HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

dijwar arkadaFelsefede ve sosyal bilimlerde çok önemli yer tutan Kavramlar mikro anlamlar yüklüdürler. Bir konunun özetlenmiş ve yoğunlaşmış halidirler. Konuların anlaşılmasında  anahtar rolündedirler. Doğru kullanıldığında tanımlayıcı ve netleştirici gücü açığa çıkarken, yanlış anlama ve çarpıtılma durumunda ise muğlaklaştırıcı, anlamsızlaştırıcı ve yozlaştırıcı bir sonuç ortaya çıkarabilirler. Özellikle son yılarda “diyalog”, “müzakere” ve “çözüm” kavramları çok sık kullanılır hale gelmiştir. Birçok çevre bu kavramlara ve bu kavramlar ekseninde gelişen sürece kendine göre bir anlam yüklemekte ve değerlendirmektedir. Peki, gerçekten söz konusu kavramların gerçek anlamı nedir? Ve bizler bu kavramlara nasıl bir paradigmayla bakmalıyız. Elbette bu kavramların politik anlamı kadar sosyolojik anlamı da vardır. Dolayısıyla hem siyasal, hem de sosyolojik açıdan bu kavramlar doğru tanımlanmadan konuların gerçek özü de tam anlaşılamaz. Zaten tam anlaşılmadığı ve bazı kesimlerce kendine göre farklı yorumlandığı için toplumda kavram kargaşasına ve mücadelenin farklı alanlarında bazı beklentilere yol açmakta ve ortamı gevşetmektedir. Diyalog, müzakere ve çözüm süreçlerinin karakterini ve aralarındaki diyalektiği doğru anlamak için kavramların sosyolojik ve politik yönünün kısaca irdelenmesinde büyük yarar vardır.

Aşağıda belirtilenler diyalog, müzakere ve çözüm süreçlerinin genel çerçevesidir. Sorunların yaşandığı ülkelerin, tarafların ve muhatap olan güçlerin durumuna ve özgünlüğüne göre süreçlerin kendine has özellikleri olabilir. Dünya genelinde yaşanan benzer örnekler olsa da farklılıklarını da da görmek gerekir.

DİYALOG: Fransızcada karşılıklı konuşma anlamındadır. Kürtçede Dü ali yani iki taraflı ilişki anlamına gelen Aryen kökenli bir kavram olup iki tarafın karşılıklı konuşmasını ve tartışmasını ifade eder. Diyalog özellikle toplumsal sorunlarda  birbirini başta askeri  olmak üzere çeşitli yollarla yenemeyen güçler arasında denenen ve çözüm konusunda belli bir başarı sağlayan yöntemdir. Daha önce denenen yöntemler istenen sonucu vermemiştir, tersine sorunu ağırlaştırmıştır. Bu aşamadan sonra diyalog yöntemiyle yeni bir arayış devreye girer. Bu bakımdan diyalog bir konu, ya da bir sorun hakkında fikir alışverişi ile iki tarafın birbirini tanıması, ilgili konu hakkında yaklaşımlarını açığa çıkarması anlamına gelir. Diyalogda genelde iki hedef vardır. Birincisi; artık taraflar birbirini kabul ederek sorunun çözümünü amaçlarlar. Bunun sosyolojik, psikolojik, politik, güvenlik, ekonomik ve anayasal altyapısını hazırlarlar. Daha önce denenen yöntemler ve onların yarattığı tahribatların ortadan kaldırılması hedeflenir. İkincisi; Esasta eski inkâr ve imhaya dayanan amaç ve zihniyet hâlâ varlığını korumaktadır. Yok etme zihniyeti değişmemiştir. Değişen sadece yöntem ve üslup olmuştur. Eskinin katı inkâr ve red tutumu yerine sinsice bir ilişkilenme yöntemi devreye girmiştir. Karşı tarafın bir şekilde tasfiye edilmesi, dağıtılması veya marjinalleştirerek  güç olmaktan çıkartılması ve etkisizleştirilmesi esas yaklaşımdır. Bu mantıkla yürütülen diyalog beklentiye sokma ve bir oyalama politikasına dönüşür. Tıpkı AKP hükümetinin yaptığı gibi. Diyalog tarafların ilişkide ve tartışma halinde olduğunu gösterir. Ancak diyalog süreçleri yasal ve resmi değildir ve bir bağlayıcılığı yoktur. Diyalog süreçleri müzakere süreçleri değildir. Diyalogla müzakere süreçleri farklıdır. Diyalog süreçlerinin karşılıklı resmi bağlayıcı özelliği yoktur. Yazılı ve imzalı metinlere dayanmaz. Bir nevi tarafların birbirlerinin iyi niyetini, gerçekliğini, yetkinliğini, yeterliliğini test ettikleri bir süreçtir. Genellikle gizliden ve daha çok istihbarat üzerinden gerçekleşir. Diyalog süreci müzakere sürecinin alt yapısını hazırlar. Sorunlar ve çözümleri hakkında ortak bir tanım ve konsensüs sağlanmaya çalışılır. Ayrıca diyalogda taraflar eşit durumda değildir. Henüz o aşamaya gelinmemiştir. Bunlar ancak müzakere sürecinde gerçekleşir.

Diyalog sürecinin en önemli yönü sorunlara bakış açısında gelişen zihniyet-paradigmatik değişimdir. Örneğin Önderlik devletin Kürt ve PKK’ye bakışını değiştirmiştir. Önderlik devleti ve özellikle de toplumu zihniyet dönüşümüne uğratarak siyasl demokratik çözüm için ortam hazırlamış  ve araçlarını yaratmıştır. 2013 Newroz’unda başlatılan  ateşkes ve  geri çekilme süreci bunu daha da pekiştirmiştir. Önderlik  sorunun çözümü için  yaklaşık yirmi yıldır siyasi yönteme öncelik tanımış ve bunun gerçekleşmesi için çaba harcamıştır.

Örneğin Türk devletinin Önderlik ve Partiyle geliştirdiği bir diyalog süreci vardır. Fakat bu müzakere anlamına gelmiyor. Taahhütler sözlüdür ve geleceğe ilişkin belki de sadece niyetseldir, ancak yasal ve bağlayıcı yönü bulunmamaktadır. Her an kesilebilir karakterdedir. Herhangi  imzalı bir belgeye ve resmi görüşmeye dayanmaz. Bazı kesimler diyalog sürecini müzakere ve çözümle eşdeğer görmektedir. “Diyalog var, öyleyse çözüm sürecine girilmiştir “ gibi bir sonucu çıkarmak son derece apolitik bir yaklaşımdır, ya da bilinçli bir çarpıtmadır. Önderlik “görüşme var ama anlaşma yok herkes böyle bilmelidir” diyerek baştan beri uyarılarda bulunmaktadır.

MÜZAKERE: Arapça bir kavram olup bir konu hakkında görüşme ve tartışmadır. Siyasal anlamda ise bir sorunun çözümüne ilişkin istişarede bulunmak, yani tartışma  yürütmektir. Müzakerenin diyalogdan farkı çözüm için yol haritasının geliştirilmesidir. İki taraf da diyalog sürecini olgunlaştırmış, artık ihtilaflı konularda her iki taraf için de makul ortak bir çözümde karar kılınmıştır. Diyalog yöntemi olumlu anlamda sonuçlandığında taraflar artık yasalı bir müzakere sürecine girerler. Bu demektir ki, taraflar sorunun çözümü konusunda bir uzlaşmaya varmıştır.

 Müzakere süreci konsensüsü sağlanan konuların nasıl, hangi sürede, ne zaman, hangi araç ve yöntemlerle çözüleceğinin saptandığı aşamadır. Müzakere eşitler arasında gerçekleşir. Bu aşamada taraflar birbirlerini tanımış, bu tanımayı yasal düzeye kavuşturmuştur. İstenen düzeyde olmasa da müzakere ve kalıcı çözüm için koşullar yaratılmıştır. Müzakereyi yürüten güç ya da muhatap için gerekli olan altyapı hazırlanmıştır. Sınırlar, engeller ve negatif üslup büyük oranda aşılmıştır. Müzakere süreçleri yasal bir statüye dayandığından resmidir ve bağlayıcıdır. Yasal çerçeve tarafların görev ve sorumluluklarını ortaya koyar.  Bu süreçler kamuoyuna mal edilmiştir. Bu aşamada taraflar üçüncü bir tarafa ihtiyaç duyabilirler. Üçüncü tarafın misyonu sürecin sağlıklı yürütülmesini müşahede etmek, yani gözlemlemektir. Tarafların taahhütte bulunduğu hususları yerine getirmesi yönünde ağırlık oluştururlar. Süreci sabote edecek, engelleyecek ve tıkatacak olası durumlarda ön açıcı olurlar. Denetleyici güç rolünü de oynarlar.

ÇÖZÜM: Çözümleme Felsefede herhangi bir konunun, problemin bir nesnenin düşüncede veya gerçeklikte kurucu parçalarına ayrılmak yoluyla yapısının, işleyişinin ve gelişim yasalarının ortaya konması işlemidir. Yani çözüm olgusu; anlamı ve niteliği anlaşılamayan, anlaşılmaz kılınan, çarpıtılan bir konuyu açıkladıktan sonra sonuca bağlamak, tahlil etmek, analiz etmek olurken, Çözüm ise bir sorunun ve problemin çözülmesinden alınan sonuçtur.

Çözüm süreci, diyalog ve müzakereden sonra gerçekleşir. Bu süreçte toplumsal sorunlarda köklü bir değişim yaşanarak kalıcı bir çözüme ulaşılır. Kalıcı çözüm ancak radikal demokratik bir anayasal rejimle gerçekleşir. Böyle olursa  Kürt sorunu ve diğer sivil toplum ve demokratik sorunlar tek taraflı olmayan radikal sözleşmeli demokratik çözümle mümkün hale gelir. Kalıcı barışa ancak bu temelde gidilebilir.  Önderik  Kürt sorunu kapsamında Türkiye’nin demokratikleşme sorununda böylesi bir aşamaya geçmek istemektedir: “Bugün içinde bulunduğum tavır bunu daha da derinlikli yasal temele kavuşturarak kalıcı bir sonuca; demokratik anayasal bir çözüme bağlamaktır. Yani çağdaş; son dör yüz yıllık benzer sorunların çözümünde denenip hem  ulusal, hem uluslararası toplumda başarıyla uygulanmış olan “ sözleşme hukuku” nu kendi somutumuzda başarıyla uygulamaktır.”

Anlaşıdığı üzere bahsedilen demokratik çözüm  süreci ancak iki tarafın istemi ve sözleşmeden kaynaklı görev ve sorumluluklarını yerine getirmesiyle gerçekleşecektir. Aksi durumda Türkiye’de yaşandığı gibi “çözüm” ve “barış” gibi kavramlar bir oyalama, tasfiye etme ve yozlaştırma aracına dönüşecektir.

Kürdistan’da yukarıda çerçevesi çizilen müzakere ve çözüm aşamasına henüz geçilmiş değildir. Diyalogdan müzakereye geçilememiştir. Önderlik bu aşamaya geçilmesi için çaba harcarken AKP ve TC devleti ısrarla bu aşamadan kaçınmaktadır. Önderlik yasal bir müzakere çerçevesinin oluşturulmasını dayatırken, Özellikle AKP hükümeti ısrarla tek taraflı ve yasal olmayan bir diyalog sürecini uzatmak istemektedir.  Muhatap konumda olan Önderliğin koşullarında herhangi bir düzeltme olmamıştır. Yani eşit koşullar söz konusu değildir. Hükümet sürecin yasal güvenceye kavuşturulması yönünde herhangi bir çalışma yürütmediği gibi tersine kendini güvenceye alacak düzenlemelere gitmektedir. İstihbarat ve heyet üzeri yürütülen diyalog sürecini yeterli gören Türk devleti ve AKP hükümeti sürecin müzakereye evirilmesini engelleyerek aslında çözüm niyeti ve amacının olmadığını ortaya koymaktadır. Erdoğan’ın “MİT’in İmralı’yla görüşmesi ayrıdır, bizim görüşmemiz ayrıdır. Süreç istihbarat üzeri yürütülecektir, bir yasal statü gerekli değildir” şeklindeki değerlendirmesi esas amaçlarını açığa vurmaktadır. Yine Önderliğe gönderilen mektup ve belgelere el konulması bu yaklaşımın sonucudur. AKP eğer süreci yasal statüye kavuşturursa yükümlülük altına girmiş olacaktır. Yükümlülük ise taahhütte bulunulan hususlarda  pratik   sorumluluğunu yükleyecektir. Çünkü  Çözümü hedefleyen müzakere ruhu bunu gerektirir. Ancak AKP ve Türk devletinin en çok kaçtığı bu husus olmaktadır, çünkü sorunun çözümü konusunda dürüst ve samimi değildir. Biçimde ve yöntemde bazı değişimler yapsa da özde eski sömürgeci ve soykırımcı zihniyetini korumaktadır. Yeni hazırlanan MİT yasasında yer alan “Milli Tehditlerle Görüşme” mantğında da PKK’nin bir tehdit ve düşman gibi algılandığı açıktır. Halbuki farklı ülkelerde yaşanan benzer örneklerde devlet ve hükümet tarafı yasal çerçeveyle sorumluluğu üzerine almış ve süreci öyle yürütmüştür. Bu nedenle müzakere süreci diyalog sürecinden sonra gelişir ve çözüm sürecine giden bir aşamadır, fakat tam çözüm süreci de değildir. Görüşmeler bir çözüme evirilmez ve sorunun çözümü konusunda pratik ve yasal adımlar atılmaz ise –ki bu sorunların kaynağı olan devletlerin yapması gereken düzenlemelerdir- tıkanma yaşanacak, müzakereler kopacak, çözümsüzlük gelişecek ve yeni bir müzakere sürecine kadar çatışmalı bir savaş sürecine dönülecektir. Çünkü ‘Ne çözüm ve Barış, Ne Çatışma ve Savaş’ ikileminin uzun vadede demokratik  tolumsal hareketler için bir kazanımı olmayacaktır. Tam aksine sömürgeci hakim güçlerce uzun süreye yayılmış  bir tasfiye politikasına dönüşecektir. Kürdistan’da yaşanan tam da böylesi bir durumdur. Aktif savunma gerekliliği bundan dolayı öne çıkmaktadır.  Zira diyalog sürecinin belli bir aşamadan sonra müzakere sürecine dönüşmemesi  ve uzaması, buna bağlı olarak ateşkes sürecinin devam etmesi devlet tarafından oyalama ve tasfiye amacıyla istismar edilmektedir. 

Dıjwar Sason