HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

“Hırsızlık yapanı bağışlayabilirim, ırza geçeni bağışlayabilirim, adam öldüreni bağışlayabilirim, imparatoruma kılıç çekeni bile bağışlayabilirim, ama polisime el kaldıranı asla!”diyormuş bir Japon atasözü.

Geçmişten biliriz ki egemenler kendilerince “iç düzeni” polis ve jandarmayla sağlarlar. Dünyanın birçok yerinde jandarmanın iç içişleri bakanlığına bağlı çalıştığını da biliyoruz. Yani polis ve jandarma egemenlerin “iç düzen” dediklerini sağlamakla görevlidirler. Polisin görevleri sıralanırken: adlî, siyasî, idarî ve trafik görevleri diye tanımlarlar. Egemenler kendilerince devletlerinin ayakta kalabilmesi içinde haklı gerekçeler bulmaktan zorlanmazlar.

Devlet onlarındır, mal mülk onlarındır, çalışanlar onlarındır, yeraltı yer üstü zenginlikleri onlarındır, su, hava, toprak ve aklınıza ne gelirse hepsi onlarındır. Boşuna Özel mülkiyetin ve Devlet mülkiyetinin kutsallığı dile getirilmiyor. “Adalet Mülkün Temelidir” sözünden bile adalet ile mülk arasındaki ilişki ele alınarak mülkün kutsallığı dillendirir.

Ama bizde biliyoruz ki mülkiyetin her türlüsü insan ahlakını bozar. Mülkiyetin bir vicdan kirlenmesi olduğu boşuna söylenmiyor. Mülk esasta nesneleştirilmedir. Mal haline getirilmedir. Bu mal haline getirilmeyi insanı kadını ezmeyle başladılar, daha sonra insanları köle ederek devam ettiler. Bunlar yetmeyince bu kez toprağa el koyarak insanı bağımlı hale getirdiler. Bu da yetmeyince emeğinin karşılığı olarak insanı satın alarak makinenin ve türlü baskı aracının kölesi yaptılar. Zaman hızla ilerledikçe de bu kez de tüm bunları aşan bir köleleştirmeyi icat ettiler: ulus devlet. Ulusun devletini oluşturma sözüyle halkları uyutmanın yolunu sadece bulmamışlardır, daha ilerisine giderek halkları birbirine düşman ederek, birbirine kırdırarak kendilerine ait olan sonsuz köle sistemini kurdular.

Şimdilerde öyle bir algı var ki; benim devletim, benim ulusum, benim milli takımım, benim ordum. Özcesi benim, benim, benim diyerek tümden bir kandırma ve saptırmayla insanlar manipüle edilmişler ve ediliyorlar.

Hâlbuki ulusun devleti olmaz. Hangi devlet kendi ulusuyla mal varlığını paylaşıyor? Tersinin doğru olduğunu söylüyoruz; devletin ulusu haline gelmiş insanlar. İnsanlar adeta sağılmak için her şey yapılıyor. Adeta sağılan hale getirilen insanlara birde sahte “sizin devletiniz” deyimiyle afsunlaştırıcı etkiyle esir alınmaktadırlar.

Devletin ya da devletlerin bu uyutma, uyuşturma, yönlendirme, maniple etme durumuna karşı insanlar karşı durduğu anda herkesin karşısına devletin ne olduğu çıkar. Devlet tamda bu anlarda çıplak olarak insanlara kendi asıl yüzünü gösterir. Devletlerin asıl yüzü zordur, gasptır, talandır. Ve bunu düzeni sağlayan ise eğer dış güçlerin rahatsızlıkları ise Askeri Ordulardır. Yok, eğer bu olup bitenleri kabul etmeyen, içte yaşayan halk ise devreye polisler girer, jandarma girer.

Özcesi devletin en ileri düzeyde temsilini polis yapıyor. Polis devletin cisimleşmiş halidir desek yanlış olmaz. Polis nerede varsa orada devlet vardır. Devlet ise faşizandır. Zihniyet yapısı budur. O zaman demek ki devletin cisimleşmiş en ileri hali polistir. O zaman bu faşizan zihniyet yapısına ve kurumuna karşı tavır almak faşizme karşı tavır almakla eş anlamlıdır.

Bugün polis toplumu en ileri düzeyde baskılayan güç olarak ortaya boşuna çıkmamaktadır. Devlet iktidarı ile birlikte daha fazla faşistleştikçe polis daha fazla saldırganlaşıyor. Çünkü devlet ve iktidarın özü polistir. Devlet ne kadar faşizansa, iktidar ne kadar faşizansa polis o kadar ileri düzeyde faşizanlaşır.

Sonuç olarak; faşist bir yapıyla karşı karşıyayız. Faşizme karşı mücadeleyi nasıl ki ideolojik, siyasal, kültürel, sosyal, ekonomik, diplomatik sahalarda yürütüyorsak, iktidar gücüne karşı en etkili mücadeleyi birde polise karşı yürütmek esastır.

Bunun için bundan böyle hedefler daha nettir. Hedef faşist yapıysa –ki öyledir-o zaman ilk hedef olarak polis güçleri gelmektedirler. Polisin her türlüsü bu kategoridedir. Polis gücünü hedeflerken de sadece teknik araçlarına takılmak Don Kişot’un yel değirmenlerine saldırısına benzer ki bu ise sadece ve sadece kaybettirir.

Elbette duygu dünyasında TOMA dedikleri araçların karşısına taşla, Molotoflarla çıkmak bir cesaret işidir. Belki de çok büyük bir cesaret işidir. Ne var ki bu cesareti, bu yürek gösterisini, bu atikliği TOMA’lar yerine faşizmin kale bekçiliğini yapan polislere yöneltmek daha yerinde olmaz mı?

Kasım Engin