HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

newroz fotoÖncelikle Kürdistan halkının  Kahramanlık haftasını kutluyorum. Agit yoldaş şahsında tüm Kürdistan devrim şehitlerini, Mahir Çayan şahsında tüm Türk devrimcilerini saygıyla anıyorum. Anılarına Önder Apo’nun özgürlük manifestosunu pratikleştirmek, hepimizin boyun borcudur.

Kürdistan halkı Newroz ruhuyla kahramanlık haftasını karşıladı. Şimdide aynı ruh, coşku ve kararlılıkla Amara’ya yürüyor. Newroz’la birlikte başlayan Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı inşa sürecinin nasıl pratikleştireceğini tartışıyor ve anlamaya çalışıyor. Sömürgeci Türk devletinin Başbakanı, Cumhurbaşkanı ve muhalefeti Önder APO’nun yaptığı tarihi, stratejik ve çözümleyici adımı, Kürdistan halkının ve Türkiye demokrasi güçlerinin bu çağrıya verdiği eşi görülmemiş kitlesellikteki desteği bir yana bırakarak “neden orada bayrak yoktu” söylemini öne çıkardılar. Ve bayrağın asılmamış olmasını bir provokasyon olarak değerlendirdiler. Provokasyon sözü bizzat Erdoğan’a aittir.

Önderliğin açıklamalarını  “olumlu bulmakla” birlikte bayrağın olmamasını provokasyon olarak değerlendirmesi samimiyetsizliğin de ifadesi olmuştur.   Aslında T. Erdoğan sonuç alacağını bilse ve konjonktür uygun olsa Habur sürecinde olduğu gibi “başa döneriz” diyebilirdi. Fakat herkesin tespit ettiği bir durum vardır ki, AKP çok istediğinden değil, bu sürece mecbur bırakılmıştır. Nitekim M. Ali Şahin’in “aksi takdirde bölünecektik” sözü bunu teyit eder niteliktedir. Onun için açıktan “başa döneriz” demedi, diyemedi. Ama 29 Mart akşamı Kanal D-CNN Türk ortak yayınında bunu farklı bir biçimde dile getirdi.

Kürdistan Özgürlük gerillasının, TBMM’nin devreye girerek, yasa çıkarması temelinde geri çekilebileceği yönündeki açıklamalara karşılık olarak, sömürgeci devletin başbakanı  “silahlarını bırakıp çekilirler, yasaya gerek yok, nereye giderse giderler”, “silahta diretirlerse biz şehit, onlar ise pisi pisine giderler” biçiminde bir değerlendirme yaptı. Bu bir çözüm anlayışı değil, teslimiyeti dayatmaktır, Kürdistan özgürlük savaşçılarına hakarettir. Şehitlerimize hakarettir. Bu Önder Apo’nun projesini boşa çıkarmaya yönelik bir adımdır. Ama sömürgelerde, ezilen halklara karşı haksız bir savaşı yürütenlerin değer gördüğü nerede görülmüş ki…Ancak kendi toplumunu  haksız bir savaşa motive etmek için kullanılan bu ifadenin fazla bir değerinin olmadığı çok açıktır.

Belli ki, Önder Apo’nun “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı” inşa etme manifestosunun Kürdistan’da, Türkiye demokrasi çevrelerinde ve uluslararası alanda yarattığı etkiyi hazmetmemiş. Milyonların pür dikkat hem Newroz meydanında hem de televizyon başında Önder Apo’nun mesajını dinlemeleri ve açıktan desteklerini ortaya koymaları sömürgeci Türk devletinin başbakanının kimyasını bozmuş gibi gözüküyor. Abuk-sabuk konuşması bundandır.

Hatırlanırsa sömürgeci Türk devleti, Kandil ve Maxmur’dan gelen barış gruplarının milyonlar tarafından karşılanması üzerine sömürgeci Türk devletinin başbakanı “ başa döneriz” demişti. O ne umuyordu gelişlerden? Gelenler süklüm-püklüm, pişmanlık ruhuyla gelip Türk devletine sığınacaklardı. Ama böyle olmadı. Milyonlar karşıladı. Barış elçileri de, en ufak bir taviz vermediler. İlk günde gelişleri olumlu gören sömürgeci devlet yetkilileri, hem kitle gücünü hem barış grubunun tutumunu görünce, ağız ve politika değişikliğine gittiler.

Şimdide Kürdistan halk Önderinin açıklamasının yarattığı olumlu havayı ve hesaplarının alt-üst olduğunu görünce, “başa döneriz”  anlamına gelen “silahlarını bırakıp çekilirler, yasaya gerek yok, nereye giderse giderler”, “silahta diretirlerse biz şehit, onlar ise pisi pisine giderler” türünde  seviyesiz ve provakatif  sözler sarfetti. 

Sömürgeci Türk devletinin başbakanı T. Erdoğan’ın Newroz günü Önderliğin yapılan açıklamalarını esas alma yerine, bayrağın olmaması üzerinden Özgürlük Hareketine ve Demokratik siyaset alanına yüklenme gereği gördüğü şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bu açıkça siyasi ve psikolojik saldırıdır. Amaç şudur. Kürtlerin özgüvenlerine, sevinçlerine ve geleceklerine müdahale ederek sınır koymaktır. Daha açıkçası “ istediğiniz kadar kitlesel olabilirsiniz ve sevinebilirsiniz ama efendiniz biziz, bayrağımız sizin tepenizdedir.” Bu aynı zamanda bir tehdit ve gözdağı anlamına da geliyor.  Yani Türk efendiler olarak kölesi kabul ettikleri Kürtlere “fazla ileri gitmeyin giderseniz kötü olur. Atacağınız adımları da biz belirleriz, sizin kutlamalarınızın ve sevinciniz sınırını da biz belirleriz.” demek istiyorlar.

Türk başbakanının barıştan, teslimiyeti, kardeşlikten köleliği anladığı çok açıktır. Bir “Türk barışı” dayatması içinde olduğu çok açık. Tüm barıştan yana olan güçler, kesimler bu gerçeği iyi görmelidirler. Kim gerçek, onurlu bir barıştan, kim savaştan yana?

Türk devletinin, Akp’nin, Chp’nin ve Mhp’nin tutumlarını ve yaklaşımlarını anlamakta ve yorumlamakta bir sorun yoktur. Fakat bazı Kürt siyasetçileri “bizim bayrakla bir sorunumuz yok, bir yetersizlik olmuş, aklımızda olsaydı asardık” yönlü açıklamalar doğrusu Kürtlerin ve o muhteşem Newroz kitlesinin ve sürecin asla hak etmediği bir yaklaşım olmuştur. Belki bunu sözüm ona ortamı yumuşatma, politik esneklik adına ve yine hassasiyetler üzerinden söylemişlerdir. Böyle de düşünmüş olabilirler. Ama doğrusu yakışmamıştır. Bu yaklaşım politik olarak gerilemedir. Kürtlerin büyük direnişlerle kendilerini yeniden yarattıkları özgüveni dikkate almamayı ifade etmektedir. Sömürge toplum psikolojini ifade etmektedir. Kürdistan halkının direnişçi özünü ifade etmemektedir. Önder Apo’nun deyimiyle artık “Kürtler özbenliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı.” Bu yaklaşım Kürt halkının ulaştığı düzeyi ifade etmemektedir.

Eğer bu düşük yoğunluklu bir kriz ise bu krizi iyi yönetememişlerdir. T. Erdoğan kurnazlık ve sinsice gerilim siyaseti yürütmüştür ve ne yazık ki, Kürt siyasetçileri bunu görmemişlerdir. Diplomatik ilişkilerde gerilim siyaseti son derce bilinçli olarak uygulanır. Buna bir tür “blöf” ve “şantaj” da denilebilir. Bu görülememiştir. Kürt halkının hassasiyetlerini yeterince gözönüne alamama vardır.  Burada sürecin ve Önderlik projesinin de yeterince anlaşılmadığı görülmektedir. Böyle hemencecik adeta “hata yaptık izin verirseniz hatamızı düzeltiriz” babında ifadeler sürecin ve önümüzdeki dönemin yeterince anlaşılmadığını ve kavranmadığını göstermektedir. İşte bir Kürt siyasetçinin bir türlü anlam veremediğimiz, kimsenin de anlam veremediği “ özür dileme” de bunun bir tezahürüdür. Özür bir yere oturtulamamış, boşta kalmıştır.

 Şimdi şunu belirtmekte fayda var. Efendi-Köle, sömürgeci-sömürge ve inkar-imha üzerine kurulu olan Kürt- Türk ilişkileri değişecekse, eşitlik ve özgürlük temelinde yeniden inşa edilecekse o zaman Türk bayrağı da değişecektir, değişmek zorundadır. Bayrak değişmez diye bir şey yoktur.

 Öncelikle şunu belirtelim ki, Kürdistan halkının Türk bayrağına dönük “bu bizimde bayrağımızdır” şeklinde bir algısı, içten bir benimsemesi yoktur. Bunu adeta Kürtlerin böyle bir yaklaşımı varmış gibi yansıtmak, Kürtlere yabancılaşma ve  bir hakarettir.  Her Türk’ün evinde veya çeşitli özel günlerinde bir veya birden fazla bayrak görebilirsiniz. Ama her Kürt’ün evinde bu bayrağı göremezsiniz. Hele hele Newroz halkında bunu hiç göremezsiniz. Ancak bazı işbirlikçi kesimleri bunun dışında tutuyoruz. Kaldı ki bu bayrak doksan yıldan bu yana Kürtlerin gözünde, inkâr, imha, asimilasyon, katliam, sürgün, zindan ve işkence ile özdeşleşmiştir. Bu kadar kötü şeyi sembolize etmektedir Kürtler için. Yani Türk devletinin Kürdistan’daki katliam ve soykırım temelindeki hâkimiyetinin sembolüdür. Bunu aklı ve vicdanı olan Türkler dahi dile getirmektedir. Amed zindanında neredeyse büyük bir Türk bayrağının çizilmediği koğuş koridor yok gibidir. Bugün üzeri badanansa da hala yakından bakılınca gözükmektedir. Bazı koğuşlarda ise duvarlar yeterli görülmemiş olacak ki, tavanlara da çizilmiştir. O Türk bayrağının altında, yanında vahşetlerin yaşandığını herkes bilir.

Son iki yüz yıl içinde Osmanlı ve Türk devletleri adına bayraklarında değiştiğini biz biliyoruz. Dolayısıyla bayraklar ve semboller değişmez değildir. Değişir. Yeniden oluşturulacak bir anayasa ile birlikte, bayrak kanununda da kimi değişiklikler yapılarak, Kürt değerlerini ifade eden renkler o bayrağa eklenebilir.  Ama bugün Kürtlerin gözünde bir zulüm simgesidir. Kimse bunu barış, kardeşlik  adına Kürtlere sevdirmeye kalkmamalıdır.

Hele hele sömürgeci Türk devletinin “başa döneriz” havasındaki sözlerinden sonra…

Kürdistan Halk Önderi milyonların gerçek, onurlu barışını,  Kürt ulusunun eşitlik-özgürlük temelindeki tarihi çözümleyici yaklaşımını ortaya koyduktan ve Kürdistan özgürlük hareketi elindeki esirleri serbest bıraktıktan ve sorunun çözümü için bir fedakârlık olarak ateşkes ilan ettikten sonra, eğer başa dönülecekse, buyurun başa dönelim!

Önderliğimizin ve bizim tercihimiz hiç kuşkusuzki başa dönmek değildir. Biz Önder Apo’nun projesinin pratikleşmesini istiyoruz. Kürdistan özgürlük hareketinin tüm çabaları ve Kürdistan halkının talepleri bu yöndedir. Ancak ille de Kürdistan halkına  sömürgeci savaş dayatılır, yani başa dönülürse de, bir kez daha kazanan Önder APO, Kürdistan Özgürlük gerillası, Kürdistan halkı, barış ve özgürlük olacaktır. Kaybeden Türk sömürgeciliği ve şimdiki temsilcisi T. Erdoğan olacaktır! Çünkü Kürtler eskisi gibi yaşamamakta ve savaşmamakta kararlıdırlar. OLACAKSA BİR  YAŞAM ÖZGÜRCE OLACAK YA DA HİÇ!

Herdem Serhıldan