Bugün 85 yıl önce 46 arkadaşıyla birlikte Kürt tarihinin en saygın ve yüzü ak çınarlardan birisi insafsızca katledilişinin yıldönümüdür.
Bu kişi Şeyh Said’di. Kimine göre Şeyh Said’e "kal" yani ihtiyar, ak saçlı, aksakallı Şeyh. Öyle ki darağacına giderken “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahçup bırakmasınlar“diyecekti.
Şeyh Said kimdir? Şeyh Said, 1865 yılında Erzurum’un ilçesi Hınıs’a bağlı Kolhisar Köyü’nde dünyaya geldi. Babasının adı Şeyh Mahmut Fevzi’dir. Şeyh Said’in ailesi köklü bir aileydi. Dedesi olan Şeyh Ali, Mevlana Halid’in öğrencilerindendi. Şeyh Ali, Mevlana Halid’in, Şam’daki dergâhında eğitim gören öğrenciler arasında özel olarak ilgilendiği 11 gençten birisiydi.
Şeyh Said Medreselerde eğitim görmüş, dönemin en iyi din eğitiminden geçmiş, Arap-İslam felsefesinin yanında eski Yunan felsefesi ile mantık derslerinin egitimini almıştı.. Arapçayı, Kürtçe kadar iyi konuşuyor, okuyor ve yazıyordu.
Şeyh, genç yaşta çevresinde sivrilmiş, tanınmış bir kişilik olmuş, olgunluk çağında ise bölgede tartışmasız kabul gören saygınlığına, Nakşibendîliğin “Postnişin” ini eklemişti.
Bu pozisyonuyla doğal bir halk lideri, halkın sevdiği ve gönül verdiği, herkesin güvendiği, kabul ettiği, sözü geçerli ve saygın bir isimdi.
Kürdistan’da yeni gelişmeler olmaktadır. Türklerle ortak düşmana karşı kıyasıya bir mücadele verilmişti. Bu yüzden de Türkiye Cumhuriyeti devleti her iki halkın aktif katılımıyla oluşmuş bir cumhuriyetti.
Ne var ki süreç ilerledikçe iki halkın “kardeşliği“ büyük kardeş lehine bozulacaktı. Sevr’de emperyalistler Türklerden taviz koparmak için, adeta bilinçlice tüm Türkiye’nin parçalanmasını gündemlerine alırken, Lozan antlaşmasıyla-artık Musul Kerkük İngilizlere bırakılmış, Kürtler yok sayılmış Sevr unutulmuştu. Olup bitenler kıyasıya mücadeleyle olmuştu. Öyle de olsa İngilizler istediklerini elde etmişlerdi.
Gelişmeler bu yönlü olurken, Kürtlerin bir kısım aydın örgütlenmelerine girişmektedir. Bu örgütlerden bir tanesi belki de en önemlisi Azadi örgütüdür. Ya da Azadi Cemiyeti.
Azadi Cemiyeti, 1923’te merkezi Erzurum olmak üzere yeni bir örgüt olarak 8. Kolordu bölgesinde kurulur. “Azadi” adını taşıyan bu yeni cemiyetin çekirdeğini, eski Hamidiye Alayları subayları ile Türk ordusundaki bazı Kürdistanlı subaylar oluşturmaktaydı. Kuruluş gerekçesi, geçmişte verilen vaatlerin yerine getirilmemesiydi.
Azadi Cemiyeti’nin liderleri Cibran Aşireti ağalarından Halit Bey ile Bitlis beylerinden Yusuf Ziya Beydi. Halit Bey, Abdülhamit’in Hamidiye Ordusu için kurduğu aşiret mekteplerinde okumuştu. Bu yüzden aşiret liderlerinin çoğundan büyük saygı görüyordu. Düzenli orduda albaydı. Yusuf Ziya Bey ise Bitlis’te büyük nüfuzu olan biriydi. Ankara Meclisine Bitlis milletvekili olarak seçilmişti. Rahat hareket etme imkânı bu pozisyonundan dolayı mevcuttu. Cibranlı Halit Bey, Kürt meselesini Milletler Cemiyeti’ne götürmek istiyordu. Ayrıca Azadi örgütü içerisinde yer alan subaylarda vardı. Bunlar; Bitlisli İhsan Nuri, Süleymaniyeli Mülazım İsmail Hakkı Şaveyş ve Hortulu Hurşit gibi Kürt ileri gelenleriydi.
Azadi Cemiyeti, 1924 yılında ilk kongresini yaptı. Katılanlar arasında, Halit Bey’in akrabası olan Şeyh Said de vardı. Bu toplantıda gelişmelere göre Mayıs 1925 isyanı başlatma ve o güne kadar her yere Azadi’nin teşkilatlanmasını oluşturma ve ayrıca ‘dış güçlerle ilişki arama’ kararları alınmıştı. Hedefte Bağımsız bir Kürdistan belirlenmiş, ancak dini motifli propagandanın da Şeyh Said tarafından yapılması da önerilmişti.
Kürtler adım adım örgütlenmeye başlayacaklardı. Ancak öyle görülüyor ki Kürtlerin örgütlenmeleri TC devletinin yöneticilerine ulaşacaktır. Buna karşı devlet kendi cephesinde tedbir alacaktır. Geçmişten beri TC devletinin ve Osmanlılardan edindikleri tecrübelerinin başında direnişin liderlerini ya vurma, ya kaçırtma ya da kendi yanlarına çekme yöntemi vardı. Şeyh Said direnişinde önceleri Cibranlı Xalıt sonrada Ziya Yusuf Paşa takip edilerek zindanlara atılacaklardı. Peşinden ise bilinen başka bir yöntem devreye girecekti, o da; direnişi tam örgütlenmeden erken doğuma zorlayarak hazırlıksız yakalamaktı. Buna göre 13 Şubat 1925 günü Şeyh Said’in bulunduğu köye bir askeri birlik gönderilecek ve sözde bazılarını köyde tutuklayacaklardı. Şeyh Said’in tüm çabalarına rağmen bu plan uygulamaya konulur. Hâlbuki Şeyh "istenen kişileri kendisinin sonra göndereceğini" söyler, ancak buna rağmen istenen kişiler zorla alınmak istenir. Çıkan çatışmada askerler öldürülür ve “isyan” başlamış olur.
Olup biten bir isyan değildir. Olup biten bir direniştir. Kendini savunmadır. Ne var ki liderlik yapacaklar ve askerlik yapacaklar tutuklu olunca tüm yük Şeyh Said’e kalacaktır. Şeyh bu işi bilenleri harekete geçirecek, ancak bir sürü başıboş çetevari yaklaşımlarda yaşanınca önceleri önemli başarı elde edilse, halk destek sunsa da işbirlikçilerin, ihanet edenlerin arkadan vurmalarıyla direnişe destek zayıflayacaktı. TC devleti de erken patlattığı bu direnişe sert yönelerek doğum halindeki isyanı bastıracaktı. Daha trajik olanı ise Şeyh Said’i Şeyh Said’in eniştesi olacak Binbaşı Kasım’ın eliyle yakalatacak ve 28 Haziran'ı 29 Haziran’a bağlayacan gece, 1925 yılında 46 arkadaşıyla birlikte katledeceklerdi.
Evet, tam 85 yıl aradan geçti. Şeyh Said direnişinin bize miras bıraktıkları vardır. Ve halen: “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahçup bırakmasınlar“ sözleri hala kulaklarımızda çınlıyor.
Bize bıraktıklarını ise diğer yazılarda işleyelim.
Kasım Engin