Kürdistan ülkesi tarihi boyunca çok sayıda işgalci gücün saldırısına ve hükmetme girişimine tanıklık etmiştir. Bu işgal ve hükmetme girişimleri her zaman Kürdistan ülkesine ve Kürt halkına büyük zararlar vermişlerdir. Yer yer toplu sürülmeler ve toplu kıyımlar da yaşanmıştır. Bu bağlamda Kürdistan ülkesinin ve Kürt halkının tarihi bir anlamda da trajediler tarihidir. Elbette her zaman bu işgal ve kıyımlara karşı Kürdistan ülkesi ve Kürdistan halkı büyük direnmiştir. Bunun içinde Kürdistan tarihi aynı zamanda büyük direnişlerin de tarihi olmuştur. Ancak Kürdistan ülkesinin belki de karşılaştığı en büyük yıkım, kıyım ve sürülme LOZAN diye bilinen uluslararası güçlerin ortaklaşa gerçekleştirdikleri bir konferansla başlamış ve halen de sürmektedir.
Lozan konferansı 24 temmuz 1923 yılında İsviçre’nin kenti olan Lozan’da gerçekleşmiş ve bu konferansta alınan kararlarla Kürtler ilk kez var oldukları halde yok sayılmış, bununla yetinilmemiş birde Kürtlerin Türkiye cumhuriyeti devleti tarafından bu tarihten itibaren de katledilmelerine hem ses çıkarılmamış hem de teşvik edilmişlerdir. Lozan’ın ortaya çıkardığı bir gerçeklik bu olmuştur.
Ancak daha da önemli olan bir husus ise-çok fark edilmese de, dile getirilmese de-Ortadoğu’da halklar birbirine düşman haline getirilmişlerdir. Örneğin Türkler ve Kürtler, Araplar Kürtlerle, İran ve Kürtler neredeyse bir araya gelemeyecek düzeye getirilmişlerdir.
Ve belki bunun kadar önemli başka bir durum ise kurulan sözde çok sayıda Arap devletiyle de Araplar onarılmaz bir biçimde birbirinin karşısına dikilmiş ve de dış güçlerin müdahalesine açık hale getirilmişlerdir.
Yukarıda ifade edilenler kadar önemli olan başka bir durum ise özü itibariyle kökleştirilen ulus devlet modeliyle de bu coğrafyanın onlarca zengin, kadim halkı, inancı, etnisitesi baskılanarak düşmanlık tohumları sürekli olmak üzere ekilmiştir.
Lozan Konferansı özü itibariyle Ortadoğu toprakları için bir parçalanmayı, dağılmayı, dış güçlerin saldırı ve oyunlarına açık hale gelmeyi getirdiği gibi, sömürülmelerinin de yolunu açmıştır. Bunu böyle olduğunu Ortadoğu’da olup bitenlere bakıp görmemiz zor değildir. Son yüz yıllık tarihe baktığımızda neredeyse bu topraklarda savaşsız bir günün geçtiğini görmemiz mümkün değildir. Bu savaşsız geçen günlere birde içeride yaşanan, yaşatılan onca suni kıyımı da eklersek gerçek manada Ortadoğu’nun halkların bir mezbahı haline getirildiğini görebiliriz.
Bu durumu emperyal güçler Lozan Konferansıyla ortaya çıkarmışlardır. Bu durum aşılmadan Ortadoğu’nun rahatlayacağı düşünülmemelidir. O zaman yapılması gerekli olan batılıların oluşturduğu Lozan’ı aşacak olan bir Doğu Lozan’ını ya da II. Lozan’ı oluşturmaktan geçer.
II. Lozan’ı ya da Doğu Lozan’ını oluşturmanın yolu öncelikli olarak farklı bir zihniyet yapısına sahip olmaktan geçer. Bir kere zihin yapımızı ulus devlet yapılarından temizleyerek, demokratik ulus modelini edinmekten ve benimsemekten gerekiyor.
Demokratik ulus anlayışını edinmek demek ise her halkın doğuştan gelen haklarını, her inancın kendisini özgürce ifade etme özgürlüğünü, en küçük yapıların da kendilerini özgürce ifade etme ve yaşama hakkına saygıdan geçer. Belirtildiği bunu yapabilmek için önce ulus devlet modelinden uzaklaşmak gerekiyor. Bu ama aynı zamanda kapitalist modernist kültür ve zihniyetinden uzaklaşmak demek olacağı için, kendi zihniyet yapımızı başka bir deyimle bu coğrafyaya özü itibariyle ait olan ortaklaşma kültürünü benimsemekten geçer.
Ortadoğu toplumsallığın coğrafyası olduğunu bize tüm kutsal kitaplar söyler. Kutsal kitapların ortak özü kesinlikle komünalizmdir. Ortakçılıktır. Paylaşımcılıktır. Birbirini düşünmektir. Herkesi kendisi gibi görmektir. Herkesin en yüce “varlık” önünde eşit olduğuna inanmaktır. Bu toprakların mayası böyle örülmüştür. O zaman yapmamız gerekli ilk iş bu mayaya ters düşen, ters duran, dini bir kavramla ifade edecek olursak; “fıtrata ters olan”ı düzeltmektir. Ortadoğu’da bunun düzeltilmenin yolu kendi Lozan’ımızı, Doğu Lozan’ını, II. Lozan’ı oluşturmaktan geçer.
Doğu Lozan’ını nasıl oluşturacağız?
Doğu Lozan’ını oluşturmanın yolu öncelikli olarak var olan sorunları kendi aramızda, belirttiğimiz gibi demokratik ulus anlayışıyla ele almamız gerekiyor. Devlet ulusla peydahlanmış olan milliyetçilikleri, ırkçılıkları, tekçilikleri bir köşeye bırakarak, çoğulculuğu, kültürel zenginlikleri esas alınması gerekiyor. Her renge ve kültürel farklılığı sahiplenme temelinde, saygı gösterilmesinden geçer.
Unutmayalım, emperyalizm doğası gereği talancı ve vurguncudur. Böyle olmasa kendisini nasıl ayakta tutabilir ki? Halkları soymayan, sömürmeyen, kanlarını emmeye, yer altı ve yer üstü zenginliklerine el koymadan götürmeyen bir emperyalizmin yaşaması mümkün mü? Mümkün olmadığını bilen emperyalist güçler bu çıkarlarına yani emellerine ulaşmak için kullandıkları en etkili yöntemleri; halkları birbirine bırakarak, düşman kılarak zayıflatma yöntemidir. “Böl, parçalama ve yönet” dedikleri yürütme taktiği bu yöntemdir.
Ortadoğu -özelde de 24 temmuz 1923 yılında imzalanmış olan Lozan konferansıyla- halkların birbirine düşman haline getirilmesiyle kuşatılmıştır. Bu kuşatılmayla halklar birbirine düşman haline getirilmiştir. Ancak belirtelim ki ilk kez bu birbirine kırdırılma durumunun aşılma fırsatının imkanları doğmuştur.
Demokratik ulus anlayışı ve modeliyle Ortadoğu’da ilk kez halkların emperyal güçlerinin oyunlarına gelmeden, tuzaklarına düşmeden kendi yollarını çizerek, kendi çıkarları temelinde her halk, her renk, her inanç için oluşturacakları Demokratik Özerklik modeliyle –bugün Rojava’da pratikleştirildiği gibi-hayata geçirilme şansı doğmuştur.
Bunun yolu ise ilk iş olarak; demokratik ulus anlayışıyla hızla, hemen II. Lozan’ı ya da Doğu Lozan’ınımızı gerçekleştirmemizden geçiyor.
Xeyri Engin