Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Haziran günü saat 10.00 sularında Hakkari’nin Gever ilçesine bağlı Satê, Zê, Geliyê Satê, Şehit Karker Tepesi ile Şehit Gafur Tepelerine yönelik olarak TC ordusu tarafından kobra tipi helikopterler ile bombardıman yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
16 Haziran günü Bingöl iline bağlı Hamamlar bölgesinde TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. 17 Haziran günü sonuçsuz bir şekilde geri çekilen operasyona ait kimi güçler halen adı geçen bölgede gizli birlikler şeklinde pusu ve keşif faaliyetlerine devam etmektedir.
- Ayrıntılar
13 Haziran günü 22.00-24.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin'in Şeşdara, Geliyê Pisaxa ve Haftanin Köyüne yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Seçim günü yazmak hem neşeli, hem de zor. Uzun, sert ve yorucu bir seçim maratonu ardından şimdi herkes oyunu veriyor. Bu satırlar okunurken sonuçlar netleşmiş olacak. Fakat benim bekleme şansım yok, yazmak zorundayım.
Aynı zorluk siz okuyanlar için de geçerli. Çünkü netleşmiş seçim sonuçları üzerinde tartışıyor, olası gelişmeleri yorumluyor olacaksınız. Böyle bir durumda şimdi benim yazacaklarımın ne değeri olabilir? Ya da ben ne yazmalıyım ki değer ifade etsin?
Seçim sonuçları tartışılırken seçim dışı şeyler yazmanın da pek anlamı olmayabilir. Seçim sonuçları üzerine fal bakar gibi yazmak da elbette anlamlı değildir. Ama olası seçim sonuçlarının ne anlam ifade edeceği üzerinde durmak yararlı olabilir.
12 Haziran seçimlerini değerlendirirken, her şeyden önce adil, demokratik bir seçim olmadığını, yani eşit koşullarda bir yarışın gerçekleşmediğini belirtmek gerekir. Çünkü yüzde on seçim barajı nedeniyle başta BDP olmak üzere çok sayıda parti seçime girememiş, bağımsız adayları desteklemek zorunda kalmıştır.
Yine içerikli ve seviyeli bir seçim tartışması da ne yazıkki yaşanmamıştır. Kısır sözlerle birbirini suçlama, demagoji, küfür, hakaret seçim meydanlarına egemen olmuştur. Son derece gergin ve sert bir seçim kampanyası yürütülmüştür.
Kuşkusuz bu durumun birinci dereceden sorumlusu AKP’dir. Hem birinci ve hem de iktidar partisi olarak AKP’nin üslubu yumuşatması ve tartışmalara içerik katması gerekirken, tersine baştan itibaren gerginlik ve sertlik yanlısı olup demagojik bir üslubu esas almıştır. AKP en çok “çılgın” kelimesini sevmiş ve çılgınca bir seçim kampanyası yürütmüştür.
Elbette AKP’nin en tehlikeli çılgınlığı da PKK Lideri ve BDP’ye ilişkin söz ve davranışları olmuştur. Bunlar AKP ve Tayyip Erdoğan’a çok şey kaybettirdiği gibi, toplumu bölen ve geren sonuçlar yaratmıştır. Kısaca AKP ve Başbakan Tayyip Erdoğan ülke ve toplum açısından ciddi tehlikeler yaratan bir oyun oynamıştır.
Öyle anlaşılıyor ki, AKP’nin başlangıçtaki sertliği, bu biçimde daha fazla oy alabileceği hesabına dayanıyordu. Fakat seçim kampanyasının sonuna doğru adeta bir histeri düzeyinde içine yuvarlandığı çılgınlık, kaybettiğini görmenin yarattığı hırçınlık ve basitlik oldu.
Elbette seçim sonuçlarının ne olacağı, kimin kaybedip kimin kazanacağı sandıklar açıldıktan sonra belli olacak. Ancak sandıktan ne çıkarsa çıksın, bu seçimden AKP’nin ciddi bir biçimde yıpranarak çıktığı kesin bir gerçektir.
Bu genel tanımlar ardından, seçimden çıkabilecek bazı olası sonuçların ne anlama geleceği üzerinde duralım.
Bunlardan bir tanesi kuşkusuz AKP’nin seçim öncesi gücünü koruyarak yeniden iktidara gelmesi olacak. Her ne kadar AKP’liler oy oranlarını arttırmayı ve meclis gruplarını büyütmeyi hesap etseler de, bunun çok zor ve zayıf bir ihtimal olduğu açık. AKP yapsa yapsa en fazla mevcut oy oranını koruyabilir ki, bu da kendisi için ciddi bir başarı olur.
Bu durumda, yani AKP’nin mevcut gücünü koruduğu durumda ülkemizin daha ağır bir çatışma ve savaş içine sürüklenme olasılığı güçlüdür. Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP sözcülerinin seçim sonuna doğru yaptıkları açıklamalar, “idam”dan söz edilir hale gelmesi bunu göstermektedir. Belliki AKP böyle bir gücü kendi iktidar hegemonyasını tam oturtmak için kullanacaktır. “Bir daha kazanamam” kaygısı onu daha da saldırgan yapacaktır. Kürtlerle savaş ve halkla çatışma AKP’nin genel politikası olacaktır.
Diğer bir olasılık, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun seçim meydanlarında gösterdiği başarıyı sandığa da taşıması ve birçoklarının belirttiği gibi 35 civarı milletvekiliyle meclise girmesidir. Hiç kuşkusuz bu durum, birincisinin tersine gelişmelere yol açar. Yani AKP’nin kazanması çatışma ve savaşı tırmandırmayı ifade ederken, Blok’un kazanması da sorunlara siyasal çözümün önünü açarak barışa doğru yol alınmasını sağlar. Böylece demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü yönünde gelişmeler yaşanır.
Seçim kampanyası gösterdi ki, eğer yüzde on barajı olmasaydı Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku belki de yüzün üzerinde milletvekili çıkaracaktı. Bu da AKP’nin iktidardan düşmesi ve ülkemizin demokratikleşme yolunda ilerlemesi olacaktı. AKP’nin neden yüzde on barajına sarıldığı ve bu barajın nasıl antidemokratik olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Üçüncü olasılık olarak, AKP’nin çok az bir çoğunlukla tek başına iktidar olması olasılığı vardır. Bu da seçim kampanyalarının gösterdiği ciddi bir olasılıktır. Böyle bir durumda AKP, kuşkusuz öngördüğü gerginlik ve çatışma siyasetini etkili bir biçimde yürütemeyecektir. Çünkü, her şeyden önce buna gücü yetmeyecektir. Diğer yandan, bu durumda çatışmayı dayatırsa güç kaybedecek ve iktidarını sürdüremeyecektir. Bu durumda AKP, oyalama, oyun, hile, tartışma ve benzeri yöntemlerle gündemi doldurmaya ve iktidar ömrünü uzatmaya çalışacaktır. Burada CHP ve MHP’ye dayalı olasılıklar üzerinde durmaya bile gerek yok. MHP zaten çizgisi ve gerçeği bilinen bir güç. CHP’ye gelince, Kemal Kılıçdaroğlu AKP’ye alternatif bir iktidar profili çizemedi. Başta Kürt sorunu olmak üzere temel sorunlarda AKP’yi aşan politikalar sunamadı. Bu durumda Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan yapılmasının esas amacının Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nu zayıflatmak olduğu netçe açığa çıktı. Bunu da yapabileceği kadar yaptı ki, Kılıçdaroğlu’nun siyasi ömrünün bu seçimle bittiği söylenebilir.
Seçimden önce seçim sonuçlarına ilişkin yorumlarımız işte böyledir. Bakalım sandıktan ne çıkacak? Ona göre sonuçları yorumlamaya devam ederiz.
Adil BAYRAM
Özgür Gündem
- Ayrıntılar
Sizler bu yazdıklarımı okurken 12 Haziran genel seçimi gerçekleşmiş ve sonuçları belli olmuş olacak. Dolayısıyla seçim sonuçlarını tartışıyor bulunacaksınız. Bu nedenle, şimdi yazacaklarıma ne kadar itibar edeceğiniz belli değildir. Yapılmamış seçimin bilemediğim sonuçlarına ilişkin yorum yapamayacağıma göre gündem dışı kalabilirim. Böyle olmamak ve tartışma dışına tümden düşmemek için, seçim kampanyalarındaki bazı ayrıntı ve önemli sonuçlar üzerinde duracağım.
Sanırım herkes, çok gergin ve sert bir seçim sürecinin yaşandığını kabul edecektir. Yine seçim tartışmalarının en içerikli kısmının Kürt sorunu ve demokratik özerklik çözümü üzerine olanı olduğunu da kabul edecektir. Onun dışındakiler klasik seçim konuşmalarının ötesine pek geçmemiştir. Hatta bu seçimde hitap ölçüleri biraz daha kaçmış, küfür ve hakaret daha çok öne çıkmıştır.
Hiç kuşkusuz bu durumun birinci dereceden sorumlusu da AKP ve Tayyip Erdoğan’dır. MHP’yi dikkate almazsak, CHP yönetimi birkaç pot dışında fazla ölçüyü kaçırmamıştır. Demokratik Ulus Bloku ise, demogoji ve hakaretin yerini fikirlerin alması için yoğun çaba harcamıştır. Tüm bunlara rağmen yaşanan küfür ve hakaretlerin esas sorumlusu, AKP’nin izlediği sertlik ve savaş politikasıdır.
AKP ve onun lideri Tayyip Erdoğan’ın bu seçim propagandası sürecinde sarf ettiği küfür ve hakaret içerikli sözler dışında kullandığı ve serdiği kavram “çılgınlık” olmuştur. AKP’nin “çılgın projeleri” seçim kampanyası süresince ortalıkta uçup durmuştur. Bu çılgınlıklar yeni İstanbullar ve Ankaralar yapmaktan yeşil alanlar inşa etmeye kadar her düzeyde yaşanmıştır. Fakat AKP ve Tayyip Erdoğan, çılgınlıkları içerisinde en ciddisini seçim kampanyasının sonuna doğru Kürtler, BDP, Kürt Halk Önderi ve idam konularında sarf ettiği sözlerle yapmıştır.
Bu kapsamda söylenenlerin çılgınlık olduğu hususunda bütün Kürtler birleşmişlerdir. Bu durumun içerdiği tehdit ve tehlikeye dikkat çekmişlerdir. Fakat AKP ve liderinin bu sözlerine “çılgınlık” demek yerine, onların gerçeğinin açığa çıkması demek belki daha doğru olur. 12 Haziran seçiminin AKP ve Tayyip Erdoğan gerçeğini biraz daha açığa çıkarıp netleştirdiği ortadadır. Doğrusunu söylemek gerekirse, eğer kalmıştıysa birkaç cila da seçim sürecinde silinerek kapkara AKP gerçeği ortaya çıkmıştır.
Örneğin, “taammüden insan öldürmek” anlamına gelen idamı Türkiye’de isteyen birinci parti AKP’dir. Bu konuda besbelliki BBP ile yarışmaktadır. Bu açıdan Tayyip Erdoğan’ın söylediği “Biz olsaydık asardık” sözü, yeni söylenen ve MHP oylarını almak için sarf edilen bir söz değildir. Baştan beri AKP gerçeği buydu da, bazı maskelemeler veya yanılgılar nedeniyle görülmüyordu. Yoksa Tayyip Erdoğan’ın yardımcısı mı, akıl hocası mı olduğu pek belli olmayan Bülent Arınç’ın, ikibinli yıllarda meclis kürsüsüne çıkarak, “Öcalan dosyası niye meclise getirilmiyor?” diye kaç kez sorduğu unutuldu mu? Yine 2002’de idam cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilirken Bülent Arınç’ın sözcülüğündeki meclis grubunun idamdan yana oy kullandığı unutuldu mu? Bu zevatın, “Asmayalım da besleyelim mi?” diyerek Kenan Evren cuntasının her hafta insan astığı süreçte bu idamlardan yana olduğu ve desteklediği bilinmiyor mu?
Bütün bunların hepsi yakın tarihte yaşadığımız ve bilincimizde canlı olan gerçeklerdir. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan doğru söylemekte ve kendi gerçeklerini ifade etmektedir. Kaldıki bunları yeni de değil, her zaman söylemektedir. Yani Türkiye’nin en tehlikeli faşisti AKP ve Tayyip Erdoğan’dır. En zalim ve sinsi Kürt düşmanı yine bunlardır. Bütün bunlar yaşamın ortaya çıkardığı gerçeklerdir. Fakat gerçek böyle olmasına rağmen, algılar farklı olmaktadır. Bunda çaresizlik içinde gerçeği görmek istemeyip farklı algılamak zorunda kalmalar rol oynadığı gibi, psikolojik savaş uzmanı yandaş medyanın çarpıtma, cilalama ve maskeleme çabaları da rol oynamaktadır.
Şimdi artık bu cilalar da dökülüp AKP gerçeği iyice açığa çıkmış durumdadır. En azından Kürtler açısından bu durum gerçekleşmiştir. AKP’nin sahte dincilik yaparak Kürtlere dayanmaya çalıştığı gerçeği dikkate alınırsa, şimdi bu kanadının tümden kırılmış olduğu söylenebilir. 12 Haziran seçim sürecinin açığa çıkardığı en önemli gelişme herhalde budur. Bundan sonra da bunun devamı geleceğe benzemektedir.
Biz, zaman zaman AKP ve Tayyip Erdoğan gerçeğine dikkat çekmeye çalışmıştık. Aslında ortada AKP diye bir şey yoktu, tamamen ABD türetmesi bir oluşum vardı. ABD siyaseti, “yürü ya kulum” demiş, Tayyip Erdoğan da yürümüştü. ABD’nin, “milli görüşçü” İslami Harekete, yani Necmettin Erbakan liderliğindeki harekete yönelik müdahalesi sonucu ortaya çıkmıştı. Bu gerçekleri asla unutmamak gerekir.
AKP ve Tayyip Erdoğan, 28 Şubat 1997 postmodern darbesinin ortaya çıkardığı bir oluşumdur. ABD’nin “yeşil kuşak projesi”nin “milli görüşçü” İslami Harekete yönelik tasfiye müdahalesi AKP ve Tayyip Erdoğan’ı yaratmıştır. Dolayısıyla İslami Harekete yönelik bir ihanet ve tasfiye akımı olarak ortaya çıkmıştır. Necmettin Erbakan liderliğindeki İslami Hareketi tasfiye ederek, ABD hizmetinde sahte Müslüman bir hareket olmayı ifade etmiştir.
Bu gerçeği Necmettin Erbakan taraftarları çok iyi bilirler. Onüç yıl boyunca “siyasi yasaklı” adı altında Necmettin Erbakan’ın ne hale getirildiğini ve nasıl kahrından öldüğünü herkes gördü. Bu nedenle, AKP ve Tayyip Erdoğan gerçeğinin hain, tasfiyeci ve işbirlikçi özelliklerini asla unutmamak lazımdır. Bunların dıştan, ABD tarafından görevlendirilmiş olduğunu bilmek gerekir.
Şöyle de formüle edebiliriz: Son kırk yıldır ABD ve işbirlikçileri, kendilerine karşıt olan demokratik akımları tasfiye etmeye çalışıyorlar. Baykal, Perinçek ve benzerleriyle sol ve sosyalist hareketi tasfiye etmeye çalıştılar. AKP ve Tayyip Erdoğan eliyle de “milli görüşçü” ve demokrasiye açık İslami hareketi tasfiye etmek istediler. 28 Şubat olayı işte böyle yaşandı. AKP gerçeği işte budur.
Doğrusunu söylemek gerekirse, AKP ve Tayyip Erdoğan kendilerine verilen bu görevi başarıyla yerine getirdi. Onu görevlendirenler bu başarısını görünce, ellerindeki bu kozu bırakmayıp yeni hedeflere yönelik kullanmak istediler. İşte bu ikinci hedef Kürt Özgürlük Hareketi oldu.
AKP ve Tayyip Erdoğan, esas olarak 1997-2002 yılları arasında İslami Hareketin işini bitirdi. 3 Kasım 2002’de ise, hem bu görevini tamamlamak ve hem de Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek amacıyla iktidara getirildi. Kendisine yüklenen esas görev, Ecevit başkanlığındaki koalisyon hükümetinin tam başarıya götüremediği uluslararası komployu başarıya götürmekti.
AKP, tam dokuz yıldır bu görevi başarmak için çalışıyor. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye edebilmek için izlemediği yöntem, yapmadığı ittifak, çalmadığı kapı kalmadı. Allah ve ABD ne verdiyse Tayyip Erdoğan da Kürtlere karşı kullandı. Fakat şimdiye kadar başarılı olamadı. İşte Tayyip Erdoğan ve AKP’yi bu seçim sürecinde çılgınlaştıran ve “çılgınsever” haline getiren gerçek budur.
Bir aydın, “ya AKP Kürt sorununu çözer, ya da Kürt sorunu AKP’yi çözer” demişti. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye edemeyen AKP, şimdi bu hareket tarafından tasfiye ediliyor. Önümüzdeki sürecin en ciddi gelişmesi bu olacağa benziyor!..
Selahattin ERDEM
Özgür Politika
- Ayrıntılar
Dünya da kendi halkına karşı herhalde en çok kullanılan insanların başında Kürtler gelirdi. Öyle ki silah kuşanır kendi kanından, canından olana karşı saldırıya geçerdi. Yine birilerinin silahını alıp kendi kardeşini vurduğu halde bu ayıplanması gereken eylemi utanmadan, sıkılmadan etrafına anlatırdı. Ne de olsa büyük bir mertlik yapmış sayılırdı!
Hâlbuki dünyanın neresine giderseniz gidin, kendi halkına karşı silah kuşananlar af edilmezler. Kabul görmezler. İtelenirler. İğrenilirler. Dediğimiz gibi ne var ki bu iğrenti durum uzun yıllar hatta çok fazla uzun yıllar övgü kaynağı olabilmiş ve kendi toplumu içerisinde bile dinlenme kitlesine kavuşabilmiştir.
Evet, başka halklarda ret edilen, kabul görmeyen ve dıştalanan herhangi bir eylem biz Kürtlerde eskiden kabul gördüğü gibi puan toplamanın da vesilesi olabilmiştir. Bunu Kürdistan özgürlük hareketi “ihanetin içselleşmesi” diye tanımlamıştı. İhanetin içselleşmesi demek ihanetin farkına varmamak demektir. Yaşadıklarının ne anlama geldiğinin ayırdın da olmamak demektir. Özcesi bihaber yaşamak demektir.
Kürdistan’da en büyük eylem nedir diye sorulacak olsalar verilmesi gereken ilk cevaplardan bir tanesi herhalde ihanetin teşhir ve tecrit edilerek karantina altına alınmış olması demek gerekir.
Kürdistan’da çok şey değişti. Köprülerin altından çok sular geçip gitti. Hani derler ya “akan bir sudan bir kere yıkanır” diye. Kürtler özgürlük mücadeleleriyle artık eskisi gibi kendilerine ihanet etmeyecekleri gibi, kendi içlerinde çıkacak ihanete de göz yummayacaklarını da açıkça her gün meydanlarda haykırmaya başladılar.
Evet, çok şey değişti ancak değişmeyen bir şey varsa oda halen faşizmin militaristinden sivil olanına kadarını yaşayan TC devletinin ve onun birçok uzantısı olarak varlık bulan kurum ve partilerinin halen kürdü eski Kürt olarak bilmeleridir. Ya da kürdün, eskisi gibi olduğuna inanmalarıdır.
Biz dedik Kürt çok değişti diye. Kendisine özgüveni arttı. Örgütlendi. Güçlendi. Kaderini eline alacak düzeye getirdi kendini. Ve tabii ki buna bir de artık kendi alternatif sistemini kurmaya doğru gittiğini de eklemek gerekir.
Eskilerden Kürtler yapmak istemediklerine karşı durmaya kalkışsalardı da alternatifleri yoktu. Yapmak zorunda kaldıklarını yapmamak için seçenekler olması gerekirdi. Lakin seçenekler yoktu. Yine sömürgecilerininkine muhtaç kalarak, sömürgeci sistem içerisinde sömürgecilerin yani işgalcilerin bize empoze ettiklerini yapmak zorunda kalırlardı.
Ama artık geçti o günler. Hiçbir Kürt yapmak istemediğini yapmak zorunda değildir. Yapmak istemediğine rest çekerek meydanlara çıkabilir ve daha da ileriye giderek restlini tamamlayarak dağlara çıkabilir. Yollar sonuna kadar açıktır.
Eskilerden Kürtler TC askerliğine gitmek zorundaydılar. Artık buna gerek yoktur. Öncelikli olarak gençseniz askerlik yapmayın. Ya da yaşınız büyükse çocuklarınızı askere göndermeyin.
Devlet korkunç çirkin bir oyun uyguluyor. Kürt gençlerini öncelikli olarak kısa acemi eğitimlerinden sonra Kürdistan’a askerlik yapmak için gönderiyor. Yani ön cephede bizlere yani gerillaya karşı Kürt gençlerini çıkarıyor. Bu ahlaksızlığın en dibe vurmuş halidir. Bizim elimizle Kürt gençlerini vurdurtarak kendince bir taşla iki kuş vuruyor. Hem ölen Kürt gencidir hem de kendince bu akan kandan nemalanarak Vatan Millet Sakarya edebiyatının yanına bir de kardeşlik lafı ekleyerek kendince puan toplayacaklar.
Evet, hiçbir Kürt genci buna gelmemelidir. Aslında hiçbir Türk genci de diye eklemek gerekir.
Tekrardan söyleyelim; öncelikli olarak askere gitme, askerdeysen askerlikten firar et. Kaldı ki bunun adı firarda değildir. Kimse bizi kendi çirkin emelleri için hizmetçi konumuna getirememelidir. Askere gitme ve Kürdistan’ın her yerinde istediğin gibi kal. Daha ilerisini istiyorsan gerillaya gel. Dağlara gel.
Birileri diyecek ki gerillanın ülke görevi sınırsızdır. Çok uzun yılları alıyor. Evet, bu doğru bizler özgürlük günlerine kadar halkımız için dağlarda nöbet tutacağız. Ve bu nöbet tutma anlarında kimimiz ebediyen bu topraklardan ayrılıyor ve sonsuzluklar diyarlarına göç ediyoruz.
Ancak herkes böyle olmak zorunda değildir. Bu tarz gerillacılığı Kürt halkının en fedai gençliği üstlenmelidir. Ancak profesyonel gerillacılığa tümden kendisini yatıramayan, ya da yatıramayacak olan-çünkü her insanımızın şartları biraz farklıdır-gelip birkaç ay ülkesine hizmet ederek hatta biraz da eğitim görerek tekrardan kendi yerine dönebilir.
Özcesi her Kürt genci kendi ülkesine hizmet etmek için birkaç ay gönüllü hizmetlerde bulunabilir. Geçmişlerde yurt dışında birkaç aylığına dağlarda gerillaya doktorluk yapmak için gelen değerli yurtsever doktorlar olmuştu. Onları halen gerilla minnetle anıyor. Neden bu minnetle anılacakların arasında sende olmayasın.
Evet, yeniden belirtelim; TC askerine gitme. İlk elden yönünü dağlara ver. Yok, dağlar ağır gelecekse dağlarda gönüllü birkaç ay halka hizmet için gel. Ancak kesinlikle TC askerliğini yapma, TC askerliğinde bulunuyorsan firar et.
Evet, gün tek bir dakika bile TC’ye askerlik yapmama günüdür.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Başka renkleri, görüşleri, inançları, düşünceleri kabul etmeyen, tekçiliği, tek rengi, tek ırkı, tek inancı, tek görüşü esas alan, ancak bunu yaparken de başka olanlara tahammül göstermeyerek ya etkisiz kılarak eritmeyi önüne koyan, hatta daha ileri giderek Hitler ve İttihatçılar tarafından uygulandığı gibi fiziki katletmelere kadar götüren rejime, düzene, bakış açısına faşizm demek yanlış olmayacaktır.
Faşizmin bekçiliği ise, hiç şüphe yoktur ki, bu rejime ve düzene korumalık yapmak demek olacaktır. Faşizm karakteri gereği anti insanidir, insanlık düşmanıdır. Doğaldır ki, buna bekçilik yapacak olanlar da, anti insani ve insanlık düşmanı görev yapmış olurlar.
Biz Kürtler tarihi bir süreci yaşıyoruz. Bu tarihi sürece yaklaşık 30 yıldır girilmiştir. Elbette tarihin her anı, bir halk için tarihidir. Ancak tarihte öyle anlar vardır ki, yaşarsan yaşarsın, yoksa da elinden yitip gider. Yani bu tarihi anlar tekerrür etmez, biricik olmalarından kaynaklı da tarihidir.
Kürtler tarihi bir anı yaşıyorlar. Bu tarihin zirve anlarını içerisinde geçtiğimiz bugünlerde yaşanmaktadır. Zirveler ya beraberinde başarıyı getirir ve kemale erişilir ya da zirveler -en üst nokta olduğu için- başarıyı getirmezse inişe götürür.
Biz Kürtler tarihen çok önemli olan bu anda, zirvedeyiz. Yapılması gerekenlerin çoğu yapılmıştır. Halk ayakta, gerilla ayakta, coğrafya ayakta, insanlık ayaktadır. Gerisi bir hamleyle zirveden başarıyla çıkmaktadır.
Evet, tarihi bir anın eşiğinde olan bir halkın evlatları olarak, bizden, belki normal anlarda yapamayacaklarımızın yapılması isteniyor. Bu tarihi tercih ile her Kürdistanlı yüz yüzedir.
Bir Türkiye aydını birkaç ay önce faşizmin tanımı bizden daha iyi yaparak; buna “Zihniyet Polisliği” demişti.
Ardından da bunu: “Egemen gücün kendisi için tehlikeli ve zararlı bulduğu düşünceyi, polis ve yargı yoluyla susturmaya çalışması” diye tanımlamıştı. Biz buna bir de; askeri gücüyle yok etmek istemenin yanı sıra, topyekûn gücünü devreye koyarak bir halkı teslim almak olarak tamamlayalım.
Varlığını topyekûn tehdit eden, yok etmek isteyen, eriten, seni sen olarak kabul etmeyen, asimilasyonu sonuna kadar götüren, tekçilikte ısrar ederek, tekçiliği ret eden ve tekçiliğe karşı duranları hedef tahtasına oturtan bir zihniyete, uygulamaya karşı yapılması gerekenler nettir:
a-polis isen polisliği bırak.
b-asker isen askerliği bırak. Gidecek yerin yoksa dağlara gerillaya katıl
c-devlet memuru isen memurluğu bırak
d-tekçi zihniyete sahip herhangi bir partideysen bu partiyi bırak ve kendi partine katıl
f-halkların birliğinin dışındaysan hemen bu birliğe dahil ol
g-faşist kurumlara sorunları çözmek için gidiyorsan gitme, kendi kurumlarına giderek sorununu çöz
h-halkına hizmet etmek istiyorsan, birkaç ay dağlara gelerek halkına geri cephe hizmetinde bulun
Özcesi Kürdistanlıların tümü başta olmak üzere, özelde de gençleri, tarihi bu süreçten geçerken mutlaka kendi halkının yanına geçerek faşizmin bekçiliğini yapmamalıdırlar. Faşizmin nerede bekçileri varsa bunları etkisiz kılarak üzerlerine düşen görevi yapmalıdırlar.
Faşizan rejim:
“Kastettiğimiz, her fedakârlığa katlanarak yurdumuzun elemanlarını tek bir ulus ve tek İslam dini fikrini benimsemeleri için çalışacağız, öyle ki çoğunluk ve azınlıklar, Yunanlılar, Türkler, Ermeniler ve Yahudiler söz konusu olmasın, ‘sizler ve bizler’ diye bahsedilmesin” türünden tekçi bir toplum yaratmak istiyorlar. Türk egemenlerinin tarihinde biliyoruz ki bu zihniyet daha sonra Rum ve Ermeni halklarımızın tasfiyesini beraberinde getirdi.
Şimdi de benzeri böyle bir tarihi eşikten geçiyoruz. Biz halk olarak her zamankinden daha fazla özgür günlere yakınız. Diğer taraftan faşizan hükümet ve onun kurumları halkımızı ve halkları esaret altına almaya her zamankinden daha hevesli görünmektedir. Hele bir de, ABD’nin pragmatist Ortadoğu politikaları için bugünlerde daha fazla bu faşizan hükümetin yanında olduğu göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Keskin tarihi bir dönemeci yaşarken hiçbir Kürt genci TC askerliğine, polisine gitmemelidir. Her Kürt genci tümden gerillaya katılmak istemiyorsa bile dağlara gelip 6 aylık geri cephe hizmetini yaparak zirveleşen halkın yanında yerini almasını bilmelidir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 12 Haziran günü 08.00-12.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Girê Bêtalma, Gundê Haftanin ve Geliyê Pisaxa alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır. Aynı zamanda aynı alanlara yönelik olarak TC ordusu tarafından tanklarla da top saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
11 Haziran günü 02.00-07.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Dêreşiş, Bêglal ve Girê Sîser alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Haziran günü Kastamonu’da TC ordusu ile gerillalarımız arasında yaşanan çatışmada Munzur Varto – Cihan Temel adlı gerillamız ağır yaralı bir şekilde düşmana esir düşmüştür.
- Ayrıntılar