Ahmet Altan, “Kürtlerle Dertleşme” adında bir makale yazmış.
Makalede kelime dansını yapmış.
Sonuçta makalesini Türk ırk rejiminin ve Türk ordusunun cellatlığını, soykırımcılığını ve sömürgeciliğini meşrulaştırmak üzere kurgulamış.
Ve döktürmüş de, döktürmüş.
Döktürürken, şöyle demiş:
“Uluslararası hukuka göre yeryüzündeki her devletin, dağlardaki silahlı insanlara karşı operasyon yapma hakkı var.”
Döktürmeye devam ederken bizim Altan, ya realiteyi kabul edersiniz ya da teslim olursunuz diktesini bize kabul ettirmeye çalışmış.
Altan kendini akıllı, bizi ahmak yerini koyuyor.
İsminin önünde aydın sıfatı var ya, damarlarında asil Türk kanı var ya, bunlar olduktan sonra ne söylerse söylesin, ne yaparsa yapsın onu haklı kılacağını zannediyor.
Ma kimlerin torunu…
Ya Allah, ya Allah nidalarıyla Kürdistan’ı işgal eyleyen bir paşanın torunu.
Bu şanlar, bu ünvanlar, bu sıfatlar ve bu asilzadelikler olduktan sonra, birde O’nun Allahı ile hükümranı olan ordu yaz dedikçe, O’da kalemi eline almış ve bizlere uluslar arası hukuk dersini vermiş.
Ama yanılıyor.
Uluslararası hukuk, Altan’ın iddia ettiğinin tersini söylüyor.
Buna uluslararası hukuk da demeyelim. Devletlerarası hukuk diyelim. Devletler halkların düşmanı olmasına rağmen, yine de onların hukukunda Altan dediği gibi bir realite yok.
Eğer gerçek hukuktan bahsedeceksek, işte sana uluslararası hukuk Sayın Altan:
Bak uluslararası hukuka göre, BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin birinci bölümünün birinci maddesinde ne yazılmış haydi birlikte okuyalım:
“Bütün halklar kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.”
Bu maddeye göre Kürtlerin kendilerini yönetmesi gerekiyor. Türk devletinin askeri işgal, ekonomik sömürgecilik, siyasal sömürgecilik ile kültürel soykırımı devam ettirmesi, soykırım suçu kapsamına girmektedir.
BM, soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırması sözleşmesinde soykırım suçu ikinci madde de şöyle tanımlanmıştır:
“Ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla; bu herhangi bir gruba mensup olanların öldürülmesi, bedensel veya zihinsel zarar verilmesi, grup mensuplarının bütünüyle veya kısmen fiziksel varlığının ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek, doğumları engellemek, çocukları zorla başka bir grubu nakletmek.”
Bu soykırım maddesine göre Kürtler toplu olarak on binlerce, yüz binlerce ve milyonlarca katledildi ve hala katlediliyorlar mı?
Evet.
Kürtlerin ülkesi Kürdistan, TC tarafından onlarca defa yakılıp, yıkıldı mı?
Evet.
Milyonlarcası Kürdistan’dan çıkarılmadı m?
Evet.
Bunu yapan kim?
TC.
Kürt çocukları, Türk YİBO’ları, ilkokulları, ortaokulları, liselerinde kültürel soykırımdan geçirilerek Türkleştiriliyor mu?
Evet.
Bu kırım yöntemini de yeterli görmeyen soykırımcı TC, Gül, Erdoğan, Emine Erdoğan, Gülen ile Türkan Saylan’ın kırımcı şefliğinde “Türkiye Okuyor”, “Anne Kız Okuldayız”, “Haydi Kızlar Okula”, “Baba Beni Okula Gönder” kampanyalarıyla tüm Kürtler soykırıma uğratılmaya çalışılıyor mu?
Evet.
İşte bu soykırıma karşı uluslararası hukukta meşru savunma hakkı verilmiş mi?
Verilmiş.
Buna göre uluslararası hukukta şöyle deniliyor:
“Demokratik siyaset, barışçıl yolların engellenmesi ya da tıkanması durumunda meşru savunmaya geçilmesi hakkını kullanmak tüm halkların en doğal hakkıdır.
Buna göre bireyler, toplumlar ve halklar kendi varlıklarını, kimliklerini, siyasal ve kültürel haklarını, temel hak ve özgürlüklerini korumak amacıyla meşru savunma temelinde şiddet kullanabilirler. “Ulusların Kendi Kaderini Özgürce Belirleme Hakkı da” buna dahildir.” Onlarca antlaşmada meşru savunma hakkının kullanılması hakkı verilmiştir.
1949 Cenevre Konvansiyonu, 1948 Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi, 1960 Sömürge Altındaki Halklara İlişkin Antlaşma, 1969 Irk Ayrımcılığına İlişkin Antlaşma, 1981 Afrika Şartı, 1993 Viyana Konferansı, 1998 Roma Antlaşması gibi antlaşmalarda birey, toplum ve halklara meşru savunma hakkını tanımıştır.
Tüm bu antlaşmalara göre, TC’nin Kürdistan’da bulunması gayri meşrudur.
TC’nin Kürdistan’ı işgal etmesi, Altan’ın iddia ettiği gibi bir realite değildir.
Eğer Altan buna realite diyorsa, o zaman Altan, Hitler faşizmini de bir realite olarak görüyor. Aynı şeyi Saddam dönemi, ABD’nin Vietnam işgali içinde düşünüyor herhalde.
Anlaşılan Altan liberalizmin ruhuna uygun olarak kötülük ideolojilerin hepsinden birer parça alarak ekletizm yapmış, üzerine biraz demokrasi sosunu sürmüş.
Ve herkesi haksız, kendini haklı görmeye başlamış.
Hem nalına, hem de mıhına vurmakta.
Herkese karşı, devamlı kendini haklı çıkarmakta.
Ordular karşıyım der, Türk ordusunun Kürdistan’ı işgal etmesine realite der.
Liberalliği Türk Devleti ve Ordusu söz konusu olunca, bir çırpıda Türk ırkçılığına dönüşüverir.
Ha Altan hakkında şunu da söyleyeyim:
Bir dönem AtaKürt diye bir makale yazmıştı.
O makalesi çalıntıdır.
PKK militanlarının, Amed zindanlarında iken mahkemede yaptıkları bir savunmayı olduğu gibi çalarak makale haline getirmiş. M. Tanboğa onların yaptıkları savunmada Altan’ın makalesinin geniş şekli var.
Öyle bir ırkçı rejimle mücadele ediyoruz ki, bu rejimin bulunduğu ülkede en aydınım ve en liberalim diyebilenin bile dünyanın en militarist ve despotik anlayışına sahip olduğu Altan örneğinden anlaşılıyor.
PKK, bunları tek tek bilerek, eylemsizlik kararını bir buçuk ay daha uzattı.
Ve sonuna kadar da uluslararası hukuk ile varoluşundan gelen bir hak olan meşru savunma hakkını kullanacaktır.
PKK, meşru savunma hakkını kullanırken, Altan gibilerinin teslimiyet dayatıcı akıllına ihtiyaç duymaz. O aklı, başkalarına da vermesinler. Çünkü o akıl köleleştirici akıldır.
Ahmet Altan eğer aydın ise aydın olmanın vicdanına sahip olur.
Türk sömürgeciliğini ve askeri işgalini meşrulaştırmak aydın olmak değil, olsa olsa soykırımcılığın kalemşör vakkanuvüsçülüğü olur.
Özgür Bilge