Basına ve Kamuoyuna!
1. 2 Eylül günü (bugün) 00.00-02.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Şeşdara, Geliyê Pisaxa ile Bêtalma Tepesine yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Eylül günü saat 13.00’dan 1 Eylül günü sabahına kadar Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurkê’nin Kebra Zahir alanı ile Şehit Beritan, Koordine ve Karker tepelerine yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Eylül günü saat 13.00’dan 1 Eylül günü sabahına kadar Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurkê’nin Kebra Zahir alanı ile Şehit Beritan, Koordine ve Karker tepelerine yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Muş’un Varto ilçesine bağlı İnalê ile Tatar alanlarına yönelik olarak TC ordusuna ait gizli birlikler tarafından pusulamalar yapılmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Muş’un Varto ilçesine bağlı İnalê ile Tatar alanlarına yönelik olarak TC ordusuna ait gizli birlikler tarafından pusulamalar yapılmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Eylül günü Bingöl’e bağlı Ferhan, Gundê Kozê, Gundê Golê, Şirna yaylalarına yönelik olarak TC ordusuna ait jandarmalar tarafından indirmelerle bir operasyon başlatılmıştır. Pusu şeklinde yürütülen operasyon 29 Eylül günü (bugün) sonuçsuz bir şekilde geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Bir süredir Kürt ulusunun gündemini dolduran ve ilanı Kürtler tarafından adeta bir devrim coşkusuyla karşılanan demokratik özerklik modeli nedir ve Kürt sorununun çözümünde neden en uygun model olarak tercih edildi? Kadının bu modelin uygulanmasındaki rol ve misyonu nedir?
Bu sorulara doğru yanıt geliştirmek öncelikle kendini tekçi sistemin tarih çarpıtmalarından arındırmayı gerektirir. Zira tekçi sistem, erkek egemen zihniyetin yaratımları olan milliyetçi ve cinsiyetçi yapıları içerisinde barındıran ve bu sayede toplumsal doğanın özünü zehirleyen, dejenere eden, dolayısıyla da toplumsal gerçekliği inkar eden bir yalan ve çarpıtma sistemidir. Bu anlamda evrensel tarih perspektifinden Ortadoğu toplumlarının tarihsel gerçekliğini çözümlemeye çalıştığımızda toplumsal doğaya dayatılan devlet olgusundaki ısrarın günümüz Ortadoğu cehennemine yol açan esas nedeni oluşturduğunu rahatlıkla görebilmekteyiz. Ortadoğu toplumları açısından kangrenleşen, kördüğüm halini alan ve neredeyse bir kaderciliğe götüren tüm toplumsal sorunlarını etnik ve dini çatışmaların kaynağı, bize ulus devleti ve onun yarattığı tahribatları işaret etmektedir. Ahlaki ve politik dokusu zayıflatılmış, kültürel kırımlardan geçirilmiş, ekonomisiz, politikasız ve savunmasız bırakılarak iktidar sahiplerinin kendi çıkar savaşlarının hizmetine koşturulmuş bir toplumsal gerçeklik daha doğrusu bir toplum kırımı söz konusudur. Toplumlar vatan-millet edebiyatı ve aldatmacasıyla ulus devlete mahkum edilerek toplumsal örgütlülükleri parçalanmış, dağıtılmış ve iradeleri teslim alınmıştır. Keza ulus devletin varlığını mümkün kılması da ancak bu sayede olabilmiştir. Çünkü ulus devlet kurumsal örgütlenmesini toplumsal emek, üretim ve değerlerin gaspı ve sömürüsü toplumsal ahlak ve politikansın zayıflatılması üzerinden gerçekleştirmektedir. Bu anlamda sermaye ve iktidar tekellerinin ideolojik kurumlaşması ve örgütlenmesidir. Dolayısıyla da toplumun güçsüzleştirilmesi savunmasız bırakılması ve her türlü sömürüye açık hale getirilmesi dışında bir rolü ve işlevi yoktur.
Kürt ulusunun demokratik özerklik tercihini bu gerçeklikle bağlantılı olarak ele almak gerekir. Kendisi açısından bir yönüyle ulusal özgürlük hareketi, bir yönüyle de aydınlanma ve bilinçlenme hareketi olarak anlam kazanan PKK, şahsında bu derin gerçekliğin bilincine varan Kürt ulusu, kapitalist sistemin ısrarla kendisine dayattığı ‘Küçük Kürdistan Devleti’ne’ diğer bir deyişle ulus-devletçiğine hayır demiştir. Tüm Ortadoğu halkları adına kendi demokratik çözüm alternatifini demokratik özerklik olarak ortaya koymuştur. Bu açıdan demokratik özerklik modeli, Kürtler için öncelikle bir politik demokratik yönetim sistemi olarak anlam kazansa da esas itibariyle ulus devlet karşısında toplumu yeniden güç ve irade kılmayı, sosyal, politik ve ekonomik yaşamın öznesi kılmayı, kurumsal örgütlülüğünü oluşturmayı, ahlaki politik özünü yeniden işlevli kılmayı ve öz savunmasını geliştirmeyi içeren bir modeldir. Dolayısıyla devlet yetkilerini paylaşmadığı gibi, merkeziyetçi bir yönetimi veya iktidarı oluşturma hedefinde de değildir. Toplumun her kesiminin tüm dini, etnik, kültürel ve politik kimliklerin veya farklılıkların kendisini her ortamda özgürce ifade etmesini, örgütlemesini ve gerçekleştirmesini sağlayan yerele dayalı bir yönetim sistemidir. Toplumun demokratik temelde örgütlendirilmesi en esaslı hedefini oluşturmaktadır. Bu açıdan her topluluğun kendi demokratik toplum birimini oluşturmasını demokratik özerklik uygulamasının öncelikli şartı koşar. Burada birim tekçi sistem karşıtı her topluluğu kast etmektedir. Demokratik ulustan bir köy derneğine, uluslar arası bir konfederasyondan bir mahalle şubesine, kent konseyinden mahalle meclisine her topluluk ve her yönetim organı birer birimdir.
Bu anlamda demokratik toplum birimleri demokratik ulusun gerçekleştirilmesinin de ön koşulu olmaktadır. Demokratik toplum olmadan demokratik ulus düşünülemeyeceği gibi, demokratik ulus olmadan demokratik özerklik de düşünülemez. Zira demokratik ulus, ulus-devletteki ulus kavramından farklı olarak tekçi devlet zihniyetini, devlet sınırlarını ve giderek devletin kendisini aşan, milliyetçiliği ve cinsiyetçiliği içermeyen bu anlamda farklılıkların birliği ve özgürlüğü ilkesine dayanan demokratik bir birliği ifade etmektedir. Bu da erkek egemen zihniyetin kurumsal ifadesi olan ulus devletin toplumsal öze aşıladığı toplumsal cinsiyetçiliğin, etnik-dini-kültürel ayrımcılığın, tecavüz kültürünün aşılmasını, toplumun demokratik karakterinin açığa çıkarılıp yeniden hakim kılınmasını gerektirmektedir. Bu bakımdan demokratik ulusun, giderek demokratik özerkliğin kadın özgürlük sorunuyla güçlü bir bağı söz konusudur. Dolayısıyla cinsiyetçilikle mücadeleyi, cins ayrımcılığını ve köleliğini aşmayı hedefleyen ve bu anlamda toplumsal yaşamın öznesi ve örgütleyici gücü olan kadını toplumsallığın dışına itilen konumundan çıkartıp yeniden toplumsal yaşamın tüm alanlarında aktif ve işlevli kılmaya çalışan kadın özgürlük çalışmaları, demokratik özerklik için hayati önemdedir. Yalnızca bu açıdan değil, kadının toplumsal yaşamın esas örgütleyici ve belirleyici gücü olması, dolayısıyla da durum böyledir. Yine ulus devletin toplumu politikasız bırakma çabalarına karşılık, demokratik özerkliğin bir başka kurum sal hedefi olarak öne çıkan demokratik siyasetin kurumsallaştırılması çalışmalarında da kadına büyük rol düşmektedir. Çocuğun yetiştirilmesi ilk ve esas eğitmencisi olması, ailenin düzen ve disiplinini sağlayan olması ve yaşamsal günlük işlerin esas çekip çevireni olması bakımından kadın toplumsal ahlakın kaynağı, geliştirici gücüdür. ‘Ahlakın rolü, toplumun sürdürülme, ayakta kalma kurallarına sahip olma ve uygulama gücüdür. Politika ve toplum için gerekli ahlak kurallarını sağlamak ve toplumun maddi-zihni ihtiyaçlarını gidermenin yol ve yöntemlerini tartışarak kararlaştırmaktır’ Toplumun iki temel varlık stratejisi olarak anlaşılması gereken ahlak ve politika somut ifadesini demokratik siyasette bulur. Bu bakımdan kadın ahlakın esas kaynağı ve geliştirici gücü olarak demokratik siyasetin kurumlaşmasında öncü bir role sahiptir. Ayrıca ulus devletçi sistemin azami kar, sermaye birikim, mülkleştirme ve aşırı büyümeye dayalı kapitalist yaşam sunumuna karşılık, demokratik özerkliğin köy tarım ve toprağa dayalı ekolojik yaşamın ve onun ekonomi politikasının geliştirilmesinde de kadının belirleyici bir konumu söz konusudur. Ekonomi kadının kutsal mesleği olarak önce kadından ardından da toplumdan kopartılarak iktidar ve sermaye tekellerinin hizmetine verilmiştir. Toprak ekonomisinden para ekonomisine (ya da ekonomi karşıtlığına) geçişi ifade eden bu durumla birlikte kadın ve toplum için büyük yabancılaşma ve tutsaklaşma gerçekleşmiştir. Zira ekonomi alanı toplum için olduğu kadar kadın için de üretimi beslenme, korunma, barınma ihtiyaçlarının giderildiği en hayati alanı oluşturmaktadır. Kadının kendisini ve yaratıcılığın en fazla gerçekleştirdiği alandır. Bu bakımdan bu alanın gasp edilmesi kadının temel özgürlük alanlarından birinin gasp edilmesi ve bir nevi temel öz savunma alanının yitirilmesidir. Dolayısıyla kadının bu kutsal mesleğini tekrar geri alması ve kendi örgütlülüğünü bu alanda yeniden sağlaması hayati önemdedir. Eğitim ve sağlık için de benzeri noktalar kadın için belirtilebilir. Yani bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak kadının demokratik özerklik modelinin uygulanması ve inşasındaki misyonu için genel anlamda şu belirtilebilir; ulus-devlet cinsiyetçilik, milliyetçilik ve dincilik üzerine inşa edilmiş bir yönetim sistemidir. Bu ideolojilerin besin kaynağı ise düşürülmüş, teslim alınmış, örgütsüz bırakılmış köle kadındır. Buna karşılık demokratik yaşamı gerçekleştirmenin hedefi olan demokratik özerkliğin besin kaynağı da özgür kadın çalışmaları ve örgütlülüğü olacaktır. Dolayısıyla kadın siyaset akademilerini yaygınlaştırma, kadın kooperatifçiliğini geliştirme, yerel yönetimler ve meclis birim çalışmalarını derinleştirmek, demokratik kadın birimlerini yaygınlaştırmak ve bu temelde komünsüz, birimsiz, kadın bırakmamak her kadının en temel acil görevleri olmaktadır.
Ekin Gever
- Ayrıntılar
Kendi topraklarının, insanlarının, coğrafyanın aleyhine dış güçlerle ilişkiye geçerek kendi halkının çıkarlarına karşı çalışma yürütmek herhalde işbirlikçiliğin tanımıdır.
Dünyanın hiçbir yerinde işbirlikçilik kabul görmez ve her zaman lanetlenir. Kürt toplumunda böyleleri keklik olmakla eleştirilirler.
Bilinir keklik arazide bir şekilde yakaladıktan sonra bu sefer başka keklikleri yakalamak için kullanılır. Kekliklerle keklik avlayanlara Kürtçe Kevgir denir. Yani keklik avcısı. Kürtlerde keklik bu bağlamda aslında çokta tasvip edilmez. İhanet, işbirlikçilik anlatılmaya çalışılırken keklik benzetilmesi işte bunun için yapılır.
Kürdistan’da her türlü keklik denemesi yapılmıştır. Tarihimizde keklik rolü oynayanlar çok mu ama çok zarar verdiler. Enkidu, Matizawa, Harpagos, Babanlardan Abdruhraman paşanın kardeşi, Rewanduzlulardan Kör Muhammed’in kardeşi, Bedirxan’ın yeğeni, cümle cemaat aşiret okullarında yetişen Mangurtların çoğu, Cemile Çetolar, Rayberler, Merkitler, Dönmezler, Tiriller ve… Bunlar sadece ve sadece isimlerini duyduğumuz birkaçıdır.
Ancak şunu da belirtelim; özgürlük mücadelesinin gelişmesiyle artık eski tarzda kekliklerle bu işbirlikçilik yürütülemez hale gelmiştir. İhanet ve işbirlikçilik deşifre olarak perdesi düşmüştür. Öyle gizli saklı duramaz işbirlikçilik. Rengini netleştirmeden edemez. Eskiden her türden renksizlikten dolayı Kürt halkını kandıra bilen keklik takımı artık bunu yapamaz duruma gelmiştir.
Ve öyle görülüyor ki eskide alıştığımız klasik tarzda işbirlikçilik çok fazla yürütülmeyecektir. İpliği piyasaya çıkmış işbirlikçiliğin devrede tutulabilmesi için daha incelikli ele alınması gerekir, yoksa başka tutmaz.
Özgürlük hareketinin Kürt toplumunun içine derinliğine nüfus etmesiyle birlikte bu ihanet zemini ve işbirlikçilik zemini kurumaya yüz tutmuştur. Artık kuruyacaktır. İşte bunun için sömürgeci güçler öncelikli olarak Kürt özgürlük hareketinin ne kadar yeminli düşmanı varsa hepsini bir araya getiriyorlar. Ama tutmuyor. Çünkü iplikleri pazarlarda deşifre edilmiştir. Bu kez düşmanlıklarını bireysel kine dönüştürülenler pazara sürülüyor ancak bunlarında bir kıymeti Harbiyeleri yok. Eski de kendi gelişmelerinin önünün alınması özgürlük hareketiyle izah edenlere el attılar ancak onların da Kürt toplum nezdinde bir ağırlıkları yok.
Alışıla geldikleri işbirlikçi ailelere yüklenmenin dışında bir yol kalmamışa benziyor. Yine onlara el atıyorlar. Artık onlar da klasik işbirlikçi değildirler. Bu kesimler artık halkın düşmanları. Kürt olupta düşmanın yanına geçen hain takımı. Bunlar bolca AKP’nin içine çöreklenmişlerdir. İşbirlikçilik yerine ihanet ve hainlikle bunları ele almak daha yerinde olacaktır. İhanetin ve hainliğin halklar için ne anlama geldiğini burada söylemenin de çok anlamı yok.
Bu ihanet eden ve hainlik yapanların yanına birde parayla, pulla, şöhretle, yeni yetişmiş olan gözü kara Rus mafyacıları gibi önlerini açtıkları yeni yetme saldırganlar var. Bir Metin Metiner, bir Bejan Matur, bir Münir Ceylan gibilerini bu kategoriye koymak yanlış olmaz. Bunlara oldukça büyük fırsatlar ve imkanlar sunarak piyasaya sürülerek konuşturulmaları söz konusudur. Bunlar saldırdıkça saldırıyorlar. Ve bunlar yeni dönemin en kirli ve tehlikeli işbirlikçileri. Kan emmicileri. Söz de bir de bunlar aydın-maydın kimlikleri de var. Böylelikle Kürt halkına karşı yapılan her toplantıda Kürt halkı adına konuşan işbirlikçiler aslında ihanetçiler demek daha yerinde olacaktır.
Şimdi işte bunlar yani işbirlikçiler Kürdistan’da cirit atacaklar mıdır? Ya da biz yani Kürt gençleri buna izin verecek miyiz? Yaptıkları düşünce özgürlüğü ile ilgisi olmayan düşmanlıktır. Yaptıkları özgürlük hareketine düpedüz saldırmaktır, hakaretler yağdırmaktır. Peki, Kürt gençleri bunlara bir daha söyleyelim cirit atmalarına izin verecek mi? Paralı lejyonerler gibi özgürlük hareketine saldıran bu bay ve bayanlara tahammül gösterilecek mi? Herhalde parayla çalışan, para için saldıran bu bay ve bayanlara izin verilmeyecektir.
Özcesi; yeni yetişen bu ihanet şebekesi üyelerine Kürdistan’da yer vermemek yurtsever olmanın temel bir kıstası olmalıdır.
Eleştiri olmayacak mı olacaktır. Gerekirse nasihatler olmayacak mı olacaktır. Ancak düşmanla işbirliği içerinde yeminli hainler gibi bir şeylerin karşılığı olarak özgürlük hareketine ve onun değerlerine dil uzatmak sadece ve sadece lejyonerlikle izah edilir ki, lejyonerlik ise sadece ve sadece paramiliter askeri bir güç anlamına gelir. Paramiliter güçlere karşı durmak ise onurlu Kürt gençlerinin asli bir görevidir. Paramiliter güçleri Kürdistan’da barındırmama, Kürdistan’da def etme herkesin görevi olmalıdır.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Çok yakından takip ettiğimiz ve tüm Kürt halkını derin bir hüzün kadar büyük bir öfke ve mücadele azmine kavuşturan Peyanus katliamı üzerine her kesim tarafından çok farklı fakat birbirine yakın düşünceler dillendiriliyor. Yiten canların acıları görülüp, binlerce yıldır bu kadim coğrafyada Kürtlere dayatılan inkar ve imhanın kırılmasının vesilesi kılınması gereken bir olayı her türlü çarpıtma ve manipüleyle örtbas etme çabaları ise bu düşüncelerin odağında yer alıyor.
Sahiplenildiniz mi? Sizleri devlet büyükleri aradı mı? Baş sağlığı diledi mi? Gibi oldukça maksatlı ve çarpıtma dolu sorular eşliğinde sözde katliam mağdurlarının duygularının, düşüncelerinin dillendirilmesinde aracılık yapan medya ikiyüzlü, çirkin ve ahlaksız haberleriyle aslında Kürt halkına hakaret ediyor. Ve her gün biraz daha öfkeleri kabartıyor.
En çok da sözde acıları paylaştığını iddia eden kimi sahte politikacılar öfkelendiriyor. Kameralar karşısında anasını yitirmiş, kendisi daha bir yaşını doldurmamışken sakat kalma tehlikesi yaşayan, neyin olup bittiğini anlamayan küçücük yüreğe oyuncaklar, elbiseler hediye ediliyor. Bir ananın acısı, bir halkın yiten güven duyguları, geleceğe bağlanma konusunda zorla ve kendi iradesiyle, gücüyle nedenler yaratan insanların duygularıyla dalga geçiliyor.
Dalga geçiliyor çünkü kendi algılarında acıyı tanımlamaya çalışıyorlar. Hakkında konuştukları, türlü görüş ve fikirlerde bulundukları, sözde empati yaptıkları insanları onların gözünden, düşünce ve duygusundan tanımlamak yerine olayın yaratacağı atmosfer ve arka planın nasıl kullanılacağıyla ilgileniyorlar. Olayın kime yıkılacağı kaygısıyla öylesine maksatlı ele alıyorlar ki insanca olan ne varsa tüketiyorlar. Öylesine bayağı, öylesine sıradanlaştırıyorlar ki insan olmaktan utanır hale geliyoruz.
Durup sorgulamak lazım bu tabloyu. Her ayrıntısını incelikle değerlendirmek.
Fakat bırakın sosyolojik, psikolojik tahlillerle olayın insanlar üzerindeki etkisini hafifletmeye çalışmak ısrarla en temel hassasiyetleriyle oynayarak, dayandıkları, güç aldıkları olguları hiçleştirerek boşluğa düşürmenin, teslim almanın oyunları oynanıyor.
Düşmanlık yapmak ancak bu kadar dost yüzlü yapılabilir. Kalkıp niye böyle yapıyorsunuz diye soranlara da “İnsanlık görevimizi yerine getiriyoruz” yalanını uyduruyorlar.
Öyle olduğunu farz edelim. İnsanlık görevi bu ve siz de ilgiyle yaklaşıyorsunuz.
Peki, yıllardır Hakkari ve çevresinde gerçekleşen yüzlerce, binlerce katliam yaşandı ve failleri çok net bilinmesine rağmen bir türlü açığa çıkarılmıyorsa bunun gerçekleşmesi için insanlık duyarlılığınızın biraz da olsa devreye girmesi gerekmez mi?
Somut olayla ilgili olarak bölge halkının her türlü zorbalığa ve tehdide rağmen desteklediği PKK’yi hedef göstermenin, öyle olmadığını bile bile, sırf birileri bunu böyle uygun gördü diye ısrarla sürdürmek hangi insanlık duyarlılığıyla açıklanabilir. Herkes çok iyi biliyor ki Hakkâri halkı topyekûn PKK’yi destekliyor. Gerillaya müthiş sempati besliyor ve tüm hatalarına rağmen gerillaları bağırlarına basıyorlar. Yani çok açık bir şekilde sadece gerillayı halkın gözünden düşürmeye çalışma ihtimaline dayanarak koskoca sonuçlar silsilesine sahip böylesi bir olayı bu denli özünden çıkarmak hangi akla, insaniyete sığıyor.
Medya dediğin, sorumlu aydın, yazar kesimi dediğin biraz da olsa vicdan ve izan sahibiyse olayı doğru değerlendirmek, gizli ve muğlâk yanların üzerine giderek gerçeğe ulaşmaya çalışır. Ama burası Türkiye ve nedense herkese görevinin aksini yerine getirmek için birbiriyle yarışıyor.
Şunu çok iyi görmek lazım. Bugün söylenen tüm sözler belleksizleştirilmiş bir toplum açısından gelecekte hatırlanmayacaktır düşüncesinden kaynaklı rahatlıkla söyleniyor olsa da yarın açısından bunun böyle kalmayacağı ve söylenen tüm sözlerin toplumsal etkisi ve yarattığı sonuçlar açısından tekrar değerlendirilerek söz sahiplerine sorulacağı görülmelidir.
Demokratik kültürü her türlü işkence, katliam tehdidine rağmen canları katık yaparak yaratan bir halkın verdiği bedelleri ucuz sözlere, göstermelik davranışlara heba etme lüksü yoktur. Her yeni gün bir şekilde açığa çıkan ve daha da çıkacak olan gerçekler karşısında Kürt halkı günü geldiğinde kendi özgürlük mahkemelerinde hesap sormasını da bilecektir. Çünkü verilen bedeller bir geleceğin yaratımı, yarının özgür dünyasının tuğlalarıdır. Eğer yaşam ve gelecek korunmak isteniyorsa verilen bedeller de gözetilecektir. Bu diyalektik içinde herkesin kendini Kürt halkının ödediği bedeller karşısında yeniden ele alıp sorgulaması gerekmektedir.
Sorun bir olay ve olayda yaşamlarını yitiren insanlarımızın acısını paylaşıp paylaşmama sorunu değildir. Paylaşmanın ölçüsü de göstermelik söz ve davranışlar değildir. Bu ülkede insanca yaşamanın koşullarını yaratmaktır. Kendi dilinde, kültüründe, kaygısız ve özgürce yaşayabilmeleri için insanların mücadelelerine destek veriliyor, onlarla bedel verilmeye hazır olunuyorsa bu paylaşımın bir değeri vardır. Yoksa iki damla gözyaşı dökerek, hayıflanarak, duygu sömürülerine gömülerek yiten canların ve daha yitecek canların acıları giderilemez. Evet, bireysel anlamda vicdana su serpilebilir ama asla sorunlara, ölümlere kaynaklık eden zihniyetin yaratımlarına cevap olunamaz.^
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 26 Eylül günü saat 05.00 sularında Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Mêrkolê boğazı, Rahna Pîrê ile Goman Tepesine yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon düşmanın arazide bulunan gizli birliklerinin keşif ve pusu faaliyetleri şeklinde devam etmektedir.
- Ayrıntılar