Yoğun tartışmalar oluyor ama öyle tartışmaların enine boyuna derinliğinden bahsetmek pek de mümkün değil. Hala işin püf noktası yakalanmış değil. M. Ali Birand iyi hatırlar; Önderliğimizle 1988’lerde yaptığı röportajda Önderliğimizin ısrarla gelinen bugünkü noktadakinden çok daha ileri düzeydeki projeleri üzerindeki tartışmaları daha o zaman kendisiyle nasıl yürüttüğünü kendisi iyi bilir. Daha 1988’lerde diyorum. Silahlı olarak mücadelenin yaşandığı ilk yıllar. Daha o günlerde Önderliğimiz sorunun çözümünü açık bir şekilde M. Ali Birand’la tartışmıştı. Çözüm yönündeki adımların nasıl atılması gerektiğini kendisine belirtmişti. Sonraki yıllar Güneri Civaoğlu, Cengiz Çandar ve diğerleri birer birer gidip Önderliğimizle görüştüler, Önderliğimiz ısrarla bugün de tartışılan çözüm önerilerini dile getiriyordu. Bu bahsettiğimiz kişiler birileri adına gidiyorlardı, -halk adına kesinlikle değil- ama neyi tartıyorlardı, biçiyorlardı onu onlar daha iyi bilir. Hesap kitapları da tartışma götürür, ortadadır.
Duymak istemeyen kulak duymaz, görmek istemeyen göz görmez. Devlet bu önerilere yanaşmadı. Bu aydınlar(!) da devletin görüşlerinde karar kıldılar ve PKK karşıtı bir mücadele içerisinde oldular. Bu aydınların daha o zaman şunu bilmeleri ve bir aydın onuru gereği PKK’nin gerçekten bir Türkiye’nin Demokratikleştirilmesi hareketi olduğunu kavramaları gerekiyordu. Neden gerekiyordu diye sorulursa cevabı hiç de zor değil, bu bahsettiğimiz kişiler toplum nezdinde aydın olarak biliniyorlar (değillerse itiraf etsinler, halkı kandırmasınlar, ne için kim için çalıştıklarını belirtsinler) ve bu aydınların da devlet için değil halk, halklar için aydın onuru gereği yerine getirmeleri gereken görevleri vardır da ondan.
Bu nasıl olacak aydınlık görevlerini yerine nasıl getirecekler? Gölge etmeyin yeter de denilebilir bunlara ama yine de bir ihtimal deyip bazı şeyleri belirtmek istiyorum; öncelikle bir bakış açısına kendilerini kavuşturmaları gerekiyor ki; herkesin tarihi fırsat olarak değerlendirdiği tarihi zorunluluk olan bu sürece bu aydınlar da cevap olabilsinler.
Dosya hazırlayanlar, projeler sunanlar boy boy televizyonlarda, gazetelerde. Bir bakış açısından uzak, kendilerince bir mantıkla sürecin dışında da kalmak istemiyorlar. Tartışsınlar, onlar da sürecin dışında kalmasınlar, herkes sorunun çözümü yönünde elinden ne geliyorsa onu yerine getirsin, bu bir kutsal görev ama bu, böyle bakış açısından yoksun bir şekilde olmuyor tabi.
PKK’nin çıkış koşullarına bir bakalım:
Türkiye’nin genç beyinleri, tam bağımsız bir Türkiye ve Kürt ve Türk halklarının kardeşliği için mücadele eden Denizler idam edilmiş, 12 Mart Muhtırası verilmiş, Demokratik Türkiye için var olan dinamikler etkisizleştirilmekte, o dönemki tabirle anarşist ilan edilmekteler. Devlet her tarafı kaosa boğmuş. Ortalığı kasıp kavurmak için istihbaratlar ortalıkta cirit atmakta. Türkiye ona buna peşkeş çekilmekte. Tabii bu duruma dur diyecek kimselerin de çıkmaması düşünülemezdi.
Çubuk barajında böyle bir gidişata dur demek için bir grup devrimci demokrat ortaya çıkacaktı. Türkiye’yi kendi halkına faşizm uygulayarak ona buna peşkeş çekenlerin dışında herkesin sahip çıkması gereken bir grup. Öyle olmadı, askeri, siyasi darbeler üst üste getirilerek toplumun tüm kesimleri teslim alındı. Sosyalizm için, halkların kardeşliği için, halkların refahı için bu grup, Türk ve Kürt aydın gençlerinin öncülüğünde, 1978’de partisini kurdu. Gelişen Maraş katliamına, Çorum katliamına, halkın yurtsever devrimci gençlerinin kıyımına ve ayak sesleri duyulan 12 Eylül’e bir cevaptı bu grup ve partileri.
Çokça bahsedilen, şiddeti de ele alırsak; devlet gül uzatmamıştı ki sen de gül uzatasın.
PKK 15 Ağustos 1984’de silahlı mücadeleye başlamamış olsaydı, adama sorarlar; Kürtler, Kürtlerin yasaklanmış, hatta yok sayılmış hakları kimin gündeminde olacaktı? 10000 yıllık tarihi olan bu halkın 1500 yıllık bugünkü yaşadıkları topraklarda bir etnisite kimliği var.
Bin beş yüz yılın asimile edemediğini elinde bulundurduğun devlet ve kurumları ile (beyaz Türklerle) beyaz terör uygulayarak asimile edeceksin? Tabi birileri çıkar ve dur be arkadaş senin yaptığın yanına kalır mı diye sorar? (arkadaş diyorum tarih boyunca Malazgirt’ten tutalım Çanakkale’ye kadar bu halk sana arka çıkmış, senin yanında olmuş) Göz göre göre otuz milyonluk halkı insanlık arenasından sileceksin, senin hiç mi vicdanın yok, der.
Ki denilen de odur. 15 Ağustos 1984 de budur. Bu halk vardır, siz isteseniz de istemeseniz de vardır demenin adıdır. Önderliğimiz Abdullah Öcalan da, partimiz PKK de bunun ideolojik, siyasi, askeri, kültürel savunma gücüdür. Kürt halkının entelektüel birikimidir. Onlarsız çözüm düşünülemez.
Bugün tarihi fırsat denilen süreç de tüm tarihiliğini 15 Ağustos 1984’e borçludur. Onun Önderliğine, öncü partisine borçludur. Eskiden olduğu gibi “terörist - elebaşı” gibi kavramları kullanarak çözüm paketleri sunmak ucuz bir yaklaşımdan öte bir şey değildir. Onun için öyle terörün başladığı tarih değil de, Türkiye’yi demokratikleştirme mücadelesinin başladığı tarih olarak ele almak, onun Önderliğini de, partisini de Türkiye’yi demokratikleştiren Önder ve Öncü parti olarak ele almak en doğrusu olacaktır. Tabi bunu kabullenmeleri zor olacak, mesele gurur meselesi, kurtarmaları gerekiyor bu demokrat aydın kesimlerin kendilerini bu pis, kaybettiren gururdan. Bir şey doğruysa doğrudur, doğrunun karşısında kimse duramaz. Özeleştiri vermek zor gelmesin kimseye, bu halk bütün çektiği acılara rağmen affedicidir, büyüktür.
Bugün gelinen bu noktada eğer bazıları bazı dosyalar yine hazırlamakta ise; sorunun, Türkiye’deki sorunun en temel sorunun Kürt Sorunu olduğu en üst ağızlardan seslendiriliyorsa PKK’nin yürüttüğü Türkiye’nin demokratikleştirilmesi çabası olduğudur. Hani derler ya; bak şu konuşana. Aslında konuşana değil konuşturana bakmak demek gerekiyor. Türkiye’nin geleceği açısından, Türkiye’nin demokratik bir ülkeye dönüşmesi açısından bu konuşanlardan çok onları konuşturan PKK’nin, onun önderliğinin demokratik bir Türkiye için yürüttüğü olağanüstü entelektüel ve pratik çabalara bakmak gerekiyor. Ve bu biçimi ile ki eğer bu tartışmaları yürütenler söylediklerinde ciddiyseler Önderliğimiz Abdullah Öcalan’ın ve partimiz PKK’nin çözüm önerilerine kulak asmak zorundalar. Ki ancak bu biçimiyle polemiksiz, sağlıklı, hiçbir güce kendini dayandırmadan, hiçbir güçten medet ummadan çözüm projeleri geliştirebilirler.
Biliniyor belki ama yine de tekrarlamak istiyorum;
İlker Başbuğu gibiler gidip Amerikalardan savaş naraları atıyorlar. Kan diyorlar, savaş diyorlar.
Savaş acıdır; kandır, anaların gözyaşıdır, yürek yangınıdır. Ahkam kesenler yeter ki kendilerine ciddi olsunlar, yoksa bu yangını söndürmek zor değil.
Hayri Kızıler