Basına ve Kamuoyuna!
28 Mayıs günü 10.00-11.00 saatleri arasından Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Partizan ve Siser Tepeleri ile Bêgla ve Miçolya alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Mayıs günü saat 17.00 sularında Bingöl'ün Yayladere ve Kiğı ilçeleri arasında bulunan Hozavit, Şehit Bagok, Hebun, Karmas Tepesi, Şehit Yıldız, Şehit Hozan ile Pir Vadisine yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. 26 Mayıs günü saat 05.30 sularında TC ordusu tarafından skorsky tipi heliktopterler ile alana indirme yapılıp, karadan da askeri araçlarla belirtilen alanlara asker takviyesi yapılarak operasyonun kapsamı genişletilmiştir. Alandaki operasyon halen alandaki boğazlarda yapılan pusulamalarla devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
24 Mayıs günü 21.00-22.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros'un Şehit Gafur Tepesi, Oramar ve Şitaza arasındaki alanlar ile Aşağı ve Yukarı Gepêr alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından kobra tipi helikopterlerle bir saldırı gerçekleştirilmiştir. Saldırıda herhangi bir kayıp yaşanmamıştır.
- Ayrıntılar
Oturup adam akıllı polisin bir resmini en objektif bir biçimde çekelim. Sonrada oturup ne yapmamız gerektiğini açıkça tartışalım.
Polis, bir iktidarın kendi halkına karşı en aktif kullandığı vurucu gücüdür. Hatırlarsınız, bir Japon atasözünün “her şeyime dokunabilirsiniz, …hatta imparatoruma bile ancak polisime asla” deyişini.
Herhalde okyanusların ötesinde, kocaman bir devlet yapısına sahip olan bir Japonya bile kendi polisine bu düzeyde kutsallık ve dokunulmazlık atfediyorsa bir bildikleri vardır. Biliniyor Japonlarda, imparator aynı zamanda Japonların güneş tanrısı oluyor. Son yıllarda tanrılık iddiası olmasa da yakın zamana kadar böyle olduğunu herkes biliyor. Düşünün böylesine bir kişi için bile “imparatoruma dokunabilirsin ama polisime asla” denmesi gerçekten manidar olmalıdır.
Peki, bu polis nedir ki bu düzeyde dokunulmaz kılınmış ve böyle bir zırhla donatılmış olsun?
Kilit soru budur. İmparator gitse de, başka değerler gitse de yerlerine başkaları gelir ya da bir şekilde yeri doldurulabilir. Ancak devletin ve iktidarın koruyucu zırhı gitti mi devlet de gider, iktidar da gider. Devletin bekçiliğini yapan güç gitti mi devlet gider. Devletin ve devletin sahipleri olan egemenleri koruyan güç gitti mi tüm bu kesimler gider. Özcesi polis giderse bu baskıcı, kan emmici ve sömürücü çark dönmez.
Yukarıda dile gelenler polisin önemli ölçüde dünya ölçeğinde fotoğrafını bize veriyor. Hiç şüphe yoktur ki eklenecek çok şey olacaktır. Ancak ana hatlar herhalde bunlardır.
Türkiye’de özelde de Kürdistan’da polisin fotoğrafını yukarıda dile gelenler tanımlayamaz. Eksik ve yetersiz kalır. Genel olarak polis gücünün olmaması gerektiği açıktır. Ancak özelde Türkiye ve Kürdistan’da bu gücün asla ama asla olmaması gerekir. Nedeni ise Türkiye ve Kürdistan’da bu güç tam bir baskı hatta soykırım gücüdür.
Kürdistan’daki polislere bakın, hangisinde bir vicdan belirtisini görebilirsiniz? Göremezsiniz. Çünkü bu polis gücü Türkiye’de devleti ve iktidarı korumakla görevlendirilmiş sadece bir kolluk gücü değildir. Kürdistan’da bu polis gücü faşizmin uygulayıcısıdır. Hitler’in vurucu gücü olan SS’lerdir. Kin kusandır. Kan emenlerdir.
Meydanlara bir bakalım; çocuklarımızın kollarını kıran, analarımızı coplayan, yetmişlik dede ve nenelerimize el kaldıran, imamlarımıza saldıran, kadınlarımıza tecavüze kalkışan, siyasetçilerimize gaz bombaları fırlatan, sivil toplumcularımızı çileden çıkartan, şehitlerimize saldıran.
Evet, polis Kürdistan’da tam bir vantuz gibi, vampir gibi kan emen bir güçtür. Başka da Kürdistan’da hiçbir görevi yoktur. Faşizmin bekçisidir. Kollayıcısı ve uygulayanıdır.
Yukarıda dile gelenler aslında polisin önemli ölçüde Kürdistan’da fotoğrafını veriyor.
Peki, böyle bir halk düşmanı gücün Kürdistan’da kalması reva mıdır? Böyle bir gücün Kürdistan’da kalmasını hak ediyor muyuz? Herhalde hayır diyeceğiz.
Peki, böyle faşist SS gücünün Kürdistan’da kalmaması için ne yapacağız?
Öncelikli olarak her Kürt bu polis gücüne selam vermeyecektir. İlişkilenmeyecektir. Bir trafik polisine bile bir yol, bir adres sormayacaktır. Bu SS gücü polisler Kürdistan’da kendilerini yabancı göreceklerdir, sadece görmeyeceklerdir, bu duyguyu derinliğine yaşayacaklardır. Ve onlara yönelen her gözden korkacaklardır. Çekineceklerdir. Ürkeceklerdir.
Özcesi bu SS polisleri Kürdistan’da polislik yapmayacaklardır. Kürdistan’da kalacaklarsa polis olarak kalmayacaklardır. Herkes gibi kendilerine başka bir meslek seçeceklerdir ya da gerisin geriye kendi memleketlerine döneceklerdir. Ahlaklı bir meslek seçerek insan gibi yaşamayı deneyeceklerdir. Aksi takdirde başlarına gelecek her türden tehlikeden kendileri sorumlu olacaklardır.
Kürdistan’a çok mu ama çok polis yerleştirmişlerdir. Üniformalılarının yanına birde üniformasız yani sivil polis yerleştirmişlerdir. Ve çocuklarımıza, kızlarımıza, analarımıza, bacılarımıza, nene ve dedelerimize, öğrencilerimize, gençlerimize ve de imamlarımıza karşı en acımasızca saldıranlar bunlardır.
Biz bunları tespit edeceğiz, teşhir edeceğiz, olmadı tecrit edeceğiz, olmadı elimizde ne geliyorsa onu yapacağız. Bir Kürdistanlı genç olarak, bir Kürdistanlı yurtsever olarak yapılması gereken budur. Aynısını üniformalı için de yapacağız. Oldu ki gücümüz yetmedi o zaman bu polislerin bir resmini, fotoğrafını çekeceğiz. Adreslerini biliyorsak-ki bu adresleri özel de sivil olanlarını tespit etmek zor olmamalıdır –tespit ettikten sonra gerillaya vereceğiz.
Evet, SS polislerinin, AKP’nin dalgakıranları olan polislerin bir fotoğrafını çekip yanı başınızda duran gerillaya vereceğiz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Genel siyasal mücadele ve seçim çalışmalarının genel demokratik siyasetin gücü ile birlikte özel olarak da demokratik Kürt iradesini şimdiden ortaya çıkardığı görülüyor. Bunu Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Böldürmeyiz” ifadesinden anlıyoruz. Demokratik siyasi gelişmeler devlet iktidarının başına “Bölünme” olarak yansıyor. Halbuki ortada bölünme filan yok. Dahası bölünmeyi savunan bile yok. En “bölücü” sayılan BDP’nin (genelde PKK’nin) en geniş demokratik ittifakı yaratmak için çalıştığı, bölünmüşlüğü birleştirici rol oynadığı ortada. Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku bunu ifade ediyor.
O halde, Türkiye toplumunda bir bölünme değil de, milliyetçiliğin böldüğü toplumu demokratik çizgide yeniden birleştirme geliştiği halde, Başbakan Tayyip Erdoğan neden gelişmeleri “Bölünme” olarak görüyor? Neden 1990’ların ilk yarısında başbakan olan Tansu Çiller’in “Bir çakıl taşı bile vermeyiz” edebiyatını şimdi “Böldürmeyiz” sözüyle tekrarlıyor?
Bu soruların cevabı elbette önemlidir. Çünkü ortada bölücülük yapan olmazken Başbakan’ın “Bölünmeye karşı mücadele” ediyor görünmesi önemlidir. Besbelliki Başbakan’ı böyle bir reflekse götüren “Vatanın ve toplumun bölünme tehlikesi” değildir. Tersine böyle bir durum olmadığı gibi, demokratik birlik eğilimi gittikçe güçlenmektedir. İşte Başbakan Tayyip Erdoğan’ı korkutan da bu gelişme olmaktadır. Devletçi sistemin ve milliyetçi ideolojinin bölüp parçaladığı toplumu gerçek demokrasinin yeniden birleştirmesi Tayyip Erdoğan’ı korkutmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın “Böldürtmeyiz” biçimindeki sezeyanı gelişen demokratik toplum ve demokratik siyasetin gücünü göstermektedir. Daha seçim olmadan Demokratik Ulus Bloku’nun bu güce ulaşıp, siyaset üzerindeki etkisini iyice hissettirme durumu yaşanmaktadır.
Son haftalarda genelde demokratik güçler, özel olarak da Kürt halkı üzerinde gittikçe yoğunlaştırılan faşist polis terörünün buradan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Kitle desteğini kaybetmekte olduğunu gören AKP, bunun verdiği öfkeyle polis sürülerini halkın, kadın ve çocukların üzerine sürmektedir. Tayyip Erdoğan’ın “Böldürtmeyiz” talimatı halka dönük faşist polis terörü olmaktadır.
AKP yönetiminin günümüzde topluma ve Kürt halkına yönelik uyguladığı faşist terörün yakın tarihte yaşanmış iki benzeri vardır. Birincisi 1980-1985 arasında Kenan Evren başkanlığındaki 12 Eylül cunta yönetiminin terörü, ikincisi ise 1991-1995 arasında Demirel-Çiller-Güreş çete yönetiminin uyguladığı terördür. Bu iki terör sürecinin ağır acılar yaratan uygulamaları hâlâ toplumun belleğinde taptazedir. Bu iki terör dönemindeki binlerce karanlık olay hâlâ aydınlatılmış değildir ve demokratik siyaset bu durumu aydınlatma çabası içindedir.
Birinci terör dönemini simgeleyen söz “Asmayalım da besleyelim mi?” olmuştur. Bu mantıkla hareket eden Kenan Evren cuntası, elli civarında genci idam ederken, onunla birlikte binlercesini gizli katletmiş, onbinlercesini yaralayıp sakat bırakmış, yüzbinlercesini de tutuklayıp işkenceden geçirmiştir. “Anarşi, terör, bölücülük ve yıkıcılığa karşı mücadele” adı altında Türkiye ve Kürdistan’da eşi az bulunur bir terör uygulamasında bulunmuştur. Kenan Evren de her fırsatta “Vatanı ve milletin böldürtülmeyeceğini” söylemiş ve bu refleksle hareket etmiştir.
İkinci terör dönemini simgeleyen söz “Ya bitecek ya bitecek” ifadesi olmuştur. “Terörü bitirme” yaklaşımı temelinde bu sözü kendine slogan eden Tansu Çiller, terör yerine Kürt halkını bitirmeyi hedefleyen bir topyekûn özel savaşın yürütücüsü olmuştur. Bu dönemde onyedibin “faili meçhul” katliam olayının yaşanmış olduğu kabul edilmektedir. Dönemin başbakanı Tansu Çiller de, her fırsatta “Bir çakıl taşı bile vermeyiz” diyerek, bu ağır faşist terörü “Böldürtmeme” refleksiyle uyguladığını ortaya koymuştur.
Şimdi dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın da aynı sözleri söylediği ve aynı refleksle hareket edip benzer bir faşist terör politikasını uygulamaya koyduğu gözleniyor. Gün geçtikçe ve Kürt halkının direnişi sürüp demokratik siyaset geliştikçe Tayyip Erdoğan’ın bu gerçeği daha net bir biçimde açığa çıkıyor. Bu temelde Tayyip Erdoğan’ın Kenan Evren’e benzediği, gittikçe daha çok Çillerleştiği açık bir biçimde görülüyor.
Peki bu durumun ardında ne vardır? Besbelliki Tayyip Erdoğan şimdiye kadar maskeliymiş, kendi gerçek yüzünü gizliyormuş. Gerçekte bir Türk-İslam sentezci, yani dinci milliyetçiyken, sanki liberal, yenilikçi, demokrasiye açıkmış gibi kendini göstermiş. Şimdi yaşanan gelişmeler sonucunda artık bu maskeyi taşıyamıyor ve gerçek yüzü açığa çıkıyor. Birinci yan budur.
Tayyip Erdoğan’ı Çillerleştiren ikinci ve daha önemli neden ise, ABD politikalarıdır. Bilindiği gibi, Tansu Çiller de ilk iktidar olduğunda Kürt sorunu için “Bask modeli tartışılabilir” demişti. Buradan başlayarak “Ya bitecek ya bitecek” nakaratına varan bir topyekûn terör saldırısının sahibi oldu. Elbette onu bu noktaya götüren şey, ABD ile ilişkileri ve ABD-İngiliz politikalarıydı. Şimdi Tayyip Erdoğan’ı da adeta yeni bir Çiller versiyonu olarak yaşıyoruz. Tayyip Erdoğan da “Kürt sorunu benim sorunum” diyerek işe başladı ve şimdi ABD’den aldığı talimatlar doğrultusunda “Kürt sorunu artık bitmiştir” ve “Böldürtmeyiz” demeye başladı. Ve Çiller dönemini aratmayacak bir faşist polis terörünün önünü açtı.
Dahası Tayyip Erdoğan’ın seleflerinden daha çok bir demagoji ustası olduğu gözleniyor. Bu temelde her şeyi çok rahat çarpıtıp tersyüz edebiliyor, yüzü bile kızarmadan her türlü yalanı söyleyebiliyor. Meydanlarda milletin karşısına çıkıp pişkince “Hiç ordu silah bırakır mı?”, “Hiç polis silah bırakır mı?” diye sorabiliyor. Sanki “ordu ve polis silah bıraksın” diyen var! Bunu şimdi düşünen tek kişi herhalde Tayyip Erdoğan olsa gerek.
Yoksa herkes biliyorki ordu ve polis silah bırakmaz. Silah bırakırsa ordu ve polis olmaz. Ordu ile polis silah bırakmaz, bu doğru; fakat Kürt halkı da kendi kaderini ve güvenliğini kendine karşı savaş için eğitilip örgütlenmiş bu katil sürülerine bırakmaz, bırakamaz. Bu gerçek birincisinden daha hayati önemde bir doğrudur. Bunu da Tayyip Erdoğan ve arkadaşları biliyor mu? Kim kimi kandırmaya çalışıyor?
Yaşadığımız kritik ve hayati önem arzeden süreç maskeleri düşürüp gerçekleri daha net ortaya çıkarıyor. Tayyip Erdoğan’ın Evrenleşen, Çillerleşen yüzü artık çok daha net olarak görülüyor. Dolayısıyla Kürt halkı bu düşman yüzü artık çok daha açık olarak görebiliyor. Bunu da meydanlarda faşist polis terörüne karşı gösterdiği kahramanca direnişte ortaya koyuyor. 12 Haziran seçiminde AKP’yi sandığa gömerek de daha net koyacak!..
Selahattin ERDEM
Özgür Politika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
24 Mayıs günü (bugün) 02.00-04.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Girê Nêriya ve Dola Bêtalma alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Mayıs günü akşam saatlerinde Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurkê’nin Şehît Berîtan, Karker ve Koordine Tepeleri ile Hacı Beg alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Mayıs günü saat 21.00 sularında Dersim’in Nazimiye ilçesine bağlı Dost alanı, Şehit Celil Sırtları, Munzur Baba, Doğan Kayalıkları ve Hakis alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından kobra tipi helikopterler desteğinde bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon gizli birliklerin keşif ve pusulamaları ile devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Mayıs günü saat 21.00 sularında Dersim’in Nazimiye ilçesine bağlı Dost alanı, Şehit Celil Sırtları, Munzur Baba, Doğan Kayalıkları ve Hakis alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından kobra tipi helikopterler desteğinde bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon gizli birliklerin keşif ve pusulamaları ile devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 9 Nisan gününden beri Bitlis ve çevresine yönelik olarak korucularında katılımıyla TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Aynı operasyon çerçevesinde 17 Mayıs günü Bitlis'in Şêx Cuma alanına yönelik olarak skorsky tipi helikopterlerle alana indirme yapılarak ve zırhlı araçlarla takviye yapılarak operasyonun kapsamı genişletilmiştir.
- Ayrıntılar