Kimilerine göre hassas bir süreç, kimilerine göre bütün ciddiyetiyle ve geri adım atılmaksızın ilerleyen bir süreç, kimilerine göreyse güzel şeylerin olacağına dair var olan inancın ateşinin zayıfladığı bir süreçten geçmekteyken, ana haberlere ve moderatörlere yansıyan temel kareler ölüm haberlerini çığırtan muhabirler ve bayrağa sarılmış tabutların ardında selam veren gözü yaşlı ana-babalar tabii ki yetim kalan çocukları kucaklarında avutmaya çalışan sivil giyimli kadın! Askerler arzı endam ediyorlar. Tabi bunları yanında olmazsa olmaz kabilinde “birlik ve beraberlik” mesajları bir biri ardına yayınlanırken, bunlara isyan eden iki ses, birbirinden farklı yerlerde ama birbirleriyle aynı samimiyetle bir şeyler söylüyorlar. Dediğim görüntü kirliliği arasında çok fark edildi mi bunlar? Bu sesleri duyanlar –acaba diye başlayan cümle kurmaya başlamadılar mı daha?
Seslerden bir tanesi Muş’tan geliyordu; oğlunun tabutu gözünün önünden geçtikten sonra bir duvarın dibine yığılmış bir baba; “yeter artık, akan bu kan dursun, kardeşlik günleri gelsin” diyordu. Bu bir azametin kelimelere dönüşmesinden başka bir anlamı taşımıyordu. Belki kimilerine göre vatanın sağ olması gerekiyorken, yine kimilerine göre sıradakileri de seve seve bu anlamsız savaşa göndermek varken, bu babanın söyledikleri gerçekten kulaklarımı yırtarak geçiyor beynime!
İkinci ses ise Anadolu'nun batısına yakın yerlerden geliyordu. Onda da acısını derinlerine gömen bir baba; “silahlar sussun, benim canım yandı artık başkalarının canları yanmasın” diyordu. Her ne kadar cenazenin camiden alınması esnasında bazı malum çevreler kanı ve savaşı kutsayan höykürmeler içerisinde girmeye çalışmış olsalar da, bu vakur babaların sesleri dikkatimi kendilerine kanalize ediyorlar ve içinden geçmekte olduğumuz dönemin gerçeklerinde; yanmayı, kardeşliği, onuru, namus gibi kavramları tekrardan düşünmemenin insana dair bir yaklaşım olacağına inanmamakta daha da ısrarlıyım.
Tabi çok kısa bir süre sonra; yani dün kadar yakın olan bu gerçek ve güzel sözlerin üzerine baykuşların bugün tünemeleri ve harekete geçmiş olmalarına da artık çok fazla şaşmıyorum. Geçtiğimiz günlerde birçok açıklamalarda ve beyanatlarda “bu savaşın durmasını, artık Anadolu coğrafyasının kardeşlik çağına girmesi gerektiğini” söyleyenleri dahi bu baykuşların ve kan emicilerin kendilerine gelmelerine sebebiyet verememiş. Ki bugün Genelkurmay da gerçekleşen basın açıklamasında; “son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar, faaliyetlerine devam edeceğini” açıklayan generallerin pişkinliği ve ezbere tekstleri, vakur babaların söylemlerine kulak tıkamanın ve evlat acısına “hoptirilaylom, vatanı biz koruyoruz canikom!” yaklaşımı olmaktadır.
Babaların acısı ve seslerinde bu savaşın, akan kanın durmasına yönelik kelimelerin olmasına rağmen, bugün basının önünde apoletleri ve nişaneleriyle çöreklenenler; bu savaşı ve akan kanı bir faaliyet ve organizasyon olarak gördüklerini yani ölme-öldürme noktasında ne kadar hissiyatsız olduklarını hiç arlanmadan dile getiriyorlar. Birkaç günde o kadar insanın hayatını kaybetmiş olması gerçekten de vatanı sağ mı yapıyor? Bu savaş ya da faaliyetler! Bugüne kadar kaç bin hayatı aldı, içinizden hanginizin başı arşa deydi?
Daha öncesinden analar kucaklaştı, şimdi babalar söylüyor ve insanlar hala orda ölmeye devam ediyor ve öldürmeye gönderiliyorsa hatalı giden şeylerin olduğu aşikardır. Bunun zihniyetle alakası olduğu gibi nemalanmayla da ilgisini geçtiğimiz dönemlerden de çok iyi biliyoruz. Elindeki 4 numaralı sopayla, bilmem hangi numaralı deliğe topu atmaya çalışan bir general, elbette ki askerleri dağlara ölmeye ya da öldürmeye gönderirken herhangi bir insani duyguyu yaşayamaz. Yine bu kadar gencin hayatını kaybetmesine rağmen, hala orada “birlik ve bütünlüğümüzden ödün vermeyelim”, “Mehmetçik, Ayşecik el ele hep birlikte güçlü Türkiye’ye” felsefesiyle toplumsal anlamda bir bilinç erozyonu hazırlanırken ve genelkurmay başkanının daha fazla gencin ölmesi için Almanyalarda silah, tank vs. araçlar için cirit atması; daha fazla ölüm, kan olacaktır. Öyle denildiği gibi bayrağa sarılı tabutlar bu vatanın sağ olmasından ziyade, birçok ocağa ateş düşürmekten başka bir gelişmeyi beraberinde getirmeyecektir.
Bana iş burada “benim tek isteğim bayrağa sarılı cenaze gelmesin” diyenlere düşüyor. Öyle el, ayak öpme istemiyle bu ülkede savaşın tam olarak ortadan kalkacağını sanmak ve proje adı altında el, ayak öpmek için kapı çalmak yetmiyor. El mi öpersiniz, ayak tırnaklarınızı mı keserseniz ben bilmem ama bu hareketlilik anlaşılmıştır ki, istediğinizi oluşturmuyor. Bakın bayrağa sarılı tabut geliyor, hem de daha eylemler olmadığı halde. Yani yarın Kürt Özgürlük Hareketi bu gelişmeleri oyalama taktiği olarak yorumlar ve tekrardan meşru savunma savaşını gündemine alırsa daha çok tabutun geleceğini sanırım görmeme bir durumun izahatı olamaz. O zaman devletin kendine göre algılamaya ve faydalanmaya çalıştığı, Kürt Halk Önderliğinin yol haritasının Kürtlere verilmesi bir başlangıç olmalı. Bununla birlikte askerleri susturmak ve muhalefetiyle, muhataplarıyla bu sorunu daha güçlü, yürekli bir şekilde tartışmaya açmak gerekiyor. Tabi eğer gerçekten derdiniz “bayrağa sarılı tabutun gelmemesi” ise, yoksa bütün mesele hoptirilaylom, hoptirilaylom, hoptirilaylom…
Toprak Cemgil