Basına ve Kamuoyuna!
27 Nisan günü 11.00-18.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Girê Nêriya, Kato Sûlê, Dola Bêtalma, Girê Bêtalma, Dola Xantur, Geliyê Pisaxa ile Girê Partizan alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
27 Nisan günü (bugün) 01.00-03.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Bêtalma Vadisi ile Şehît Şêxmus Tepesine yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
23 Nisan günü Bingöl'ün Genç ilçesine bağlı Akdağ alanının Suveren, Sekamerg, Mahabê, Haşber ile Talê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. 24 Nisan günü gerillalarımız ile operasyona çıkan düşman askerleri arasında bir çatışma yaşanmış, yaşanan çatışma sonucunda düşmanın 3 askeri gerillalarımız tarafından öldürülürken 1 düşman askeri de yaralanmıştır.
- Ayrıntılar
Halkların kendi renginde, iradesiyle, öz gücü ve örgütlülüğüne dayanan doğrudan demokrasiyi gerektiren bir sistemdir demokratik özerk sistem. İçinde yaşadığımız çağ ve taşıdığı sistemsel özellik göz önünde bulundurulduğunda Kürtler ve bölge halkları açısından statü belirleyen bu tarzda sistemler geliştirme ve öncülüğü yapma süreç açısından olmazsa olmaz nitelikte çalışmalardır. Bu sistem en çok kadının Ortadoğu da, Türkiye de ve Kürdistan da içinde bulunduğu kölelik statüsünü aşmasına yol açacak, özgürlük alanını genişletecek ve bu anlamda mücadele tarzı, yol, yöntemi zenginleştirecektir. Kadın 21.yy.da toplumsal hayatın her kesitinde, evde, iş yerinde, siyasal, sosyal alanda statüsüzlüğünü demokratik özerk özgür sistemle kazanabilme şansını yakalayabilecektir. Bu gün yaşadığımız çağda erkeğin sınırsız sömürüsünü uyguladığı, iktidarını sinsi ve kurnazca güçlendirdiği, köleliği bin bir maskelerle, cilalarla dayattığı güç kadın gücüdür. Kapitalist uygarlık sistemiyle birlikte katlanarak gelişen ve derinleşen kölelik statüsü kadının artık taşıyabileceği, altından kalkabileceği bir yük olmayıp tarih sahnesinden silinmesi gereken ve artık insanlığın kurtulmak istediği bir cenderedir. Devletçi, iktidarcı sistem zihniyetinin yarattığı geri, egemenlikli erkek karakteri, zihniyeti ve sistemi özgürlük felsefesi karşısında iflasın eşiğine gelmiş bulunmaktadır. Artık toplumların, halkların kendi rengiyle, kadınların öz gücüne dayanarak yaratıkları yaşam seçeneğiyle insanlığa ekmek ve sudan daha gerekli bir sistemdir demokratik özerk sistem. Özü halkların kendi iradeleriyle ve öz güçlerine dayalı kendi yaşamsal alanlarını örgütlemek, ihtiyaçlarını belirleyebilmek, sorunlarına herkesimin katılacağı çözüm gücünü açığa çıkarmak, özgürlükçü, komünal yaşam biçimini oturtmaktır. Toplumdan her kesimin kendi rengiyle ve gücü oranında katılım sağladığı, farklılıkların özgünlüğünün tanındığı, toplumsal ahlakın esaslarına dayandırılan bir sistemdir bahsedilen. Devletle uzaktan yakından ilişkilenmez yine iktidarla, sınırlarla işi yoktur. Bu sistemde bu kavramlara yer yoktur çünkü halkların öz yeterliliğine dayandığından bu kavramlarla pek işleri olmaz. Sadece toplumsal huzur, kardeşlik ve özgürlük getirecektir. Halklar artık mevcut durumda varlıklarını tehdit eden bu egemenlikli, sömürüye ve haksızlığa uğramış, inkâr ve imha politikalarıyla yüz yüze kalmış statüden çıkmak ve böyle yaşamak istemediklerini beyan etmişlerdir. Kürtler Türkiye’de yaşayan tüm halk kesimlerini, farklı inançları olan, farklı kültürel özellikler taşıyan, her kesimden halklara hizmet edecek, bin yıllardır yaşadıkları acıları dindirecek, yaraları saracak bir sistem yaratma arayışı içerisinde bulunmaktadırlar. Çok güçlü kökenlere dayanan bir tarihsel ve kültürel birikime sahip olan Kürtler bu sistemin aslında çok yabancısı değil, tam tersine tarih incelenirse halkların, emekçilerin ve kadınların tarihine bakılırsa görülecektir ki hep var olmuş, toplumsal hafızadan hiç silinmemiş, tarihin derinliklerinde saklı kalmış, toplumun komünal değer yargılarını temsil eden, canlılığını hep koruyan bir değerler toplamından bahsediyoruz. Toplumların yaşam biçiminden tarihten bu güne kendisini taşırabilmiş, kabile, aşiret, etnisite yapılanmalarında var olmuş, öz gücünü, öz yeterliliğini esas alan, kendi sorunlarını kendisi çözebilen, her anlamda toplumunun ihtiyacını tespit edip kendi imkânlarıyla dayanışma içinde giderebilen bir sistem. Demokratik özerklik sistemi en çok ta kadının özgürlük statüsünü belirleyecek, devletin her türlü tecavüzcü sistemini felç edecek, iktidarcı, eril zihniyetin uygulanma zeminini ortadan kaldıracak özgün bir sistemdir. Hem kapitalist sömürgeci sistemin hem devletçi ve iktidarcı sistemin beş bin yıldır kadına dayattığı tarz ve kadını kullanma zihniyeti çokça çözümlenip yazılmış, tartışılmıştır. Bu anlam da tekrarlamayacağım. Ama demokratik özerklik statüsünün kadınlara, halklara, emekçi kesimlere ve özellikle Türkiye ye neler kazandıracak tartışmaları daha da önemli olmakta diye düşünüyorum. Şimdi bu tartışılan sistem esasta kadın eksenli bir yapı taşıdığından daha esnek, çok renkliliği, çok kültürlülüğü, zenginliği kendi karakterinde taşımaktadır. Kadın bu surece hazırlıklı olur, donanımlı karşılarsa, köy, semt, mahalle ve kentlerde örgütlülüğünü geliştirir, derinleştirirse, kendi öz sistemini işletir ve birbirini muhatap alıp sürece yönelirse kazanımlar elde edebilir. Kadının demokratik özerk sistem içerisinde örgütlenmesi Türkiye’nin yaşadığı sorunları temelden çözecek, demokratikleşme hareketini geliştirip derinleştirerek, halklar ve kadın da bu nimetten nasibini alacaktır. Bu sistemin geliştirilip oturtulması için en çok kadının emek harcaması ve en çok bu çalışmada kadının değer yaratması gerek. Neden çünkü kadın bu sistemin en eski yürütücü gücü, sahibi. Demokratik, komünal, barışçıl sistem kadının toplumsallıkta çok uzun süreli yaşadığı ve hâkim kıldığı, kendisinin yarattığı bir sistemdir. Toplumsal değişim, dönüşümde, ahlaki ve politik toplum gerçeğini yaratmada, demokratik özerklik inşasında bu anlamda en kalıcı ve değerli çalışmayı bu anlamda kadın yürütebilir.
Ferzê
- Ayrıntılar
Sözümüz var.
Dağlardan ovalara, kışın soğukluğundan baharın sıcaklığına.
Sözümüz var.
Köylü, kasabalı, kentli, metropollü ve sürgünlü halkımıza.
Sözümüz var.
Azıcık da olsa özgürlük tutkusuyla yaşayan tüm halklara.
Sözümüz var.
Taş dinginliği ve dinazor duygusuzluğuyla bizi kırımdan geçirmeye çalışan Kürdistan ve insanlık düşmanları ile onların hamilerine.
Sözümüz var.
Halkımıza ve tüm ezilen halklar ile inanç gruplarına.
Sizlere özgürlüğü sizlerler birlikte bahşedeceğiz.
Sözümü var.
Yeşil Türk Irkçıları, Arap Şovenistleri ve Fars Şia Şovenistleri ile onların büyük liberal babalarına.
Onlara da cehenemi yol eyleyeceğiz.
Sözümüz var.
Çünkü biz bu kavgaya atılırken söz verdik ve dedik ki, “baş bir yana leş bir yana da olsa özgürlüğü ilmik ilmik işleyeceğiz ta ki kurtuluşa kadar”.
Sözümüz var.
Çünkü biz bu kavgaya atılırken söz verdik ve dedik ki, derviş gibi bir hırka ve bir lokma ile yaşayacağız.
Sözümüz var .
Çükü biz bu kavgaya atılırken söz verdik ve dedik ki, yeri geldiğince bir atmaca gibi enginlere uçarak parça parça düşmana vurarak savaşacağız.
Söz verdik ve dedik ki, bazen bir şahin gibi keskin bakışlarla süzüle süzüle düşmana dalacağız, bir darbede vurup yokedeceğiz.
Sözümüz var.
Çünkü biz bu kavgaya atılırken söz verdik ve dedik ki, öyle bir ruh yaratacağız ki bu yenilmez bir ruh olacak.
Bu ruh dağlardan köylere ve oradan da kentlere öyle yayılacak ki, her Kürt ile birazcıkta kardeşlik duygusunu taşıyan diğer halklardan insanlara da aşılanacak.
Ve öyle aşılanacak ki, her Kürt bulunduğu her yerde bir gerilla gibi direnecek.
Ve öyle olacak ki, ölgün ruhlu olanlar bile Kürdistanı direniş, özgürlük ile eşitliğin kabesi olarak görecek.
Biz böyle düşledik, böyle inandık ve böyle direndik
Biz böyle direndikçe hep bilendik.
Yanılmadık ve yanıltmadık.
Bugünlerde Kürdistan’da tarih yazılırken uğruna direndiğimiz hayallerimiz hepsi birer birer hakikate dönüşüyor.
15 Şubat’tan 8 Mart’a, 8 Mart’tan Newroz ve Newroz’dan 18-19-20-21..... Nisan ile taki kurtuluşa kadar her gün yeni bir özgürlük destanı yazılıyor.
YSK vız gelip tırıs gidiyor.
Bir günde tükürdüğünü dördüncü günde yalıyor.
Hem de paşpaşki gitmek zorunda kalıyor.
Kürtler, T.C’ye yeni bir yenilgi yaşatırken nicelerine ruh, coşku ve devrim umudunu aşılıyorlar.
İmamın Ordusu’nu deşifre ettiğinden dolayı zindana atılan gazeteci Ahmet Şık diyor ki, “Bu ülkeye Kürtler demokarasi getirecek”.
Mithat Sancar diyor ki, “Kürtler sokakta yeni anayasa yazıyor”.
Nuray Mert dedi ki, “Kürtler herşeye öncülük ediyorlar”.
Altan Tan, Türk cellatlarına karşı direnirken şehadet mertebesine ulaşan İbrahim Oruç’un cenaze törenindeki manzara için şunu söylüyordu.
“Bismil’deki cenaze törenine kundaktaki bebek dışındaki herkes katılmıştı”.
Bunlar sadece simge olarak alınan sözlerdir.
Her sokak, cadde ile meydanı özgürlük mevzisine çeviren halkımıza selam olsun.
Selamımız var. Sokakta panzere karşı direnen yiğit Kürt kızlarına, yiğit xortlarına, en çokta küçük generallere bilsinlerki onların emrindeyiz.
Selamımız var.
Batman’da panzere balyoz indiren intikam ruhlu ciwana.
Olaki dara düştüğünüzde bilinki dağlar stargahlarınızdır.
Bilesiniz ki, varlığımız ile özgürlüğümüzün en büyük teminatı dağlardır.
Olaki fedailikte üst mertebeye ulaşmak istiyorsanız bilinki yine dağlar stargahlarınızdır.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Bütün partiler birbirleriyle tartışsa da seçim mücadelesinin esas olarak AKP ile BDP arasında geçeceği anlaşılıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Bayburt’tan verdiği mesaj bunu açıkça gösteriyor. Yoksa gerçekleri tersyüz ederek Başbakan’ın BDP’yi suçlamasının başka bir anlamı olamaz.
Önce BDP’nin seçime katılmasına fırsat ve imkan verilmedi. Ardından BDP’nin desteklediği bağımsız adaylar YSK marifetiyle veto edilerek seçim dışı bırakılmaya çalışıldı. Tam bir Kürt düşmanı terör örgütü olarak hazırlanan polis halka saldırtılarak faşist terör tırmandırıldı. Tüm bunları tersyüz eden Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP sözcüleri ise BDP’yi daha çok suçlar hale geldi.
Bunların arasında bir de bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan ile yağdanlıkları “Artık Kürt sorunu yoktur” savını dillendirmeye ve propaganda etmeye başladı. Bunlara göre “Kürt sorunu çözülmüş, Kürtçe sorunu varmış”! Bir halktan kopuk olarak onun dili nasıl sorun olur, elbette anlamak zordur.
İnsan bu savı duyunca hemen inanamıyor, şaka yapıldığını sanıyor. Çünkü aklı başında insanların ileri süreceği bir şey değil. Fakat bu sözlerin ciddi ciddi söylendiği ve ısrar edildiği görülüyor. Bu durumda elbette herkes soruyor: Ne değişti ki Kürt sorunu ortadan kalktı?
AKP çevrelerinin bu soruya verdikleri cevaplar da şöyle: “Kürt kökenli vatandaşlar”ın varlığı artık kabul ediliyor! Kürtçe türkü söylenebiliyor! TRT-6 Kürtçe yayın yapıyor! Kürtçe öğreten kurslar açılabiliyor!
Kuşkusuz bunlar eskiye göre bir değişikliktir. Eskinin ulusalcı faşist iktidarının kaba inkar ve imha yaklaşımına göre kısmi değişimi ifade ediyor. Ancak bu değişiklikler nasıl yaratıldı ve neyi ifade ediyor? Değişikliklere bu çerçevede de bakmak gerekiyor.
Öncelikle herkes kabul ediyor ki, bu değişiklikler Kürt halkının büyük cesaret ve fedakarlıkla yürüttüğü mücadeleyle yaratıldı. Bunun için Kürtler kırk yıldır direniyorlar. Binlerce şehit verdiler. Yüzbinlercesi tutuklandı ve çok ağır işkencelerden geçtiler. Kısaca hiçbir şey mücadelesiz kazanılmadı. Özellikle de AKP tarafından hiçbir şey verilmedi. Her şey dişe diş bir mücadeleyle kazanıldı.
Diğer yandan mevcut değişikliklerin hiçbirinin kalıcı olmadığını, yani örgütlü Kürt halkı dışında koruyucu bir güvencesi bulunmadığını da herkes bilmektedir. Kısaca bu değişikliklerin hiçbir Anayasal, yasal dayanağı yoktur. Hepsi fiili birer uygulama durumundadır ki, yapıldıkları gibi her an fiilen durdurulabilirler de. Böyle bir durumda hiç kimse bunu engelleyemez.
O halde bu değişiklikler ne anlama geliyor. Kürt halkı açısından, mücadele ederek kimlik ve özgürlük konusunda fiilen bazı gelişmeler yaratıldığı anlamına gelmektedir. Devlet ve AKP hükümeti açısından ise, Kürtlerin gelişen mücadelesi karşısında zorlanarak eskinin kaba inkar ve imha çizgisini yürütememe ve Kürt özgürlük mücadelesi karşısında varlık gösterebilmek için daha inceltilmiş ve maskeli bir inkar çizgisini uygulamaya çalışmayı ifade etmektedir.
Yani AKP’nin “Hak verdik, sorunu çözdük” dediği, aslında Kürtlere karşı mücadeleyi daha da inceltmek ve maskelemek olmaktadır. Kürtlere karşı özel savaşı daha da derinleştirmek ve yoğunlaştırmak anlamına gelmektedir. Ortada Kürt sorununun çözümü değil, Kürt soykırımının daha gizli, sinsi, maskeli yöntemlerle yürütülmesi vardır.
O halde Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP sözcülerinin “Kürt meselesi artık yoktur” demeleri, gerçekte “Kürt yoktur” demeyi ifade etmektedir. Eskisi gibi açıktan “Kürt yoktur” diyemedikleri için, şimdi örtülü bir dille “Kürt meselesi yoktur” demektedirler. Böylece bir yanıltma yapmaya çalışmaktadırlar. Ortada özgürlüğünü tam kazanmış Kürt olmadığına göre, yine “Kürt sorunu da yoksa”, o zaman bütün bunlardan “Kürt yoktur” sonucunun çıktığı açıktır.
Aslında AKP bazı değişiklikler yapmıştır, hakkını yememek gerekiyor. Eskinin Kürd’ü kaba ret ve inkar çizgisi yerine, “Kürt kökenli vatandaş” deyip yine her şeyi “Tek dil, tek millet, vs…” edebiyatına bağlayarak inceltilmiş bir yeni Kürt inkar ve imha çizgisi yaratmıştır. Yani Kürd’ün inkar ve imhası yine esastır; fakat eskiden kaba ret ve açık asker terörü vardı, şimdi inceltilmiş ve maskelenmiş bir inkar ve polis terörü vardır. Kısaca AKP politikası daha sinsi, gizli, oyun dolu ve tehlikelidir.
İnkar ve imha çizgisindeki bu söylem değişikliği, imhayı gerçekleştiren terör yöntemlerinde de belli bir değişikliği içermektedir. Yani eskinin jandarma baskısı ve JİTEM terörünün yerini şimdi polis terörü almıştır. Kısaca jandarmanın yerine polis koydunmu diğer her şey aynıdır. Yine evleri basmak, zindanları doldurmak, işkence ve katliam, yine zulüm ve aşağılama devam etmektedir. Sadece eskiden bunu jandarma yaparken, şimdi polis yapmaktadır. Kenan Evren ile Tayyip Erdoğan arasındaki fark ve değişiklik işte bundan ibarettir.
Yoksa bizzat Başbakan tarafından Kürtler yine aşağılanıyor ve her fırsatta tehdit ediliyor. Her gece onlarca Kürt evi polis tarafından basılıyor, her gün sokakta çocuklar ve kadınlar polis tarafından öldüresiceye kadar dövülüyor. İkibinin üzerinde Kürt siyasetçi tutuklu. Hapisteki Kürt çocuğu, genci binleri, on binleri buluyor. Kürtler yine siyaset dışı tutuluyor. Kürt kimliği ile yine hiçbir şey yapılamıyor. Vs, vs!.. Yani Kürt cephesinde yeni bir şey yok, halkın iddialı ve iradeli mücadelesi dışında.
Başbakan ve AKP sözcüleri ne söylerlerse söylesinler, işte AKP gerçeği budur. Bunu artık herkes görüyor. Dolayısıyla AKP sözcülerine ne Kürtler, ne de demokratik toplum inanmıyor. Artık AKP’nin farklı bir şey yapacağına dair inanç ve beklenti de tükenmiş durumda. Dolayısıyla çare AKP’nin aşılması ve çözüm siyasetinin etkili hale gelmesidir. Bunun için de 12 Haziran seçimleri ciddi bir fırsat durumundadır. Bakalım ciddi bir gelişme yaşanacak mı?!..
Adil BAYRAM
Kaynak: Özgür Gündem Gazetesi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Nisan günü 13.00-16.00 saatleri arasında Medya Savunm Alanlarına bağlı Haftanin'in Şeşdara yamaçları, Bêtalma ve Alanış Vadileri ile Geliyê Pisaxa alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
1. 3 Nisan 2011 tarihinden itibaren Mardin'in Nusaybin ilçesine bağlı Zivingê, Dara, Kewaxê ile Bamine köyleri çevresine yönelik olarak TC ordusu tarafından Memîra köyü korucularınında katılımıyla bir operasyon başlatılmıştır. Pusulamalar şeklinde devam eden operasyon hakkında ayrıntılar tarafımızdan netleştirildiğinde kamuoyuna duyurulacaktır.
- Ayrıntılar
Çok değil daha bu yılın başında hareketimiz tarafından 2011 yılında Kürt halkının yürüteceği mücadelenin, direnişin, ayaklanma ve devrimin Kürt halkının kaderini belirleyeceği tespiti yapılmıştı. Bu tespite gidilirken yıllardır Kürt halkının haklı mücadelesi karşısında resmi devlet politikaları ve iktidarların sorunu derinleştirmek için yürüttükleri politikaların tarafımızca kapsamlı çözümlemeleri ve değerlendirmeleri de yapılmıştı. Ayrıca Kürt halkının artık kandırılmaya, oyalamaya, inkar ve imha politikalarına karşı sabrının kalmaması ve çözümünü kendi irade ve gücüyle gerçekleştirileceğine duyulan güven de bu tespite gidilirken önemli bir veriydi. Yıllardır aktif mücadele yürüten bir güç olarak karşısında mücadele ettiği devletin ve erkanının karakteri bilindiğinden bu tespit yapılmıştı.
Anlaşılması güç olmuş ve oldukça zaman almış olsa da AKP hükümetiyle temsil edilen devletin, Kürt sorununun siyasal barışçıl yollarla çözülmemesi için uyguladığı taktikler ayan olmuş bulunuyor. Son bir aylık gelişmeleri yan yana koyduğumuzda TC’nin ordu, siyaset, bürokrasi, hukuk alanlarında topyekun bir saldırıya kalkıştığı görülebiliyor. Devlet savaş ilan etmiş durumda.
Fakat her zaman olduğu gibi söze bağlılığı bir ilke olarak kabul etmiş ve bu ilkeyi birçok bedele rağmen korumaya gayret gösteren bir hareket olarak bu savaş ilanını belirlenen hareket tarzı çerçevesinde karşılamaktan da geri kalmadık. Yani savaş ilanı da olsa kamuoyunun bunu görebilmesi, farkına varabilmesi için gereken fedakarlıktan kaçınmadık. Her problem karşısında sorumlu tutulan fakat gösterdiği olgunluk ve fedakarlıkların bir türlü görülmediği bir ortamda tek yanlı bir dayatmayla barışın elde edilemeyeceği son bir aylık gelişmelerden de rahatlıkla görülebiliyor.
Kamuoyunun en son BDP’nin desteklediği adaylara ilişkin ne düşünüp düşünmediği, nasıl bir tartışma yürütüp yürütmeyeceği açıkçası artık bizim açımızdan önemini yitirmiş bulunuyor. Bir inkar ve imha planının devrede olduğu, Kürt iradesinin ısrarla baskı ve şiddetle kırılmaya çalışıldığı bir ortamda birkaç milletvekili adayının adaylıklarının kabul edilmemesi o kadar da önemli değil.
Son damla olarak bardağı taşıracak etkide bulunan bu durum sadece Kürtler açısından değil, otuz yılı aşkın bir süredir oluşturulmaya çalışılan halklar ittifakına, devrimci, sol buluşmaya da büyük bir darbe anlamına geliyor.
Türkiye’de tıkanan siyaseti açma potansiyeline sahip bir bloğun oluşma aşamasındaki durumuna dahi tahammül edemeyen bir siyasi erkin olduğu bir ortamda, çözümün halen siyasal yollarla gelişebileceğini düşünmek herhalde en iyi tabirle safdilliliktir.
Evet, her şey çok net.
Kürtlerin Kürdistan’da devlet ve düzen partilerini kovma, devlet gücünü ve etkinliğini sınırlandırma, giderek yok etme hedefiyle yürüttüğü siyasal mücadeleye karşı devlet klasik inkar ve imha politikasını devreye koymuştur. Bu yükselen direnç ve irade karşısında açıkça yenilgilerini kabul etmeyen klasik, statükocu devletçiler ve AKP hükümeti savaşı kışkırtarak yenilgilerine kılıf uydurmaya çalışıyorlar. Bu çabaların da en çok onları yakacak yangına körükle gitmekten başka bir anlamı yoktur.
Bu durumun Kürt halkına öğreteceği yeni bir şey olmasa da tüm Türkiye ve Kürdistan kamuoyunu daha fazla düşünmeye teşvik etmesi gerekiyor. Fakat bu tartışmaların olasılığı artan savaşın önünü alma potansiyelinin artık kalmadığı da görülmelidir.
Yıllardır gerillaların yürüttüğü mücadeleyi kötüleyen, karalayan kesimlerin bu noktadan sonra yürütülen mücadelenin gerekçelerini daha iyi anlaması gerekiyor. Kürt halkının siyaset kanalları kapatıldığı müddetçe, barışçıl, demokratik bir çözümün önüne engeller konulduğu sürece gerillalar olarak dayatılan savaşa karşı gereken cevabı vereceğimiz iyi bilinmelidir. Kürt halkını inkar eden ve imha etmenin yollarını arayan iktidarların ve bu iktidarlarla yolları kesişenlerin bu noktadan itibaren tarafımızca onaylanması beklenmemelidir. Sabırsa sabır yeterince gösterilmiştir. Artık açıkça bir tasfiye politikası yürütüldüğü görülürken elimiz kolumuz bağlı, bir kurban koyun misali biat etmemiz beklenemez. Bunu talep edenler en az inkar ve imha zihniyeti kadar suçludurlar.
Tek seçenek, bir mecburiyet, bir zorunluluk olarak önümüze konulan savaş seçeneğinin çok istemesek de bugünden itibaren yürürlüğe gireceği iyi görülmelidir. Bundan sonra savaşın anlamı da değişmiştir.
Artık savaş, insan olmanın, iradeli olmanın, onurlu olmanın önüne dikilen engelleri kaldırmanın tek yoludur.
Savaş, en iyi niyetlere, eylemsizliğin uzatılmasına rağmen sinsi ve kirli oyunlarla gerillaların peşine düşen anlayışı yıkacak araçtır.
Savaş, her türlü hukuksuzluk ve keyfilikle hakları gasp edilen bir halkın kendi haklarını kazanmasının aracıdır.
Savaş, her gün farklı bir yerde katledilen Kürtlerin geleceği çocuklara özgür ve onurlu bir gelecek sunmanın aracıdır.
Savaş, ahlaksız, kuralsız ve ilkesiz bir toplum yaratarak onlar üzerinden kendilerine gelecek yaratmaya çalışan bir avuç kapitalist uşağı alaşağı etmenin yoludur.
Savaş, inkara, imhaya, baskıya, işgale karşı tek direniş yoludur.
Savaş, hak arayanların hakkını elde etmesinin tek çıkar yoludur.
Madem savaş isteniyor, madem Kürtlere tek çıkar yol olarak bu bırakıldı o zaman herkes ama herkes bu yolun sonunda kendilerini bekleyenlere hazırlıklı olması gerekiyor.
Tüm Kürt gençleri de bu durum karşısında kendi görevlerine sahip çıkmalıdır. Dağlarda, kahraman şehitlerin izinde yürümek, halkını her türlü saldırı karşısında korumak her Kürt gencinin en birinci görevi konumundadır. Artık Türkiye’de var olan bu sistemin hiçbir bireye, özellikle de Kürt bireylerine bir şey kazandırmadığı, sivil ve demokratik mücadelenin bir oyalama ötesinde anlamının bırakılmadığı görülüyor. O zaman Kürt gençleri enerjilerini doğru noktaya kanalize etmesi gerekiyor.
Kürdistan dağlarında yer alınarak düşmanın yüzüne güçlü bir tokat vurulabilir. Ancak bu şekilde işgalci, faşist düşman geriletilebilir, özgür, yaşanılabilir bir toplum yaratılabilir.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Dalgakıran; “Kıyı kuruluşlarını, tekneleri, dalgaların yıpratıcı etkisinden korumak yine gemilerin yük alıp boşaltmasını sağlamak amacıyla liman ve iskele önlerine yapılan uzun set” diye tanımlanıyor.
Bilinen dalgakıran yukarıda tarif edilendir. Birde dalgakıran derken yüklenen anlamları vardır. En bileneni ve yaygınca kullanılan olanı birilerinin önündeki engelleri kaldıran, varsa engelleri aşan ya da birilerine dönük olacak olanları koruyan, engelleyen anlamındadır.
Daha önce polisin devlet yapısı için ne kadar önemli olduğunu, nasıl vazgeçilmez olduğunu, kutsallaştırılmasının kısmen de olsa nedenlerini söylemeye çalıştık. Hatta bir Japon atasözünün “Hırsızlık yapanı bağışlayabilirim, ırza geçeni bağışlayabilirim, adam öldüreni bağışlayabilirim, imparatoruma kılıç çekeni bile bağışlayabilirim, ama polisime el kaldıranı asla!” diye bittiğini de yazmıştık.
Özcesi polis devlet yapılanmasının belki de en büyük koruyucu zırhı olarak her zaman rol oynamıştır. Polise atfedilen; adlî, siyasi, idari ve trafik görevleri kâğıt üzerinde yazılanlardır. Kendilerince belki yukarıda dile getirilenleri de yapıyorlardır. Ancak asli görevlerinin devletin bekçiliğini yapmak olduğu kesindir. Buna da siyasi görevler diyorlar.
Özcesi polis devletinin koruyucu bekçisi olarak görev yürütüyor. Devletin ise daha çok bir zor aygıtı olarak işlev gördüğünü de biz ekleyelim. Devlet belki de insanlık tarihinde en kirli oluşumların başında gelmektedir. Devlet iktidar demektir. Zor demektir. Kan demektir. Baskı ve zulüm demektir. Ve tabii ki sömürü demektir. Tahakküm demektir. İnsanların emeklerini çalmak demektir.
İşte tüm çalıp çırpmaların koruyucu meleği polistir. Polislerdir. Burada iyi ya da kötü polis yoktur. Burada şu polis bu polis yoktur. Polisin üstlendiği bir misyon vardır. O misyon ise halkları baskı altında tutarak ezmektir. Güvenliği sağlama, iç disiplini sağlamaların tümü safsatadan ibarettir. Esas olan görev toplumu sindirmedir. Rapt u zapt altında tutmadır, istedikleri çizgide yürütmedir. Özcesi polis dalgakırandır. Devletin dalgakıranı.
Ve bugün devlet eşittir AKP demek hiçte yanlış olmayacaktır. AKP adım adım devleti ele geçirerek kendi rejimini oluşturmaya devam ediyor. Bugün devletin birçok kurumunu bizatihi AKP yürütüyor. YÖK, TBMM, YARGI, YÜRÜTME, CUMHUR REİS, YSK, YGS, DİYANET, TRT ve daha burada saymadığımız onlarca böyle kurum ve kuruluş artık AKP’nin denetimindedir. Ve bunların dışında en ileri düzeyde ve en erken el atılan kurum ise Polis Teşkilatıdır. Polis teşkilatı AKP’nin ve Fettulahçıların kendilerini en ileri düzeyde içinde örgütledikleri kurumdur.
Eğer AKP’nin politikalarına bakmak istiyorsak, AKP’nin ne yapmak istediğini öğrenmek istiyorsak polise bakmamız yeterlidir. Çünkü polis bizzat AKP’dir. AKP’nin politikalarını ilk pratikleştiren güç polistir. Polis teşkilatıdır. Bir nevi AKP’nin turnusol kâğıdı polislerdir.
Bugün Kürdistan’da ya da Kürt sorununa yaklaşımda polisin yaptıklarına bakarak AKP’nin ne yapmak istediğini anlamak zor değildir. Çünkü polis AKP’nin dalgakıranıdır. AKP’nin ruhudur. AKP’nin kendisidir.
Ve bugün Kürdistan’da saldırıya geçmiş bir polis örgütünü görüyoruz. Bu saldırıya geçmiş bir AKP’dir.
Bugün çoluk çocuklara gaz bombalarıyla, tazikli suyla, coplarla saldırıya geçen bir polis görüyoruz bu halkımıza karşı saldırıya geçen bir AKP demektir.
Bugün polis adeta Kürdistan’ın her yerinde Kürtlerin karşısına dikilen bir güç olarak karşımıza çıkıyor. Bu esasta topyekûn Kürt toplumuna karşı atağa geçen, ezmeyi hedefleyen bir AKP demektir.
Kürt halkına karşı saldırıya geçmiş AKP’nin koruyucu zırhı polisler ise, yani dalgakıranları polisler ise o zaman ilk yapacağımız iş bu dalgakıranları aşmaktır.
Dalgakıranları nasıl aşacağız. Herhalde birinci yöntemi dalgakıranları ortadan kaldırmaktır. Bunu yapabiliriz miyiz? Herhalde yapamayız. Ama dalgakıranları bir Tsunami dalgası gibi aşarak AKP’ye ulaşabilir miyiz? Evet, bunu yapabiliriz.
O zaman yapacağımız ilk iş AKP’nin dalgakıranlarını gördüğümüz her yerde dalgakıran olmaktan çıkarmak için tüm gücümüzle bu dalgakıranlara yönelelim.
Özcesi, AKP’nin dalgakıranlarını dalgakıran olmaktan çıkarmak, her Kürt gencinin ve özgürlük isteyen bireylerin görevi olmalıdır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar