HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Son on yıldır adından en çok söz edilen Usame Bin Ladin nihayet bir Pentagon operasyonuyla öldürüldü. Bu ölüm operasyonunu Obama yönetiminin naklen canlı izlediği açığa çıkarken, Amerika’da epeyce sevinç duyanların olduğu görüldü.

Şimdi bir haftadır bu olay herkes tarafından tartışılıyor. Haklı olarak olay çok farklı yönlerden ele alınıp, çeşitli sorular soruluyor. Neden yakalanmadı da, öldürüldü? Neden şimdi öldürüldü? Operasyona kim ya da kimler destek verdiler? Benzer soruların sorulup, doğru ve yeterli bir biçimde cevaplanması gerekiyor.

Denebilir ki, bu olay bu kadar önemli mi? Bazılarının kuvvetle iddia ettikleri gibi, acaba olanlar bir danışıklı dövüş değil miydi? Olayın kendisi önemsiz olabilir, hatta söylendiği gibi danışıklı bile olabilir. Bu nedenle fazla önemsememek gerektiği söylenebilir. Fakat olayın kendisi böyle olsa bile, cevap bekleyen sorular da gösteriyor ki, ardından ciddi siyasal gelişmeler var ve bu nedenle bu olayı doğuran siyasal durumun analizi gerekiyor.

Elbette Bin Ladin’in neden yakalanmayıp da öldürüldüğü sorusu da önemlidir. Çünkü Pentagon güçlerinin sağ yakaladıklarına dönük güçlü iddialar var. Buna rağmen öldürülüp cenazesi de kaçırıldığına göre, o halde operasyonun bu temelde planlanmış olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Bu da “ABD’nin Bin Ladin’in söyleyeceklerinden korktuğu” görüşünü kuvvetlendiriyor.

Bin Ladin’in bir zamanlar CIA ile güçlü ilişkisinin olduğu ve Bin Ladin’i ABD desteğinin güçlendirdiği tarihi bir gerçek. Bunu herkes biliyor. Sovyetler Birliğine karşı Bin Ladin ile ABD’nin sıkı iki müttefik olduğu bir sır değil. Yine 1990’dan sonra en azından dış görünüşte Bin Ladin ile ABD’nin karşıtlaştığı ve bu durumun giderek düşmanlık düzeyine yükseldiği de bir sır değil.

Gerçi başta Bin Ladin olmak üzere Saddam Hüseyin gibi bazılarının yaptıklarından en çok ABD faydalanmıştır. Bunlara dayanarak yirmi yıldır Ortadoğu’yu işgal etmeyi ve petrol kaynaklarını ele geçirmeyi başarmıştır. Bu nedenle Bin Ladin ve Saddam Hüseyin’in objektif olarak ABD siyasetine hizmet ettikleri doğrudur, fakat buna bakarak “CIA ajanı” demek elbette gerçekçi olmaz.

Bin Ladin’in neden sağ yakalanmadığından çok, siyaset açısından neden şimdi öldürüldüğü sorusu daha önemlidir. Çünkü, basına yansıdığı kadarıyla altı yıldır denetleniyor, yani izleniyormuş. Obama yönetimi operasyonu naklen izlediğine göre, en azından yıllardır izlendiği ve operasyonun aylardır planlandığı rahatlıkla söylenebilir. O halde neden birkaç ay önce veya örneğin geçen yıl değil de, 2011 baharında 2 Mayıs sabahı operasyon yapılıyor?

Bu soruya ABD iç siyaseti açısından bir cevap verilebilir. Yani Obama yönetiminin 2012 seçimlerine hazırlandığı söylenebilir. Zira 2010 Kasım seçiminde ciddi oy kaybettiği açıkça görülmüştü. Bu nedenle meclis çoğunluğunu kaybetmiş durumdadır. Geçmiş hatırlanırsa, Bush yönetiminin Kasım 2006 ara seçimini kaybetmesi Saddam Hüseyin ve arkadaşlarının idamını getirmişti. Buna bakarak, Obama yönetiminin Kasım 2010 seçimini kaybetmesi de Bin Ladin’in başını götürdü denilebilir. 2008 seçiminde “Bin Ladin’i öldürme” sözünü vererek kazanan Obama’nın, bunu yapmadan yeni bir seçim kazanması imkansız gibidir.

Elbette iç politikaya dair bu görüşün belli bir doğruluğu olsa da, bununla da bağlı olarak bu olayın Ortadoğu’daki gelişmelerle bağı çok daha önemlidir. Bin Ladin operasyonu ABD yönetiminin Ortadoğu’ya yönelik yeni bir planlı saldırısının başlangıç olaylarından biri gibidir.

2011 Ocak’ından beri Arap toplumunun parça parça da olsa şiddetli bir isyanı yaşadığı herkesin malûmudur. Arap toplumu Birinci Dünya Savaşı ile kapitalist hegemonyanın yarattığı horlanan ikinci sınıf bir toplum olarak artık yaşamak istememektedir. Bu da Ortadoğu’da yeniden yapılanma olayını güncel bir olgu haline getirmiştir.

Bilindiği gibi, bu yeniden yapılanma süreci, kapitalist hegemonya altında Ortadoğu’nun üçüncü genel yapılanma sürecini ifade etmektedir. 19. yüzyıl boyunca kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya yönelik ideolojik ve ekonomik saldırısı Birinci Dünya Savaşına yol açmış ve savaşın galipleri olan İngiltere ve Fransa’nın çıkarları doğrultusunda bölgenin ulus-devlet statükosu şekillendirilmiştir. İkinci Dünya Savaşı ardından dünya genelinde esen demokrasi ve sosyalizm rüzgarı Ortadoğu’ya daha çok milliyetçilik ve militarizm olarak yansımış, gerçekleşen askeri darbeler sonucunda ulus-devlet iktidarları bireysel veya oligarşik diktatörlükler olarak ortaya çıkmıştır. Böylece dıştan saldırıyla bölgeyi fetheden kapitalist modernite içselleşmiştir.

Şimdi kapitalist hegemonyanın bu diktatoryal baskı ve sömürüsüne karşı bölge halkları isyan ve direniş halindedir. Özellikle kapitalist hegemonyanın soykırım dayattığı Kürt toplumunun son otuz yıldaki örgütlü direnişine, ikinci sınıf sayılan Arap toplumunun isyanının eklenmesi, bölgedeki üçüncü yapılanma sürecinde halkların gerçek demokrasi eğilimini son derece güçlü hale getirmektedir. Bu durum ise BOP temelinde bölgeyi yeniden fethetmek isteyen ABD’nin stratejik ve taktik planlarını tehlike içine sokmaktadır.

Bu durumda ABD yönetiminin, özellikle Libya olaylarından itibaren yeni bir planlı saldırıya yöneldiği gözlenmektedir. Bu çerçevede NATO’yu harekete geçirmiş ve AKP hükümetiyle anlaşmıştır. Ortadoğu’da ABD hegemonyası önünde engel oluşturan güçlerin ortadan kaldırılmasını AKP hükümetinin desteklemesi karşılığında, ABD de AKP hükümetini PKK'yi imha ve tasfiye planına destek verecektir.

İşte Ortadoğu’da ve ülkemizde yaşanan son olaylar, ortamın gerginleşmesi ve şiddetin tırmanması bu yeni politika ve anlaşma gereği olmaktadır. Dikkat edilirse ABD sadece Bin Ladin değil, Kaddafi’nin de üzerine gitmekte ve AKP artık ses çıkarmamaktadır. Hatta Bin Ladin operasyonu ile Kaddafi’nin oğlunun ölümüne yol açan operasyonun aynı gecede yapıldığı söylenmektedir. Yine Kaddafi’nin de aynı yerde olduğu dile getirilmektedir.

Bunlarla eş zamanlı olarak, bir yandan ABD’den bazı PKK yöneticilerinin “mal varlıklarının dondurulduğu” kararı yükselirken, diğer yandan da Başbakan Tayyip Erdoğan “Artık Kürt sorununun bittiğini” söyleyip, sözde “Kürt açılımı”ndan tamamen vazgeçerek Orduyu ve polisi Kürtler üzerine operasyona sürmektedir. Başbakan ve AKP yöneticilerinin BDP’ye yönelik artan saldırılarının altında işte bu gerçek yatmaktadır. Hükümet, ABD’den aldığı destekle Kürt sorununu çözmeye değil, Kürtleri ezmeye karar vermiş durumdadır.

Peki Kürtleri ezmek için ABD’den aldığı desteğe karşılık olarak, AKP hükümeti ABD’ye ne vermektedir? Çok açık ki, her şeyden önce işte Kaddafi ve Bin Ladin’in başlarını vermiştir. CIA’nın Bin Ladin operasyonunu MİT ve Pakistan istihbaratının desteğiyle gerçekleştirdiği söylenmektedir. Hatta bu işte en kritik rolü MİT’in oynadığına dönük ciddi iddialar vardır. Yine AKP hükümeti yıllardır oluşturduğu İran, Suriye ilişkilerini ve Arap dostluğunu feda etmiş durumdadır.

ABD’nin Bin Ladin saldırısı ile Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP yöneticilerindeki tutum, üslup ve politika değişikliklerinin nedenlerini işte burada aramak gerekir. Demek ki Kürtler ve Ortadoğu bölgesi yeni bir planlı salıdır tehdidi altındadır. Artık seçim bitmiş, yerine savaş gelmiş gibidir. Daha doğrusu seçim tamamen savaşın hizmetine bağlanmış gibidir.

Elbette AKP’nin bu yönelimi ve ABD ile bu ortaklığı hem Türkiye ve hem de Kürtler açısından çok tehlikelidir. Kürtler kadar ülkemizin tüm aydın ve demokratları bu gerçeği görmeli ve bu tehlikeye kesin karşı çıkmalıdır. Özellikle Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku’na çok ciddi ve tarihi görev ve sorumluluk düşmektedir. Bu tarihi sorumluluğun bilincinde olmak ve seçimi bununla birleştirmek gerekir.