşı ışığı tanımlamak kolay tarafı da budur işte. Bir yürüyüştür. Öncüsünün ardından özgürlüğe yönelen bir yolcu gibi.
Arzu edilen yaşanılmamış olanın yaşanılması ve insanlığa armağanıdır. Yaratacak olan eserin adı.
Gerilla geçmişe yeniden bir bakıştır. Yeniden yaratmaktır” diye, aynen öyledir gerilla.
İşte gerilla inadına 21. yüzyılın tüm teknik dezavantajlarına, teknik donanımsızlıklara karşı kendisiyle birlikte bir halkın geleceğini var etmenin mücadelesini verirken tüm zorluklara göğsünü siper ederek karşı durmasını esas alan bir özgürlük gücüdür.
Dediğimiz gibi bir gerilla birliğimiz demeyeceğiz, çünkü bir gerilla birliğimiz değildi Kastamonu’da on binlerce faşizan askeri ve polis gücünü uğraştıran. Sadece ve sadece bir gerilla birimimizdi Kastamonu’da harekete geçen. Ve bir aydır tüm özel savaş merkezlerini uğraştıran da sadece ve sadece bir birimimizdi. Kendi basınlarına yansıttıkları kadarıyla binlerce asker, polis ve özel timi küçücük bir birimimizin üstüne saldılar. Ve sadece bu sayısal olarak on binleri aşan bir savaş gücünü yoldaşlarımızın üstüne salmadılar.
Cümle cemaat ne kadar dostları varsa hepsinin teknik donanımı da alarak teknik takibe almaya çalıştılar. Sadece bu teknik imkânları da kullanmadılar. Hayır, küçücük olan birimimiz Kastamonu’ya açılırken ne yol biliyor, ne yolak ve ne de bir kitle destekleri vardır. Önceleri güzergâhlarını da etüt etmemişlerdir. Önceleri yollarına erzakta gömmemişlerdir. İlişkileri yoktur. Sol hareketlerden de destek almamışlardır. Ve onlar sadece kendi yüreklerini küçücük bedenlerine yükleyerek yollara düştüler. Özgürlük savaşını Türkiyeleştirmek için yollara düştüler.
Ve unutmayalım; bir küçücük birim, hem de çok küçük birim. Yol bilmez, yolak bilmez bir birim. İlişkisi olmayan bir birim. Ve birde Türkiye’de hazırlığı olmayan bir birim. Ama Türkiye’yi bir aydan fazla uğraştırmış ve halen de uğraştırmaya devam eden ve devam edecek olan küçücük bir birim.
Şimdi tekrar 1967 yıllarına dönelim. Che’nin yaralı halinde korkanlar, Che’nin yaralı görüntülerinin dünyaya yayılmasında yaşanacaklarda korkanlar Che’yi katlettiler. Ve şimdi arada tam 44 yıl geçmiş bu kez yer Bolivya değildir. Bu kez yer Türkiye’dir. Karadeniz’dir. Bu kez katledilen Che değildir. Bu kez katledilen gencecik ve körpecik olan Seyit Rıza- Sarcan Buluc yoldaşımızdır. Dersimli Seyit Rıza yoldaşımızdır. Ve tüm bu korkular Seyit Rıza gibi yoldaşlarımızdan…
Seyit Rıza yoldaşı yazmaya devam edeceğiz.
K. Nurhak
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Haziran günü saat 11.45 sularında Dersim'in Nazımiye ilçesine bağlı Dereova köyü yolu üzerinde devriye görevinde bulunan bir polis otosuna yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda 2 polis ölmüştür. Bu eylem Koçgiri Eyaletimiz'de şehit düşen 3 arkadaşımızın anısına gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Haziran günü Hakkari'nin Şemzinan ilçesine bağlı Kole ve Nerduşa köyleri kırsalına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir günlük bir operasyon yapılmıştır. TC ordusuna bağlı askerler bu operasyonda Kole ve Nerduşa köylülerine ait hayvanlara el koymuşlardır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Haziran günü Hakkari'nin Çukurca ilçesi kırsalında operasyona çıkan TC ordusu ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Çıkan çatışmada TC ordusunun kayıpları hakkında net bilgiye ulaşılmazken, ölü ve yaralı askerler 2 skorsky helikopterle alandan götürülmüştür. 21 Haziran günü de devam eden operasyon akşam saatlerinde sonuçsuz bir şekilde geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Ve ozan der ki;
“Umutsuzluk yasak
Yılgın türküler söylemek de
Çünkü yürüyor umudun ordusu
Umutsuzluğu kurşuna dizerek”
‘Ordu’ sözcüğünün hemen herkeste ilk etapta yaptığı çağrışımlar zor ve şiddet olguları olmaktadır. Böylesi çağrışımlar gelişmesi son derece doğaldır ki, bu ordu örgütlenmelerinin yapısından ve çıkış esaslarından kaynaklanmaktadır. İlk ordu örgütlenmelerinden tutalım günümüz çağdaş ordu yapılanmalarına kadar tüm askeri sistemler karakterleri gereği, zor ve şiddet içerikli örgütlülüklerdir. Yalnız, sınıflı uygarlığın doğuşundan günümüze değin tahakküm esaslarına dayalı ordulaşmalar kadar, özgürlük ilkelerini esas alan ordu yapılanmaları da sürekli karşılıklı bir gelişim sergileyerek var olagelmişlerdir. Burada amaç ve araç ilişkisinin önemi öne çıkmaktadır. Hiyerarşik zihniyetin ürünü olan ordu örgütlenmelerinin amacı, tahakküm yoluyla hegemonik yapılanmayı güçlendirmekken, ezilen kesimlerin savunma direnişlerini üstlenen ordu örgütlenmeleri özgürlüğü ve eşitliği amaçlamaktadır. Bu farklı iki ordu yapılanmasındaki zor ve şiddet anlayışlarında ince bir çizgi ayırımı bulunmaktadır. Egemen sistem orduları, zor ve şiddete dayalı zihniyet temelinde kurumlaşırken, ezilenlerin özgürlük mücadelesi amacıyla örgütlenen askeri yapılanmaları meşru savunma dışında zora ve şiddete başvurmazlar. Kendi öz güvenliğini sağlama ve gelişen iç ve dış saldırılara karşı direnme hakkının dışında şiddet ve zora başvurmak, örgütlenme amacıyla çelişir. Bu da amaçtan uzaklaşmayı getireceği gibi, karşısında mücadele yürüttüğü tahakküm ve hiyerarşik zihniyetin zor ve şiddet çizgisine düşme hatasını ortaya çıkarır.
Bilindiği gibi, tahakküm ve itaate dayalı hakîm sistem paradigmalarının şiddet içerikli temel kurumlaşmalarının başında ordu örgütlenmeleri yer almaktadır. Devletçi otorite, itaat ve komuta sistemini esas olarak ordu aracılığıyla yürütmektedir. Ordu, yazılı tarihin başlangıcı olarak kabul edilen sınıflı toplum uygarlığının doğuşundan günümüze değin süregelmiş devletçi geleneğin en temel zor aracıdır. Kaldı ki devleti devlet kılan, yani bir tahakküm ve hükümranlık erkine dönüştüren de askerlik ve politikanın gelişmesi olmuştur. Temelleri M.Ö. 3000’lerde Sümer rahipleri tarafından Aşağı Mezopotamya’da atılan devletin ideolojik bir donanımı sağlamadan neolitik toplumun özgür yaşamı yerine egemenliğe dayalı yaşamı insanlara kabul ettirebilmesi düşünülemez. Ürün fazlasının zigguratlarda toplanması ve ilk süreçlerdeki ortak kullanımı, zorun gelişimine çok fazla olanak tanımamıştır. Demokratik Konfederalizm Önderliği, Sümer rahiplerinin ürün fazlalarını ziggurat denilen tapınaklarda toplayıp ortak dağıtımını esas almalarının son tahlilde komünizme yakın olduğunu belirtmektedir. Esas devletçi tahakküm, teolojiye dayalı ideolojilerin yaratımı ve böylelikle ürün fazlasına ve bununla birlikte kadının toplumsal konumuna el konulmasıyla açığa çıkmıştır. Zordan ziyade ideolojik ikna yoluyla öncelikle zihniyette kurumlaşmaya başlayan devlet olgusu, artık insan yaşamının tüm dokularına nüfuz etmeye başlamıştır. Zor ve şiddetin ortaya çıkışı da artık belirginlik kazanmıştır.
İnsanların neolitik toplumun özgür yaşam dünyasından kopmak istememeleri ve direnmeleri zorun doğuşuna kaynaklık etmiştir. Başta tapınaklarda toplanılan artı ürünün korunması amacıyla ortaya çıkan askerlik görevi yerini devlet hiyerarşisinin tahakkümünü birey ve toplum üzerine zorla dayatan ve şiddete başvuran biçimine bırakmıştır. Üretimin erkeğin eline geçmesiyle başlayan ve hiyerarşik zihniyetin kurumlaşmasıyla giderek hız kazanan kadının toplumsal statü kaybı, esas itibariyle tanrılar karşısında giderek statü kaybeden insanı ortaya çıkarmıştır. Bu toplumsal çürümenin ve ahlaki çöküntünün de başlangıcı olmaktadır. Kadının yaşam dışılığa itilişi söylencelere de yansıtılmakta, yönetici, asker ve komuta olan erkek, savaşın galibi olarak tahta oturmaktadır. Babil Yaradılış Destanı olan Enuma-Eliş’teki Marduk-Tiamat savaşımı, bunu çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Başta Marduk’a karşı savaşan ve güçlü bir direniş sergileyen Tiamat, şiddet yüklü erkek komutan karşısında yenilmekte ve paramparça edilerek yaşamdan silinmektedir. Bundan sonra ‘kadın elinin hamuruyla erkek işine (yöneticilik, sanat, kültür, ekonomi, politika, askerlik vb.) karışmazken’ savaşçıları Marduk’un izinden yürümeyi en kutsal görev olarak belleyeceklerdir. Şiddet böylelikle insanın günlük yaşamının bir parçası haline gelerek, topluma ve onun bir yansıması olarak doğaya hükmedecektir.
Şiddet ve savaşların ortaya çıkışını değerlendirirken, ‘sınıflı toplum öncesi şiddet ve savaşlar hiç yaşanmadı mı?’ şeklinde bir soru akla gelebilir. Elbette ki ilkel klan topluluklarında da belirli bir şiddet eğilimi görülmektedir. Fakat bu süreçte gerçek anlamda ne savaşlara zemin bulabilecek insanın insana tahakkümü -çünkü jerontokrasi de dahi şiddete dayalı bir hiyerarşiden ziyade yaşlılarla gençlerin karşılıklı birbirlerine destek sunmaları ve ihtiyaç duymaları mevcuttur- ne de doğayı yedeğine alan bir tahakküm anlayışı mevcuttur. Zaten dönemin üretimi artı ürüne olanak vermediğinden bir savaş olayından da söz edilemez. Klanlar arası yürütülen savaşlar daha çok kavga düzeyinde yürütülen mücadelelerdir. İki ayrı klan topluluğu arasında çıkan anlaşmazlıklar genelde yaşam alanları üzerinde çıkan çelişkilerden kaynaklanmışlardır. Hegemonyaya dayalı şiddet olgusu, erkek egemen sisteminin ortaya çıkışı ve tüm yaşam alanları üzerinde tahakküm kurmaya başlamasıyla günümüze kadar süregelen ilk biçimlenişini almaya başlamıştır. Kadının yaşam otoritesini kaybetmeye ve ikinci plana düşmesiyle beraber eşitlik ve özgürlüğe dayalı yaşam anlayışı yerini itaat ve komuta sistemine bırakmıştır. Sosyal, siyasal, ekonomik vb. tüm alanlarda kadın tahakküme maruz kalmıştır. Dahası tahakküm yalnızca bu alanlarla sınırlı kalmakla yetinmemiş, kadının duygu, düşünce, ruhsal dünyasında da yer edinmeye başlamıştır. En planlı ve programlı tahakküm ve şiddetin kadın üzerinde yürütülmesi, birey dünyasındaki büyük kırılma ve parçalanmaların da başlangıcını teşkil etmektedir. Tahakküm altına alınan kadın, aslında tahakküm altına alınan insan dünyasıdır.
Tahakkümün kadın dünyası üzerinde temellerini atmaya başlaması giderek erkeğin hemcinsine karşı da tahakküm ve itaat sistemini geliştirmesini beraberinde getirmiştir. İlk olarak insanın insan üzerinde geliştirdiği tahakküm, doğa üzerinde de etkisini göstermeye başlamış ve insana uygulanan şiddet, doğayı da içine almaya başlamıştır. Kadının düşürülmesiyle başlayan insanın doğal gelişim evresinden uzaklaşması, doğa tahribatının da temel verisi olmuştur. Şiddet, artık sistemli ve programlı yürütülmeye başlanmıştır. Askerlik tapınakların ve elde edilen ürünlerin korunmasını sağlayan güvenlik birimleri olmaktan çıkarak, zor ve şiddet uygulamasının temel aracı haline gelmiştir. Oluşturulan ordu sistemleri yıkım ve işgal mekanizmaları olarak işlerlik kazanmaya başlamıştır. Orduların devreye girmesiyle işgal ve talana uğrayan yalnızca insanlık değerleri değil, bununla birlikte en fazla hezeyana uğrayan doğa ve çevre olmuştur. Toplum yaşamındaki bozukluklardan ekolojik yaşam da yeteri kadar nasibini almıştır.
Toplumun ve ekolojinin içinde bulunduğu tahakküm sistemini ortadan kaldırmak ve yeniden eşit-özgür esaslara dayalı bir yaşam anlayışını oturtmak elbette ki, güçlü ve sağlam temellere dayalı bir savaşımı gerektirmektedir. Bu sağlam temelin oturtulması her şeyden önce yeniden inşada güçlü bir harcın oluşunu öncelikli kılmaktadır. Güçlü savaşımlar güçlü ideolojilere dayandıkları müddetçe başarıya ulaşabilirler. Devletçi zihniyetin bin yıllardır ayakta kalmasını sağlayan, dayandığı güçlü ideolojik harçtır. Tahakküm ve itaat zihniyetinin yıkılması ve yerine demokratik kriterlerde yeni bir zihniyetin yerleşmesi yine güçlü bir ideolojik donanımı gerektirmektedir O halde erkek egemen sisteminin ortadan kaldırılmasında meşru savunma anlayışı temelinde bir ordulaşmanın varlığı da en temel araç olmaktadır. Devletçi otoritenin erkek karakterli ordularına alternatif kadın ordulaşmasının varlığı bu anlamda önem kazanmaktadır.
PKK hareketi içinde gelişen ve büyüyen kadın ordulaşması öncelikle ters yüz edilen insanlığın yeniden doğal yaşam evresine girmesinin savaşımını vermekle yükümlüdür. Zorunlu meşru savunma dışında zora ve şiddete başvurmamak HPG örgütlenmesinin temelini oluşturduğu gibi, kadın ordulaşmasında da bu öncelik taşımaktadır. Nitekim özünde zor ve şiddeti içermeyen kadının, buna başvurması özüne ters düşmeyi getirir. Erkek egemen sistemin tahakküm anlayışına, diğer bir deyişle karşıtına dönüşmeyi ortaya çıkarır. Özüne ters düşmemek güçlü ideolojik donanımı ve tarih bilincini gerekli kılmaktadır. Kaldı ki, insanlaşmanın ilk evresinde dahi kadının belirli bir meşru savunma anlayışı bulunmaktadır. Erkek şiddetine ve yıkımına karşılık geliştirdiği tabular, kadının ilk meşru savunma duruşunu da ortaya koymaktadır. Bu verilerden hareketle ele aldığımızda insana ve doğaya tahakkümü içermeyen kadının bu ilkel biçimindeki meşru savunma anlayışı, öz itibariyle insanlığın gerçek anlamdaki meşru savunma anlayışını da ortaya koymaktadır. Kadın ordulaşması meşru savunma anlayışının iskeletini bu özden almakla birlikte, Önderliğimiz’in oluşturduğu ideolojik çizgiyi esas alarak bir savunma anlayışını içermektedir.
Diğer bir açıdan ele aldığımızda kadın ordulaşması mevcut egemen erkek ordularına karşı da bir savunma anlayışını içermektedir. Alternatif bir ordu olması öncelikle bu anlamda önem taşımaktadır. Erkek karakterli orduların hiyerarşik sisteme hizmet etmenin temel aracı olmalarının aksine, kadın ordulaşması her türlü hiyerarşinin yıkılmasını amaçlamaktadır. Hiçbir devlet, ulus, sınıf ve cinsin egemenliğini amaçlamayan, insanın insanla ve doğayla karşılıklı bağımlılık ve tamamlayıcılığına dayalı demokratik-ekolojik topluma ulaşmak temel hedefi olmaktadır. Tahakküm öncelikle erkeğin kadın üzerinde hegemonya kurmasıyla açığa çıktığına göre, insanın insanla ve doğaya tahakkümünü barındırmayan bir politik ahlaki toplum modeline ulaşmak da yine her iki cins arasında bir tamamlayıcılık etiğinin oluşturulmasına bağlıdır. Nitekim insanın doğal özden uzaklaşması, vicdani ve ahlaki etikten uzaklaşmasıyla başlamıştır. Her iki cins arasında baş gösteren eşitsizliğin ortaya çıkışı, toplumun vicdani ve ahlaki çöküntüsünün de başlangıcını teşkil etmektedir. Bu durumda yeni bir zihniyetin oluşumu kadar, yeniden eşitlik ve özgürlüğe dayalı bir ahlak ve vicdan devrimi de önem kazanmaktadır. Kadın ordu gerçekliği sistem paradigmalarına karşı mücadele yürütmenin temel araçlarından biri olurken, esas itibariyle bu yeni zihniyet ve vicdan devriminin öncülük misyonunu da taşımaktadır.
Alternatif bir ordu olma gerçekliğinin bugüne kadar daha çok soyut bir kavram olarak dile getirilerek içeriğinin tam doldurulamaması, kadın ordulaşmasında yaşanılan yanılgı ve yetersizliklerin temel kaynağını oluşturmaktadır. Hâlbuki hiyerarşik sistem soyut bir kavram değil, başta kadın dünyası olmak üzere yaşamın her alanında tahakkümünü pekiştirmiş somut bir olgudur. Buna karşı mücadelenin de aynı somutlukta ve derinlikte yürütülmesi önem taşımaktadır. Kadın özgürlüğünün tüm özgürlüklerin temelini teşkil etmesi, mücadelenin ne denli keskin olması gerektiğini ve kadın ordulaşmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Kadın ordulaşmasına yanılgılı ve yetersiz yaklaşımların yaşanması hem bu gerçekliğin yeteri düzeyde kavranmamasından kaynaklıdır. Gerek erkekte gerekse kadında ortaya çıkan bu yanılgılar, itaat ve komuta mantığını esas alan hiyerarşik yapılanmanın bir yansıması olmaktadır. Bu anlamda hiyerarşinin öncelikle zihniyette yıkılması önem taşımaktadır.
Hiyerarşiyi ele alırken şöyle bir soru akla gelebilir; “Kadın ordulaşmasında hiyerarşinin varlığı gerekli midir veya hiyerarşinin varlığı kadın özüne ters düşmez mi?” Bu aşamada önem kazanan husus, optimal bir dengenin sağlanması gereğidir. Unutulmaması gereken diğer önemli bir nokta da, hangi açıdan ele alınırsa alınsın ordular piramit yapılanmalardır ve belirli bir hiyerarşik düzeni içermektedirler. Dikey örgütlenme modelleri olduklarından yatay örgütlülüğe geçmeleri ordunun dağılması anlamına gelecektir. Fakat her iki örgütlülük biçiminin optimal dengesini yakalamak hiyerarşinin yıkımını hedefleyen bir ordu gerçekliği açısından önemlidir. Bu, üstten belirlenimci itaat ve komuta düzeninin aksine, karşılıklı bağımlılık ve demokratik ölçekleri esas alan bir ordu anlayışına ulaşmayı ifade etmektedir. Hiyerarşik zihniyetin komutanlık ölçülerinin aşılması orduda demokratik yapılanmanın oluşmasının en temel etmeni olmaktadır. Ordunun varlığı açısından optimal dengenin yakalanmasıyla oluşturulacak bir hiyerarşinin varlığı kadar, ordunun iç örgütlenmesinde demokratik bir yapılanmaya ulaşmak da büyük önem taşımaktadır. Optimal dengeyi sağlayacak olan da esas itibariyle bu demokratik örgütlenme modeli olmaktadır.
Kadın ordulaşması yeni toplum modelinin kuruculuğunda kadının meşru savunma gücü olarak öncülük misyonuna sahiptir. O halde bir özgürlük ordusunda bireyin yaratımı da en öncelikli üzerinde durulması gereken husus olmaktadır. Bu ordu içerisinde sınırsız bir birey özgürlüğünü ifade etmediği gibi, emir-talimat zincirini de içeren, fakat aynı zamanda ordu örgütlülüğüyle birey arasında karşılıklı bağımlılık esasını da göz ardı etmeyen bir anlamı taşımaktadır. Orduda birey olgusunun ve inisiyatifinin öne çıkması öncelikle zihniyette değişikliği getirecek temel etmen olacaktır. Erkek egemen karakterli orduların bireyi hiçleştiren ve yalnızca amaca ulaşmada bir şiddet aracına dönüştüren zihniyeti, ancak demokratik bir ordu yapılanmasına ulaşılmakla aşılabilir. Amaç-araç ilişkisinin doğru bağıntısı kurulduğu takdirde ordu ve özgürlük arasındaki karşılıklı bağımlılık kadar, birey özgürlüğü ve toplumsal özgürlük arasındaki bağın doğru tanımlanması da gerçekleşecektir. Kadın ordulaşmasının da öncelikli ele alması gereken konu, demokratik birey olgusunun yaratımı olmaktadır. Öncülüğü esas alan bir örgütlülükte bireyin yaratımı sağlanmadan ve hiyerarşinin hizmetinde çalışan bir araç olmaktan çıkarılmadan ne gerçek bir özgürlük gerçekleştirilebilir, ne de özgürlük amacına hizmet edilir.
Kadın ordulaşmasında kaba materyalist, determinist yaklaşımların aşılması insan olgusunu özne olarak ele alan felsefi bakış açısının kazanılmasıyla gerçekleşebilir. Böylesi bir felsefi bakış açısına ulaşmak aynı zamanda kadının çağdaş neolitiğin gücüne ulaşmasını da getirecektir. İnsanı bir hükmedebilme alanı olarak gören yaklaşımın öncelikle de komutanda aşılması, genel ordu düzeninde de belirleyici bir etkide bulanacaktır. Egemen sistem ordularının bireyi hiçleştiren ve yalnızca emir-komuta zincirinin bir uygulama aracı olarak gören yaklaşımın komuta kişiliğinde yıkılması asıl öncülük rolünü de açığa çıkaracaktır. ‘Ordular komutanların gölgesidir’ belirlemesinden hareketle de ele alabileceğimiz gibi, demokratik bir komuta kişiliği demokratik bir ordu örgütlülüğünü de beraberinde getirecektir. Kadın ordulaşmasında felsefi temeller yerli yerine oturtulmadığı müddetçe, ideolojinin güçlü bir savunuculuğu ve yürütücülüğü de gerçekleşmeyecektir. Bu açıdan, ordu gerçekliğine yaklaşırken bilimsel esaslar çerçevesinde ordulaşmanın gerekliliği ve özgürlük bağlantısı doğru çözümlenmek durumundadır.
Günümüz hiyerarşik sistemin ordu örgütlenmelerinde de kadın savaşçı ve komutanların varlığına rastlanmaktadır. Fakat başta İsrail, İngiltere ve ABD gibi devletler olmak üzere emperyalist ordu güçlerinin bünyesinde yer alan kadın askerlerin varlığı tamamıyla tahakküm sisteminin hizmetinde kullanılan bir araç olmanın ötesine gidememektedir. Özgürlük amacını taşımayan bir kadın askerleşmesinin ne denli özüne ters düştüğü ve karşıtına dönüştüğü bu ordulardaki kadın gerçekliğinde bariz bir şekilde açığa çıkmaktadır. ABD’nin Irak müdahalesinde yer alan kadın askerlerin durumu oldukça çarpıcı olmaktadır. Şiddetin ve insan dışılığın kadın eliyle yürütülmesi ve kadının Ortadoğu’ya yönelik şiddet politikasında en temel araç olarak kullanılması egemen ordularda kadına biçilen misyonu da açığa çıkarmaktadır. Kadın, en derin köleliği yaşamaktan öteye bir misyona sahip değildir. Nitekim şiddetin ve yıkımın en ağır sonuçlarının yaşandığı II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda dahi egemen erkek orduların kadına olan bakış açıları kullandıkları terimlere dahi yansımıştır. Kullanılan atom bombalarına ‘Oğlancık’ ve ‘Şişko Adam’ gibi isimlerin verilmesi şiddete yüklenen erkek temalarını ortaya koymaktadır. İnsan ve doğa yıkımında en tahripkâr sonuçları açığa çıkaran atom bombalarının kullanılmasında başarı halinde oğlan çocuklarının, başarısızlığı halinde ise, kız çocuklarının doğduğunun şifre olarak kullanılması dahi şiddetin erkek mantığını ele vermektedir. Böylesi bir zihniyette herhangi bir kadın özgürlüğünden söz edilemez. Kadının yükleneceği misyon, ancak erkek karakterinde tahakküme hizmet eden derin kölelik olabilir. Kendi kimliğinden soyutlanmış ve öz gerçekliğinden uzaklaşmış kadın, ancak şiddetin en yıkıcı aracı ve en çirkinleşmiş insan portresine sahip olabilir. Ne denli askerleşme iddiası olursa olsun, çizeceği portre erkek karikatürü olmanın ötesine gidemeyecektir.
Diğer bir açıdan halkların özgürlük mücadelelerini yürüten ordu güçlerinde yer alan kadın askerlerin konumunu değerlendirdiğimizde, ortaya çıkan tabloda da çok fazla kadın özgürlüğünü esas alan bir oluşuma rastlayamamaktayız. EZLN, ETA vb. gibi halk direniş ordularında dahi kadının ordu içindeki misyonu, sıradan ve genel özgürlük savaşımının dışında mücadelenin ötesine gidememektedir. Her ne kadar EZLN hareketinde belirli bir eşitlik anlayışı bulunuyorsa dahi, direkt kadın özgürlüğü ve özgünlüğünü esas alan bir oluşumun varlığı bulunmamaktadır. Özgürlük mücadelesinde kadına önemli bir misyon biçilmekle beraber, kadının ordu içerisindeki örgütlülük düzeyi, genel örgütlenme düzeyinin dışına çıkamamaktadır.
Kadının ordulaşma gerçeği öncelikle bin yıllık köhnemiş zihniyete başkaldırı, ‘olmaz’ denilenin reddi ifadesini taşımaktadır. Kaybedilen topraklarda yeniden başkaldırı yeni bir cinsiyet devrimine gidişin en önemli dayanağı olmaktadır.
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
1. 17 Haziran günü Bingöl’ün Şeker Baba alanı, Golê ve Çolê sırtlarına yönelik olarak TC ordusu tarafıdan indirmelerle bir operasyon başlatılmıştır. Alanda başlatılan ve Serxan ve Kızılağaç alanlarınıda kapsayarak genişleyen operasyon keşif ve pusulamalar şeklinde devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
14 Haziran günü Sivas'ın İmranlı ilçesine bağlı Sarı Tepe alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatıllmıştır. Operasyon esnasında TC ordusu ile gerillalarımız arasında yaşanan çatışma sonucunda 3 gerillamız şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
13 Haziran gününden beri Mardin'in Mazıdağ ilçesine bağlı Kurê, Çılıstan ve Birkê köylerine yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon geceleri pusulamalar gündüzleri ise keşif faaliyetleri şeklinde devam etmektedir.
- Ayrıntılar