PKK Önderlik gerçeğinin de fiilen başlamasının yirmi beşinci yılına girerken, bunun Kızıldere şehitlerinin anısıyla bağlantılarını söylerken, aynı zamanda dönemin güçlü Türkiye devrimciliğinin bu şahadetle büyük kaybını değerlendiriyor ve en önemlisi de, günümüzde nasıl ileri bir atılımla cevap vermemiz gerektiğini, devrimci sorumluluğumuzun bir gereği olarak, tarihe karşı görevlerimizi gözler önüne getirerek cevap verme gereğini duyuyoruz.
Türkiye devrimciliği, günümüzde çok cılız, zavallıca durumdadır. Halbuki biz fiilen başladığımızda bu devrimcilik, öldürücü bir darbe yemesine rağmen, güçlüydü ve sıcağı sıcağına biz de bu etki altındaydık. Hiç şüphesiz bir darbeyle bir devrimcilik eğer bu kadar öldürücü bir etkiye maruz kalıyorsa, bunun temelinde, o devrimin ve önderlerinin bazı zayıflıkları, hataları aranmalıdır.
Türkiye devrimciliği 1970'lerde teorik olduğu kadar, pratikte de birçok yanlışlığı ve en önemlisi de eksikliği, hazırlıksızlığı içeriyordu. Ama devrime inançlılık, kararlılık da bazı kişiliklerde ve hatta örgütlenmelerde kahramanca düzeydeydi. Öyle ki, bu bizi oldukça etkilemişti.
Bugün yürüttüğümüz Kürdistan Ulusal Demokratik ve Sosyalist Devrimi, büyük bir aşama kaydetmiştir ve Ortadoğu’da büyük bir etkiye ulaşmıştır. Ama Türkiye devrimciliğini dalga geçmek için burjuvazi ağzına almaktadır. Eski devrimciler şimdi nasıl basit bir iş karşılığında kendilerine hizmet ediyorlar. Ancak anılarını şenlendirmek için, eğlendirmek için kullanıyorlar. Kendini bu duruma düşüren devrimcilik, hem öfkelenmesi, hem de gülünmesi gereken devrimciliktir. O direnmeler, o şahadetler, bu işkenceler böylesine karşılıksız kalmamalıydı.
Biz Türkiye devrimciliği üzerine epey değerlendirme sunduk. Onları tekrarlayacak değiliz. Ama bir çeyrek asrın yakıcı derslerini de göz önüne getirmek hayli önemlidir. Türkiye’de bugün devrimci hareketler vardır. Ama o kadar cılız, ideolojik içerikten ve devrimci atılımdan yoksun ki veya en azından, bunlara yol göstermekle yükümlü olan sözüm ona tecrübeli kişilikler o kadar düzene boyun eğmiş ki, 1970'lerin şahlanışını beklemek hayaldir. 70'ler devrimciliği gerçekten bütün kusurlarına ve yanlışlıklarına rağmen kahramancaydı, inançlıydılar, oldukça düzene de kafa tutuyorlardı ve çok iyi de öğrenmek istiyorlardı. Ama zaman bulamadılar ve en önemlisi de kişiliklerinin oluştuğu zemin onları her türlü hata yapmaya adeta teşvik ediyordu. O zemin, dayanılır bir zemin değildi. O zemin üzerinde savaş da fazla yükseltilebilirdi, ama başarıya götürecek bir savaş değildi.
Bu anlamda o kahramanları da kesinlikle suçlamıyoruz. Bu zemine rağmen bu büyük başkaldırı soyludur ve halkların belleğinden asla silinemez. Ve bizim mücadelemizin tarihinde de her zaman saygıyla, minnetle anılacak bir baş kaldırıştır. Ama buna rağmen bu kadar kısa sürede tasfiyeleri, adlarının tarihin karanlıklarında anılmaz oluşları üzerinde burjuvazinin çok çeşitli partilerinin en faşistinden en sağda Müslüman’ına kadar hesap sormaları, bu mirası yemeleri hayli üzüntülüdür. Ve en önemlisi de devrimciliği bir gayri-ciddiyet, bir alay konusu olarak belleyenlerin bu miras üzerinde hâlâ oynamaları da o denli öfkelendiricidir. O halde yapılması gereken; bu kahramanca başkaldırının dayandığı zemini ve eğer illa ders çıkarılacaksa, onun başarısının nelere bağlı olduğunu gösterebilmektir.
PKK devriminin çözümlenmesinde de ortaya çıkan, düzene ne kadar isyanla baş kaldırılırsa kaldırılsın, düzenden etkilenen kişilikler, düzenin tuzaklarını yenemezler. Militan savaşımını düzenin tüm etkilerine karşı amansız veremeyenler; er geç bu düzenin dolaylı veya direkt tuzaklarına düşüp amaçlarına, inançlarına ters düşmeye veya en azından miraslarının çarçur edilmesine uğramaktan kurtulamazlar. Bunun için şunu çok açıkça görüyoruz; PKK deneyimi başına da yüzlerce böylesine olumsuz gelişme kendisini dayatabilirdi, ama bizim hem çözümleme, hem de inatçı pratiğimiz, zemini öz zeminimiz haline getirme savaşı, kişilikleri tamamen devrime teslim olmuş, onunla bütünleşmiş kişilikler haline getirme savaşımımız; bu zaaflara da, onun zeminine de en büyük cevap olmuştur.
Denilebilir ki, PKK’nin büyüklüğü bu zaaflı, kaypak ve yiğit insanları bile rahatlıkla götürebilecek zemini kendi somutunda kırmak, bunun yerine devrimci bir zemini her düzeyde egemen kılmak için derinlik savaşımını ve bundan çıkarak kişilik savaşımını en ileri düzeye getirmektir. Bunu başardığı oranda da kendi gelişmesini sürdürmektir. İşte cevap buydu, başarının da temelinde bu yatıyordu.
Tekrar Türkiye devrimciliği bu gücü gösterebilecek mi? Öyle anlaşılıyor ki, bu çok zor olacak ve verilen birçok sözün de hayat bulması Kürt-Kürdistan kişiliğinden daha etkili bir biçimde kendi kişiliğini yaratmış, günde bin defa kendi yaşamını “Amentü” gibi belletmiş, adeta onsuz yaşam olamaz, alternatif yaşam tipi olamaz biçiminde bir egemenliği ruhlara, beyinlere sonuna kadar egemen kılmış ve alternatif adına, söz adına söylenen her şeyi havada kalmaya mahkum bırakmıştır.
Devrimcilik, Türkiye koşullarında bir lafazanlık örneği olarak incelenir. Yaşamda yeri olan, yeni yaşamın iddialı bir kimliği, kişiliği olarak asla değerlendirilemez. Bu gerçeklik en iddialı başkaldırı kişiliklerini bile kısa bir süre sonra karikatürize olmak durumunda bırakmıştır. Bu çok acıdır, ama bir gerçektir. Buna rağmen devrime inananlar, devrimle yaşamak gerektiğine karar verenler, eğer samimilerse, bu talihsizlik zincirini kırmak zorundadırlar. Bu yiğitliği gösteremeyenler eylemde, örgütlenmede sürekli başarı sağlamayacaklarını da başından bilmek durumundadırlar.
Her koşul altında ideolojik-siyasi gerçekliği başarıyla tüm koşullarına uyarlanacak kadar sürekli geliştiremeyenler devrimde alternatif olamazlar. Arada-sırada devrimci lafazanlıklarla genelde olduğu gibi Türkiye devrimciliğinde de milim kadar adım atılamayacağını peşinen bilmek zorundadırlar. Devrimcilik bir kişilik düzeyinde de olsa, kendini en kudretli bir biçimde düzene alternatif kılmaktan geçer.
Yanı başındaki yaşama karşı, düşmüş, bitmiş, yenilmiş yaşama karşı kendini alternatif haline getirmeyenler, onun inancını, onun ruhunu, onun bizzat yaşam gücünü gösteremeyenler, asla düzene başkaldırıda bulunamaz, bir anlam ifade edemezler.
PKK Önderliğinin bu konuda en bariz yönü; kendi içinde düzene teslim olmama, düzenin zeminine yaklaşmama, tek de kalsa kendi zeminini esas alma ve bu zemini başarısı için olağanüstü bir duyarlılıkla kitleye ulaşma, örgüte ulaşma eylemi yaratma olarak da tarif edilebilir. Hiçbir şey yapamıyorsan, kendi kişilik zemininde sağlam kal, düzene teslim olma, etkisi altında kalma. Yapabilirsen düşüncenle başkaldır. Daha da güçlü isen eylemini, örgütünü geliştir, savaşını geliştir. Yoksa ağır düzen etkileriyle, iki de bir düzenin şu veya bu etkisi, ailenin, toplumun gerici etkileri demekle hiç kimse kendini aldatmamalıdır. Artık bu tip sözleri bırakmak gerekir.
Madem düzenin bu kadar etkisi altındaysan, madem ilk adımda devrime başlarken yapman gereken ilk işin olan bıçakla keser gibi düzenle ilişkilerini kesmesini ruhta, düşüncede yapamıyorsan; o zaman ayak bağı olma, kendini aldatma! Halen utanılası etkilerden bahsediyorsunuz. İşte bundan bahsetmek, bizde binlerce örneğinde olduğu gibi, Kızıldere'de olduğu gibi, kan revan içinde kalmak gibi bir sonuca götürür. Devrimci militan kişilik, kendini büyük hesabın sahibi yapmak zorundadır. Kaba bir isyancılık yetmiyor, daha da kötüsünün başa gelmesine karşılık olamıyor.
O günleri hatırlıyorum, 31 Mart’ta biz bir boykotla karşılık vermiştik. O gün bugündür, bu fiili Önderlik sorumluluğu bizim omzumuza yıkıldı. Biz o anılara ters düşmek istemedik. Devrimciliğin sorumluluk anlayışıyla elimizden geldiğince bir şeyler yapalım dedik. İlk günü bir boykot gerçekleştirdik. İşte bugün yirmi beşinci yılındayız. En kapsamlı bir savaşı, her şeyin bittiği, yenilgiye gittiği günlerden günümüze doğru getirdik ki; bize de, adımıza hareket edenler de binlerce Kızıldere'yi dayattılar. Onların yenilgi anlayışına karşı direnerek, bugün yenilmez bir savaşım düzeyini ortaya çıkardık. PKK Önderlik gerçeğinin en belirgin yönü budur. Türkiye tarihinde de, Kürt tarihinde de yenilmiş eylem anlayışını aşmak, başkaldırı anlayışını aşmaktır. Hep buna daha fazla büyük bir tepkiyle karşılık verdik.
Kızıldere'de çıkarılması gereken önemli bir ders de, bizde artık anılmak bile istenilmeyen bu intihar pratiğini geliştirmektir. Bunu mahkum etmeye çalışıyoruz. Bunu anlamanız gerekir. Varsa şahadetlerden bir ders çıkarma, bunun yolunu bulmak zorundasınız. Anlayışla, saygıyla anarak, minnet duyarak, yoksa kendi kaprisli, çoktan yenilmiş, bitmiş kişiliğini ölüm çizgisinde tutarak hiç kimse şahadetlere layık olamaz, hatta o şahadetlerin karikatürü bile olamazsınız. Maalesef bizim başımıza gelen, böyle ucuz şahadetler gerçeği oluyor.
O ilk şahadetlerin anlamı büyüktür. Biz onun ürünüyüz. Ama daha sonraki şahadetlerin anlamı küçüktür, kıymeti yoktur. Çünkü karikatürün karikatürü oluyor. Şahadetlerden ders çıkarmasını bilenler ordu kurar, yeni toplum kurar. Ama onların anısına doğru karşılık vermeyenler er-geç ihanete, yenilgiye gider. Sorumlu olmak zorundayız. Bu şahadetleri kesinlikle küçük göremeyiz.
PKK Önderliği özellikle sorumluluk Önderliğidir. Şahadetlerin anısına bağlı Önderliktir.
Her şeyi buna göre ayarlayan tarihi bir yürüyüş Önderliğidir.
Bunu anlamamak küstahlıktır, gereklerin yerine getirmemek sorumsuzluktur, hafifliktir. PKK’nin Önderlik gerçeği zincir gibi bu yirmi beşinci yılında bağlanmış, halka halka birbirine eklenmiş, sökülemez bir gerçekliğin de ifadesidir. Öyle sandığınız gibi kendisini bela yaparak, kırık halkalar gibi her gün sökülerek PKK Önderlik gerçeği anlaşılamaz ve kırılamaz. Yapılması gereken doğru anlamak, mümkünse bir halka olup eklenmektir.
Biz de bu büyük şahadetlere büyük değer biçtik, büyük üzüldük; ama bağlılığı da büyük bir adımla başlattık ve günümüze kadar getirdik. Sizlerin yanı başında binlerce şahadet yaşandı, bir tanesini büyük ele alsaydınız ve büyük bir olayda büyük bir başarıyla cevap verseydiniz, onu zincirleme yaşamınıza yer açtırsaydınız, bugün Kızıldereler yirmi beşinci yılında böyle sönük karşılanmazdı ve bir çok zafer yılı olarak değerlendirilebilirdi. Ama zayıf devrimcilik, tarihi büyüklüklere cevap olmasını bilmeyen, maalesef Türk Solu’nda ondan da öteye bu mirası daha da kötü kötü yiyen burjuvaziye peşkeş çeken kişiler, böylesine görkemli adımları, çok kahramanca direnişleri bir kez daha ancak katlederler. Ve yaşanan budur. Ne kadar yazık!
Ben adım gibi biliyorum ki, o şahadetler büyüktü. Ve hepsi henüz yirmi-yirmi beşinde büyük bir tutkuyla, cesaretle sonuna kadar direndiler, teslim olmadılar. O büyüklüğü hiçbir zaman göz ardı edemeyiz. Ama şimdi sanki olmamış gibi yerinde yeller esiyor. Böyle binlerce şahadet var. Onların da yerinde sanki yeller esiyor. Çoğunuz farkında olmak istemiyorsunuz. Bunlar gaflettir ve bellekler böyle yitirilirse, bu kişilikler asla tarihe bir cevap olamazlar.
Büyük kişilikler, şahadetleri, al kızıl kaynağı haline getirenler, bu büyüklüğü, dürüstlüğü gösterenler asla yenilmezler. Demek ki, çıkarılması gereken en temel ders de bu şahadetlerdendir. Biz bağlılığımızı gösterdik. Bunu büyüttükçe anılarına yaraşırcasına yaptık ve büyük gururla bunu söylüyoruz ki, PKK Önderliği şahadetler Önderliği olarak da değerlidir. Yalnız Kürdistan'ın değil, Türkiye’nin de devriminin en etkili ismidir. Neden? Çünkü şahadetlerin anısına bağlı kalınmıştır.
Lafla değil, amansız bir savaşımla bağlı kalınmıştır. Bunun için sadece kaba bir direniş gösterilmemiştir, tarihi didik didik etmiştir. Onları yanılgıya götüren Kemalizm’i incelemiştir. Türkiye kapitalizminin bütün esaslarını incelemiştir. Halk savaşı adına incelemiştir. Türkiye kişiliğini ve bunun içinde en başta da kendi kişiliğini masaya yatırmıştır. Bütün yönleriyle didik didik incelemiştir, gözden geçirmiştir ve sonuçta alternatif kişiliği ortaya çıkararak, bu büyüklüğe en sağlam yolu döşemiştir. Neden anlaşılmasın? Ciddi olanlar, “ben de bu işte varım” diyenler, neden aynı kendi savaşımı yaşamlarında göstermesinler? Bana göre şahadetleri esas almak gerekir. Anlam ve önemine an be an bağlı kalınarak göstermek gerekir.
Bugün Türkiye ağır bunalımlar içerisindedir. Halkı 1970'lerden bin kat daha kötü koşullarda yaşıyor. Hele onun sahibi, sözcüsü olması gereken devrimcilerin durumu çok zavallıcadır. En temel hakları elinden alınıyor, ses bile çıkaramıyorlar. Her bakımdan yaşam düzeyleri düşmüş, sendikalar çoktan işlevini yitirmişler. Sermaye baskı ve sömürü gerçekleştirirken, en ufak soldan bana bir tehdit gelir diye korkmamaktadır. Türkiye emperyalizme peşkeş çekilirken, tek bir onurlu bağımsızlık savaşçısının olmadığını bilerek satmaktadır. Türkiye başbakanı bir Amerikan vatandaşıdır. O adeta Türkiye'nin gülü olarak sunuluyor. Bu kadar düşürülmüşlük vardır. Peşkeş çekilmeyen hiçbir değer kalmadı. Bu piyasanın en geçerli dilidir. Emek bütünüyle ihanete uğramış, gözden düşürülmüş, sahipleri ona anlam vermeyi, ona bir tepkiyle karşılık vermeyi bile ne düşünebilmekte, ne de cesaret edebilmektedir.
Neden bu böyle oldu? İşte şahadetlerin anlamı yitirilirse ve üzerine de kötü bir miras yedicilik gibi oturulursa, bunun böyle olması kaçınılmazdır. Devrimlerin mantığında ya zafer vardır, ya karşı-devrimciliğin zaferi vardır. Orta yolu yoktur. Muğlaklık, karşı-devrimin mükemmel bir zaferidir. Sonuç; halkın içinde bulunduğu bu acıklı sefalet durumudur.
Bugün Kürdistan halkı yükselen bir halktır. O da bu gerçekliklerle bağlantılıdır. Onun için ortaya koyuyoruz. O halde, bunlar gün gibi açıkken, yapılması gereken, varsa Türkiye ortamı içinde somut bir devrimci planı olanlar ve “ben de devrimi esas alacağım” diye ısrar edenler, bunu kendi kişiliğinde, kimliğinde, yıllarca da sürse tek başına bir savaşımda nasıl anlamlı göstermek gerektiğini PKK deneyiminden mükemmel dersler çıkararak, yine mükemmel bir uygulamayla adım adım ilerleyerek, yenerek gösterelim.
Kaldı ki, bu tüm ihanetlere rağmen biraz üzeri eşelenirse canlıdır, akkor halde kızgındır. Sınıfsal çelişkiler çok ileri düzeydedir. Yine demokratik istekler çok güçlüdür. Her an pırıldatılabilir, alevlendirilebilir. Dolayısıyla ne kadar durum olumsuz da olsa, Türkiye’de devrimci gelenek, yeni anlayış, tutum kişiliğiyle büyük gelişmeye de uğratılabilir. Örgütlenmeler ve eylemlilikler daha da hızlı geliştirilebilir. Yeter ki doğru bir Önderlik anlayışıyla karşılık vermeyi bilelim.
PKK tarihi incelenerek, bir kez daha Türkiye Sol pratiğinin bu temelde gözden geçirilmesi sağlanarak, doğrular çarpıcı bir biçimde yakalanıp temsil edilebilir. Bu hiç şüphesiz yüzlerce kayıplar vermektense, sağlıklı bir incelemeyle en kestirme yoldan hızla gelişen bir devrimci pratiğe, onun örgütlenmesine ve savaşımına götürebilir. Görev budur!
Günlük savaşım, Kürdistan’da özel savaş birliklerini yendiği oranda, Türkiye’deki demokratik savaşımın da zaferinin yolunu ardına kadar açmaktadır. Kürdistan Devrimi her zamankinden daha fazla Türkiye Devrimi’dir. Bu oldukça kendisini açıkça gösteriyor. Yapılması gereken Türkiye kolunu daha fazla çalıştırmaktır. Oldukça hazır bir zemin ve Kürdistan Devrimi'nin günlük etkilerini doğru bir anlayışla, özellikle örgüt ve çalışma tarzıyla hayata geçirmektir. Görülecektir ki, burada vurulacak etkili birkaç darbe, devrimi daha da yakınlaştıracaktır. O çokça söylenen ortaklaşa devrimi, omuz omuza devrimi, halkların kardeşliğini, özgürlüğünü birlikte sağlayacaktır. Kızıldere Şehitlerinin anısından çıkarılması gereken en temel bir görev de budur.
Burada çok iyi bildiğiniz gibi halkları temsil eden militanlar da vardır. Bizzat halkların kardeşliğini sözleriyle söyleyen ve bunu kendi örgütlerine taşıran kişiliklerin şahadetiydi. Halkların adeta mozaiğiydi o grup. Çeşitli etnik topluluklardan geliyorlardı. Türkiye halkının, yine özgür Kürdistan halkının bir şafağı durumundaydılar. Onu da ben iyi hatırlıyorum. İnandığım için de bu eylemi düzenlemeyi amansız görev belledim zaten. Eminim ki, bu görevleri gerçekleştirmekle, onların ruhu şimdi şaddır ve rahattır. Dökülen kanlar boşa gitmemiştir. Ama isterdik ki, bu bizim yalnız PKK’nin direniş gerçeğinden ifade edilmesin, öz örgütüyle Türkiye halkının da bünyesinde anlam bulsun.
Yine inancımız odur ki, bu temelde daha hızlı Türkiye somutuna da yüklenilerek, görevleri bilince çıkararak, eğitim, örgütlenme başta olmak üzere, küçük adımlardan savaşçı eylemi geliştirerek gereken karşılığı verebileceğiz. Yıllardır biz de Türkiye Devrimi üzerine söylüyoruz. Şimdi daha kararlı bazı adımları da atıyoruz. Umuyoruz ki, gerilla da dahil olmak üzere, ideolojik, siyasal atılımlar peş peşe bu önümüzdeki yirmi beşinci yılda anlamlı bir biçimde başarıyla yer bulacaktır. Zaten kıpırdama, öğrenci hareketleri, memur ve işçi, köylü tepkileri de hızla kendini dışa vurmaktadır. Bu sağlam devrimci mirasın yeniden işlenmesiyle ve doğru bir teorik ifade kadar, sağlam siyasi esaslara bağlanarak, yine sağlam örgüt anlayışı kişiliğine kavuşturularak, en önemlisi de doğru eylem biçimleri, taktikleri kullanılarak, devrimin bu kolu da hızlı çalıştırılacaktır. Ve halkların ortak zaferine her günden daha fazla yakınlaşılacaktır.
Biz bu temelde bu günü anıyor ve o günden beri bağlılığımızı bir eylemle başlayarak göstermeyi, bugün en kapsamlı bir savaşa yansıtarak göstermeyle devam ettiriyoruz. Bu, zafere kadar da böyle gidecektir.
Bu anlamda diyoruz ki, Kızıldere Şehitleri de ölümsüzdür ve bu temelde devrimin yirmi beşinci yılında tüm şehitleri de PKK devriminde, onun zaferle yürüyüşünde ölümsüzdür.
30 Mart 1996
Rêber Apo
- Ayrıntılar
Kürt halkının direnişi giderek yükseliyor. Öyle ki insanın “başı göklere değiyor” diyesi geliyor.
Başı göklere değiyor cümlesi bir övgüyü, gururu, kendine güveni ifade ediyor.
Kürt halk tarihi irdelendiğinde böylesine kendisine güveni yüksek, mağrur ve kendisiyle barışık olma süreçlere az rastlanır. Kürt halkının direnişlerle örülü bir tarihi vardır. Direniş tarihinin yanında bir de ihanetin tarihi vardır. Ne yazık ki Kürt halk tarihinde ihanet genelde direnişlere galebe çalarak büyümüştür. Böylelikle ihanet sıradan bir olgu haline getirilerek içselleştirilmiş ve de kanıksanır hale gelmiştir.
Kürt halk tarihinde her zaman olmasa da egemen diye bilinen üst sınıflar kendi kültürel değerlerini koruma yerine baskılayan kültürlerin hâkimiyetini hem erkenden kabullenmişler hem de erkenden egemen kültüre monte olmanın yollarını aramışlardır. Ne de olsa egemen olan, baskılayan, güç olanların yanında, onların kültürüyle oturup kalkmanın getirileri vardır. Hegemonların gözdesi olmak demek Hegemonların Kürdistan’da temsilcisi olmak demektir. Bu ise dediğimiz gibi önemli getirileri olan işbirliğidir.
Maalesef bu getirisini alan işbirliği de tarihi süreç içerisinde kanıksanır hale gelmiştir. Saygın bilim adamı İsmail Beşikçi hocamızın geçmişte “bu öyle bir kanıksanmadır ki, kendi değerlerine ihanet edişin farkında bile değildir” demesi gibi bir durumdur.
Kürt halk tarihi böyle yüzlerce kanıksanmış durumla doludur. Boydan boya bir ihanet kültürü bugünlere kadar taşınırken çoğu kez bu ihanet kültürü görülmez olmuştur. Egemenin kültürüyle, diliyle, zihniyetiyle yapılanıp sonra da Mangurtlar gibi kendi toplumunun başına musallat edilmişlik ciddi bir toplumsal hastalıktır. Ne var ki bu hastalık, hastalık olarak görülmemiş, bunun yerine halkın yanında ya da halkla birlikte ayağa kalkanlar her zaman “delilikle, maceracılıkla, provokatörlükle, oyunbozancılıkla, toylukla ve hatta deli gömleğini giymekle” itham edilmişlerdir.
Özcesi yerin dibine girip saklanması gerekenler meydanlarda alenen, hatta başı dik dolaşırken, başı dik ve onurlu yürümesi gerekenler gizlenerek söyleyeceklerini ancak söyleyebilmişlerdir.
Evet, Kürdistan bu hale getirilmişti. Ancak devir değişti, çağ değişti ve Kürtler büyük komutanımız Serbest Kıçi yoldaşın dediği gibi “Gün geçer zaman aşıp gider. Şişenin kapağı aşınır, gevşer ve bir avuç genç cinler kapak arıklarından dışarı sızmayı başarırlar.” Dışarıya sızmayı başaranlar eşine ender rastlanır bir direnişle, fedakârlıkla, özveriyle, irade yüklü bir dayanma gücüyle var olmanın sırrını bulurlar. Sırrı sadece kendilerine saklamazlar, bedeli ağır ve pahalı da olsa bu sırrı tüm halklarla –öncelikle de-Kürt halkıyla paylaşırlar. Ve bu sırrın etrafında yeniden bir direniş kültürü şekillenir. Artık egemenlerin galebe çalamayacağı, işgalcilerin bekçiliğini yapanların paralanmayacakları, reisliğin, beyliğin fiyakasız kaldığı tarihi bir sürece evrilmiştir.
Evet, artık direniş kültürü birkaç cin olmaktan çıkarak tümden cinleşen bir halk haline gelmiştir. Ve artık direnişle örülen bu halk kendi yolunu çizmeye başlamıştır. Kendine son derece güvenen, kendisiyle son derece barışık, saflarını netleştiren, dost düşman ayırımını iyi yaptığı gibi, direnişçinin yanında işbirlikçi olanı ret eden bir pozisyona gelmiştir.
Artık bu halkın başı göklere değecek düzeye gelmiştir. Artık bu halk kendisi olmaktan gurur duyan bir duruma gelmiştir. Artık bu halk tarihin şafak vaktinde Newroz ateşini çakan o halk olmaya geri dönmüştür.
Artık yeniden o halk olma gururunu yaşıyor. Ortadoğu halklarına Newroz ateşiyle barışa, kardeşliğe, birliğe, direnişle birlikte özgürlüğe, adalete ve eşitliğe öncülük eden konumuna yeniden gelmiştir. Newroz halkı yeniden Medleşmiştir. Tarihin şafak vaktinde halkların ortak kardeşliği için kendisini katık yaparak direnen ve bu direnişle de zalimlerin kalelerini yerle bir eden halk olmasını yeniden bilmiştir.
Evet, Newroz halkı, evet Newrozlaşan halk, sizin direnişinizle başımız göğe değiyor, sizinle bir daha gurur duyarak sizin için ölümün üstüne üstüne gitmeyi kendimiz için sadece ve sadece gururlanacak bir eylem olarak görüyoruz.
Newrozlaşan halkın o tülbentli analarını, taşlı çocuklarını, yeşil kırmızı sarı renkli gençlerini, halayın başından inmeyen nur yüzlü yaşlılarını, melek yüzlü kızlarını, halkıyla selama duran mele, pir ve dedelerini, dışarıda ve içerde direnen Kürt halkının siyasetçilerini, sivil toplumcularını, sanatçılarını, sağlıkçılarını ve burada sıralamadığımız kendilerini direniş kültürüne adayan başka çevrelerinin hepsine ama hepsine gerillalar olarak saygımızla birlikte en derinden beslediğimiz sevgilerimizle karşılarında selama durduğumuzu bilmelerini isteriz.
Newroz halkının bir evladı, bir gerillası olmak bize sadece ve sadece onur verir. Ve bu onuru sonuna kadar koruyacağımızın sözünü tüm halkımıza yeniden veriyoruz.
Yaşasın halklaşan Newroz halkı
Yaşasın yeniden küllerinden doğan Newroz halkı
Yaşasın güneşin ışıklarıyla kendisini aydınlatan geleceğin özgür halkı.
Kasım Engin- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
29 Mart günü 10.00-12.00 saatleri arasında Şırnak’ın Besta alanına bağlı Ayvan köyü, Karakola Ayvan iel Serkê Mihemedê Ûso alanlarına yönelik olarak TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
28 Mart günü 17.00-20.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Şifreza Vadisi ile Xeregol Tepesine yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Nuda-Nazan Bayram Yoldaşın Anısına
Nalin Dilpak
Bütün masallar” bir varmış bir yokmuş “ile başlar nedeni bizce bilinmeyen” bir varmış bir yokmuş “ve her kahraman var olanla masala kahraman olurmuş. Lakin bizim bildiğimiz tanıdığımız kahraman masal yaratıcısıdır” bir varmış bir yokmuş” kuralına göre işlememiş yaşam öyküsü, varmış, var olmakla yaratmış. Güneşin en sade kızıymış, öyle sıkı sarılmış ki güneşe, ışınlar yüzünde şavkımış, bir tutam öz serpmiş yüreğine. Onu en güzel tanıma kavuşturan güneşin kendisiymiş. Öyle kendisini bulmuş öyle kendisi olmuş… Yaşamı boyunca güneşten aldığı tılsımla yaşamış…
İşte böyle anlarda, keşkelere sarılır insan. Keşke anlatmam kolay olsa kahramanları masallarıyla beraber… Keşke ifadeler anlatabilse onun yüreğini, nakış nakış işlediği sevdasıyla birlikte… Keşke 29dan fazla olsa harfler, sözler, cümleler sınırsız… Seni anlatan bir şeyler olmalı, seni sen yapan bir ifade…
Zağros eteklerinde yeşeren, yaşam bulan bir kardeleni anlatmaya çalışacağız. Botan’da sonsuzlaşan bir türküyü dinleyenceyiz bütün zamanlarda sormak gerek NUDA’yı ifadeye kavuşturan var mı diye? Yada NUDA’yı en iyi anlatan NUDA'nın kendisi değil miydi diye? O gizil olmak, sır olmaktı ama en önde sarılmaktı mücadeleye, silaha susmak ama çığlık olmaktı O… en zorda olmak, en zoru başarmaktı onun adı. Kolayı sevmedi, yaparken, çalışırken, göstermezdi kendini, yaratıma seyirdeyken her kes, O güneşe Secdedeydi. İçinde bir fırtına taşırdı da, her susayan onun dingin gölünden avuçlardı suyu… Her kesin içinde arınabileceği kader temiz bir gölü vardı gönlünde. Diyaloglarında sade özünü içerdi insanlar. Duru, berrak bir yüreğin yansımasıydı dürüst bakan gözleri her şeyden önce bir Önderlik yaratımıydı NUDA. Ve geçeğe sadık kalmaya bildi her koşulda ilkeliydi, Beritan'ın en iyi örencilerindendi Beritan’la yaşamayı ve Beritan’ı yaşatmayı titizlikle başardı Beritan'ın yoldaşlık gülüydü kokusu herdem güzel olan. BERİTAN arkadaşla ilk tanıştığı yerler Zağros etekleri ilk özgürlük yuvası, ilk kadın ordulaşmasının tomurcuk olan yıllarıydı ve tomurcuğun açılması için bedel istenen zamanlar da kan renginde gül olsun diye tomurcuk, kızıl kan dökülen mekânlarda. Tanrıçaların sesinin derinlerden geldiği dağlarda. Duymayı bilenin duyduğu çağlarda duydu o sesi NUDA HEM DE BERİTANLA . Dünyayı erkek orduları sarmışken, kuşatmadayken bütün kadın duyguları, onlar adalet arayışındaydı… Ordu onlara yuvaydı orduları yok etmenin ordusu olmaktı tutkulu olan. Tezattır ilk bakışta ama gerçeğe ulaşmanın kaçınılmaz gerçeği işte. Kim inkâr edebilir NUDA'nın yüreğini kim unuta bilir çiçeklere sevgisini. Kim görmezden gele bilir hassaslıkla örülmüş şefkat ve sevgisini. Ve kim görmedi ki silahına sıkı sarılışını, kim tanık değil ki savaşın ortasında özgürlük tililisine. İşte böyle, ifadesi kendisinde saklı olan… Yüksek dağlar sanki onun için yaratılmıştı, orda koruyacaktı kadının güzel özünü. Orda mevzi alacak, orda selamlayacaktı Bese ve Zarife’yi. Bütün direnişçiler ve direniş mekânları zılgıta dönüşüyordu, çığlığa dönüşüyordu NUDA'nın ruhunda. Özgürlük ordusu, güzellik ordusu, aşk ordusu demişti dağdaki kadınlara güneş… Özgülüğün gizli bahçesinde nadide bir çiçekti Nuda, güneşten alırdı ısısını, karları, buzları yarardı, Beritan kokan zamanlarda. Karı delen, kardelen olurdu, doğa ile sadık olunan anlarda. Isıttıkça onu güneş toprağı yarardı, karları yarardı. Ki onlar güneşle beraber eşelerdi toprağı, tanrıça mezarı bulma arayışındaydı onlar. Ki güneş en sadık evlattır tanrıçaya, en helal süt emen evlat. Tanrıçaların eski mekânlarında iz sürüyorlardı, doğru yerdeydiler, Zağros eteklerinde… Tırnaklarıyla eşeliyordu toprağı NUDA, sahte gülmelere inat bir tanrıça gülüşü arıyordu beklide, yeryüzünde zalim bakan tanrıların gözüne inat, bir tanrıça gözü arıyordu, özü olan bir bakış… Ordulaşan bir arayış, bir bulma biçimi. Arayanların asla unutulamayacağı bulma. Adı NUDA, adı Beritan, adı Zelal, adı Azime olan. Hepsinin yüzünde ayni işaret, aynı olgun soyluluk. Sorxwin in kine benzeyen çocuksu gülüş, Gülbaharda ki keskin asil bakış. Peki, insan tanrıçayı arayınca benzer mİ tanrıçaya? Ona benzemek için onu bulmak gerekmez mi? En iyi bilinen ama hep bir bilinmezlik gibi duran bir soru dur bizde. Bulduğun anda bilinmez olan, sadece yaşana bilir bir gerçek olan… Gerilla yaşamına aşık olan bilir bunu, NUDA gibi arayan bulur bunu.
Böyle işte bitmeyen bir arayış; Zağros’ta kendini bulan, kadın ordusunun bahçesinde özünü güneşten alan güzel bir çiçek… Anlatmak kolay olmasa gerek bütün yaşadıklarını. Gerçeği ile beraber, acısıyla beraber ve güzelliğiyle beraber… Dedik ya en zorda açardı çiçeği. Mücadele yılları için dede en zor görevi üstlenmekten kaçmazdı, Önderliğin yanına gittikten sonra örenmişti sade ve keskin olmayı. Bundandır önderlik demişti “bu kızda bir öz var açığa çıkması gereken” Avrupa’ya düzenlemişti onu Önderlik, dağlı özün kentlerde kirlenmeyeceğine inanarak. Öylede oldu kirlenmedi NUDA. Tekrar dağlarla buluşunca en yüksek yerleri mekân bildi, zirvelerde seyir etti özgürlük dalgalarını… Yüreğinde bilediği tüm kılıçlar saklıydı kınında. Daha keskin savaşlara hazırdı artık. Daha zoruna, daha katmerlisine. Öyle ki PKK, nin yeni inşa komitesi gibi ideolojik bir çalışmaya katıldı ve söylemenin ötesinde bir yapma kahramanıydı PKK'yi yeniye kavuşturmanın ve yeniden önderlikle buluşturmanın savaşçısıydı. Burada sevdi viyanı, burada yoldaş oldu Viyan’a. ayni çalışmanın, aynı emeğin yolcusuydu onlar. Yoldaki dikenleri ellerini kanatırcasına kaldırdı onlar. Viyanla yoldaşlığı saflık deryasıydı. Kayıp olan her kesin yüzünü göre bileceği bir derya. Sınırları aşan, bentleri kıran bir deryayıydı onlar. Ne geri erkek nede geri kadının yüze bileceği bir derya. Özgürlüğün en derin noktasıydı yürekleri, yüzmenin özgürlükle eş olduğu bir sonsuzluk yürekleri. Viyanın şahadetinden sonra onu da aldı yanına yüreğindeki bahçeye yeni bir çiçek ekiyordu Beritan’ın yanına. Sorxwin'in yanına.
Gitmeliydi Önderliğe bağlı olanların yüzünü döndüğü mekâna, kuzeye. Sorxwin’in yaşadığı yere, Viyan’ın hayallerinin dolaştığı yere gitmeliydi ateşin korlaştığı yere, savaşına yeni savaşlar eklemeliydi. Tasfiyeciliği utanca boğmalıydı sade yoldaşlığıyla, korkaklığı unutturmalıydı cesur kadın yüreğiyle. Masumiyetin ortasında bir çift keskin bakıştı NUDA.
Komutandı bütün mütevaziliyle, emeğiyle, insana sevgisiyle… Yapmanın öretme biçimlerini sanat bilirdi, kırmadan yaratan, bozmadan yapan bir öz taşırdı yüreğinde… İnsanı kayıp etmeden kazanmak için yaratılmıştı sanki elleri. Nakış gibi işlerdi insanı onca nazik onca hassastı işte. Çaba ve çalışma insanıydı NUDA. Öyle çıkarsız, öyle dolambaçsız bir ifadeydi, anacıl ve kadınca olan
Önderliğin ”yarım kalmış projem “dediği kadın özgürlük çizgisine, mücadelesine, bağlılığı yaşam veriyordu yarına ve bu güne. Bu çizgiye zarar vermeme yeminlisiydi adeta. Kadın demek tarihi bir ezgi demekti onun için, incinmemeli yara almamalıydı tekrardan… Tarih utanmalıydı, erkek orduları azap duymalıydı… Ve NUDA'nın başı dik olmalıydı Önderlik karşısında. Gururla bakmalıydı geçek aynaya, önderlik yaratımı olan kendisine, kadın ordusuna. Utanma barınmamalıydı onun bakışında. Sevgi derin olmalıydı onun komutasında. Ve Botan'da destanlaşmalıydı savaşımı, Hezil akıtmalıydı onu Kürdistan’a ve…
Önderliğinde dediği gibi “canından vaaz geçenler ordu yapamaz, moralsiz heyecansız olanlar kadın ordulaşmasında ne komutanlaşır ne de özgürlük savaşçılığı yapa bilir. Yaşamdan vaaz geçenler örgütçü olamazlar “O vazgeçmedi yaşamdan, canından. Canını en güzel yaşam soyluluğuna adadı. Çizgiye toz kondurmayan yiğit bir kadındı, mücadeleye iddiaya, inanca tutku düzeyinde bağlıydı. Gerçek PKK'li, özgürlük çığlığıydı kadın renginde. Kendini örgütleyerek etrafını örgütleyen güzel duygu insanı. Ciddi yaşadı, büyük çaba sahibiydi yoldaşlık için, sevmeye değer olan her kesin yoldaşıydı.
İdeolojik bir ilke olarak doğduğu topraklarda yaşadı, özgürce yaşamak için her türlü fedakârlık ve mücadeleyi verdi bu gerçeğe öncülük yaptı. Evet, doğduğu topraklarda yaşadı. Zagros'ta duydu ana tanrıçanın sesini. Cudi de bir tutam yaşamda o sundu NUH, un avuçlarına. Binlerce şehidin sesini dinledi O topraklardan. Son nefesini verirken bile İnançlı olanlar duya bilir ancak bu sesleri. Botan kadın azmini bilene anlatır kendini… Ve son durak Besta, Hezil… Bütün zorluklardan damıtılan bir yudum su olmak var Besta da, yeşilinde sonsuzlaşan bir yaşam Bütün ölümleri dize getiren bir savaşım öyküsü. Sen bir akışsın Hezil'de bir gün bize tekrardan döneceksin dürüst olmayı savaşmayı öreteceksin. Akış böyledir, terk etmez tümden. Her kurak toprağa uğrar, can verir oraya , sen böyle atmadın mı Zagros'tan Botan'a. Böyle fısıldamadı mı tanrıça senin kulağına ??...
Biz iki defa duyduk şahadet haberini her ikisin dede inanmadık, inanamadık, inanmıyoruz. Çünkü biliyoruz ki inançlı bir yürek, bir ülke eder, bütün doğaya can veren bir ırmak eder… Tarihe akışsın sen, güne ve güneşe can yoldaş, geleceğe özgürlük çağrısı…
Seni unutmak ihanetle eş anlamlı olacak. Anına bağlı kalmak ise onurumuz…
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
Kürdistan Halkı yürüttüğü özgürlük mücadelesinde görkemli bir direnişi Newroz ve Kahramanlık haftasında göstererek Tarihsel direniş kültürünü yeniden tüm halklara armağan etmiştir. Bu kültürel değerleri Newroz ateşini milyonlarla gürleştirerek günümüz dehaklarının kalbine saplamıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
26 Mart günü 17.00-18.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Şeşdara alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 24 Mart günü saat 20.50 sularında Amed'in Hani ilçe merkezinde bulunan emniyet müdürlüğüne yönelik olarak gerillalarımız tarafından halka yapılan saldırılara misilleme amaçlı bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda emniyet müdürlüğü binası alev almış, yangın gece geç saatlere kadar devam etmiştir.
- Ayrıntılar
“2011 Newroz’u Kürt sorununun çözümü için Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamı için kalıcı sonuçlar verecek yeni, güçlü bir direnme hamlesinin başlatıcısı oluyor.” diyordu Abbas arkadaş yaptığımız Newroz kutlamasındaki konuşmasında. Kutlama ardından gelip de televizyonun karşısında Kürdistan’ın sokaklarını dolduran yüz binleri, milyonları izleyince bu hamlenin ne denli karşı konulmaz bir etki ve coşku yarattığını da gördük.
Kürdistan’ın dört bir yanında bayramın, devrimin coşkusuyla dolu yürekler akmıştı o meydanlara. Neden sevinmesin, neden coşmasın ki bu halk. 2623 yıllık Newroz tarihini yaratmış, ona ruh kazandırmış bir halkın onurlu çocukları olarak tabii ki sevinecek böylesi bir günde. Bin yıllardır ülkelerinde, topraklarında özgür ve barış içinde yaşama dışında herhangi bir istek ve talebi olmayan bir halka yönelen tüm zalimlere gereken cevabı vermiş bu halk neden bayram yapmasın ki.
Onlar geldi ve geçti. Suwar hatın piya çun!
Kürdistan’da imparatorluklar, devletler, despotlar ve akla gelebilecek her tür iktidar mensubu alt olup gitmiş, yaptığı zalimlikler bile unutulmuş. Katliamlarla sindirebileceğini sanan, özgürlüğün önünü alabileceği gafletini yaşayan nice kendini bilmez sözde şah, padişah, kral, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı geçti bu topraklardan.
Yine de bu halkı, yüreklerindeki özgürlük aşkını, bu uğurda her tür bedeli göze almış ruhu engelleyemedi. Amed’te, Van’da, Batman’da, İstanbul’da, Almanya’da, Halep’te, Meriwan’da, Hewler’de ve dünyanın dört bir yanında bulunduğu her yerde direnişi, Newroz’u kutlayan milyonlar bitmeyecek bu çığlığı bir kez daha haykırdı.
Ya özgürlük, ya özgürlük!
***
Ama yanılmayalım. Bu bir sonuç değil. Bir başlangıç.
Son hamlenin, özgürlük önündeki tüm engellerin kaldırılacağı devrimin, mücadelenin ilk günü.
Bu kararlılığımızı, coşkumuzu, ısrarımızı görenler bunu içlerine sindirmeyecekler. Özgürlüğü sadece ama sadece geciktirebilmek için ellerinden geleni artlarına koymayacaklar.
Nitekim dün Nusaybin’de “Barış” meydanındaki Demokratik çözüm çadırlarına saldıran, yüzlerce anayı esir alanları gördük.
Tüm Newroz kutlamalarından sonra halkımızın coşkusunu kaldıramayan faşist sürülerinin tahammülsüzlüğünü, azgınlığı gördük, yaşadık.
Bu sürülerin iplerini ellerinde tutan ve halkımızın üstüne salmaktan sakınmayan sözde siyasilerin yaptığı tehditleri, hakaretleri kendi kulaklarımızla duyduk.
“kırarız ellerini” diyor temsilcisine bir halkın. Dün birinin ayağını kırdılar Cizire Botan’da, yarın birini katledecekler herhangi bir mekanda. Öylesine azgın saldırıyorlar.
Dostu artsa da Kürt halkının, Newroz’un anlamını anlayanlar çoğalsa da Türkiye’de, düşmanları da o denli azgınlaşıyor. Hem sadece Kürt halkının düşmanlığını değil onun savunduğu her şeyin düşmanlığını yapıyorlar. Barışın, birliğin, kardeşliğin, demokrasinin, özgürlüğün…
***
Aylardır, yıllardır öz savunmadan söz ediyoruz. Tartışıyor, yolunu yöntemini oluşturmaya çalışıyoruz. Bu Newroz’da kısmi de olsa bunu başardık da. Dağda ve şehirde bizden alınmak istenenin, çalınanın geri alındığı duruşlar, haykırışlar oldu. Sıkılan kurşunun, atılan bombanın karşılıksız kalmayacağını gösteriyoruz.
Özgür duruşun tokadını atıyoruz faşistlerin yüzüne. Yüreklerimizi fırlatıyoruz mermi niyetine.
Fakat yetmez. Yetmeyecek. Daha azgın gelecekler ve yıldırmak isteyecekler.
90’larda Kürt serhıldanını başlatan Nusaybin’den başladılar. Dalgayı ilk anında kırmak, sindirmek için yaptılar. Botan dağlarında yanan ateşin ovalara yayılmasını engellemek, onları silip süpürecek sellerin ilk damlalarını durdurmak için.
Ama Kürtler neyin ne olduğunu biliyor. Teyakkuza geçmiş halkım. Coşkusunu, sevgisini, aşkını dökmüş yollara. Yumruk ettiği direncini ufuklarda dalgalandırıyor. Halkım bu sefer durmayacak. Halkım bu kez alacak hakkını. Bin yılların karanlığını yıkacak. Newroz coşkusuyla bezeli günler yaşayacak. Bir günü değil, tüm zamanları Newroz yapacak.
Li wa hemû pîroz be. Em despêdikin…
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Çoğu zaman toplumsal anlam da; siyasi tansiyonun yükseldiği anlarda, reaksiyonun tavan yaptığı durumlarda akıllara; Mendel’in o bilinen hikayesinin getirilmesinin iyi olacağını düşünürüm! Salt bu düşünceyle; o rahibin genetik çalışmalara bulaştığını ve bu konularda çığır açan gelişmelere ön ayak olduğunu anlamaya çalışmak son derece önemlidir.
Kilisenin arka bahçesinde kuşları izleyerek, DNA denilen o muammanın çözümünü ortaya çıkarabilmek, elbette o dönemde başlı başına bir olaydı. Hele hele bunu gerçekleştirenin bir Rahip olması ise sözü edilen buluşun-gelişmenin enteresanlığını ikiye katlıyordu.
Şimdiki dönem itibariyle mevcut teknik gelişimi ve adına uzay çağı denilen bir clockover’ın yaşanıyor olması, bariz şekilde yaşanan akıl tutulmalarını da çarpıcı bir şekilde gün yüzüne çıkarıyor.
Herhalde son günlerde akıl tutulmasının yaşanıldığı olayların başında; ülke genelinde kutlanan Newroz kutlamaları ve Batman’daki görüntüler geliyor.
Cumhuriyet tarihi denilen dönemde bilinen ilk siyasi Newroz kutlaması 1982 yılının Mart’ında, Amed zindanlarında, Mazlum Doğan’ın direnişiyle gelişmişti. Üzerinden tam 29 yıl geçen bu direniş ve coşku, bu yıl her yerde bir isyan ateşine dönüşerek kutlanıldı.
Devasa bir coşku ve aklın tanıma kavuşturma da zorlandığı bir huşu içinde geçen bu kutlamalara damgasını vuran ise “Demokratik Çözüm Çadır”ları oldu.
Zaten bu çadırlar üzerinden hemen hemen birçok yerde ciddi saldırılar ve provokasyonlar geliştirildi.
Nihayetinde de konu; Batman’daki görüntüler etrafında bilinen söylemler etrafında gelişmeye, hatta tıkanmaya neden oldu. İlginçtir; bu kitlesel kutlamalar, iradi beyanatlar bir iki onurlu aydının kaleminin ve belirli birkaç gazetenin dışında hiçbir kesimin dikkatini çekememişti.
Fakat Batman görüntülerinden sonra iç meselelerde birinci sıraya yerleşen bir konu gündeme geldi.
Eşrefi mahlukat vatan cengaverleri de; “kırarız” demeye başladılar, “densizlik” olarak yorumladılar ve hatta “yazıklar olsun” diye de sitem ettiler.
Yüksek tansiyon ve gerilimin amacı yine kendine söylem sanatında bir alan açmıştı. Bunun işletilmesi için de toplumsal anlamda oluşturulan blok; saldır saldır polemiğiyle harekete geçirildi.
İlk defa olmadığı için bu yüksek tansiyonlu söylemler ve saldır/saldır polemiği çok şaşırtıcı olmuyor. Ama öteden beri denenen yöntemlerle, bugün de hareket halinde olmak, siyasi zeminde seyrüsefer istemi son derece şaşırtıcı oluyor.
Bu denklemde; Newroz coşkusunu ve kutlamalarını gözlemlemeyenler, görmeyenler doğal olarak da bu sorunun, yani Kürt toplumunun bugün itibarıyla ortaya koyduğu durumun DNA’sını çözemiyorlar.
Bunun nedenleri hakkında yorum yapmaktan ziyade, bu durumun devamı konusunda nelerin olabileceği üzerine bazı tahminlerde bulunmak daha sağlıklı olabilir.
Newroz kutlamasını kendi bedeniyle başlatan Mazlum Doğan’ın öngörüsünü elbette her kesimden, her siyasi aktörden beklemek biraz safdillik olur!
Kürtlerin DNA’sı dediğimiz olayın dışında tutuyor bütün muhatapları! Hatta sorumluluk sahibi olanları, toplumsal kesimleri de bakan körler durumuna düşürüyor.
Elbette bundan sonrasında da; güvenlik görevlisi ve milletvekili arasında sirayet eden görüntüler üzerinden, bütün kesimler yorum geliştiriyor ve var olan uçurumları daha da derinleştiriyor.
Bu da uzun zamanda ya da kalıcı anlamda herhangi bir sükuneti ortaya çıkarmıyor…
Bu yaklaşımların hizmet ettiği tek şey; çatışmaların derinleşmesi ve toplumsal öfkenin hep patlama noktasında gezinmesi oluyor.
Bunu bütün kesimler bildiği halde, ufak çıkar hesapları ve basit seçim kaygıları gibi nedenler, işin özünü ve gerçeğin kendisini bu şekilde heba ediyor.
Hatta bunların olabileceğini hissedercesine Ulusal Halk Önderinin geçen hafta belirttiği “son derece hassas bir süreçten geçiyoruz, kırılgan bir dönemdir” belirlemesi daha da meşru bir izafiyete kavuşuyor.
Son bir hafta da, Newroz coşkusu çerçevesinde ortaya çıkan görüntülerin yanı sıra, son iki günlerde var olan tartışmalar, 30 yılın ardından halen neden aynı noktada olunduğuna dair de çok güçlü bir veri olmakta.
Bir yerde meşru hakları uğruna her türlü bedeli ödemeye hazır halk yığını!
Öte tarafta bu yığınları görmeyen, konunun DNA’sını bilmeden mücadele etmeye çalışan yöneten elitizmi! Tuhaf değil, yeni de değil. Sadece basit bir tekrar oluyor. İşte bundan dolayı da kazandırmıyor, boş bir enerji salınımı oluyor.
Böyle olunca da; insanın aklına kilisenin bahçesinde kuşları izleyen ve onların anatomisi üzerine araştırma yapan Mendel geliyor. Bu büyük gözlem gücü ve sebatlı çalışmaları sonucunda insanlık tarihine nakşedilen gelişmeleri ortaya çıkarıyor o rahip!
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar