HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

molotof resimKapitalist modernitenin tüm insanlığı felakete sürüklediğini –birkaç çapulcu sermayedar ve onların bekçileri dışında-herkes görüyor. Dünyamızın hem de çok güzel dünyamızın her geçen gün daha büyük tehlikelerle yüz yüze kaldığını gerçekten görmeyen yok gibidir.

Sistem deyim yerindeyse tam bir iflası yaşıyor. İflası bizler “Borçlarını ödeyemediği mahkeme kararı ile tespit ve ilân olunan tüccarın durumu, batkı ya da yenilgiye uğramak, değerini yitirme” olarak ele alır isek gerçek manada kapitalist sistemin bir çöküntüyü yaşadığını görebiliriz.

Ekolojik dengesizlikler bile dünyanın ne hale getirildiğine bakmamız için yeterdir Daha somut olarak: “Unutmamak gerekir ki, çevre halkaları milyonlarca yıllık evrimle oluşmuştur. Genelde son beş bin yıllık, özelde son iki yüz yıllık tahribatlar, milyonlarca yılın evrim halkalarından binlercesini koparmayı daha kısa sayılabilecek bu zaman diliminde gerçekleştirmişlerdir. Kırılış reaksiyonu başlamıştır. Nasıl durdurulacağı kestirilememektedir. Atmosferde başta karbondioksit (CO2) oranı ve diğer gazların yarattığı kirlenmenin, mevcut haliyle yüzlerce, hatta binlerce yıl temizlenemeyeceği öngörülmektedir. Bitkiler ve hayvanlar dünyasında yaşanan yıkımların sonuçları belki de tam anlamıyla ortaya çıkmış değildir. Ama her iki dünyanın da en az atmosfer kadar S.O.S işareti verdiği açıktır. Denizler ve ırmakların kirlenmesi ve çölleşme daha şimdiden felaket sınırlarına dayanmıştır. Tüm belirtiler kıyametin doğal dengenin bozulması sonucunda değil, bir kısım şebekeler halinde örgütlenmiş gruplar eliyle topluma yaşatılacağını göstermektedir. Elbette bu gidişata doğanın vereceği yanıtlar da olacaktır. Çünkü o da canlı ve zekâlıdır. Onun da tahammül gücünün sınırları vardır. Direnmesini yerinde ve zamanında gösterecek, bu yer ve zaman geldiğinde insanların gözyaşlarına bakmayacaktır. Çünkü kendilerinin yeteneklerine, bahşedilen değerlere ihanet etmekten hepsi sorumlu tutulacaktır. Kıyamet de böyle öngörülmüş değil miydi?”

Kıyamet yani çöküş dediğimiz budur.

Dikkat edilirse biz adaletsizliklerden söz bile açmadık.

Sınıflar arası dengesizlikler sonucu yaşanan ona çelişkilerden söz etmedik.

Birilerinin karnı daha fazla şişsin diye açlıktan kırılan milyonlardan da söz etmedik.

Kültürel soykırımlardan dolayı her geçen gün varlıkları tehlikeye düşünlerin her geçen gün gelişen tepkilerinden de söz açmadık.

İnsanlığın nur aynası olması gereken kadın cinsinin metanın da ötesinde sadece ve sadece birilerinin zevki için ayaklar altına alınmasını da dile getirmedik.

Bin yıllarca, binlerce, on binlerce ak yüzlü insanın özenle, milim milim geliştirdikleri toplumu ve toplumları bir arada tutma çimentosu olan ahlak değerlerini ayaklar altına alınmasından da söz açmadık.

Yüz binlerce yılın ürünü olan ortakçı yaşamın sonucu olarak ortaya çıkmış olan komünal değerlerin yitimine karşı başkaldıran toplumsal refleksten de söz etmedik.

Cüce haline getirilen insanın isyanından da söz etmedik.

Evet, böyle söz etmediğimiz yüzlerce değer vardır. Bu değerlerin tümü büyük bir arayış içerisindedir. Ne var ki arayışlarını bir araya getirerek, birleştirerek bir potaya taşırarak bu değerleri ayakaltına alan tekelci iktidarcı güç odaklarına karşı ciddi bir direniş içerisine giremiyorlar. Halbuki insanlığın neredeyse yüzde doksanın çok üstünde olan bir oran, var olan bu hırsızlık düzenine karşı müthiş öfkelidir. Öyle ki bir dakika bile bu sistemle yaşamak istememektedirler.

Başkan Apo bu çevrelere ilişkin: “Sistem konusunda ve sistemin krizde olduğuna ilişkin genellikle ortak kanıya sahipler. Çıkış konusundaki görüşleri söz konusu olduğunda aralarındaki farklar büyür. Evrimci değişimden devrimci değişime, barışçıl yöntemlerden savaşçıl yöntemlere kadar çok farklı yollar önerilir. Devlet ve iktidar değiştirmeyi devrim sananlar olduğu gibi, devletsiz ve iktidarsız toplumu önerenler de vardır. Hepsinin kökleri esas itibariyle Fransız Devrimi’ne dayanır. Düşünce yapıları milliyetçilikten komünizme, dincilikten pozitivizme, feminizmden ekolojiye kadar geniş bir perspektif sunar. Bunlarla oldukça iç içe oldukları halde bu gerçeği fark etmezler.

Bir genelleme yapılırsa, sosyal konumları itibariyle orta sınıfın iktidar ve sermaye tekelleri dışında kalan ana kesimine dayandıkları söylenebilir. Kapitalizm karşısında durumları gittikçe güçleşen, belli bir modern eğitimden geçmiş aydınların öncülüğünü yaptığı bu hareketler toplumun ezici çoğunluğunu kapsamaktan uzaktır. Kapitalizmde çıkarı olanlar kabaca yüzde on ise, kapitalizme muhalif olanların oranı da aynı seviyededir. Toplumun yüzde sekseni her iki kesim açısından kapitalist olmayan toplum olarak, çözümleme ve çözümlerde özne değil nesne konumundadır. Kapitalizm toplum üzerinde kârı hesaplarken, muhalifler toplumu ancak dışarıdan sürüklenilebilecek bir yığın gözüyle değerlendirirler. Kapitalist moderniteyi aşamamalarının temelinde bu gerçeklik yatar.”

Halbuki yapılması gerekli olan kapitalist moderniteyi aşmak olmalıdır. Bu ise en geniş yelpazede çok köklü ve derin bir ideolojik ve felsefik bakışı gerektirir. Bu geniş bakış edinildikten sonra da adım adım bu geniş kesimleri kapitalist sisteme karşı örgütlemeye gelir.

Bunu yapamaz isek kapitalist modernite bugüne kadar yaptığı gibi her zaman yeniden yeniden kendisini örgütleyerek yaşadığı sürekli krizden bir çıkışı hep bulabildiği gibi bundan böyle de bulabilecektir.

Boşuna: “Kapitalist modernite olarak sistemin sürdürülemez bir kriz yönetiminde yaşadığını belirtirken, yeni bir ‘devrimci durumdan’ bahsetmiyoruz. Devrimin objektif şartları olarak da değerlendirilen bu tip durumlar geçmiş tartışmalarda çok istismar edildi. Pek başarılı sonuçlar çıkarıldığı söylenemez. Krizlerden bol bol kriz yönetimleri kadar daha sert karşıdevrimler de çıkabiliyor” dememiştir Başkan Apo.

Bir kere perspektifimizi geniş tutmalıyız. Kapitalist moderniteyi gerileterek özlenen ve hayal edilen cennetimsi komünal demokratik sisteme ulaşabilmek için öncelikli olarak:

a-Geçmişin tüm sosyalist deneyimlerden yararlanmalıyız. Yine tüm sosyalist kesimlerle ilişki içerisinde olmalıyız.

b-Anarşist diye tabir edilen devlet ve her türlü iktidarı ret eden güçlerle ve bireylerle ilişkilenerek mutlaka ama mutlaka bir araya gelebilmeliyiz.

c-Başkan Apo’nun en eski sömürge ve ulus olarak değerlendirdiği kadını komünal demokratik sistemin en başat gücü görerek her yerde ilişkilenmeyi esas alarak bir nevi “En Eski Sömürgenin Başkaldırısı” deyip kadınsız bir başkaldırının mümkün olmayacağını bilmeliyiz.

d-Yok olmakla karşı karşı kalan dünyamızı kurtarmak isteyen herkesle ilişkilenmeyi esas alarak bir nevi “Çevrenin Başkaldırısı”na sahip çıkanlarla bir olmalıyız.

e-Ulus devlete karşı duran tüm çevrelerle ilişkilenmek. Çünkü Ulus devlet tekleştiricidir. Renksizliktir. Körlüktür. Karadır.

f-Bunun için öncelikli olarak her türden yerelliği ulus devlete karşı savunan, “Etnisite ve Demokratik Ulus Hareketleri”ni destekleyerek kültürel dejere olmalarını önünü almasını bilmeliyiz. Bu konuda müthiş ilkeli yaklaşarak tüm kültürel hareketlerle ilişkilenmesini bilmeliyiz.

g-Yine çokça muhafazakar ve gerici diye mimlenen, “Dinsel Kültür Hareketleri: Dinsel Geleneğin Canlanışı” olarak görerek yakın durmalıyız. Bu direnişi özünde kapitalist modernitenin ahlakı yok eden canavarlığına karşı bir başkaldırı olarak görmeli ve sahiplenilmelidir.

h-Başka bir eğilim ise, her çeşit komünalliği, yerelliği, kendisi olmak isteyen: “Kentsel, Yerel ve Bölgesel Özerklik Hareketleri”le de ilişkilenmek olmalıdır.

Özcesi kapitalist modernitenin karşısına çıkmak istiyorsak öncelikli olarak bu insanı cüceleştiren, ruhunu ve tüm maddi-manevi değerlerini kemiren sisteme karşı gücümüzü birleştirerek bir karşı koyuş içerisinde olmalıyız. Esas olan budur. Birçok kez yapıldığı gibi detaylara takılarak bir birbirimizi boğarak bir araya gelmeme olmamalıdır. Tersi olmalıdır. Birleşmek olmalıdır. Bir araya gelme olmalıdır. Ortaklaşma olmalıdır.

Bunun için diyoruz ki, kapitalist moderniteye karşı birleşmek, birleşmek ve yine birleşmek…

   Kasım Engin