HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

İlgi çekici haberlere göz atarken karşılaştık ve seslice okumaya başladık. Okumak sabır istiyor. Okudukça yüzleri daha bir geriliyor yoldaşların. Tabii, tepkiler yazının bitişiyle parladı birden.

Anlayışsızlığa, cahilliğe öfke ve nedenlerine ilişkin yoğun tartışmaların içinde bıraktığım yoldaşlarla aynıydı duygularım. Ve aklımdaki o cümleler

“Kendileri yılanların akreplerin arasında, en iptidai koşullarda yaşarken PKK’lıların “Önderlik, ölüm çukurunda sinüzitten çok çekiyor” diye hayıflanmaları insana gerçekten tuhaf geliyor.”

“Bu satırları okurlarsa çok sinirlenecekler ama sanki silahlı bir örgüt liderinden ziyade bir tarikat şeyhinden bahsediyor gibiler.”

Bu sözleri söyleten ne diye epey düşündüm yol boyunca. Kendisi yıllardır gazetecilik yapan ‘bilinçli!’ denilen bir insan olmasına rağmen neden böylesi yorumlara ihtiyaç duymuştu?

Tabii, dedim sonra, anlamak değil ki amacı, yargılamak. Bilmediği, bilemediği, tanımadığı ve anlayamadığı bir insan topluluğunun karşısında cehaletin söylettiği sözlerdi bunlar.

Toplumun gelmiş olduğu sosyal bunalım ve kendini bilmez bir bireycilik içinde akıp giden hayatların şekillendirdiği algı dünyalarında başkaları için acı çekmenin, hayıflanmanın, başkaları için bir şeyler yapabilmenin, fedakâr olmanın bir şeyler çağrıştırmayacağını bilsem de yine de gelir diye imana, söylemek lazım sözünü insana…

Son süreçlerde Türkiye kamuoyunda en bilinmez alan olarak bırakılan gerilla, PKK ve Önderimiz hakkında söz söyleme yarışı devam ederken pes doğrusu dedirten ayrı bir yazı işte. Hani içinde çözümleme, içinde anlama çabası, bir eleştiri olsa amenna. Onu da boş ver, hakkıyla karşıtlık yapılacaksa dahi, anti propaganda yapmak istiyorsan bile her şeyden önce tanıman lazım karşındakini, değil mi? Yazmadan önce okumak lazım. Okuyamıyorsan, şöyle genişçe bakman lazım, değil mi? Ama nerde.

Tamam, bir sorun ne kadar komple ise onunla ilgili görüş ve düşünce de haliyle (zenginlik mi desem, karmaşa mı desem bilmiyorum) oldukça çok oluyor. Ne de olsa herkes düşüncelerini açıkça tartışma hakkına sahip. Ama biraz insaf, biraz edep ve biraz da haddini bilmek gerektiğini muhataba iletmek de o derecede hakkımız olsa gerek.

Yıllardır bize yönelik her türlü onur kırıcı, aşağılayıcı suçlamalarla yapılan haber, atılan başlık, yazılan köşe yazılarının sahibinin vicdanında -ki varsa tabii- bir gün bir yara olabileceği temennisinden başka yapacak bir şey yok. Terörist, bebek katilleri, vatan hainleri, uyuşturucu kaçakçıları vb. birçok tanım artık o kadar da takıldığımız şeyler değil. Ne de olsa artık bu söylemlerin kaynağı olan cehalet karşısında ancak bilinçlere serpiştireceğimiz anlam damlalarıyla sonuç alabileceğimizi biliyoruz.

Ama onlar, harlayıp dursa da ateşi, rüzgârın bir an yön değiştirip körükçüyü yakabileceğini anlayamıyorlar.

Dağlar ve dağların insanlar için anlamı farklı olabilir. Ne de olsa kavuşulmak istenen yar ile arasında bir engel olarak görülen türküler dışında, belki coğrafya derslerinde rastlanılan anlatımlardan başka yerlerde görülmemiş olduğundan bir bakıma anlam da veriyor insan.

Ama söyleyelim ki dağ anlamın, bilincin ve özgürlüğün kalesidir. Bizleri dağlarda akrep ve çıyanlarla yaşayan, gerici feodal ilişkiler düzeninde bir adanmışlıkla cahilliğin yönettiği insanlar olarak görmek isteyenlerin anlayamayacağı kadar derin ve felsefik anlamları olan bir mekândır. Şehir ışıklarının yalancı aydınlığında kendilerini var eden doğanın renk ve seslerinden uzaklaşan modernite tutkunu ‘gelişkin!’ insanların mahrum kaldığı bir yuvadır. Doğa ananın cömert ve mütevazı evidir.

Ama tabii, anlayana…

Hadi diyelim ki bizi ideolojik, siyasi, askeri anlamda beyni yıkanmış insanlar olarak görüyor, tercihlerimizin farkında değilsiniz. Olabilir. Peki, insanlığı o kadar derinden etkileyen insanların yaşamları hakkında da aynı şeyleri mi söylüyorsunuz. Bir dönem kesinlikle vatan haini dediğiniz ve şimdilerde ardılı olmak için birbirinizi ezerek koşuşturduğunuz o devrimci gençlik önderleri için de mi aynı şeyi düşünüyorsunuz. Onların tercihi de dağdı.

Hz. Muhammed, Hz. Musa ve nice peygamber mücadelelerine dağlarda başlamadılar mı? Emperyalist işbirlikçisi, vatanı peşkeş çeken faşist yönetim karşısında Türk’üyle, Kürt’üyle kutlu devrimci çocuklar Türkiye ve Kürdistan’ın dağlarında aramadılar mı özgürlüğü. Bedrettin, dağlarda ve dağ eteklerinde kurduğu düzeniyle kafa tutmadı mı gerici Osmanlı egemenliğine. Hira’da, Sina’da, Munzur’da, Kütahya’da, Dersim’de, Nurhak’ta, Cudi’de yaşı farklı, cismi, kimliği farklı nice insan, adandıkları ve kurtuluşu gördükleri inançları için feda etmediler mi kendilerini?

Evet, Kürdistan dağlarında yaşayan Kürt ve Türk gençleri, Arap, Alman, Rus gençleri PKK kimliği altında Abdullah Öcalan’ın yarattığı özgürlük yürüyüşünde kendi onur ve istemleriyle yer almaktan hep gurur duydular. Ölümüne, evet canları pahasına, hiçbir şaşalı ilişki ve gelecek hayaline mecbur kalmadan doğa kadar sade, katıksız yaşamayı tercih ettiler. Ne bir boy aynasının, ne insanın olmazsa olmazı denilen her türlü aracın mecburiyetini hissetmeden, ihtiyaç duymadan yaşamayı seçtiler. İnsanın yüz hatlarında, bakışlarında var olan güzelliklerin ancak iç dünyasında çalkantılarını aşan insanın eseri olduğunu bildiklerinden olsa gerek yüksek dağ doruklarından usulca akan derelerdeki su kadar berrak yaşamayı esas aldılar. Şehirlerin birbirini yiyen, her gün yeni bir şiddet ve cinnet dalgası içinde geçiren insanına tercih ettiler yüksek bir amaç uğruna kendini feda etmek isteyen insanları, yoldaşlarını, kardeşlerini.

Ha, evet, biz Önderimizin etrafında kenetlenmiş, onun için her şeyi göze almaya hazır insan topluluğuyuz. Ve de öyle kalmaya devam edeceğiz. Ve kaygılanacağız onun her hali için. Neden mi?

Çünkü o şimdi sizin de içinde yaşadığınız ülkeyi biraz da olsa nefes alınabilir bir pozisyona taşıyan insan. Bir halkı, yok sayılan, beton mezarlara kapatılan, dili, kültürü, kimliği yasak bir halkın var olduğunu ispatlayan insan. Kırk yıla yakın bir zamandır tüm enerji ve çabasını kendisi dışında yaşayan ve var olan insanlar için adayan bir insan. Farkında olup olmamak arasında gidip geldiğiniz toplumsal kaostan çıkış için, binyılların özgürlük arayışçılarının, halkların, küresel tekelci sistem karşısında yürüttüğü mücadelelerin çağımızın değişimlerine uygun bir tarzda gerçekten özgürlüğün kazanacağı bir tarzda güncelleyerek güçlü bir düşünce sistemini, paradigmayı yaratan insan.

Yerinde bir yorum yapmak istiyorsan, önce bunları bileceksin. Bilmek için de önce o önyargılarını ve yıllardır edindiğin ezberleri bir beş dakika kenara bırakıp anlamaya çalışacak, okuyacaksın. Ama ikinci üçüncü ağızdan değil. Sözü söyleyenin dilinden.

Tabii, yalnız bu da değil.

Yaşadığınız kültürün diri diri toprağa gömdüğü küçücük kızlar için, sokakta kolu kırılan, on ikisinde kurşunlanan, havanlarla parçalanan çocuklar için kederlenen bir insan. Bir halkın, halkların özgür ve demokrasi içinde yaşayabilmesi için on iki senedir tek başına, hiç kimseye dokunmadan ve korkularak ve anlaşılmadan ve tecrit içinde ve rencide edilerek ve işkenceyle yaşıyor. Ve direniyor. O bilmediğiniz anlamadığınız ve anlamak için çaba sarf etmediğiniz fedakârlığı, direnişi, insanlar, biz ardılları için yaşıyor.

Evet, O, özgür bir insan.

Ve özgür bir insanı savunmak, onun için kaygılanmak insan olmanın bir gerekçesidir.

Sinan Cudi