2011 yılının ilk günlerinden bu yana ayakta olan halkımızın demokratik barışçıl taleplerine yönelik gerçekleştirilen saldırıların ardı arkası kesilmiyor. Polis devletinin günlük uygulamaları yanında AKP eliyle sürdürülen psikolojik savaş bombardımanı halkı savunmasız kılmaya çalışıyor. Sivil itaatsizliğin tanımları üzerinden yürütülen tartışmalarla eylemlerin içeriği ve gösterilen irade görmezden gelinmeye çalışılıyor.
Bu girişimler şüphesiz Kürt halkının eylemsellikleri karşısında dara düşen, tıkanmayı yaşayan ve ciddi bir yenilgi psikolojisi altına girmiş olan siyasi erkin oyunları. Bu oyunlar karşısında demokratik güçlerin ve halkımızın eylemlerini ısrarla sürdürmeleri gerekli olduğu kadar güçlü bir savunma mekanizmasının yaratılması gerekliliği de kendisini gösteriyor.
Kürt halkı ve bireyi olarak mücadelecilik, cesaret ve özgüven konularında özellikle son otuz yılda oldukça büyük gelişmeler yaşandı. Bedel vermekten geri durmayan halkımızın duruşu bin yılların direniş kültürünün günümüzde de oldukça güçlü bir şekilde korunduğunu gösteriyor. Bu anlamıyla direnişin çocukları genlerinde var olan özgürlük tutkusuyla ayakta ve düşmana kök söktürüyor.
Bununla birlikte halen savunma mekanizmasında yaşanan açıklar da gözlerden kaçmıyor. Haklı olan taleplerini dile getirirken karşılaştığı saldırılar karşısında kendini koruma noktasında halen zayıflıklar görülüyor.
Karşıt güçler arasında yaşanan çatışmalarda tarafların kendi iradesini hakim kılma, kendini savunma ve karşısındakini geriletme düşüncesinde netlik gerekmektedir.
Yıllardır sokaklarda, faşist polis güçleri karşısında eylem halinde olan Kürt gençliğinin bu konuda gösterdiği cesaret dillere destan. Onlarca küçük komutanımız faşistlerin güllelerinin önünde can verdi. Onlarcası sakat kalma pahasına iradesini ortaya koymaktan geri durmadı. Buna rağmen halkını ve hakkını savunmanın bu mücadelesinde sıcak çatışmanın dışındaki zamanda sergilenen duruş saldırganlara halen cesaret veriyor.
Devrimci bir duruş ve kişilikle kendini büyük hesabın sahibi yapmak gerekirken birçok ortam ve kesimde küçük düşüncelerle hareket etme yaşanıyor. Tüm halkın özgürlüğü için ayakta olduğu, yediden yetmişe herkesin ortaklaştığı Önderliğimizin ve ülkemizin özgürlüğü mücadelesinde artık sona doğru yaklaştığımız bir dönemde halen bireysel gelecek düşüncesi ve planları yapmak oldukça geri bir duruşu gösteriyor.
Olağanüstü süreçler olağanüstü kişilikler ve katılım düzeyi gerektirir. Fakat bu böyleyken sanki “yaşanan süreç yıllardır gerçekleştirilen serhıldan hareketlenmesi gibi bir düzeydir, bu düzey içinde bugüne kadar nasıl katılım sergilenmişse bundan sonra da aynı tarz ve tempoda katılabiliriz” tarzında yaklaşımlar sergilenebiliyor. Sürecin ruhuna ve karakterine tezat olan bu duruş halk eylemselliğinin etkisini azaltmanın yanında öz savunma görev ve sorumluluklarını yeterince yerine getirmemeyi de getiriyor.
Düşman topyekun tüm kurum ve kişileriyle Kürt halkının özgürlük taleplerini bastırmanın yollarını aradığı bir süreçte kendini görev sahibi kılmama, büyük hedeflerle hareket etmeme gibi bencil bir yaklaşım şüphesiz Kürt halkına ve bireye bir katkısı olmayacaktır. Aksine bu duruş örgütlülükteki zayıflığa işaret eder ki bu da ancak karşısında mücadele edilen gücün işine yarar. Örgütlenmede oluşan boşlukları doldurmak isteyen düşman bundan faydalanarak var olan kalkışı bastırma cesaretini edinir.
Halbuki düşüncede düşmanını, karşıtını geriletmeyi hedefleyen bir insan savaş ve çatışmanın olduğu sürece oldukça duyarlı ve örgütlü olmak zorundadır. Büyük bir disiplin ve duyarlılıkla hedefe kilitlenerek mücadelesini sonlandırmanın yoğun çabasını sergilemelidir. Tüm bireysel yaşam plan ve projelerini askıya alarak toplum olarak talep edileni elde edene dek, mücadelede bir sonuç alana dek mücadele içinde olmalıdır.
Devrimci kişiliğin en önemli farkı buradadır. Devrimci değiştirilmesi gereken olgular var olduğu müddetçe devrim işinden vazgeçemez. Bundan geri durma gibi bir lüks sahibi değildir. Yıllardır devrim havasını yaşayan ve soluyan halkımızın bireyleri olarak bizlerin de devrimin ayak seslerinin geldiği bir süreçte her zamankinden daha güçlü, yüksek tempoda ve yaratıcı katılım sahibi olması gerekmektedir.
Devrimcilik, kendini en kudretli bir biçimde düzene alternatif kılmaktan geçer. Bu anlamıyla düzenin bizlere yaşam olarak sunduğu her türlü özelliği, seçeneği yok sayarak, onun karşısında Kürt halkının onurlu mücadelesinde şerefli bir yer edinme mücadelesini vermek günümüzün en doğru rol tespitidir. Hedefidir.
Toplum olarak ayaktaysak, dağlardan şehirlere dek her yerde özgürlük bayrağını daha da yükseltmeye çalışıyorsak hiçbir onurlu Kürt bireyi kendisini bundan uzak tutamaz. Kendisini bu kalkışın dışında değerlendiremez.
Yıllarca mücadele vermiş olmak, bedel ödemiş olmak hiç kimseyi kendisini bir kenara çekmesine sebep olamaz. Hiç kimse “ben yaptım, sıra başkalarındadır” diyemez. Her Kürt insanının kendisini sürecin yakıcılığını hissederek yeniden sorgulaması gerekiyor.
Şehitlerimizin vasiyeti devrimin gerçekleşmesidir. Günlerdir Kürdistan ve Türkiye’nin dört bir yanında şehitlerimizi toprağa verirken bireysel yaşamın, ilişkilerin, duyguların peşinde olmak, ayakta olan halkının yanında yer almaktan kaçınmak hiçbir vicdanlı Kürt insanının tercihi olamaz. Sona doğru koşar adım ilerleyen halkımızın devrim ruhuyla yaşadığı kalkışa her Kürt bireyi kendini katık etmelidir. Özgürlük ve özgürlük uğruna toprağa düşen tüm canlar bunu emrediyor.
Pir Kemal