HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Her birimiz bir yerden geliyoruz.

Her birimiz bir aşiretten geliyoruz.

Her birimiz bir aileden geliyoruz.

Orada, şurada, sürgünde, sömürge ülkede, Kürdistan ve ülke dışında her birimiz kendi başına biriz.

Her birimiz, birimiz iken yetmiş ikiden sonra ise toplandığımız yer itibariyle, ruh itibariyle biriz.

İster kentlerde olsun, ister köylerde olsun, ister ovalarda olsun, isterse dağlarda olsun.

Her yerde stargahlarımız bir oluyor.

Bundan daha seksen dört yıl önce 29 Haziran günü böyle bir miydik?

Bunun cevabı çok rahat bir hayırdır.

O gün Amed’de darağaçları birer birer giyotin gibi sallanıyordu.

Bir bir Kürt önderleri iplerde sallanıyordu.

Türk cellatları tarafından.

Ax û waxlar.

Feryadı figanlar yeri göğü inletirken darağaçlarından ta uzakta.

İdam sephalarının bulunduğu Amed ise elli üç yıllık bir sessizliğe doğru yol alıyordu.

Şex Said idama giderken bunu görüyordu.

Oğullarım var diyemiyordu.

Sözü torunlarına getiriyor ve diyordu ki: “Şu anda fani hayata veda etmek üzereyim. Halkım için olduğuma pişman değilim. Yeter ki torunlarım düşmanlarıma karşı beni mahcup etmesin.”

Tarihin çanları 29 Haziran 1925 tarihini vurunca bu sözler söyleniyordu.

Tarihin çanları 27 Kasım 1978 tarihini vurunca Şex Saidê Kal’ı torunları mahcup etmeyecekti.

Mahcup etmeyecekti torunları ve onların kurduğu intikam hareketi PKK.

Nice torunlardan genç kızlar ve erkekler silah kuşanacaktı.

İntikam kuşanacaktı.

Korkusuzca yürüdüler dağlara, dağlardan beste beste özgürlük ezgisi esti köylere, kentlere, metropollere dört bir ali cihana.

Tarihin çanları 30 Haziran 1996 tarihini vurunca Seyid Rıza’nın Dersim’inde adanmışların tanrıçası bir genç Kürt kızı çıkıyordu tarih sahnesine.

Saç tellerine kadar kendini parça parça ederek fedaileşiyor ve yeni bir özgürlük evresini başlatıyordu.

Ve o andan sonrası farklı olacaktı.

Ne Anadolu ve Trakya, ne de Kürdistan eski Kürdistan olmayacaktı.

Ne Kürt erkeği, ne de Kürt kadını eski Kürt erkeği ile kadını olacaktı.

Artik sömürgeci Türk cellatları bu hakikati kabul ediyorlardı.

Ve bunun yaraticısının Rêber APO olduğunu bilmeyecek kadar akılsız değildiler.

Bundan dolayı Rêber APO’yu hedeflediler.

Aslında PKK ile Rêber APO’ya karşı savaşan asil güç Türk ırkçı cellatları değildi.

Türk ırkçı cellatları bu savaşın çıplak askeri idiler. Batının jandarması idiler. Şimdi de böyledir.

Esas savaşan NATO idi. Şimdi de Kürdistan’da savaşı komuta kontrol merkezi NATO’dur.

ABD, İngiltere, Almanya ile İsrail idi. Şimdi de böyledir.

Tüm bu maskesiz cellatlar birleştiler. Bundan on yıl önce.

Rêber APO’yu esir düşürdüler.

Kurdukları İmralı sisteminde Rêber APO’yu meşru olmayan bir şekilde güya yargıladılar.

Ve Şex Saidê Kal’ı idam ettikleri gün olan 29 Haziran günü idam cezası verdiler Rêber APO’ya.

Bunu yaparken 1925’teki zihniyeti aynen olduğu gibi devam ettiklerini gösteriyorlardı.

Rêber APO bu karara karşı şunu söylüyordu. “Kürt sorunun barışçıl ve demokratik çözümü geliştirilmezse PKK savaşı sürdürecek potansiyele sahiptir. Ve tarih beni beraat ettirecektir.”

Tarih bu Haziran ayının sonunda Rêber APO’yu ve Kürtleri doğru çıkarıyor.

PKK, Kürt sorunu çözülmediği için daha büyük bir potansiyelle savaşıyor.

Türk devletinin cellatlıkları yavaş ta olsa toprak altından toprak üstüne çıkıyor.

Böylece tarih hükmünü yavaş ta olsa Rêber APO’nun beraati şeklinde veriyor.

Özgür Bilge