Kürdistan’da yeni bir sürece girilmiştir. Demokratik Özerklik ilanı yeni bir sürecin başlangıcıdır. Tamda 14 Temmuz’a denk gelmesi tarihselliğini daha da güçlendirmiştir. Kürdistan’da Kürtlerin Onur Günü iken Demokratik Özerklik ilanıyla artık Özgürlük Günü haline de gelmiştir.
İnsanlık, Fransız Devrimini ateşleyen eylemin Bastille Zindanına halkın ve devrimcilerin saldırmasıyla başladığını söyler. Bastille vahşet uygulayan zindanına halkın ve ilerici insanların saldırısı bir 14 Temmuz günü gerçekleşmiştir. Zulmün kalelerine karşı başlatılan başkaldırı daha sonra Fransız Devrimi ile taçlandırılmıştır. Birde bu bakımdan 14 Temmuz’da Demokratik Özerklik ilanı anlamlıdır.
Demokratik Özerklik kimliksizliğe karşı kendi kimliğini oluşturma süreci olarak algılanırsa beraberinde kendi hukukunu da geliştireceği rahatlıkla görülmelidir.
TC devleti Kürdistan’da tüm at koşturmalara bir ad bulmuştur: hukuk, yargı ve suç.
İnsanlık dışı ne kadar uygulama yaparsa yapsın kılıfına denk bir yaklaşımı hukuk adına bulabilmektedir. Ama bir şey var ki unutulmaktadır: bahsettikleri hukuk sömürge hukukudur.
Yine Kürdistan’da binlerce hatta on binlerce insanımız, gencimiz, siyasetçimiz, sivil toplumcumuz, onurlu dindarımız, anamız, bacımız tutuklanmıştır. Ve bu tutuklanmaların hepsini de izahatını “yargıya intikal etmiştir, yargı bağımsızdır, yargıya karışılmaz” diyerek meşruiyet kazandırılmaya çalışılmaktadır. Ama bir şey var ki unutulmaktadır: bu yargı bir sömürge yargısı olduğu için meşruiyeti yoktur.
Gözaltılar da her gün yapılmaktadır. Göz altıların süreklileştirilmesini de “suç işlenmiştir, göz altına alınmıştır” denilmektedir. Ancak unutulur ki suç diye tabir ettikleri eylemler bir halkın meşru ve haklı eylemleridir. Suç diye tabir ettikleri eylemler bir halkın varlığını ve onurunun vazgeçilmez refleksleridir. Bu bağlamda unutuyorlar ki suç dediklerinde sömürgeciler için suç olduğudur. Ancak yerli halk ve ilerici insanlık için yapılan tüm eylemler meşru, meşru olduğu kadar da yerinde olan eylemlerdir.
Bu kadar suç işleyen, haksızlık yapan bir kuruma daha fazla izin verilecek mi?
Ya da Demokratik Özerklik ilanı gerçekleştirilmişken artık Kürdistan’da devlet adına faaliyetlerde bulunan, devleti içleşleştirmek için uğraşan, halkı ajanlaştırmaya teşvik eden, ajanlık yapan, sivil faşizmin gizli ve açık uygulayanları olarak Kürdistan’da dolaşan, hele faşist polis yapısını arkasına alarak halka terör estiren, Kürdistan’da yer altı ve yer üstü zenginliklerini sivil faşist yapının desteğiyle çalan, faşist bir orduya hizmet eden, erzak taşıyan, karakollarını yapan, inşaatlarında çalışan, bu yapılarla içli dışlı olan, yine benzer bir şekilde Kürdistan’da tam bir çete örgütüne dönüşmüş polis gücü için bunu yapan çevrelere, yapılara, kişilere müsamaha gösterilecek mi gösterilmeyecek mi?
Ya da soruyu başka bir şekilde soralım; Kürdistan’da sivil faşist yapının hizmetine koşanlar, faşizan polis ve ordusuyla işbirliği içerisinde olanlar, Kürdistan coğrafyasını bozanlar suçlu mudurlar değil midirler?
En naif bir şekilde verilecek cevap; müsamaha gösterilmeyecek ve bunları yapanlar suçludur.
Eğer Kürdistan’da bu kadar tahribat yapanlara müsamaha gösterilmeyecekse ve işledikleri suçsa o zaman yapılacak olan ilk elden bu kişileri, yapıları, kurumları adalete teslim etmektir. Adalete götürerek halkımızın vereceği kararlar temelinde yargılamaktır.
Ve işte 14 Temmuz’a birde bu gözle bakmak yanlış olmayacaktır.
Başka bir deyimle:
“Demokratik özerklik ilanıyla birlikte Kürdistan’daki sömürgeci devlet yönetimi ve AKP örgütlenmesi suçlu durumuna düşmüştür. Etkinlik durumuna göre suçlular tutuklanacak ve KCK adaletinde yargılanacaktır.
Uzun süreden beri polis kurumu yurtsever halkımız üzerinde en ağır baskı ve zulmün uygulayıcısı olmaktadır. Hem bu zulmün hesabını sormak, hem de Kürt ve halk düşmanı bu çeteyi etkisizleştirmek en başta gelen görevlerden biridir.”
Bu bağlamda Kürdistan’da bundan böyle halkımıza ve varlığımıza karşı işlenmiş suçların hiç birine izin verilmeyecek ve gerekli ne kadar tahkikat varsa yapılacaktır.
E. Nuda
- Ayrıntılar
İnsanları birbirine yakınlaştıran, iletişim kurmalarını sağlayan ortak değerler vardır. O değerler ne sınır ne de kilometreleri tanır. Dil ve kültür gibi. Halklar bu iki olguyla bilinir ve bu iki olguyla kimlik edinirler. İnsanın ve mensubu olduğu halkın yaşamında varlık ve yokluk derecesinde önemli bir yer edinir. Bunlar olmadan bir insanın kendisini tanımlayabilmesi, kendisini bir halka ait hissetmesi mümkün değildir. Yine sınırları aşarak bir başka halktan insanlarla bir araya gelmesi ve onları kucaklaması da mümkün değildir. Dilin, kültürün kapsayıcılığı, hoşgörüsü, kucaklayıcılığı altında insanlar bir araya gelir bayram havasında şenlikler, festivaller düzenlerler. Bir toprak parçasında ne kadar çok dil ve kültür varsa o kadar zenginlikten sayılır. Övünç kaynağı olur bu kadar zenginlikle yaşamak. Hiç kimsenin iyileştirmeye gücünün yetmediği yaralara bile dokunur, bir ilaç gibi o yaraya kabuk bağlatır ve iyileştirir. Bu kadar kutsal, değerli ve onursaldır. Haklar ve özgürlükler anlamında gelişen ülkelerde, farklı diller ve kültürler korunulur, savunulur ve kucaklanır. Fakat hala ırkçılığın, faşizmin cenderesinden kendisini kurtaramayan, tek dil, tek bayrak, tek millet söyleminde ısrar eden, insanlık ve kardeşlik kültüründen nasibini alamayan cahiller de bitmiş değil. Bu cahiller ki, farklı maskeler takınarak, kendilerine aydın, güngörmüş görünümü vererek kültürlerin buluştuğu, farklı dillerden şarkıların söylendiği mekanlarda bile faşizmin esiri olan ruhlarını ve düşüncelerini ortalığa salarak, insanları incitmekte, etrafı kırıp dökmekte. Baskının, sömürünün, inkarın dayatıldığı bir coğrafyada diline kültürüne sıkı sıkıya sarılarak büyüyen ve kendi dilinde şarkılar söyleyerek yürekten yüreğe akan bir sanatçı kadına, Aynur Doğan’a yapılanları izledim. Aynur, Türk devletinin terörist dediği, ama aslında insanlık ve özgürlük mücadelesi yürüten, soykırıma ve asimilasyona tabi tutulan dilini ve kültürünü korumaya çalışan herhangi bir harekete de mensup değildi. Sahneye çıkıp şarkı söylerken herhangi bir örgütün propagandasını da yapmadı. Sadece kendi dilinde şarkılar söylemeye çalıştı. Aynur’a bunu yapanlara ve arkalarındaki gerici zihniyete soruyorum, Kürt dilinin ve Kürt olmanın sizi böleceği paranoyasından ne zaman kurtulacaksınız? Kürtçe konuşanları, Kürt olanları daha ne zamana kadar linç etmekten vazgeçeceksiniz? Üstün ırklık psikolojisinin ve bölünme paranoyasının açığa çıktığı bu tür olaylar karşısında, ortaklaşan kültürlerin açığa çıkardığı hoşgörüyü, danışmayı daha fazla güçlendirmek ve farklılıkların yarattığı bir aradalığı daha fazla savunmak gerekir. Bu tür faşizan ve şoven yaklaşımlar karşısında insanlığın ortak dilini yakalamak, birbirini kucaklamak ve sıkı sıkıya sarılmak gerekir. Sanatın birleştirici gücüne inanarak, güvenerek sadece kendi dilinden değil, başka dillerden de şarkı söylemek ve şarkı dinlemek lazım. Çünkü şarkıların dilini bilmezsek de o bizim yaşadıklarımızdan bir şeyler anlatıyordur. Acılarımıza dokunuyordur, birbirimize söyleyemediklerimizin ifade gücü oluyordur. O yüzden şarkılara eşlik etmek, onlara alkış tutmak ve onları kucaklamak gerekir. İnadına Aynur’u, Sezen’i, Feyruz’u, Ofra Haza’yı, Meiko Kaji’yi, Aster Awek’i, Sevara Nazarkhan, Maria Faranduori’yi dinlemek lazım…
Yaşadığımız toprak parçası üzerinde kardeşlik büyüyecekse, silahları gömüp barışı yaratacaksak öncelikle dile, kültüre, insanlığa saldıran faşizan yaklaşımları kınamalı, onlara karşı durmalı ve tepkileri ortaklaştırmalıyız. Yapılanlar karşısında sessiz kalındıkça Aynur’u yuhlayanlar kendisini haklı görecek ve yaptıklarına devam edeceklerdir. Bu tür yaklaşımlar karşısında ortaklaşmalı ve Aynur’un türküleriyle bir araya gelip çoğalmalıyız…
Rojbin Golav
- Ayrıntılar
Bundan önceki iki bölümde hem tarih bilinci üzerinde durmuş, hem de Alevilerin karşı karşıya bulunduğu bazı temel sorunlara değinmiştik. Bu son bölümde ise günümüzde Alevilere yönelik geliştirilen çeşitli özel savaş oyunlarını, bilinç çarpıtmasına yönelik girişimleri de dile getirmek istiyoruz.
Öncelikle Alevilerin devlet içinde yer almamış ve inancını siyaset konusu yapmamış, ya da siyasi dinciliğe bulaşmamış bir toplum olarak kendi özgün örgütlenmelerini oluşturması ve bu temelde inançlarını yaşaması ve gelecek kuşaklara bu kültürü taşırması en temel haklarıdır. Bunu kabul etmek demokrat olmanın bir gereğidir. Fakat Alevî örgütlenmelerinin sadece Alevilerin sorunlarıyla ilgili kalmaları ve Türkiye'nin diğer toplumsal ve siyasal sorunlarına ilgi duymalarını önlemeyi amaçlayan çeşitli özel savaş yaklaşımları vardır.
Günümüzde Aleviler Cem Evleri’nin tanınmasını istiyorlar. Yine zorunlu din derslerinin kaldırılmasını, diyanet işleri kurumunun lağvedilmesini talep etmekteler. Bunlar en doğal taleplerdir ve mutlaka desteklenmesi gereken istemlerdir. Ama sadece bunlarla sınırlı kalmak bir yerde Alevilerin siyaset dışı kalmasına, var olan diğer sorunlara ilgisiz olmasına bir vesile yapılmak istenmektedir. “Biz Aleviyiz ve sadece kendi sorunlarımız bizi ilgilendirir” anlayışının Aleviler içinde hakim hale getirilmek istenmesinin de bir özel savaş oyunu olduğu görülmelidir.
İkincisi, Türk ve Kürt Alevilerin ortaklaşan yanları kadar, etnik kimlikten kaynaklı olarak Kürt Alevilerin daha farklı sorunlarının olduğunu hepimiz biliyoruz. Hem Türk ve hem de Kürt Aleviler Alevî kimliklerinden dolayı baskı görmüşlerdir ve görmektedirler. Ama Kürt Aleviler bir de farklı bir dil ve etnik kimliğe sahip olduklarından dolayı bir baskıya ve asimilasyon politikasına maruz kalmaktadırlar. Türk devletinin özellikle Kürdistan'da yürüttüğü inkar ve imha politikasının Kürt Alevilere yönelik yanı çok ince ayrıntılar içermiş ve bu hususta çok farklı yöntemler kullanmıştır.
Bunları birkaç maddede sıralarsak:
Bir; Türkiye cumhuriyeti devleti kurulduktan belli bir süre sonra Kürtlere yönelik inkar ve imha sistemini benimsedi ve bunu çeşitli yollarla hayata geçirdi. Bu inkar ve imha sisteminin temel amacı ise Kürtleri Türkleştirmekti. Bu topraklarda Kürtlük adına hiçbir şeyi bırakmamaktı. Bu amaçla ilk başta hem Sünni Kürtleri ve hem de Alevî Kürtleri mezhep ayrımı gözetmeksizin katliamdan geçirerek teslim almaya ve asimilasyondan geçirerek Türkleştirmeye çalıştı. Bunun sonucunda Şehy Sait’ten tutalım da en son Seyit Rıza’nın asılarak katledilmesiyle sonuçlanan katliamlarla Kürt toplumu önderlerinden yoksun bırakılarak imha ile yüzyüze getirilmek istendi. Bu süreç fiziki katliamlarla sonuç alma dönemi olmaktadır.
İkinci yöntem; eğitim yoluyla Kürt çocuklarını asimile ederek Türkleştirmek oldu. Bunu da Kürdistan'da kurduğu yatılı okullarla gerçekleştirmek istedi. Bu okullara aldığı Kürt çocuklarının kafasına “Kürt yoktur, herkes Türk’tür. Kürtler dağ Türk’üdür” düşüncesini aşılayarak asimilasyonla hedefine ulaşmayı denedi.
Yine bununla bağlantılı olarak , Zazaca (Dimilî) konuşan Kürtlerin Kurmancî konuşan Kürtlerden farklı olduğu, dolayısıyla bu Zazaca konuşanların Türk olduğu görüşünü aşılamak oldu. Bilindiği gibi Kürt Aleviler kendi içlerinde Dimilî ve Kurmancî lehçelerini kullanmaktadırlar. Fakat bu onların farklı bir etnik yapıda olduğunu göstermez. Sadece bir dilin farklı lehçelerini konuşan iki topluluk olduklarını gösterir. Çünkü yaşam alanları, kültürleri, inanç sistemleri ve konuştukları lehçelerin gramer yapıları aynıdır. Lehçe farkı sadece ufak bir ayrıntıdır. Ama bu ufak fark bile Alevî Kürtleri kendi arasında bölmek için çok yoğun bir şekilde propaganda edilerek kullanılmaktadır.
Son olarak da; Kürtlerin Kürtçe konuşmasını yasaklayarak Kürt kültür ve tarihinin yok olmasını sağlamak, Kürtleri Türkçe konuşmaya ve düşünmeye zorlamak ve bu hususta tüm gücünü kullanmak olmuştur. Kürdistan'da Kürtçe konuşmanın yasaklanması demek, Kürtlük adına ne varsa bunun bitirilmesi, yok edilmesi demektir. Dolayısıyla eğitim dili kadar ibadet dili de Türkçeye mahkum edilmiştir. Elbette bu da Kürtlerin kendi birikimlerini kendinden sonraki kuşaklarına aktarmasını engellemeye dönük bir girişim olmaktadır.
Bu nedenledir ki, Kürt Alevilerin de kendi ibadet dillerini Kürtçe olarak yapması engellenmiş ve ibadet dillerini dahi Türkçe yapmalarını zorunlu kılar bir hale getirmiştir. Oysaki bir halk ya da inanç topluluğu kendi ibadetini kendi diliyle yapmayacak bir hale gelmişse, o halk veya inanç topluluğu hem ruhsal, hem psikolojik olarak bir travma yaşama durumuna getirilmiş demektir. Çünkü kutsal olana bir saldırı vardır ve orda insanlar kendi kutsallarını savunamayacak bir konuma getirilmiştir. Böylesi bir topluluk elbette ki manevi olarak çok şeyler yitirmiş demektir. Çok iyi biliyoruz ki, ibadetin en anlaşılanı ve kutsal olanı anadilde yapılanıdır. Eğer bir topluluk anadiliyle ibadetini yapamıyorsa, orada çok büyük bir asimilasyon var demektir.
Günümüzde bu asimilasyon politikalarının Kürt Aleviler üzerindeki sonuçlarını da görmekteyiz. Örneğin en son Kamer Genç’in “Dersîmliler Kürt değildir, Türk oğlu Türk’tür” demesi, insanın kanını donduran, bu kadarı da olmaz dedirten bir durum oldu. Türk devlet okullarında Kürt çocuklarının kafalarının yıkanıp Türkleştirildiğini belirtmiştik. İşte bu şahsiyet tam da bunun örneğini ifade etmektedir. Annesi ve babası Kürt Alevî olan Kamer Genç, adeta aslını inkar eden konuma düşmüşçesine kendisini Türk olarak ifade ediyor. Bu hafife alınacak, bir kişiyle açıklanacak bir durum değildir. Türk devlet sisteminin asimilasyon politikasının sonuçlarıyla açıklanabilecek bir durumdur. Anne ve babasından özür dileyerek belirtiyoruz ki, Kamer Genç tam bir haramzadedir. Soyuna ihanet eden kekliktir. Bu haramzadeliğin dayandığı kaynak ise Türkleştirme siyasetinin yürütüldüğü okullar ve devlet kurumlarıdır. Kamer genç 12 Eylül darbesinden bu yana hep devlet katında itibar görmüş ve hep mecliste yer almıştır. Acaba çok yetenekli olduğundan mı, yoksa bir babanın kendisinden peydahlanmış olan piçini sahiplenmesinden midir bilinmez, ama hep devlet babanın şefkatli kucağında yerini almıştır.
İkinci bir örnek ise Reha Çamuroğlu’nun bir dönemler AKP adına Alevileri devlete kazandırmaya yönelik gösterdiği çabalardır. Bu kişi de Alevîleri devlet yanına çekmek, Kürt Alevîleri Kürt Özgürlük Hareketi’nden uzaklaştırmak için yoğun bir çaba harcadı.
Dikkat çeken husus şudur ki; bu iki kişilik de Dersîm kökenlidir, ama Dersîm’in o şanlı geleneğinden bir nebze olsun almamışlardır. Aksine devletin bilinçli bir biçimde Dersîm’de yürüttüğü Türkleştirme politikasına maruz kalmış ve bu politikaların bir piyonu haline gelerek haramzadeleşmişlerdir. Elbette sadece bu iki kişiliği örnek vererek bunun gibi nicelerinin olduğunu görmediğimiz anlaşılmasın. Fakat bunlar en bariz olan ve amacımızı dile getirmede yerinde örnekler teşkil ettiklerinden belirttik.
Dolayısıyla Kürt Alevîlerin öncelikli olarak kendi etnik ve inanç kimliklerini sahiplenmeleri, bunun bilincini edinmeleri, bu temelde kendi öz örgütlülüklerini yaratmaları en hayati konudur. Eğer devlet Kürt Alevîleri asimile etme temelinde bir yaklaşım içinde bulunuyorsa, bunun karşısında Kürt Alevilerin yapacağı en doğru tutum kendi Kürtlüklerine sahip çıkmak, bu Kürtlükten gurur duyarak mücadeleye katılmak olacaktır. Bugün Kürt Özgürlük Hareketi genel anlamda Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini yürütmektedir. Bu mücadele sadece bir kesimin değil, bütün Kürtlerin mücadelesini içermekte ve onların haklarını savunmaktadır. Dolayısıyla Kürt Alevîlerin yeri de Kürt Özgürlük Hareketinin yanı olmalıdır.
Sonuç olarak;
Günümüzde Türkiye'de toplumsal sorunların tek çözümü Türkiye'nin demokratikleşmesidir. Demokratikleşme yaşanırsa farklı kültürlerin, dinlerin, dillerin, etnik yapıların bir arada yaşayabilmesi gerçekleştir. Demokratik bir anayasa temelinde yeniden inşa edilecek bir sistem içinde var olan devlet yapısı farklı kimliklere, inançlara eşit mesafede olacaktır. Bunu Kürt Halk Önderi “Demokratik Ulus” olarak tanımladı. Dolayısıyla Türkiye'deki sorunlar demokratik ulus yaklaşımı temelinde çözülecektir.
Elbette Demokratik Ulus çözümünün gerçekleşmesi için de bir mücadele gerekmektedir. Bugün Türkiye'de bunun mücadelesini veren en temel güç Kürt Özgürlük Hareketi’dir. Bununla birlikte Türkiye'deki devrimci demokrat güçlerdir. Dolayısıyla Kürt sorunu çözülmeden Türkiye'nin demokratikleşemeyeceğini bilmemiz gerekiyor. Türkiye'nin demokratikleşmemesi demek de, başta Alevîler olmak üzere diğer toplumsal kesimlerin, farklı kimliklerin, inanç topluluklarının sorunlarının çözümsüz kalması demektir. Bu nedenledir ki, gerçek bir çözüm ve gerçek bir demokratikleşmenin sağlanabilmesi için başta Kürt Özgürlük Hareketi olmak üzere tüm devrimci ve demokrat güçlerle birlik olmak, ortak platformlarda birlikte mücadele vermek gerekiyor.
Bunun için de özellikle Kürt Alevîler Kürt Özgürlük Hareketine daha fazla güç ve katılım sağlamalı, burada yerlerini daha fazla almalıdırlar. İkincisi, tüm Alevî örgütlenmelerinin kendi sorunlarını daha iyi ifade etmek ve çözüm bulmak için güçbirliği yapmaları ne kadar doğruysa, bu Alevî güçbirliğinin de Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku içinde yer alması bir o kadar doğrudur. Mutlaka ama mutlaka güçlerimizi birleştirmeliyiz. Karşımızda giderek kendisini kurumlaştıran bir faşist yönetim, AKP gerçeği durmaktadır. Bunun karşısında mücadele etmek ve kazanmak için mutlaka bir araya gelmeliyiz. Bunun dışında başka bir yolun olmadığını da görmeliyiz. Bu hususta temel yaklaşımımızı Mahir Çayan’ın o güzel sözüyle ortaya koyup, yazımızı sonlandırıyoruz: KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA; YA HEP BERABER, YA HİÇBİRİMİZ!
Edîp Koçgîrî
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 14 Temmuz günü saat 23.00 ile 24.00 arasında Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Xuşkok köyü yakınlarında bir grup arkadaşımız ile operasyona çıkan TC orudusu arasında bir çatışma yaşanmıştır. Sabah saatlerine kadar süren çatışmalarda Şoreş Kaşura isimli gerillamız yaralı ele geçmemek için “Bijî Serok APO” sloganı atarak kendisinde bomba patlatmış ve ölümsüz şehitler ordusu arasında yerini almıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Temmuz günü saat 11.30 sularında Dersim Merkeze bağlı Çiçekli karakoluna bağlı askerlerle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. çatışmada düşmanın 3 askeri gerillalarımız tarafından öldürülürken, yaralılarının sayısı tarafımızdan netleştirilememiştir. yaşanan çatışma ardından TC ordusu tarafından Helasor, Mezra Ber, Arman, Goma Heci, Kurê spî, Dereboyu alanlarına yönelik olarak kobra tipi helikopterler desteğinde skorskylerler indirme yapılarak bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
23 Temmuz günü 21.00 ile 22.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Xakurke’nin Şehit Beritan ve Kevire Spî bölgelerine yönelik olarak İran ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Temmuz günü 03.00 ile 05.00 saatleri arasında İran ordusu sınır hattında konuşlu bulunduğu tepelerin etrafını ağır ve makinalı silahlarla taradıktan sonra Medya Savunma Alanları’na bağlı Xakurke’nin Şehit Beritan alanı ve Şehit Aziz vadisine yönelik olarak obüs, havan ve katuşa saldırısı düzenlemiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Temmuz günü 01.30 sularında Medya Savunma Alanları'na bağlı Zağros'un Sere Sate, Rındık ile Deşta Reşe alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı düzenlenmiştir. TC ordusunun topçu saldırısında alanda bulunan ve çevre köylerde yaşayan köylülere ait çok sayıda hayvan telef olmuştur.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Temmuz günü 08.00-12.00 saatleri arasından Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Çiyareş, Ferhat Tepesi, Kovi Tepesi, Çareser Tepesi, Latê Kewa ile Sernê, Ditaza ile Aşağı ve yukarı Nêrve Köylerine yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Türk halkının gözü aydın. Ölen asker ailelerinin gözü aydın.
Vatani görevdekiler, anlamsız bir savaşa sizleri sürükleyen ve yeni yasayla sunduğu bu olanağa dua etmenizi isteyenler var, hemen şükredin. Minnettarlığınızı bas bas bağırma vaktidir. Mutlaka dillendirin.
Yeni bir teklif geliyor ya teklifin adı “askerin şehit olması durumunda da terfinin devam etmesi”. Hem gülünecek hem de acınacak bir vaziyet. Şu hale bir bakın.
Böyle anlamsız bir teklif olabilir mi?
Ölen insan hangi koşul altında olursa olsun RAHMET EYLEMİŞTİR. Tanrı katına ulaşmıştır. Toplumsal ölçü budur. Hele buna bir de şehitlik mertebesi anlamı yüklenmişse tartışma bitmiştir. Ama bu Türkiye, siyaset sahnesinde işler bildiğiniz gibi yürümemekte. Ölenlerin vaziyeti bildiğiniz gibi değil, denmektedir. Bunun siyasetini siz bilemezsiniz o yüzden biz böyle uygun buluyoruz ve bunu yasada çok ayrı bir yere taşıyoruz, denmektedir. Ne yasa ama…..
İlginç olan bu yasa için sokaktan geçenlere soruyorlar, ne düşünüyorsunuz? cevap hazır, hemen hayat bulmalı diye yanıt geliyor. O sokaktaki ne anlar en kızgın savaşın sıcaklığını…
O sokaktaki nerden bilebilir savaşa sürülen bu gençlerin nasıl bir koyun gibi ateşe atıldığını….
Kürt sorununun demokratik anayasal çözümünü bu terli teklifiyle yapmaya çalışan ve bunu çok olumlu bulan bir meclis karşımızda. Kürt sorununun çözümü değil de savaşta asker ölümlerinin daha kazançlı hale gelmesinin yasallaşmasını onaylamaya hazır bir meclis karşımızda. Bu ciddi zihniyet sorunu olan ve savaşı inkar ve imha ile sürdürülerek devamından kazanç elde edenlerin düşüncesiyle yeni açılım senaryosu oluyor.
İşte şimdi bu zihniyet sermayenin meclisteki ilk icraatını yasalaştırmaya çalışarak daha da meşru hale getirmek istiyor. Tatile giren meclisin ilk büyük icraatı bu olacak sanırım.
İcraat devam ederken 5 yıldızlı kumarhane açılışı da cabası. Ne ülke liderliği değil mi? İnsanların ölümü bu asker bile olsa kimin umurunda.
Şunu demeye getiriyorlar “Hey tc ordusunun ayyıldız bayrağı kurbanları sizler ölmeye devam edin öldükten sonra terfi olacaksınız. Ölüme nasıl giderseniz gidin önemli değil yeter ki ölün, biz sizleri şehitte sayacağız” üstünüze iyi kazançta elde edip yaşayacağız. Terfilerde Subay, Albay, Yarbay olacaksınız. Paralar fevkalade olacak.
Bu anlamsız teklife kimse dur diyemeyecek mi?
Şehid en yüksek mertebedir. Ama anlamsız ölümlere sürülen gençlere böyle bir yakıştırma yapabilecek ne duruş ne de kararlılık sahibisiniz sizler. Bunu anlamış olsaydınız bu savaşı durdurabilecek gücü tanır ve işin çözüm yolları için meclisi harekete geçirirdiniz.
Sizde yüksek mertebe maaşa endeksli maneviyat yarattığını düşündüğünüz yeni tekliftir ya, bakın bunu unutmamamız gerektiğini daha iyi herkese hatırlatmış oldunuz.
Hiçbir ana yüreğinin böyle bir durumu kabul etmeyeceğini bilmiyor musunuz. Bu akıl karı olmayan yasa teklife en başta yüreği yanan türk anaları dur demelidir.
Tüm bu acıları ve akan kanı durduracak yasa tekliflerine hazırlanacak bir meclisi ancak yüreği acıyla yanan insanlar sağlayabilir ve çözümün yolunu açalabilir.
Son günlerde 20 askeri çatışmalarda öldü. Temmuz sıcaklığında gönderdiniz operasyona gerilla ne yapacak yaw hoş geldiniz gelin biz buradayız siz bizi vurun mu diyecek. Gerilla kendini kat be kat savunacak ve koruyacaktır. Çünkü o özgürlüğe yürüyen bir halkın umududur o yüzden koruyacak ve savunacaktır.
Bahtiyar Umut
- Ayrıntılar