HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Bitmesini istediğin şeyler umulmaz acılar yaratsa da olmasını istediklerine ulaşamamak daha fazla acıtır benliğini.

Arada olmaktır bu belki de.

Eski ile yeni

Dün ve yarın arasına sıkışmış gibi…

Değişim bu yüzden zor gelir. Arzulanan, beklenen, umulan

ama olmayan.

Belki birilerinden, belki bir şeylerden beklenir kıvılcım. Tüm dünyanı değiştirecek, sistemini alt üst edecek kıvılcım. Öyle alışmış veya alıştırılmış olduğundan insan, kendiliğinden ve kaderde yazgısı olduğu üzere

bekler.

Neyi beklediğini bile bilemeden, olup olmadığını, olup olmayacağını bilemeden hem de.

Nereden gelirse gelsin der ya da. Yeter ki beni, bugünümü, olduğumu değiştirsin.

O yüzden tehlikelidir değişim zamanları. Yutar. Çeker kendinden insanı.

Öylesine güzel ve değerli olan için istenen değişim bir bakarsın çirkefin batağında debelenen bir siluete dönüşmüş.

Suçlu kim o zaman?

Değişimi isteyen mi?

Değişim istemine yol açan düzen mi?

Yoksa değişimin karakteri mi?

Evet ya, belki de alışkanlıklar. Alışkanlıklar değil mi ki insanı iki arada bir derede bırakan.

Sistemden kopmak istiyorum! Değişmek ve değiştirmek istiyorum! Var olanın rezilliğine dayanamıyorum! Alışkanlıklardan değil mi ki isyan kokan sözlerin bir türlü ulaşamaması hedefine.

Belki de Stockholm sendromudur yaşadığımız. Belki de katilimize, halimize sebep mezalimlere sevdalanmışızdır.

Yoksa niye olmasın ki kopuş? Neden yüz geri edemeyelim ki kötülükleri? Hakaretlere, işkenceye, sömürüye neden karşı gelemeyelim ki? Neden soykırımın eşiğinde tutulan bir halkın evladı olarak küçük ve kaygan dünyalarda, içi kof arkadaşlıklarda çözüm arayalım ki? Dilimi unutturan, beynimi eriten, ahmaklaştıran ve de hiçbir gelecek sunmayan okullarda neden ömür tüketeyim ki?

Alışkanlık değil mi? Alıştırmadılar mı öylece?

Alışkanlık olmasa, alıştırılmış olmasak neden reflekssiz, tepkisiz bir alık/avêl olalım ki analar ağlarken, çocuklar, kültür, ahlak ve yaşam ağlarken…

Ama alışmışız ya, kanıksamışız ya lanetli olma halimizi. Bizden adam olmaza kilitlenmişiz ya. Kürt kimliği dışında, öz güç dışında herkesten beklemişiz ya özgürlüğü. “Hak etmişiz demek ki”lerle boyun eğmeci olmuşuz ya…

Ama bir yanımız kötü ya hani, bir yanımızın zevkleri diğer yanımızın çirkinlikleri ya, bir bütünün parçaları ya benliğimiz… nasıl değişsin ki yarınlar.

Böyle değil ki yaşadığımız çağ. İnsanlar birilerinin yarattığı ve hazırladığı bir dünyaya ve yaşama mahkum değil ki.

Sırf bu mahkumiyeti kırmak için yıllarca yaşandı ya bu amansız mücadele.

Bu yüzden değil mi on binlerce körpe can, on yedisinde, on ikisinde ve nice yaşta can düşmedi mi toprağına kutsal vatanımın.

Bu yüzden değil mi ki üst üste odun gibi dizilip yandı insanlık.

Bu yüzden değil mi ki mezalimlerin elinde bir zamanlar yüzünü okşadığımız evlatlarımızın kafaları sallandı.

Bu yüzden değil mi ki 70 yaşındaki nenelerimiz, 3 yaşındaki bebelerimiz kör kurşunlara uğradı.

Bu yüzden değil mi ki on beş yaşında yaşamın baharında her şeyden habersiz bir anda gökten düşen beş yüz kiloluk bombanın altında kaldı Ruşen.

Bu yüzden değil mi ki Özgür İnsan, varlığımıza sebep insan tek başına ve yıllardır, tokalaşmaktan bile uzak bir denizin ve bir adanın ortasında tek başına…

Sadece bunlar mı?

Peki ya yetmez mi?

Katliam, ölüm, zulüm, işkence, baskı, asimilasyon, aşağılama, yok sayma, rencide etme, hakaret, küfür…

Yan yana sıralarken bile insanın içini acıtan bunca kavram dayatılıyor ve bunlarla yaşaman farz ediliyorken eğer alışkanlıklarından değilse, eğer sana öyle kavratıldı diye değilse, eğer kendi doğruların gibi sarılman tembihlenmemişse, eğer bu senin kaderin yalanına inanmamışsan

Ne diye duruyorsun? Neyi bekliyorsun?

Anlamıyor musun bir şeylerin değişmesini istiyorsan, önce kendinden başlayacaksın. Özgürlük ateşinde yanmak için kıvılcımını kendin çakacaksın…

Pir Kemal