HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Bütün mücadele, direniş, isyan ve büyük savaşlardan sonra, direk savaşan taraflar bir şekilde ya barışırlar ya görüşmelerde bulunurlar; ya akın kanın durdurulması noktasında girişimlerde bulunurlar ya da bir tarafın tümden imhası veya yenilgisiyle de sonuçlanabilir. Her ne kadar sonuç bu olsa bile, sürecin kendini bu düzeye getirmesi için, on binlerce kişi bu savaşlarda ya şehit düşer ya da ölür.

Ne yazık ki, sözde yazar ve aydın geçinen demokratlar dahi devletin ordularını yere göğe sığdırmakla kalmayıp, kutsal sayarlar ve devlet ordularının geliştirdiği her türlü vahşi saldırıları haklı gösterme çabasında olurlar. Ama sıra halkın savunmasını yapan güçlere geldi mi, onların bir hakkı kalmıyor ve kendisinin ve halkının savunmalarını yaptıklarında da, “terörist” olarak ilan ediyorlar.

Buna karşın Kürt halkı, onlarca defa özgür yaşam için işgalcilere karşı sürekli baş kaldırmış ve dönem dönem sessizlik ve sinme dönemleri olmuşsa da, hiç bir zaman mücadeleden vazgeçmemiş ve köleliliği kabul etmemiştir.

Şimdi Kürt Özgürlük Hareketi, PKK öncülüğünde dört devlet arasında bölüştürülmüş Kürdistan’ın özgürlüğü için otuz yıldır bir mücadele ve direniş içerisindedir. Bizim yürüttüğümüz bu mücadele, bizim verdiğimiz bu bedeller ve bizim barış için attığımız bu adımlar hangi düşman güç karşısında verilmiş olsaydı, bir şekilde bu kadar kan dökülmeden bir çözüm gelişmiş olurdu. Ama senin karşındaki düşman Türk, Fars ve Arap olursa ve iradeleri başkalarının elindeyse ve sömürgeci ve emperyalist güçlere karşı el pençe duruş sergiliyorlarsa, durum çok farklı bir seyir izliyor. Çünkü Türklük, Farslık ve Araplık ne kendi adına savaşabiliyor ne de kendi adına barışabilecek iradeyi gösterebiliyorlar. Halk olarak devlet olarak hiç bir zaman kendi öz iradeleriyle hareket etme becerisini gösteremiyorlar.

Örnek mahiyetin de Türkiye’ye bakarsak, Cumhurbaşkanı Arap, Başbakanı Arnavut ve Genelkurmayı ise Yahudi’dir. Durum bu ise, onlar için binlerce gencin ölmesi, vatanın viran olması, satılığa çıkarılması ve ekonomin çökmesi ile halkın aç kalması önemli değildir. Çünkü kendilerine ait bir şey yoktur. Yine onlar için yüzyıllar boyunca yaşamış halkların birbirini boğazlaması da önemli değildir. Yeter ki efendilerinin çıkarları korunsun, kapitalistler karlarına kar katsın.

Kürt Özgürlük Hareketi Önder Apo öncülüğünde, kalıcı bir çözüm ve kanın durması için ’93 yılından bu yana her türlü adımı attı, her türlü fedakarlığı yaptı ve halen de yapmaya devam ediyor. O zamanda da kan politikası güden ve emperyalizm güdümlü Ergenekon-JÎTEM benzeri oluşumlar, sürece engel oldular. ’99 yılında Önder Apo’nun bunca çaba ve fedakarlığına rağmen, bütün gerilla güçlerimizi sınırların dışına çekmemize rağmen, anlaşıldı ki süreç bir oyundan ibaretmiş ve özgür Kürtlüğü yok etmekten başka amaçlarının olmadığı açığa çıktı. Bugün de Kürt Özgürlük Hareketi tarafından bedel verilmesi göze alınarak, çözüm için ısrarla adımlar atılıyor.

PKK, Kürt ve Kürdistan’ın özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadeleye başlarken, Kürtlük adına hiç bir şey yoktu. Ne isim, ne kimlik, ne dil, ne vatan, ne onur... Her değer ayrı ayrı ayaklar altında çiğnemiş ve bu çiğnenenin de üstü betonlaşmıştı. Bunları bir tarafa bırakalım, Kürtler insan olarak sayılmazdı.

Ama 30 yıllık mücadeleden sonra, az çok herkes Kürtlerin soykırımlarla, asimilasyon politikalarıyla, sürgün ve tehcirlerle bitirilemeyeceğini görmüş ve anlamıştır.

Şimdi yeni ve farklı bir süreç başlamış durumda. Alışık olmadığımız açıklamalar devletin sözde tepesinden yapılıyor. Tabi bu sürece kolay gelinmedi. Öyle kendiliğinden olan bir süreç de olmadı. 2008 yılında işgalci Türk sisteminin elinde tek bir koz kalmıştı. Medya Savunma Alanlarına saldırıp bu işi bitireceğiz diyorlardı. O da denendi ve bir gerekçe daha denenmiş oldu. İşgalci TC sistemi arkasına hemen hemen dünyanın tüm siyasi ve askeri gücünü elinde bulunduran ABD, İran ve İsrail gibi güçleri alarak, hep o övmekle bitiremediği Mehmedok ordusuyla Zap’a girmeye çalıştı, ikinci gün nasıl kendimi kurtarırım telaşına kapıldı ve ancak bir haftada kendini kurtarabildi. Sonrasında Kuzey Kürdistan’daki yerel seçimler de bu durumu daha pekiştirdi. Bir de halkın sürekli serhildan hali, bugünleri yarattı. Yok sayılan bir halk ve bir dil, bir şekilde sistem tarafından amaçları ne olursa olsun kullanmaya mecbur bırakıldı.

Bu süreç nasıl anlaşılmalı ya da nasıl yaklaşmalıyız.

Apocu hareketin, felsefesi ve ideolojisinde kanın dökülmesi yoktur. Eğer 30 yıldır on binlerce asker öldürülmüşse ve buna karşın on binlerce şehit vermişsek, bu mecbur bırakıldığımız içindir. Onun için kanın dökülmemesi için ne gerekiyorsa, hareketimiz tarafından yapılır. Her türlü fedakarlık yapılır ve yapıyoruz. Düşmanın her türlü olumlu açıklama ve girişimlerine değer veririz. Çünkü bizim için önemli olan kanın durmasıdır.

Ama bazı akıllı geçinen aydın ve yazarlar, her şeyi bizden bekliyor. Aylardır çatışmaya girmemek için onlarca şehit veriyoruz, bunu yeterli görmeyip, “silah bırakmazsanız olmaz, sınırların dışına çekilmeniz lazım vb.” tasfiyeci ve hiç de iyi niyetli olmayan çağrılarda bulunuyorlar.

Biz de sistemin öyle kendiliğinden değişeceğini beklemiyoruz. Dokuz adım atmamız gerekiyor ki, sisteme bir adım attıralım. Yalnız kimse kusura bakmasın, ne teslim oluruz, ne onurumuz olan ve halkımızı savunduğumuz silahlarımızı bırakırız. Ha eğer Türk, İran ve Suriye orduları silahlarını bıraksalar ve Kürdistan’daki işgale son vereceklerse,  o ayrı bir konu. O da olamayacağı için, bir kere içinde silah bırakma, dağları terk etme vb. ne olursa çözümsüzlüktür. 30 yıl savaştık, bir 30 yıl daha savaşırız. Tabi o zamanda, öyle gelin beraber yaşayalım ya da birbirimizi affedelim de demeyiz. O zaman da beraber yaşama ve karşılıklı affetme de kalmaz.

Kimse bu süreçte, “Acaba gerilla ne yapacak, silah bıraksalar olmaz, bu düşmana güvenilmez öyle bir şey yapmayın vb” kaygıları olmasına gerek yok. Çözüm için iğne ucu kadar bir adımı değerlendiririz, ama İlker Başbuğ’un açıklamasında dediği gibi; bulup imha ederiz filan bêvan sözlere de karnımız tok. Zaten yıllardır yapılanda bu.

Gerilla güçleri olarak, her zamandan daha güçlü ve birlik halindeyiz. Halkımız her zamandan daha güçlü kendini savunuyor. Askeri açıdan teknik ve taktik olarak, sistem ordularını bozguna uğratacak güçteyiz. Katılımlar kesintisiz devam ediyor. Ve biz bu dağlara emziklerle ve gözyaşlarıyla savaşa sürülen Mehmedciklere av olmak için de çıkmamışız.

Onun için, halkımız kaygılanmasın, her baharın bir sonbaharı vardır, her Temmuz’un bir Ağustos’u vardır. Barış için konumlanırız, ama kendimizi koruyup, gerektiğinde bizi yok etmek isteyenleri de yok ederiz. Halkımızın bundan hiç şüphesi olmasın.

Aram Masis