HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

1 2Maraş katliamı 24 Aralık 1978 tarihinde gerçekleşti. Tabii bir günün işi değildi. Birkaç gün hatta haftalarca sürdü. Bir dönemecin başlangıcı da oldu. Katliam sırasında Ecevit başkanlığından CHP hükümeti vardı. Ve bu hükümete dayalı olarak sonu 12E eylül 1980 faşist askeri darbesine kadar giden bir süreç başladı. Yani askeri yönetimin ilk adımları atıldı. Sıkıyönetim ilanı bu katliam ardından başladı. Katliamın şimdi 33.yıldönümü yaşanıyor. Otuz dördüncü yılına giriyoruz. Bu vesileyle ben katledilen tüm demokrasi şehitlerini saygıyla anıyorum. Otuz üç yıldır PKK öncülüğünde bu katliamı yürüten güçlere karşı Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını öngören Türkiye’nin demokratikleştirilmesi için çaba harcayan büyük bir mücadele verildi. Onbinlerce şehit kanıyla sulandı bu büyük mücadele. Dolayısıyla hepsini bu vesileyle saygı ve minnetle anıyorum. Maraş katliamının şehitlerinin ve ardından süren mücadelenin şehitlerinin kanlarının yerde kalmadığını, anılarına doğru sahip çıkıldığını, katliamcılardan hesap sormak üzere özgürlük ve demokrasi mücadelesinin kesintisiz sürdürüldüğünü rahatlıkla söyleyebilirim. Bu bakımdan bir nebze tabii rahatız. Şehitlerimizin anılarına bağlı kaldığımız için belli bir vicdan rahatlığı, huzuru içindeyiz diyebilirim. Fakat kuşkusuz sona gitmeyen bir mücadele. Henüz devam ediyor tüm boyutlarıyla. Katliamcılar hala devredeler. Fırsat buldukça yeni yeni katliamlar tezgahlamak için harekete geçmekten geri durmuyorlar. Dolayısıyla bunlara karşı hep uyanık olmamız gerekiyor. Tehlike gerici saldırılar henüz ortadan kalkmış değil. Demokratik bir Türkiye, bu temelde özgür bir Kürdistan henüz tam yaratılmış bulunmuyor. Bu bakımdan da mücadelemiz otuz üç yıl olduğu gibi bugün de kanla, şiddetle, büyük fedakarlık ve cesaret gösterme temelinde sürüyor. Otuz üç yıldır devam eden bir çarpışma bu. Bugün de birçok boyutuyla sürüyor. Bunları insan ilk elden belirtebilir.

Tabii Maraş katliamı olduğunda biz henüz PKK’nin kuruluş kongresini yeni tamamlamıştık. Daha bir ay bile geçmemişti. Öyle ki Önder Apo tarafından tüm yoldaşlar tarafından bu katliam PKK’ye karşı bir saldırıymış gibi, PKK’nin kuruluşuna inkar ve imha sisteminin, faşist gericiliğin bir cevap vermesi gibi algılandı. Bu, yanlış bir algılama da değildi tabii. Tarihsel süreç, gerçeklerinin bir boyutunun da böyle olduğunu netçe ortaya koydu. Şunu insan rahatlıkla belirtebilir. Tabii bu katliamı Türk kontrgerillası düzenledi. Bundan hiçbir kuşku yok. Zaten dönemin başbakanı Bülent Ecevit de ilk defa o zaman işte bir kontrgerillanın, gladionun devlet içerisinde, hatta ordu içerisinde yuvalanmış olduğundan söz etti. Seferberlik Tetkik Kurulu diye bir kurulun varlığından, bunun Türk hükümetinden değil de Amerika’dan maaş aldığından söz etti. Büyük bir telaşa kapılmıştı. Kamuoyu önünde. O telaşını yaptığı açıklama sürecinde netçe gösterdi. İçine girdiği şaşkınlığı gizleyemiyordu da. Düşünün, bu kadar toplum ve devlet gerçeğiyle ilgili bir kişi 1960’dan sonra hemen bakan olabilmiş, hükümette, devlette bu kadar yer almış bir kişi bile devlet içinde bu tür örgütlenmelerin olduğunu bilemiyormuş. İlk defa karşılaşmanın şaşkınlığını o zaman yaşıyordu. Ne kadar gizli ve sinsi bir faaliyetin var olduğunu anlamak bu bakımdan zor değil. Bunun için şunları bu otuz üçüncü yıl vesilesiyle net ifade edebiliriz. Maraş katliamı bir boyutuyla PKK’nin kuruluşuna karşı inkar ve imha sisteminin sömürgeci gericiliğin verdiği bir cevaptı, bir saldırıydı. Maraş katliamını Türk kontrgerillası örgütledi, düzenledi, yönetti. Katliamdan kontrgerillanın, şimdi Ergenekon diye yargılanan oluşumun siyah bölümü kullanıldı. Aslında siyah Ergenekoncular, kara Ergenekoncular bu katliamın kullanılan, katliamı gerçekleştiren güçler oldular. Yani MHP’liler kullanıldı. Bu da bilinen bir gerçek. Katliamın hedefi Kürtler ve Alevilerdi. Aleviliği ve Kürtlüğü kendi şahsında birleştiren kişiler ve topluluklar ise bu katliamın doğrudan hedefiydiler. Mazlumlar, katledilenler Kürtler ve Aleviler oldular. Kürt Aleviler oldular. Aslında bir yerde Torosların, güneydoğu Torosların Kürtlükten ve Alevilikten temizlenmesi hedefini güden bir girişimdi, katliamdı bu.

Şimdi Dersim tartışmaları yürütülüyor mesela. Dersim katliamının nedenleri, amaçları, yürüten güçler, hedefleri belirlenmeye çalışılıyor. Temel amaç olarak ne çıkıyor ortaya? Belli bir coğrafyada Kürt ve Alevi nüfusu azaltma, yok etme hedefinin güdüldüğü ortaya çıkıyor. Katliamla, bir kısmı yok edilirken geri kalanlar da büyük bir korku ve panik içine sokularak sürgün edilmeleri hedefleniyor. Dolayısıyla fiziki katliamla sürgün birbirini tamamlayan, iç içe geçen olgular olarak gerçekleşiyor. Bu Osmanlı döneminde de böyle, cumhuriyet tarihinin çok değişik dönemlerinde de böyledir. Fiziki yok etme ve tehcire, yani sürgüne dayanarak belli coğrafyalar ya insansılaştırılıyor, ya da belli kesimlerden temizleniyor. Etnik temizlik yapılıyor, mezhepsel temizlik yapılıyor. Dersim katliamının bu amaçla yapıldığını herkes biliyor. Şimdi bir kere daha tartışmalar bu gerçeği net olarak ortaya çıkarıyor.

Maraş katliamının temel hedefi de buydu. Aslında güneydoğu Torosları Kürtlerden ve Alevilerden temizlemek. Kürtsüzleştirmek, Alevisizleştirmek amacıyla yapılıyordu, hedef buydu. Aslında arkasından da bu devam ettirildi. Yani bu katliam sadece 24 Aralık 1978’de bir gün, ya da birkaç gün yaşanan bir olay olmadı. Arkasından sıkıyönetim olarak devam etti, arkasından da 12 Eylül faşist askeri yönetimi olarak devam etti. Sonuç, Maraş ve çevresinde büyük bir boşaltma hareketi yaşatıldı. O coğrafya Kürtsüzleştirildi, Alevisizleştirildi. Belli sayıda bir insan çok vahşi yöntemlerle katledildi. Ama geri kalanlar da korku, panik içine sokularak dünyanın dört bir yanına savruldu. Avrupa’nın varoşları, ta Amerika’ya, Kanada’ya, şuraya buraya kadar uzanan bütün alanlar Maraş’ın içinden, ilçelerinden, çevresinden böyle bir süreçte kaçan, sığınan insanlarla doldu. Hala nereye, ne kadar insanın gittiği, bu insanların ne yaptığı, nasıl yaşadığı bilinmiyor. Otuz üç yıldır dünyanın dört bir yanında çok zayıf, perişan durumda yaşayanlar var. Bu anlamda aslında nasıl ki 1937-38’de Dersim katliamıyla Dersim alanında Kürtlük ve Alevilik zayıflatılmaya, buralar Türkleştirilmeye ve Sünnileştirilmeye çalışıldıysa, 1978 Maraş katliamı ardından da güneydoğu Toroslar benzer bir biçimde Kürtsüzleştirilmeye ve Alevisizleştirilmeye çalışıldı. Bu konuda da önemli bir sonuç alındığı söylenebilir. Gerçekten de geriye dönüp bakmak lazım. Ne kaldı Dersim’den, Dersim kimliğinden, Kürtlük kimliğinden, Alevi kimliğinden? Bırak kimliği, nüfus olarak, demografi olarak ne kaldı? Tarihin en kadim toplumu, en eski halkı dünyanın dört bir yanına savrulmuş, perperişan olarak yaşamaya çalışıyor. Dersim ise hala yeni soykırım ve katliamlarla insan toplum katliamı yetmemiş, şimdi coğrafyanın katliamı, doğanın katliamıyla da yaşanmaz hale getirilmeye çalışılıyor. Aynı şey Maraş katliamı için de geçerli. Toroslar açısından da geçerli.  Burası da gerçekten de Kürtlere ve onlarla birlikte tüm etnik topluluklara, mezhepsel topluluklara 1925’ten itibaren Türkiye Cumhuriyeti tarafından dayatılan soykırıma, asimilasyona karşı yeni bir direniş PKK ile PKK öncülüğüyle Önder Apo tarafından örgütlendirilip geliştirilmeye başlandığı andan itibaren, bu direnişi anında boğmak, yok etmek, soykırım rejimini işler kılıp başarıya götürmek amacıyla bu katliamlar gerçekleştirildi ve hala devam eden bir süreçtir. Şimdi var olan karşılıkla bir mücadele oluyor ama şunu da herkes görüyor; PKK doğuşunu aslında o coğrafyalarda yaptı. Antep’te, Maraş’ta, Adıyaman’da, Dersim’de en büyük çıkışını gerçekleştirdi. İdeolojik doğuşunu, gençlik hareketi oluşunu, Kürdistan’a yerleşme, kökleşme, bir gençlik hareketi olmaktan halk hareketi haline gelmeyi bu coğrafyalarda yürüttüğü mücadeleyle, buralardaki insanların katılımıyla sürdürdü. Fakat şimdi dönüp bakalım ortada özgürlük mücadelesinin diğer yerlere göre çok zayıf yaşadığı gerçeği var. Bırak özgürlük mücadelesinin zayıflığını, ortada bir toplum yok, nüfus yok. Neredeyse boş, insan yaşamaz bir coğrafya ortaya çıkartılmış durumda. Şimdi bunlar önemli gerçekler, bunları görmemiz gerekiyor.

Diğer boyutuyla tabii güncel siyaset açısından da bütün bu hedefleri gerçekleştirmek üzere Maraş katliamının yeni bir sürecin başlangıcı olduğunu ifade ettik. Gerçekten de devlet, devlet içerisindeki derin devlet, Ergenekon ya da kontrgerilla yeni bir süreci geliştirmeye karar kılmıştı. Bir dönemeci ifade etti Maraş katliamı. Maraş katliamını doğru değerlendirenler daha sonraki süreci başarıyla karşıladılar. Doğru değerlendiremeyenler tabii gelişmeleri doğru öngöremediler, kendilerini hazırlıklı kılamadılar, dolayısıyla da yaşanan mücadelede başarıla olamadılar. Bu noktada ben şunu söyleyebilirim. Maraş katliamı üzerine en doğru, kapsamlı, gerçekçi tespiti, değerlendirmeleri Önder Abdullah Öcalan yaptı. Bir broşürü vardır, “Maraş Katliamı Üzerine Değerlendirme” başlığı altında kitapçık olarak da yayımlanmıştır. Bu aslında katliam üzerine PKK’nin önde gelen kadrolarıyla yapılan bir toplantıdaki bir değerlendirmeydi. Bu da gösteriyor ki katliamı derinden hisseden, deyim yerindeyse iliklerine kadar hisseden, anlayan ve buna göre de ciddi yaklaşım gösteren bir bilince, duyarlılığa Önder Apo sahipti. Tarihsel olarak da, güncel siyaset açısından da katliamın nedenlerini, katliamı yapan güçleri, bu katliamın hedeflerini gerçeğe en yakın bir biçimde ve en kapsamlı olarak değerlendirmeyi bildi. Bunun için de PKK soykırım rejimi karşısında bir özgür ve demokratik yaşam duruşu, bir direniş gerçeği olarak gelişmeyi bildi. Bu katliamın da tıpkı 18 Mayıs 1977 tarihinde Antep’te Haki Karer yoldaşın katledilmesinin PKK’nin gelişimi üzerindeki etkisi kadar PKK gelişimi üzerinde etkisi vardır. Maraş katliamının da bu düzeyde etkisinin olduğu tartışma götürmüyor. Her şeyden önce yakın siyaset açısından şu değerlendirmeyi netçe yapmıştı Önder Apo o zaman. Devlet yeni bir sürece girmiştir. Bu öyle sıradan, tesadüfen yapılan bir eylem değil, girişim değil. Yeni bir sürecin başlangıcıdır, bu sürecin adı da yeni bir askeri darbe sürecidir. Dolayısıyla gidiş askeri darbeyedir. Yakın zamanda askeri darbe olacaktır, o halde bütün ideolojik, siyasi, örgütsel duruş, hazırlık ve çalışmaları olası bir askeri darbenin gelişimine göre hazırlamak, ayarlamak gerekir” değerlendirmesinde, tespitinde bulundu. PKK daha sonraki süreçte bütün çalışmalarını, hazırlıklarını buna göre yaptı. Yurtdışına çıkış, bu değerlendirme sonucunda oldu. Giderek daha fazla direnişe yönelme, hatta direniş içine silahı katma eğilimi bundan ortaya çıktı. Şehirdeki direnişi dağa taşırma, kıra çekilme, gerillalaşma anlayışı, girişimi, çabası bu değerlendirmeye dayalı olarak devletin derin devletin Maraş katliamıyla verdiği mesajlara bir cevap olarak ortaya çıktı. Pratikte yeterli oldu, yetersiz oldu, hata ve eksiklikler yaşandı ayrı bir mesele ama dikkat edilirse 12 Eylül faşist askeri darbesinin olacağını önceden bilen, darbeyi en hazırlıklı, bilinçli karşılayan, dolayısıyla darbe tarafından ezilmediği gibi 12 Eylül faşizmine karşı da siyasi, silahlı, her türlü direniş içine girme gücünü gösteren tek hareket Türkiye çapında PKK oldu. PKK’nin böyle bir tarihsel gelişme kaydedebilmesi, böyle bir mücadele içine girebilmiş olması işte Önder Apo’nun Maraş katliamı üzerine yaptığı doğru gerçekçi tespitler analizler temelinde gerçekleşti. O tespitlere dayanarak PKK kendisini daha şiddetli bir gerici faşist saldırganlığa, katliamcılığa karşı hazırlamayı öngördü. Bunun için bir yandan Siverek direnişi üzerinden Kürdistan’da gerillalaşmaya adım atarken diğer yandan Lübnan, Filistin alanında direnişçi güçlerle devrimci demokratik güçlerle ilişki kurarak Ortadoğu direnişiyle ittifak içine girme, birlik olma adımını attı. İşte bu adımlar PKK’yi bu Maraş katliamıyla başlayan sıkıyönetimler, askeri yönetimler karşısında ayakta tuttuğu gibi ardından gelen 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesi karşısında da ayakta tuttu. Darbeye karşı da zindanda direndi PKK, yurtdışında Lübnan, Filistin alanında direndi. Mevcut eğitim ve örgütlülük düzeyinin yetmediğini görünce kendisini ideolojik ve askeri olarak daha güçlü kılabilmek için yoğun bir eğitimden geçirdi, gerillalaştırdı. 15 Ağustos 1984 devrimci atılımına, direnişine bu temelde ulaştı. 12 Eylül faşizmine verilen en temel cevap 15 Ağustos direnişi oldu. Bir yerde PKK hamlesine karşı Maraş katliamıyla inkar ve imha sisteminin Türk faşizminin başlattığı saldırganlığın 12 Eylül faşist askeri darbesi biçimindeki sürmesine karşı PKK’nin hamlesi de 15 Ağustos silahlı direniş hamlesi olarak ortaya çıktı tabii. O zamana kadar zindan direnişi olarak geri faşizme karşı direndi, yurt dışı direnişi olarak faşizme karşı direndi, Filistin halkıyla omuz omuza bölge ve dünya gericiliğine karşı emperyalizme karşı savaş yürüttü. Bütün bunlar PKK’yi hem gerçekleri daha iyi görür, uluslar arası, bölgesel gerçekleri, Türkiye ve Kürdistan gerçeğini daha derinden görür, anlar hale getirdi hem de her türlü faşist gerici saldırganlığa, katliamlara karşı daha güçlü, daha etkili direnir hale getirdi. İşte otuzüç yıldır Maraş katliamının intikamını almak üzere PKK de bir direniş yürütüyor. Aslında PKK’nin bir boyutu da Maraş katliamının intikamını alma hareketi olması. Maraş katliamıyla amaçlanan Kürt’ü yok etme, Alevi’yi yok etme, ezileni yok etme, kim baskı sömürü altındaysa azınlıklar mıdır, köleleştirilen kadın mıdır, Türkiye sınırları içinde kim ötekileştiriliyor, baskı, işkence altına alınıyor, köleleştiriliyor, yok edilmek isteniliyorsa, üzerinde katliam uygulanıyorsa onları sahiplenme, onları bilinçlendirip hareket geçirerek bütün bu baskı ve katliama karşı direnerek, ona karşı durarak onların intikamını alma hareketi olarak ortaya çıktı. Bu geçen otuz üç yılın hikayesi böyledir. Dolayısıyla büyük bir direniş dönemidir bu dönem. Büyük özgür duruş dönemidir. İnsanlığın, ezilenlerin hem etnik hem mezhepsel olarak hem cins olarak büyük bir direnme iradesi gösterdiği dönemdir. PKK ile yaşanan direniş, PKK ile ortaya çıkan gerçekleşen olgu bu.

Şimdi bu çerçevede tabii ki bu direniş bir de devlet gerçeğini, egemenlik gerçeğini, onun kendi egemenliğini sürdürmede uyguladığı yol yöntem olayını daha çok açığa çıkardı. Bir yandan gericiliğe karşı katliama karşı direnme, intikam alma hareketi olurken diğer yandan büyük bir aydınlanma hareketi oldu. Tarihsel gerçeklikleri bir bir aydınlattı. Tarihin ne olduğunu, neyin doğru neyin yalan olduğunu netçe ortaya çıkardı. Gerçek anlamda da devlet diye egemenlik sistemi diye oluşturulan mekanizmanın büyük bir katliam olayını olduğunu ortaya çıkardı. Netçe gösterdi. Öncesi ve sonrasıyla aslında Maraş katliamının da böyle bir katliam silsilesinin bir önemli parçası, bir devam olduğu netçe görüldü. Dolayısıyla Maraş katliamını Türk devlet gerçeğinin önemli bir açığa çıkartılması, netleştirilmesi olarak görmek lazım. Tesadüfi bir olay değil. Kontrgerilla derken, bu kontrgerilla devletin özünden ayrı değil. MHP’liler kullanılırken, bunlar bir parti olarak kullanılmamışlardır. Derin devletin, kontrgerillacılığın, onun yönlendirdiği işte faşist milliyetçi zihniyetin, ideolojinin, siyasetin bir pratikleşmesi olarak bunlar gerçekleşmiştir. Bu durumları iyi görmek gerekli.

Diğer yandan tabii bu mevcut devletin TC olarak şekillenen sistemin nasıl bir faşist diktatöryal bir egemenlik sistemi olduğunu, kendi egemenliğini nasıl vahşi katliamlarla gerçekleştirdiğini ortaya çıkarttı. Dolayısıyla da tarih olarak TC sınırları içindeki insanlara öğretilenin büyük bir yalandan başka bir şey olmadığını netleştirdi. İşte bilmem gericiliğe karşı direnildi. Bilmem vahşilere karşı direnildi. Haydutlara karşı direnildi. Mücadele edildi denen şeyin aslında büyük bir katliam hareketi olduğunu, ezme, yok etme ve tek tipleştirme temelinde gerçekleşen bir saldırganlık olduğunu, bunun da Türk ulus devlet gerçeği olarak ortaya çıktığını herkese gösterdi. Şimdi bu gerçeği daha iyi görüyoruz, anlıyoruz. Sadece biz anlamıyoruz, PKK bunları ifade etmiyor. Artık bu aydınlama herkese yayıldı. Herkes görüyor. Sağı da, solu da, İslamcısı da, değişik toplumsal kesimler de bunu görüyorlar. Basın her gün bu tür tartışmalarla doludur. Bu devlet gerçeğinin nasıl bir karabasan olduğunu, faşizm, katliam diktatöryal duruş tekçilik olduğunu, kendi dışında Türkçü ve egemen dinci yapı dışında var olan bütün dilleri, kültürleri, uygarlıkları, duruşları, yaşamları yok etmeyi, katletmeyi hedeflediğini herkes görüyor artık. Bunu tartışıyorlar. Bu bakımdan da Maraş katliamı öncesindeki çok sayıda katliamı bu temelde gerçekleştiğini şimdi daha iyi anlıyoruz, değerlendiriyoruz. 1925’te Amed’te, Bingöl’de yaşanan katliam, Şex Said isyanı adı altında gerçekleştirilen Kürt kırımı, katliamı. Daha sonra Ağrı’da, Zilan’da 1929’larda, 1930-31’lerde gerçekleştirilen Kürt kırımı, katliamı, 1937-38’de Dersim’de hem Kürt hem Alevi kırımı, katliamı bunların belli başlıları oluyor. Ama böyle değildir. Diyorlar ki 28 Kürt isyanı oldu. Bu şu anlama geliyor. 28 kez Cumhuriyet yönetimi altında Kürt katliamı gerçekleşmiştir. Ne kadar Alevi gerçekleşmiştir? Alevilerin bunu araştırıp ortaya çıkartmaları gerekiyor aslında. Henüz bu gerçek tam bilinmiyor. Öyle bir sefer, iki sefer değildir. Yine kaç kez azınlıklara, Hıristiyan topluluklara, Ermenilere, Süryanilere, Asurîlere karşı katliamlar gerçekleştirilmiş? Tabii bir de bunun içerisinde sınıf ve cins baskısı, katliamı var. Kadın üzerindeki tecavüz ne kadar yapılmış? Her gün televizyonlar ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Şurada da kadın katledildi, şurada da kadın katledildi. Öyle ki kadına karşı bir katliam savaşı günlük olarak yürütülüyor. Bu net bir şey. Bunun AKP hükümeti ile bağı var tabii. AKP’nin Türkçü, Sünni ve erkek egemen karakteriyle bağı var. Ezilenler üzerinde, en çok ezilen olarak da kadın üzerindeki katliamı, kat be kat arttırmıştır ama bu tabii şimdi ortaya çıkmadı. Dün de vardı. Önceki gün de vardı. Onlarca yıl öncesinde de yaşanan bir durumdu. Aynı zamanda sınıf baskısı, sınıf katliamı, işçiler üzerinde, emekçiler üzerinde, köylüler üzerindeki ağır baskı, katliamlar, sömürüler böyle bir rejim altında yaşatıldı.

Bu temelde tabii ki en çok katliamı yaşatıldığı coğrafya Kürdistan coğrafyası oluyor. En çok Kürt toplumuna, Alevi toplumuna, azınlıklara ve kadına katliam dayatılmış bulunuyor. Bu gerçekler şimdi netçe açığa çıkarılmıştır. Bunu herkes biliyor. Değerlendiriyor artık. Şimdi PKK direnişi ile aydınlatılan bu gerçeklik içerisinde herkes şu veya bu düzeyde bu katliam gerçeğini görüyor ve dillendiriyor. Bol bol tartışıyorlar, yazıyorlar, çiziyorlar, konuşuyorlar. PKK herkesin ağzını açtı. Herkese dil oldu, herkese bilinç oldu, irade oldu. Bunu görmek istemeyenler var. Tersine bu gerçeği teslim etmek istemeyenler var. Sağa sola çekiştirip sanki bu gerçekleri, gelişmeleri kendisi yaratmış gibi görenler, göstermeye çalışanlar var ama olsun. Ne yaparlarsa yapsınlar da fakat bu duruma birilerinin sayesinde geldiklerini bilselerdi iyi olurdu. İster kabul etsin, ister etmesinler ama dilleri PKK ile çözüldü. Bilinçleri PKK ile oluştu. İradeleri PKK ile gelişti. Bu katliam rejimi karşısında bir çift söz söyleyebiliyorlarsa bunu PKK’nin direnmesi sayesinde yapıyorlar. Bunu her kes iyi bilmek durumunda. Bunu bilemeyenler gaflet içindedirler. Büyük yanılgı içindedirler. Bunu da net olarak görmek gerekli.

Maraş katliamı döneminde de katliam sadece Maraş sınırlı değildi. Hemen Maraş öncesinde de katliamlar oldu. Bilmem Çorum katliamı, değişik yerlerde işte Malatya’da, Adıyaman’da benzeri şeyler vardı. Yani Türk-Kürt, Alevi-Sünni toplumların iç içe yaşadığı bu çelişkilerin yoğun olduğu hassas coğrafyada toplumsal kargaşayı, çatışmayı yaratabilmek için devleti ele geçirmek isteyen faşist gericilik saldırıya geçmiştir. Kolay katliam yaratma, olay çıkartma dolayısıyla işte terör vardır diyerek darbe yapıp iktidarı ele geçirme imkanı buralarda vardı. Kenan Evren yönetiminin bunu yaptığı biliniyor. Kenan Evren’in kendisi de itiraf etti defalarca. Birçok çevre de bunu artık yazdı, çizdi, değerlendirdi, gördü. Herkes çok iyi biliyor ki 12 Eylül 1980 askeri darbesi bir anda olmadı. Kenan Evren genelkurmay başkanı olduktan hemen sonra başlamış bir süreçtir. Ve bu Kenan Evren’in iddia ettiği gibi başkalarının yarattığı terör nedeniyle olmadı. Terörü en çok Kenan Evren’in başında olduğu Özel Harp Dairesi kışkırttı, örgütledi, yürüttü. Tabii bu kontrgerilla güçlerinin geliştirdiği çeşitli saldırganlığa karşı halk kesimlerinin direnci de vardı. Gençlik direndi, Kürtler direndi, Aleviler direndiler. Sol demokrat devrimci akım direndi. Özgürlük için, demokrasi için, insan hakları için. Ama iyi bilelim ki bir de bunun içinde gerçekten de çok bilinçli planlı bir biçimde geliştirilen kontrgerilla saldırısı, terörü vardı. Bunlar daha çok kendisini bu katliamlarda gösterdi. Maraş katliamı bu kontrgerilla marifetlerinden bir tanesiydi. Onun gibi birçok marifet de o kontrgerilla bulundu. Daha sonrasında da bu katliamcı gerçek sürdü. Yani Maraş katliamı ardından gerçekleşen 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra da bu sistemin katliamcı gerçeği sona ermedi. Günlük yaşam bir katliamdır ezilenler için. Tecavüzkârdır. Bu gerçeği görmemiz, itiraf etmemiz, doğru anlamamız gerekli.

Diğer yandan bu olağanlaşmış günlük yaşam ötesinde bir de dönem dönem gerçekleşen ezilenler, emekçiler üzerinde yaşanan katliamlar var, işçilere dönük katliamlar var. Mesela birçok kez yaşandı. Kürdistan’da zaten yaşanan gerçekten de insanlık dışı bir katliam oldu. Bir soykırım oldu 12 Eylül 1980 askeri rejimi saldırıları altında. Nelerin yapıldığını Amed zindanından tutalım da günümüze kadar daha da ne tür kirli işlerin çevrildiğini şimdi hala açığa çıkartamıyor devlet. Geçmişe dönüp bakamıyor. Geçmişle yüzleş diye birçok çağrı geliyor, yüzleşemiyor. Dönüp bakamıyor. Neden? Çünkü çok kirli çok kara geçmiş. İnsanlık dışıdır. Öyle az buz bir katliam, saldırganlık yaşanmamıştır. İşkence, katliam devlet eliyle çok ileri düzeyde yaşatılmıştır. İşkencehanelerde sorgu odalarında zindanlarda yapıldığı gibi bu daha da savaş adı altında gerillaya karşı, köyde halka karşı yapıldı. Kürdistan’da 4 bin köy yakıldı. Milyonlarca insan yerinden, yurdundan sürüldü. Binlercesi faili meçhul denilen saldırılar altında katledildi. Bu bir Kürt katliamıydı. Aslında 12 Eylül darbesi altında Kürdistan’da yaşanan Şex Said dönemindeki katliamla, 1937-38 Dersim katliamıyla hiç farkı bulunmayan onların bir devamı niteliğinde olan bir katliam gerçeğidir, katliam sürecidir. Bunu hiç unutmamak gerekiyor. Bu katliam sadece tabii Kürtlerle de sınırlı kalmamıştır. Kadın üzerindeki baskı katmerli olarak sürdü, bugün günlük bir cinayet şebekesi, sistemi olarak devam ediyor. Azınlıklar gerçekten de bu dönemde ülkeden sürüldüler. Türkiye’de adeta yaşayamaz hale geldiler. Kürtlerle birlikte toplu olarak en çok katledilen kesim Aleviler oldu tabii. Alevilik üzerindeki baskı hiç durmadığı gibi darbeden on üç yıl sonra yaşanan Sivas katliamını unutmayalım. Maraş katliamı, Aralık 1978, bir de Temmuz 1993 Sivas katliamı var. O da Alevi katliamı. Demokratik insanlığın katliamı. Aslında bir tür Kürt katliamı da oluyor. Dikkat edilirse Kürdistan’da özgürlük için direnişin en çok geliştiği yoğunlaştığı dönemlerden biriydi. Dolayısıyla nasıl ki Maraş katliamı PKK’nin gelişimine karşı bir saldırıydıysa soykırım rejiminin bir cevabı idiyse Sivas katliamı da aslında PKK’nin silahlı direnişinin, Kürdistan’da etkinlik kazanmasına karşı bir tehdit, bir soykırım saldırısı idi. Tabii bu Kürtlüğü ve Aleviliği birlikte hedefledi. Çünkü etnik olarak en çok ezilen, katliamdan geçirilen, baskı altında tutulan iki kesim oluyor. Kürtlük ve Aleviliğin kaderi bu anlamda çok iç içe geçmiş, çok birleşmiş bulunuyor. Bu gerçeği iyi görmemiz, doğru anlamamız gerekli. Ne yapıldığı Madımak otelinde ülkenin aydınları, sanatçıları, düşünen insanları, demokratik güçleri cayır cayır yakıldılar. Bugün o katliamı yapanların önemli bir kesimi AKP sıralarında mecliste milletvekili olarak oturuyorlar. Maraş katliamı yapanlar ardından Sivas katliamını yapanlar bu katliamlarla bir şeyi araladılar, bir şeye yol açtılar. AKP iktidarının yolunun böyle açıldığını herhalde net görüyoruz. Öyle bu katliamlar demek ki amaçsız değildir, boşa gitmemiş. Birilerine kapıları açmıştır. Egemenlik iktidar olma şansı vermiş. Bir de işin bu boyutu var. Bu gerçeği var.

Son olarak ben şu hususa da değinmek isterim. Bu katliamlar çerçevesinde. Katliamları sadece bir şiddet, nefret, bir fiziki yok etme olayı olarak görmemek lazım. Tabii büyük bir dehşet, korkutma, ürkütme hareketi. Belli kesimleri fiziki olarak yok ediyor da. Önce ifade ettim, katliam sürgünle, tehcirle birlikte oluyor. Bazı alanları belli topluluklardan boşaltmayı hedefliyor. Fakat daha önemlisi bu katliamın bir soykırım hareketi olduğudur. Bu gerçeği görmek gerekli. Bir kültürel soykırımı hareketi olarak gerçekleştirildi. Bir kısmı fiziki katliam oluyor, sürgün oluyor ama esas olarak da onun yarattığı dehşetle, korkuyla daha büyük bir katliam beyaz katliam gerçekleştiriliyor, kültürel soykırım gerçekleştiriliyor. Bu asimilasyona dönüştürülüyor. Diller yok ediliyor, kültürler yok ediliyor, iradeler kırılıyor, yok ediliyor, insanlık yok ediliyor. Bir derin asimilasyon, soykırım yaşanıyor. Bununla işte Kürtlük yok ediliyor, Türkleştiriliyor. Gerçekten de bilinci, belleği yok edilen bir Kürt duruşu, toplumu, insanı ortaya çıkartılıyor. Öyle ki kraldan daha kralcı, Türk’ten daha Türkçü, topluluklar ortaya çıkartılıyor. Aleviliğin durumu öyle. Bütün ezilenlerin, mevcut soykırım rejimi altında yaşadıkları gerçek bu. Sonuçta celladına koşan bir durum ortaya çıkıyor. Derin bir asimilasyon yaşanıyor. Zaten bunun için yapılıyor. Türkleştirmek, Sünnileştirmek, erkekleştirmek için yapılıyor. Sonuçta bütün bu katliamların belli ölçüde amacına ulaştığını, amaçladığı doğrultuda gelişmeyi yarattığını görüyoruz. Gerçekten de kraldan daha kral, Türk’ten daha Türkçü olan Kürtleri, Sünni’den daha Sünnici olan Alevileri, erkekleşmiş bazı kadınları görüyoruz. Gerçek anlamda üzerlerinde uygulanan soykırımın başarıldığını görüyoruz. Asimilasyonun gerçekleştiğini görüyoruz. Amaç asimile etmek. Çoğulculuğu, dilleri, kültürleri, renkleri, cinsleri yok ederek asimile etmekle, tekleştirmektir. Faşizm tekleştirmek demektir. Teklik, faşizmin işidir, diktatörlüğün işidir. İşte bu tekçilik ulus devlet tekçiliğinin özü esası faşizmdir. Türkiye cumhuriyeti devleti olarak karşımıza çıkartılan bugün ulus devlettir, iyidir diye bazılarının allayıp pullayıp savunmaya çalıştığı başbakan Tayyip Erdoğan’ın bile tek millet, tek devlet, tek dil, tek bilmem bayrak diye tek tek edebiyatı yaptığı şeyin altında aslında büyük bir faşizm var. Bu tekçilik Hitler’ciliktir, Mussolini'ciliktir, faşizmdir. Faşizmin de tek renk vardır. Renklerin hepsine karşıdır ve her şeyi karartmayı öngörür. İşte bu karartma ortaya çıkıyor. Bu karartma da diğer renklerin hepsinin yok edilmesini ifade ediyor. Bu yok edilme fiziki katliam değildir yalnız başına. Fiziki katliam bir bölümü olurken daha büyük katliam beyaz katliam olarak yani asimilasyon olarak yaşanıyor, kültürel katliam olarak yaşanıyor. Sonuçta tam bir belleksizlik, ruhsuzluk, iradesizlik, kimliksizlik, kişiliksizlik ortaya çıkıyor. Cellâdını bilmeyen, dost düşman tanımayan, cellâdına koşan bir gerçeklik ortaya çıkıyor. Kedinin fareyle oynaması gibi bir şeydir bu durum. Kedi fare oyununa çok iyi benziyor. Kedi nasıl şamarı vurunca beyni dağılan fare kediye doğru koşmak zorunda kalıyorsa işte bu faşizmin saldırıları karşısında ezilen insanlar da belleği, ruhu, beyni dağılınca cellâdına koşuyor. Kendi üzerinde yaşanan katliamı görmüyor, soykırımı görmüyor, bu soykırımın hedefini kabul eder hale geliyor, içselleştiriyor, asimile oluyor, eriyor. Bu yönlü bir insanlık katliamının Anadolu ve Mezopotamya’da yaşandığını görüyoruz. Mevcut devlet gerçeğinin böyle bir insanlık katliamı gerçeği olduğu artık netçe açığa çıkıyor. Herkes bunu görmeli, itiraf etmeli. Öyle dil ucuyla, kenardan, köşeden eğip bükerek geçiştirmeye kimse çalışmasın. Net olalım, açık koyalım. Neye hizmet etmiştir? Bu coğrafyada yaşayan insanlara bu devlet denen olgu nelerini sağlamıştır? Ekmek mi verdi, su mu verdi, özgürlük mü verdi, güvenlik mi verdi? En büyük tehdidi, en büyük katliamı, en büyük zulmü kendisi yaşattı. Her türlü katliamı gerçekleştirdi. Yok etti ve kendine benzetmeye çalıştı. Onun için de eğip bükmeden gerçek yüzüyle ortaya koymak gerekli. Bir insanlık katliamı. Bir etnik katliam. Bir sınıf, sömürü katliamı. Bir cins katliamı. Bu rejim altında yaşanmıştır. Şimdi açığa çıkan bu netçe görülüyor. Herkes biraz uykudan uyanır gibi ayılıyor PKK direnişi sayesinde, Kürt halkının direnişi sayesinde, kadın uyanıyor uykudan, alevi uyanıyor, Ermeni’si, Süryani’si uyanıyor, işçisi, köylüsü, emekçisi, memuru uyanıyor. Herkes uyanıyor, özgürlük istiyor. Adalet istiyor, hakkını istiyor, eşitlik istiyor. Kısaca demokrasi istiyor. Maraş katliamı demokrasiyi katleden, faşist diktatöryal baskı sürecinin ortasında gerçekleşen bir olguyken şimdi Maraş katliamına karşı cevap olarak da gelişen PKK direnişinin otuz üçüncü yıldönümünde ortaya çıkardığı bütün ezilenlerin, katledilenlerin biraz kendine gelmesi, bilinçlenmesi bu katliamları anlaması, tanıması ve onların hesabını sorma temelinde özgür demokratik yaşam için arayışa girmesidir, hak istemesidir, mücadele etmesidir, bir araya gelmesidir. Bu da özgürlük mücadelesinde, demokrasi mücadelesinde oluşuyor. Otuz üçüncü yıl dönümünde Maraş katliamını hem Kürt halkı olarak hem de Türkiye demokrasi hareketi olarak böyle karşılıyoruz. Bu bakımdan da katliam gerçeğini biraz aydınlatmış ve katliamın belli bir hesabını sormuş durumdayız. Bundan sonra yürütülecek mücadeleyle de katliamcılığı tümden yok ederek katliamda şehit düşenlerin anılarını daha çok sahip çıkacağız. Bu katliama Kürdistan’ı özgürleştirerek, Türkiye’yi demokratikleştirerek, Türkiye cumhuriyeti sınırları içindeki herkesi özgür, eşit, adaletli bir yaşamı demokratik çerçevede sürdürür hale getirerek anılarını yaşatacağız. Maraş katliamının şehitlerinin anılarına vereceğimiz cevap şimdiye kadar böyle bir demokratikleşme oldu, bundan sonra da demokrasinin zaferi olacak.

DURAN KALKAN