"Öncelikle Sayın Abdullah Öcalan ve bütün Kürdistan halkından izin alarak bu eylemi gerçekleştiriyorum. Ben şimdi bedenimi ateşe veriyorum ama unutulmasın ki bunu halkım için yapıyorum. Barışın sesi olmak istiyorum. Bedenlerini ateşe veren arkadaşlarımız gibi…
Hiç kimsenin üzülmesini istemiyorum. Mezarımı Kürdistan bayrağıyla süsleyin. Bütün Kürdistan halkını ve gerillaları sevgi ve saygı ile kucaklıyorum."
Yeniden bir Kürdistanlı genç bedenini ateşe verdi. Bu yıl Mustafa Malçok bedenini ateşe vermişti ardından da bir müddet sonra Evrim Demir. Şimdi ise Fırat İzgin. Ve her bedenini ateşe verenle bizlerin bedeni ateşe verilmiş oluyor. Bu kadar acıyı göze alanlarla bizler acının en ağırını yaşıyoruz. Nasıl ki vurulan yoldaşlarımızla biz vuruluyorsak, nasıl ki cenazeleri yerlerden süründürülen yoldaşlarımızla biz süründürülüyorsak öyle her Kürt gencine kalkan elle biz vuruluyoruz. Biz yaralanıyoruz, bizlerin kolları kırılıyor, bizlerin başları yaralanıyor, bizlerin kafaları dipçiklerle param parça ediliyor, bizler linç ediliyoruz, bizler bıçaklanıyoruz.
Evet, o nazik, nazik olduğu kadar da güzel körpecik canlar bedenlerini ateşe verirlerken bizler cayır cayır yanıyoruz. Çünkü her kendisini ateşe veren gençten bize bırakılan mesajlar var. Fırat İzgin bizim için “Bütün Kürdistan halkını ve gerillaları sevgi ve sayı ile kucaklıyorum" diyor ve bize mesajını bırakıyor.
Daha önce bedenini ateşe 14 Temmuz sıcaklığında veren Evrim Demir ise: “AKP hükümeti bir kanal vererek bizi kandıracağını sanıyor. Artık öyle Kürtçe söyleyip oynamak falan yok. Bir statü istiyoruz. Biz kendi kendimizi yönetme hakkı istiyoruz. Biz var olduğumuzun ve PKK hareketiyle bir bütün olarak kabul edilmiş istiyoruz. Bu da böyle bilinsin. Artık “PKK hareketini imha ederiz, tasfiye ederiz” deyimiyle 30 yıl daha savaşa hizmet ederler. Ben ve benden sonrakiler bunu kabul etmez. Tekrar ayaklanırız 70 yıl sonra bile olsa” diyerek bize gitmemiz gereken yolu göstermişti. Bize meşale oldu.
Evrim Demir’den önce Kürtlerin miladı olan 15 Şubat günü hemen Dicle nehrinin kıyısında “15 Şubat karanlığını yanık bedenlerin aydınlatmasıyla” yazan Mustafa Malçok ise komploları nasıl karşılamamız gerektiğin en açık ve berrak bir şekilde dile getirmişti.
Ve birde 15 Şubat 2010 yılında Adıyaman’da bedenini ateşe veren Müslüm Doğan’ın: “Adı bile yasak olan bir halkın, küllerinden tek tek dirilten Reber Apo'ya her Kürt genci gibi ben de binlerce kez minnettarım ve anlasınlar ki Kürt halkı bir daha asla ihanete uğramayacaktır ve bedenlerin tutuşacağı bugün de özümüz olan özgürlüğe gideceğimizi, gittiğim yoldan asla dönemeyeceğimizi tüm mutlak inançla belirtmek isterim. Beritanlaşmak, Semalarda yücelmek, Mazlumlaşmak, Viyanlara ulaşmaktır” diyerek bizim yol göstericilerimiz olan Beritan, Sema, Mazlum ve Viyan yoldaşlara nasıl bağlı yaşamamız gerektiğinin ışıklı yolunu büyük bir özveriyle göstermişti.
Evet, bu kadar güzel bedenler canlarını Yeşil Türkî Faşizm’e karşı ateşe vererek karşı duruyorlarken ve gitmeden önce bıraktıkları son mektuplarında hep bize özel selamlarını ve bağlılıklarını göndermişlerken bizlerin onların insan aklı ve iradesinin zor dayanacağı bu eylemlerine ölümüne bağlı kalacağımız açıktır. Onları, o gencecik bedenleri, bizleri Yeşil Türkî Faşizm’e karşı dimdik ayakta tutacak yegâne güç kaynaklarımız olarak hep minnetle anacağız. Onları sadece anmayacağız, onları kendimize göklerde yol gösteren en değerli yıldızlar olarak esas alarak zorlu mücadelemizde yol gösteren yapacağız.
Evet, bununla da sınırlı tutmayacağız bedenlerini ateşe veren ateşe verirken hiç tereddüt göstermeden gerillasına inanarak dünyanın en zor olan eylemini ortaya koyan bu gencecik körpecik bedenleri her zaman tüm zamanlarda yüreğimize alarak onların sıcaklıklarıyla kendimizi ısıtacağız. Onların bize verdiği bu ısı ve enerjiyle onların özlemleri olan daha adaletli ve eşit, daha paylaşımcı bir dünyayı yaratmak için hiçbir bedelden geri durmadan mücadelemizi bu faşizm ortadan kalkana kadar devam edeceğiz.
O körpecik bedenlerini ateşe vererek şahadet tacını giyen kahramanların önünde saygıyla eğiliyoruz.
Kasım Engin