Kürtlere karşı savaşta yeni yöntem olarak benimsenen ve uygulanması noktasında çok yönlü bir konsensüsün sağlandığı halklar arasında sokak çatışmaları karşısında Apocu hareket ve yandaşlarının aynı yöntem ve yollarla karşılık vermeyeceği kesindir. Linç kampanyaları, cana ve mala kasteden saldırılar karşısında Kürtlerin benzer biçimlerde karşılık vermesi beklenmeyeceği gibi bu tarzın yeni yaşamın, insanca yaşamın yaratımında öncülük rolüne soyunan Kürtlerin öz benliklerine de uygun olmayacağı da ortadadır.
Bin yıllardır üzerinde yaşadığımız bu coğrafyada birlikte yaşadığımız halklarla aramızda kurduğumuz birlik ruhunu zedeleyecek yaklaşımlara soyunmayacağımız, fakat gelişen saldırılar karşısında da asla cevapsız ve savunmasız kalmayacağımız bilinmektedir. Kürtlerin onurlu duruşları bunu gerektirdiği gibi bu aynı zamanda tüm canlı varlıkların içinde yer aldığı uyum ve tamamlayıcılık ilkelerinin de bir gereğidir. Bu, aynı toprak üstünde yaşayan, aynı havayı soluyan, aynı kültürlerle yetişen tüm canlıların aynı haklara sahip olduğu, olması gerektiği gerçeğinin de bir sonucudur.
Böylesi bir gerçeklik olmasına rağmen Kürtlere karşı dayatılan yeni saldırı yöntemleri ve saldırı sahibi kesimler karşısında kendimizi nasıl korumalıyız? Böylesi saldırıların önünü alarak çok yakınlaşmış olduğumuz özgürlük zamanının kazanılmasını hangi yöntemlerle gerçekleştireceğiz? Bu sorular tüm yakıcılığıyla doğru cevaplanmayı ve yaratıcı bir tarzda pratikleştirilmeyi beklemekte.
Cevap kabilinde şu değerlendirmeleri yapabiliriz;
Bu yeni savaş gücü için önemli olan tek hedef vardır. O da Kürt kimliğidir. Kırmızı şalı gören boğanın odaklanması misali faşist-milliyetçi kesimlerin de bu dönemde tek hedefi Kürt’tür. Bu Kürt’ün bir şekilde PKK ile ilişkili olması ya da herhangi demokratik bir kurumda insan olmanın getirdiği herhangi bir örgütlenme içinde yer alıp almaması önemli değildir. Bu Kürt’ün devletin herhangi bir kurumuna, devletin varlığını gösteren herhangi bir olguya karşı refleks gösterip göstermemesi de önemli değildir. En sıradan, hatta elini her türlü örgütlenme faaliyetinden çekmiş, tüm ömrü boyunca Kürtlerin mücadelesine uzak kalmış birey ve kesimler bile bu dönemde böylesi kesimlerin direkt hedefi olabilir. Bu nedenle toplum karşısında duyarlı olan, kendini sorumlu gören herkesin her şeyden önce bulunduğu şehirde, kasabada, mahallede bulunan tüm Kürtleri örgütlülük içine çekme görevi vardır. Dışlamak, ötelemek değil, çekmek ve birleştirmek esas alınmalıdır.
Geçmiş mücadele süreçlerinde çok açık bir şekilde görülebildiği gibi Kürtlerin örgütlü olduğu mekânlarda devletin en saldırgan kesimleri, kolluk güçleri mesafeli ve tedbirli yaklaşmak zorunda kalmıştır. Bir yerde halkın öz iradesi örgütlü bir şekilde ortaya konulduğunda en gözü kara düşman gücü bile tereddütlü yaklaşmak zorundadır. Bu yüzden her türlü saldırı karşısında hepimizin en büyük ve güçlü savunma aracımız örgütlülüğümüzdür. Ne pahasına olursa olsun arkadaşlarımıza, yoldaşlarımıza yapılan saldırılar karşısında saldırı gerçekleştirenlerin bu saldırılarının karşılıksız kalmayacağını bilmesidir. Düşman şeklinde tabir ettiğimiz ve devletin tüm kurumları yanında onlarla işbirliği içinde Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne karşı her türlü saldırıyı gerçekleştirmekte sakınca görmeyen kesimlerin tercih ettiği bu yeni savaş gücü, savaş yöntemi karşısında halkımızın örgütlülüğünü korumak en önemli görevimizdir.
Örgütlülüğü korumak gelişen saldırılara karşı var olan örgütlülüğü güçlendirmek yanında örgütlülük dışı kalmış kesimleri de bunun içine çekmek anlamına geliyor. Bu ertelenemez, küçümsenemez bir görevdir. Güncel ve en önemli görevimiz tüm Kürtleri örgütlülük içine çekerek yalnız kalmasını engellemektir. Yıllardır Kürt hareketinden kopartmak için teşvik edilen yaşam standartlarının bireyciliği körüklediği göz önüne getirildiğinde birçok Kürt’ün örgütlü gücümüzün dışında kaldığını hepimiz biliyoruz. O yüzden her Kürt’ü örgütlü bir ortama çekmek en temel görevlerimizden birisi oluyor. Bunu mevcut kurumlar, komün ve meclisler üzerinden yapabileceğimiz gibi bunun dışında da ihtiyaca göre oluşturulacak ve eksik olan yerlerde örgütlenecek inisiyatif ve meclis, komün türü örgütlerle sağlayabiliriz.
Bunun yanında ve daha da önemlisi öz savunma mekanizmasının geliştirilmesi oluyor. Kendini savunamayan ahlaksızlığı yaşayandır. Çünkü insanın insan olması serüveninde dahi en öncelikli görev kendini korumaktır. Kendini, kültürüyle, diliyle, varlığıyla, olduğu gibi koruyarak insan, insan olma özelliklerini geliştirebildi. Bunları koruyamayanlar ya tek başlarına tükendiler ya da başkalaşarak kendisi olmaktan çıktılar. Ki günümüzde devlet yaranmacısı işbirlikçi Kürt diye andığımız kesimler bunlara iyi bir örnek oluyor.
Öz savunmanın gerekliliği günümüz düşman saldırıları ve içimizden gelişen revizyonist girişimler göz önüne getirildiğinde rahatlıkla görülebilir. Her yönüyle her an durmadan saldıran bu gerçeklik karşısında elbette ki eli kolu bağlı duracak, saldırıların gelişini seyredecek değiliz. Fakat bu savunmayı sırf silahlı ya da şiddet ve kaba güç anlamında yapmayacağımızı çok iyi anlamamız gerekir. Başta da söylemeye çalıştığımız gibi yekvücut bir topluluk yaratarak ancak öz savunmamızı güçlendirebilir, halkımıza yönelecek saldırılar karşısında gerçek anlamda bir savunma yaratmış oluruz. Yoksa başka türlü kimi hayalci yaklaşımlar sergilemek, duygusal tepkiler içine girip halkın geleceğini riske atmak olur ki bu da kesinlikle savunma değil kendi eliyle katliamlara davet çıkarmak olur.
Unutmayalım ki tüm Kürt halkı Önderliğimizin ilan ettiği meşru savunma çizgisindedir. Buna göre pozisyonumuz saldırı değil, savunmadır. Eylemlerimiz de bu çerçevede örgütselliğimizi yansıttığı, saldırı niyetlerini kırdığı oranda başarılı olacaktır. Öylesine bir örgütlülük yaratalım ki üzerimize gelmeyi düşünen herkes bunun için oturup kırk kez düşünsün. Fevri, taşkın, dişe diş kavga ve dövüşten sakınarak ama gereken misillemeyi de asla ihmal etmeden bir mücadele gerçek anlamda bir öz savunma olacaktır.
Tabii ki misillemenin gerçekleştirilmesinin de incelikleri bulunmaktadır. Kitlesel bir olayın diken üstünde bulunan bir toplumda büyümesi, genelleşmesi çok kolaydır. Kitle psikolojilerinde linç kültürü tamamen bundan güç alır. En sıradan insanlar bile bir anda kitlenin gücüyle sarhoş olup en olmaz girişimleri sergileyebilir. Bu yüzden gelişebilecek saldırılar karşısında yürütülecek savunma yöntemleri kesinlikle tersten sonuç doğurmamalıdır. Misilleme saldırı halindeki güçlerden ziyade bu ortamı hazırlayanlara yönelik gelişmelidir. Halklar arası çatışmaları kışkırtan, körükleyen kesimler hedef kapsamına alınmalıdır.
Ayrıca böylesi kışkırtma merkezlerine yönelik örgütlülüğümüzün gücüyle caydırıcı kimi uygulamalara da gitmek gerektiğinde üstün yaratıcılıkla, disiplinli bir şekilde gitmek de bir görev olarak önümüzde duruyor. Bunun için tecrübe ve birikim anlamında bir sorunumuz yoktur. Bu saldırıları gerçekleştirenleri değil, bunu örgütleyenleri hedeflememiz daha sonuç alıcı olacaktır. Unutmayalım ki sokaklardaki kalabalıklar örgütlü bir güç değil, dar zaman içine sıkıştırılmış saman alevleridir. Alevi gürleştirseler de çakmağı çakanlar değiller. O yüzden linç girişimini örgütleyenler iyi tespit edilerek birinci hedef kapsamına bu kesimler alınmalıdır.
Böylesi örgütlü ve disiplinli bir güç sergileyebilirsek faşist devletin halklar arası çatışmaları körükleyen yöntemini de çok rahatlıkla boşa çıkarabiliriz. Bu saldırılar karşısında tek başına başa çıkma çabalarını, örgütlü güçten kaçan yaklaşımları terk ederek var olan örgütlülük zeminin güçlendirerek sokak çatışmalarını daha oluşmadan önlemek için çok ciddi ve yoğun bir şekilde mücadele etmeliyiz. Tüm gençlerin en öncelikli görevi budur. Bu aynı zamanda özgür ve onurlu bir geleceğin de şartıdır.
Sonuç; Kürtlerin yaşadıkları tüm coğrafyalarda beraber yaşadıkları halklarla dostça, kardeşçe yaşama kültürünü esas aldığı, hepimizin bu kültürle büyüdüğü biliniyor. O açıdan kimliği ne olursa olsun yanı başımızda ilişkili olduğumuz insanlara karşı kin besleme, öfkeyle yaklaşma gibi bir âdetimiz yoktur. Onları hedefleyen bir saldırıyı hiçbir zaman düşünmedik bile. Fakat gelinen aşamada bize dayatılan halkların çatışmasıdır. Bu anlamıyla şu an için olmasa bile saldırıların bu tarzda devam etmesi durumunda halklar arası bir çatışmanın uzak olmadığını da görmek gerekir. Özcesi kardeşçe yaşayan halklar boğaz boğaza gelecektir. Bunun olmaması için çok çaba sarf etmiş ve daha da çabalayan bir hareket olarak ön alıcı çalışmalarımız halk ve hareket olarak devam etse de böylesi bir riskin bizi beklediğini anlayabilmeliyiz. Bu konuda her türlü hafif, liberal, bir şey olmazcı mantığı bir kenara bırakarak her türlü tedbirin alınmasının her yurtsever insanın görevi olduğunu görmeliyiz.
PİR KEMAL