HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri


murat izolGünlerden beri yurtsever basında, Murat İZOL adlı Kürt gencinin sömürgeci Türk devlet polisine yakalanmamak ve kurtulmak için Dicle nehrine kendisini attığı iddia ediliyordu. Günlerdir bu haber yurtsever gazete ve tv’ lerde işlenmesine rağmen ciddi hiçbir tepki ortaya konulmamıştır.  Bir Kürt gencinin polisin eline düşmemek, tutuklanmamak için kendisini nehre atması haberine karşılık, ciddi bir tepki, olayı araştırma ve bunu bir kitlesel eylemliliğe çekme durumu yaşanmamıştır. Bunu nasıl anlamalıyız?

Bir insanın sırf yakalanmamak için kendisini Diclenin baharla birlikte kabarmış, hırçınlaşmış suyuna, üstelik giysileriyle atlarsa kurtulma şansının mucizelere kaldığını bile bile nehre atlaması nasıl anlaşılmalı? Bunu Dersim katliamı döneminde ateşe  verilen köyün içinden can havliyle kurtulmaya çalışan bir Kürt kız çocuğunun, sömürgeci türk askerini görür görmez yeniden yükselen alevlerin içerisine koşmasından ne farkı var? Ha polisten kurtulmak için nehre atlayan Murat, ha askerin eline düşmemek için ateşe koşan Kürt kızı...

Ne farkı var?

Sömürgeci türk askerini görünce, onun eline düşmektense ateşlerde yanmayı, küllerinin havaya savrulmasını tercih eden Kürt kızının hikayesini önemli bir kesim bilmektedir. Yine yüzlerce belki de binlerce Kürt kızının, gelininin sömürgecilerin eline geçmektense kendisini Munzur suyuna ve uçurumlara attığını bilir. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi tarihinde birçok gerillanın düşmana esir düşmemek için son kurşunu ve bombayı kendisinde patlattığı, kendilerini uçurumlara attığı  gerçeği de bir sır değildir.

Bunlar biliniyor. En azından şu an da Amed’in sivil toplum örgütlerinde, kent meclisinde, ilçe meclislerinde bilindiği ve birçok aydın, sanatçı ve yazarın da, siyasetçinin de gayet iyi bildiği açıktır. Amed duyarlıdır. Amed Kürdistan’nın kalbidir, yüreğidir ve hassastır. Ama neden günlerdir Murat İZOL isimli yurtsever Kürt gencinin polise yakalanmamak için kendisini Dicle sularına atması üzerinde durmadı? Bu barışçıl sürecin etkisi mi? Acaba ses çıkarırsak, eylem koysak sorumluların üzerine yürürsek, süreç mi bozulur? Acaba bu kaygılar mı besleniyor? Bu kaygılar yerinde midir?

Bu kaygıların yersiz hatta bir anlamının olmadığı çok açıktır. Silahların susması, ateşkesin yapılması demek, bir halkın kendisini savunmasız her türlü saldırıya açık hale getirmesi demek midir? Siyasal savaş, gençlerimizin katledilmesine sessiz kalmak veya her türlü saldırıyı sessizce sineye çekmek midir? Veya bir-iki sıradan basın açıklamasıyla görüntüyü kurtarmak mıdır? Barış kendin olmaktan vazgeçmek midir? Ateşkes, silahların susması kendin olmaktan veya kendini savunmaktan vazgeçmek midir?

Kürdistan Halk Önderi bu süreçte siyasetin öne çıkacağının altını çizdi. Fakat siyaseti de şu şekilde tanımladı: “Siyasal savaş, yurtseverlik savaşı, tarihe ve toprağa sahip çıkma savaşıdır”. Tanımlamanın böyle yapıldığını en iyi Kürt siyasetçileri bilir. Siyasal mücadele demek, parlementer sistem içerisinde ve onun sınırları içerisinde takılıp kalmak değildir.

Savaş ne için yapıldıysa, silah ne amaçla kullanıldıysa; siyasal mücadele de o amaçla yapılır. Fark; araç ve yöntemleridir. Artık siyasetle de sonuç alınabilinecek bir duruma-konuma ulaşılmıştır. Bu nedenle de Önder APO’nun Demokratik Kurtuluş Ve Özgür Yaşamı İnşa  manifestosunun anlaşılmayacak hiçbir yönü yoktur. Gayet açık ve nettir. Anlaşılır olmayan, bu ve benzer durumlar  karşısında yaşanan utanç verici sessizliktir. Kaldı ki Murat İZOL’un cenazesi bulunduğunda silahla vurulduğu yurtsever basın tarafından dile getirilmiştir. Bu durum karşısında da yurtsever gençliğin bir açıklaması ve bir-iki tekrarı aşmayan gençlik eyleminin ötesinde henüz ciddi bir tepki açığa çıkmış değildir.

Son birkaç ay açerisinde Özgür ARDA isimli Kürt genci sömürgeci AKP devletinin polisleri tarafından kurşunlanarak katledilmişti. Şahin ÖNER isimli welatparêz genç herkesin gözleri önünde katledilmesine, panzer altında ezilmesine rağmen, bir-iki sınırlı tepkinin ve çok sınırlı bir imza kampanyasının ötesine geçilmedi. Sonuca götürülemedi. Öncesi de var; Aydın ERDEM isimli welatparêz Kürt genci bizzat sömürgeci AKP devletinin polisleri hedef gözetilerek ateş edildi ve katledildi.


Öyle anlaşılıyor ki Amed’de kürt gençlerini korkutma, sindirme ve yıldırmaya dönük son derece bilinçli bir saldırı yürütülmektedir. Son iki gündeki Hizbi-Kontra saldırıları da bu kapsam ve plan dahilinde ele alınmalıdır.  Bunu yapanlar ne yaptıklarını gayet iyi biliyorlar. Fakat bu saldırının hedefi konumundaki Kürt Halkı, Kürt gençleri hala bu saldırı karşısında ne yapmaları gerektiği, nasıl bir dil ve mücadele içerisinde bulunmaları gerektiği konusunda yeterli  bir kavrayış, plan, program  ve bu temelde bir mücadele içinde değildirler. Geçiş sürecinin bir ifadesi olarak ortaya çıkan bu durumun  hızla aşılması gerekir.

Tekrar Önder APO’nun son zamanlarda yaptığı siyasal mücadele tanımına dönelim. “Siyasal savaş, yurtseverlik savaşı, tarihe ve toprağa sahip çıkma savaşıdır”. Şimdi süreci başlatan ve büyük bir kararlılıkla barış mücadelesini yürüten Önder APO’dur ve O’nun da siyasal mücadele tanımı budur. Burda toprağı, tarihi ve Kürdistan yurdunu savunmaya, korumaya çok çarpıcı bir vurgu vardır. Siyaset ve siyasal mücadelenin önüne tam da bu görevler konulmuştur. Kürdistan toprağında ve tüm Kürtlerin kalbi olan Amed’in orta yerinde herkesin gözleri önünde işlenen bu katliamlara sessiz kalmak ya da görüntüyü kurtaran tarzda bir-iki geçiştirici söz söylemek barışı geliştirmez, süreci ilerletmez. Tam tersine müzakere sürecini dinamitler. Sömürgecileri bu katliamları yapmaya cesaretlendirmekten başka sonuç yaratmaz.

Barış, bir ulusun-halkın  kendi olmaktan ve saldırılar karşısında kendini savunmaktan vazgeçmek değildir. Tam tersine barış, tam da bir ulusun-halkın kendisi olmaktır. Kürdistani olmak ve Kürdistan topraklarında diğer halklarla eşit bir biçimde yaşama imkanına kavuşmak demektir. Bu da ancak bir ulusun-halkın kendisine yönelen saldırgan eli kırk yerinden kırabilme gücünü gösterebilmek veya hissettirebilmektir.  Evet, barışçıl siyaset veya siyasetin öne çıktığı durum, kendini özgürce  ifade etme imkanına kavuşmaktır. Bu da sürekli bir biçimde örgütlülük ve mücadele demektir. Halk olarak kendini savunma, her türlü saldırıya karşı koruma sistemini kurmaktır. Kendisini savunamayanın, savunma bilinci, gücü ve örgütü olmayanın barışı da olamaz. Siyasal süreç, kendi varlığını koruma, özgürlüğü sağlama amacından vazgeçmek değildir. Çünkü, varlığı tehdit altında olanın barışı olamaz.

Murat İZOL’a gerektiği kadarıyla ve layıkıyla sahip çıkamamak, bir rehavet ve mücadelesizlik durumunu ifade etmektedir. Bunun hem de neredeyse “rehavete kapılmamalıyız” söyleminin en çok kullanıldığı bir zamanda görülmesi, kabul edilemez bir durumu ifade etmektedir. Sömürgecileri veya Önder APO’nun inisiyatifinde gelişen bu süreci sabote etmek isteyenleri cesaretlendirir. Mücadele ve hesap sormak için ayağa kalkmak ve kendi insanını sahiplenmek, bunun için kıyamet koparmak ise, sürecin biricik güvencesidir.

  Zaten Önder APO da bu görevi Kürt Halkına vermedi mi?

              Amed halkı bu görevi öncelikli olarak alan bir halk olarak, Diyarbakır valisi ve Emniyet müdürünü bu topraklar üzerinde, bu şehirde  kabul etmemelidir. Bu katil ikiliyi,  Özgür Arda’nın,  Şahin Öner’in, Murat İzol’un ve Komutan Numan ve on HPG savaşçısının  katledilmesini planlayan ve operasyonu yöneten   katiller olarak, Amedin başında ve kendilerini yönetmesine izin vermemelidir.

           

Herdem Serhıldan