HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

tc okulları_somurgecilikKürdistan'da hakim olan eğitim ve kültür, Türk ulusunun çıkarlarına hizmet eden sömürgeci eğitim ve kültürdür.

Kürdistan ulusal gerçeğini yok etmeyi amaçlayan, bireyi emeğine, halkına ve ülkesine karşı yabancılaştıran, şoven Türk milliyetçiliği temelinde geliştirilen sömürgeci Türk eğitim ve kültür politikası, Kürdistan'da geniş mali, kadro ve kurumsal olanaklara sahip olup, düşünen kesim üzerinde hemen hemen hakimiyet kurmuştur.

Bu politika, özünde sosyal, ekonomik ve siyasal sömürgeciliği, beyin ve davranış alanında tamamlamaya, yani beyinsel sömürgecilikle tamamlamaya dayanır. Birçok ülkede bir avuç aydın tarafından başlatılan ulusal kurtuluş mücadelesinin, bizde yüz binlerle ifade edilebilen sözde bir aydın kesimine rağmen başlatılamamasının sebeplerinden birisi de, bizdeki beyinsel sömürgeciliktir.

Objektif planda ekonomik, sosyal ve siyasal alanda geliştirilen sömürgecilik, subjektif planda ülkenin düşünen beyinlerine meşru ve kabul edilebilir bir düzen biçiminde yansıtılabilirse, böyle bir sömürgeciliği dünyada hiçbir güç yıkamaz. İşte, Kürdistan'da, Türk eğitim ve kültür politikasının peşinde koştuğu gerçek budur.

Kürt kültürü, çeşitli halk kültürlerinin birikimi üzerinde ve uzun bir tarihi süreç içinde güçlü bir şekilde oluşmasına rağmen, siyasal, ekonomik ve kurumsal bir desteğe dayanmadığından, adeta sarp dağlarda susuz, sert rüzgarlar ve kavurucu sıcaklar altında tomurcukları gelişemediğinden bodurlaşan ve çiçeklenemeyen bir bitki gibi, gelişemeden kaldı.

Başka sömürgelerde, örneğin zengin uluslar olan İngiliz ve Fransız sömürgelerinde bile görülmeyen, ama Kürdistan'da bol ve çeşitli olan "eğitim kurumları", diğer bir deyişle "kişiliksizleştirme kurumları", bu amaçla açılmışlardır. Eğer bu amaçla çelişirse, bu okullar bir günde kapatılır. Bunun da gösterdiği gibi amaç, üIke halkını eğitmek ve uygarlaştırmak değil, Türkleştirmek ve uşaklaştırmaktır.

***

Buraya kadar okuduğunuz ve çok güncel bir sorunun köklerinin nerede aranması konusunda geniş bir perspektif sunan bu tespitler PKK’nin ilk manifestosunda yer alıyor. “Kürdistan Devriminin Yolu” ismiyle 1978 yılında Serxwebûn dergisinde yayımlanan ilk manifestoda.

Birçok dersin çıkarılabileceği bu tespitlere ilişkin biz de biraz çözümleme yapabilmeliyiz.

Özellikle yapılan tespitlerde en can alıcı nokta olan, “Türk sömürgeciliğinin meşrulaşma” iddia ve mücadelesinin bugünkü durumunu tespit etmek oldukça önemlidir.

Hiç şüphesiz sömürgeciliğin beyinlerde kendini meşrulaştırması sorununu ele alacaksak, sömürgeciliğe karşı duruşumuzu da gözden geçirmek zorundayız.

Sömürgeciliğin ne olduğunu biliyor muyuz?

Sömürgeciliğe bakışımız nedir?

Sömürgeciliğin yol ve yöntemleri karşısında bilinç düzeyimiz yeterince gelişmiş midir?

Sömürgeciliğin meşrulaşmaması için neler yapılmıştır? Yapılanlar yetmiş midir?

Fakat ve en önemli soru şu olmalı:

Kürdistan’ın bir sömürge ülke olduğu ve Kürt halkı olarak sömürüldüğümüz konusunda ikna mıyız?

Bu sorulara içten ve samimi cevaplar vererek kendimizi ve Türk sömürgeciliğinin Kürdistan’daki pratiklerini objektif görme imkanına kavuşabiliriz.

Kürdistan sömürgedir tespitine dayanarak 40 yıldır aktif mücadele sürdüren PKK’ye gönül vermiş halkımız sömürge tanımına pek yabancı değil denilebilir.

Yine de küçük bir sözlük bilgisini paylaşmakta zarar yok;

Sömürgecilik: “Genel olarak bir devletin başka ulusları, devletleri, toplulukları, siyasal ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılması veya yayılmayı istemesi, müstemlekecilik.”

Yukarıdaki klasik sömürge tanımı içinde en önde gelen husus sömürgenin siyasi ve ekonomik olarak yapılıyor olmasıdır. Sömürgeci ülkeler genelde sömürmek istedikleri ülkelerde kendi siyasetini destekleyecek bir siyasi gelenek yaratmak ve ekonomik olarak kendisini besleyecek kaynaklara yönelmek dışında aktif bir duruş sergilememişlerdir. Fakat bunu başarmanın sadece bu alanlardaki politikalarla elde edilemeyeceğinde ikna olunduğunda sömürülen ülkenin halklarına yönelik din, dil ve kültür sömürüsü yapılmaya başlanmıştır.

Pek tabii sömürgeleştirilen ülke ve halklar adına en büyük tahrip kültür ve dil alanında yaşanmıştır.

İlk manifestoda iki tip sömürgeciliğin varlığına dikkat çekilir.

Birincisi, insan emeği üzerinde, daha çalışma safhasında iken kurulan ve bireylerden tek tek sızdırılan fazla emeğin gerçekleştirdiği artı-değer sömürüsüdür. İkincisi, halkların emekleri karşılığında biriktirdikleri ve üretim araçları, nakit, ürün gibi servet biçiminde yoğunlaşan emeğin gaspına dayanan artık değer sömürüsüdür.

Birinci tip sömürü, birey üzerinde iç zora dayanan sınıf egemenliğinin kurulmasına yol açarken; ikinci tip sömürü, halklar üzerinde dış zora dayanan yabancı egemenliğin kurulmasına yol açar.

Sınıf egemenliğinin esas amacı birey emeği üzerinde sömürüyü gerçekleştirmektir. Dil, kültür açısından tahripkar bir rol oynamaz…

Yabancı egemenlik ise, üzerinde uygulandığı halkın salt maddi değerlerini gasp etmekle kalmaz; dil, kültür ve örgütlenme alanında katettiği başarıları da ortadan kaldırmaya çalışır. Bunu, halkların servetini talan ederken direnmelerini yok etmek ve onları pasif, direnmesiz, talan biçimine dönüştürülmüş sömürüye açık hale getirmek için yapmak zorundadır. Bundan dolayı yabancı egemenlik, üzerinde uygulandığı toplumu dağıtıcı ve tahrip edici bir rol oynar.

Fakat her iki sömürgeciliğin de en yoğun yaşandığı alanların başında gelen Kürdistan’da sömürgeciliğin varlığı inkar edilir.

Kürdistan’ın sömürge olduğu gerçeği Türk devlet geleneğinden demlenmiş her türlü düşüncede yer bulmaz. Bu gerçek yer bulamadığı gibi böyle olmadığını ispatlama adına uzun yıllar boyunca oldukça gülünç ve saçma “kart kurt”, “dağlı Türk” teorileri geliştirilebilinmiştir.

Varlığı dahi kabul edilmeyen bir halkın, içinde yaşadığı statü de önem arz etmediğinden Kürdistan’ın sömürge olduğu düşüncesi bir türlü kabul edilmemektedir. 

Resmi devlet görüşü bu yönlü gelişirken, resmi tarihe göre yetişmiş tüm kesimler klasik sömürge tanımına atfedilen suni bir noktaya takılarak Kürdistan’ın sömürge ülke olma gerçeğini yadsımışlardır.

Bu tanıma göre “Kürdistan “başka” ve “farklı” bir ülke olmadığından sömürge durumu da mümkün değildir”. Devamla bu kesimler “aynı ülkede yaşayan insanlar birbirlerini sömürgeleştiremezler” iddiasında bulunmaktadırlar.

 Nitekim bu düşünceler günümüzde bile halen oldukça revaçtadır. Milliyetçi, faşist düşüncelerin bu yönlü pervasız yok sayma zihniyeti sözde demokrat, liberal çevrelerde de oldukça yaygın rastlanır bir durumdur.

Kürtlerin haklarını savunduğunu iddia eden birçok liberal demokrat kesim halen Kürtlerin sömürge olduğu gerçeğini, Kürdistan’ın ayrı bir yurt, vatan olduğu gerçeğini kabul etmemekte diretmektedirler.

Kürtlerin haklarını savunma adına söylenen her söz ve içine girilen her türlü davranış ve eylemde egolarla bezeli bir “minnet” duygusunun varlığı, yine Kürtleri küçümseyen, akıl vermeye çabalayan, zaman zaman azarlayan söylemlerin açığa çıkışı tamamen bu sömürge bakışıyla bağlantılıdır. Çünkü bu kesimlere göre Kürtler ikinci sınıfı aşabilecek yetkinliğe sahip bir halk değildir. Yüzyıllarca Türk, Arap ve Fars milletlerine uşaklık yapmış, uşaklık ve hizmetçilik dışında herhangi bir misyon sahibi olamayacak kadar düşük bir millettir.

En bariz soykırım politikaları, katliamlar karşısında bile Türk toplumu içinden güçlü refleksler gelişmiyorsa, bunda, bu düşüncenin azımsanmayacak bir etkisi bulunmaktadır.

Tabii bu kesimler böyle değil dediklerinden Kürdistan’ın sömürge durumu ortadan kalkmıyor. Bu denli hoyratça düşüncelere rağmen Kürdistan’da sömürgeci devlet varlığı bakan ve gören herkes için çok açıktır.

Türkiye cumhuriyetinin kuruluşu amacıyla imzlanan tüm uluslar arası anlaşmlarda zaten “Kürtlerin inkarı ve asimilasyonu” bir amentü ve değiştirilmez ilk ve tek madde olarak kabul edilmiştir. Cumhuriyetin kuruluşu anlaşmalarına birinci dereceden temsilci olarak katılan İnönü’nün “Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelik, her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır” sözleri bu amacın ilanıdır.

Bu söz ve amaç üzerinden Kürtlere karşı başlatılan savaş sonucunda askeri anlamda işgal edilen bir ülke toprağı oluşturulmuştur. Askeri harekatlar, operasyonlar, katliam ve soykırım denemeleri Kürdistan üzerinden günümüze kadar devam etmiştir.

Ekonomik olarak tüm yer altı ve yer üstü kaynakları devlet çıkarı için kullanılmış, cumhuriyet tarihi boyunca yok sayılan Kürt dili ve kültürü üzerinde insanlık dışı yasaklar eksik olmamıştır. Günümüzde dahi bir halkın dili pazarlık konusu yapılmakta,  Kürtçe, devlet eliyle deforme edilmekte TRT 6 gibi Kürt kültürünü Kürtçeyle katleden ucube sistemler geliştirilmektedir. İslamiyet Kürtleri sömürü aracı haline getirilirken, Sünni İslam dışında kalan tüm farklı inançlara yönelik faşizan, ırkçı saldırılar, linç kampanyaları düzenlenmeye devam etmektedir. Kürtlerin kendi iradeleriyle kendi adlarına siyaset yapmaları, kendilerini yönetmelerini engellemek için Türk devleti tüm imkan ve olanaklarını devreye koymaktadır. Buna karşı gelen, sesini yükselten herkes artık tamamen bir ahlaki örgü olarak kamuoyuna lanse edilen “terörist” damgasıyla toplumdan izole edilmektedir. Ve neredeyse cumhuriyet tarihi boyunca bu yaklaşım ve politikalar ilk günkü amaca hizmet eden bir içerikte kalmıştır.

Bu ve daha birçok nedenden ötürü evet, tüm sömürge tanımlarına göre Kürdistan sömürülen bir ülke, Kürt halkı da sömürgeleştirilmiş bir halktır. Kürdistan, dört parçasıyla hem bölgesel gericilik hem de uluslararası gericilik tarafından sömürülmektedir.

Bu gerçeklere rağmen düşmanına sevdalı, sömürgecisinin eğitim sistemine, kültürüne, yaşam tarzına imrenen bir Kürt gerçeğinin yaratılmış olduğunu da görmek gerekiyor.

Bu anlamıyla Kürtleri Türkleştirme operasyonu Kürdistan’da belli boyutlarıyla başarıya ulaşmıştır. Artık orijinal Kürt kültürünü, Kürt dilini sahiplenmek, Kürt gelenek ve yaşam tarzıyla yaşamak, bunu gelecek nesillere aktarmak için yapılanlar maalesef sömürgeciliğin hızına yetişmekte zorlanmaktadır.

Her ne kadar Kürdistan’da siyasi alandaki sömürgecilik, askeri anlamdaki işgal karşısında belli bir bilinç ve anlayış gelişmiş olsa da özellikle kültür ve dilin sömürgeleştirilmesi, yine sömürgeciliğin beyinlerde meşruluk kazanması konularında belli bir zayıflığın olduğu çok net görülebilmektedir.

Siyasi ve askeri anlamda görünün yüzüyle düşman Kürtlerde ciddi bir tepki geliştirmekle birlikte yavaş yavaş, adeta bünyeye yayılan bir zehir gibi etkinlik kazanan düşünsel sömürgeciliğe gerekli karşılık verilememektedir.

Türk ırkçılığının amentüsü olan “Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı” çerçevesinde oluşturulan eğitim sisteminin rolünü düşünsel sömürünün temel nedeni olarak ele alabiliriz. 40 yıllık mücadeleye ve tüm gerçeklere rağmen halen Türk okullarında gelecek edinilebileceğine duyulan inanç, Kürdistan’ın tüm okullarında Türkleşmek için verilen çaba ise bambaşka bir değerlendirmeyi gerektiriyor.

Bir döneme kadar şiddet, kandırma, zor, tehdit ve şantajla zorla Kürtlere aşılanmaya çalışılan bu ırkçı düşünceler artık birçok Kürt ailesi ve genci için gönüllü ve hatta meşru görülen bir durum haline gelebilmiştir.

Ama gerçek bu değildir.

Birkaç nesil, hatta onlarca nesildir düşmanlarımızın, işgalcilerin, sömürgeci devletlerin egemenlikleri altında yaşıyor olsak da burası Kürdistan topraklarıdır. Kürt halkının vatanıdır Kürdistan.

Sokak başında rastladığınız polisler, askerler, özel savaş valileri, kaymakamlar, okullarda, camilerde gizlenmiş asimilasyon güçleri, siyasi partiler, televizyonlar, haber kanalları, gazeteler, internet siteleri,  Kürdistan’a ait değiller.

Çok iyi bilinmelidir ki devlete ait olan, devleti temsil eden her güç Kürtlerin katledilmesi, yok sayılması, inkar edilmesi, sömürülmesi için eğitilmiş düzen bekçileridir. Bunlar, devletin tüm silahlarıyla bizi sömürgenin, katliamın, soykırımın, asimilasyonun meşru olduğuna ikna etmeye çabalıyorlar.

Amaç beyinlere yerleşerek dilini, kültürünü, şarkısını, geleneklerini unutan, Türklüğü ilelebed Kürdistan’da hakim olacak bir güç gibi gören bir zihniyet yaratmaktır.

Fakat buna karşı mücadele de bu iddia var olduğu sürece devam edecektir. 1978 yılında yayımlanan manifesto gerekli mücadele alanlarını da kısaca özetliyor:

“Sömürgeci eğitim ve kültür politikasına karşı mücadelede bugün kavranılması gereken esas halka, ulusal inkarcı düşünceyi yıkmak;

Sömürgeciliği meşru ve katlanılabilir bir rejim olarak göstermek ve bazı reformlarla düzeltmek isteyen reformist küçük-burjuva milliyetçiliğini teşhir ve tecrit etmek;

Feodallerin ve aşiret reislerinin ihanet dolu tarihleri yerine, halkımızın direnme tarihini araştırmak, öğrenmek ve yaymak;

Sömürgeci burjuvazinin yoz yaşamı geliştiren sinema, spor ve televizyon kanalıyla yaydığı kültüre karşılık dünya halklarının ve halkımızın ilerici kültürüne sahip çıkmak olmalıdır.”

Pir Kemal